BİR ALPEREN'İN ARDINDAN
BİR ALPERENİN ARDINDAN
Oku sayfasını geçen çağların
Yaprağı dökülmüş nice bağların
Âdeti böyledir yüksek dağların
Aslıya yol verir Keremi bağlar
(Reyhanî)
Yazının başlığından kimden bahis açacağımı hemen anlamışsınızdır kıymetli dostlar. Tabi ki 1975 li yıllardan beri tanıdığım ama yüz yüze konuşma ve tanışma şerefine eremediğim Muhsin başkandan söz ediyorum.
Kazanın oluşundan bu güne kadar her kez yazdı konuştu ben ancak bu gün yazma cesaretini bulabildim kendimde. Birde nedense bizim ülkemizde ilk günler yağar eseriz de aradan günlere geçmeye başladı mı birden bire unutuverir gündelik işlere eski kaldığımız yerden daha iştahlı ve hızlı başlayıveririz. Sanki geride kalan günleri telafi etme adına.
Onun için birazda bekledim. Çarşıya pazara etrafa kulak tuttum. Herkes neler konuşmuyor ki. Samimi gayri samimi konuşmalar bunlar. Burada o konuşmalara yer verecek değilim. Önemli olan kendimin samimiyeti diye düşündüm.
Filozofa bir gün birisi “ey filozof ayağının altında dünyanın zenginlikleri var sen onları değerlendirmiyorsun” demiş. Filozofunun cevabı insanı beyninden vuracak cinste olmuş ve demiş “ Biliyorum da almam için eğilmem gerek”
Ben bu pencereden bakıyorum Muhsin başkana. O, dünya zenginliğine eğilmedi tek bir kişiye eğildi. Allah bilir ki o çok büyük zenginliklere gark oldu.
O Alperenin birçok yönlerini sevdikleri dostları arkadaşları günlerdir anlatıyorlar. Allah razı olsun. Bende bunları dinlerken Yıldırım Beyazı’din tutsak edilmesinden sonra geçen bir olay aklıma geldi.
Yıldırım Bayazid, esaret çadırındayken bir tarihçi görüşmek için huzura çıkar. Der ki “Hünkârım üzülmeyiniz, gam çekmeyiniz bütün kahramanlıklarınızı, zaferlerinizi tarih kitabıma yazdım. Sizden sonra nesiller okuyup yâd edecekler.” Koca Hünkâr dinledikten sonra ver bakayım şu yazdığın kitabı der ve kitaba bakmaya başlar.
Okudukça kaşları çatılır. Okudukça öfkelenir ve sonunda kitabı yere çarpar ve ayaklarıyla çiğneyeme başlar ve haykırır.
—Hani bunun içinde benim gözyaşlarım, sevinçlerim, heyecanlarım der.
İşte o zaman tarihçi “hünkârım, sizin o dedikleriniz kitaplara yazılamıyor” diye cevaplar.
Bende büyük alperenin duygularının, gözyaşlarının, sevinçlerinin, çığlıklarının yazılamadığını, konuşulamadığını biliyorum. Onun içinde Rahmetli üstat Âşık Reyhanîn bir dörtlüğüyle yazıma başladım. Ben edebi bir yazı yazmasını beceremem ama edepli yazmaya çalışırım en azından. Belki yazıdan çok duygularımı paylaşmak sizlerle.
Kim ne derse desin her şey Allahın indinde bilinir ve hesabı tutulur böyle inandık. Büyüklerden birinin kabir sorgusunda kabir melekleri “Rabbin kim” diye sorunca “bana ne soruyorsunuz gidin O’na sorun. O diyorsa ki o benim kulumdur gerisi boş.”
O Muhsin geldi Muhsin gitti geride kalanlar düşünsün. Bir ozanımızın dediği gibi;
Başa gelen öğünmesin
Gelenler hep başa gelir
Diz toprağa yaslanır da
Baş düşerse taşa gelir
Diyorum bende.
Ölenler öldü gitti
Kalanlar telaştalar
Akşam sineği gibi
Işıkla oynaştalar
Ne su ne saki kaldı
Ne asi şaki kaldı
Hangi şah baki kaldı
Şimdi kimler baştalar
Gönlünü dolamayan
İmanlı olamayan
Kendini bulamayan
Kendiyle savaştalar
Vakit tamam bittiyse
Gelmez artık gittiyse
Mevlâ’m nasip ettiyse
Toprak ile taştalar
Ataroğlu’m görmezler
Kördür aklı ermezler
Allah için vermezler
Öbür yanda boştalar