SEVGİNİN ÇOCUKLARI...
Her şeyin bir ilacı varmış.
Mutluluğun ise, sevgi.
Çiçeği susuz bırakın bir, yapraklarını taşımaktan nasıl da acizleşir?
Sararır yaprakları çiçeğin, dökülür...
Toprağı, çapasız, susuz bırakın bir, nasıl da çatlar yüreği toprağın, suya hasret zamanlarda?
Çocuklar çiçek gibidir. Onları sevgisiz bırakın bir, nasıl da solarlar günbegün?
Çocuklarında, çiçekler gibi; sevgiye, şefkate ihtiyaçları var.
Usulca okşandığında, sevgiyle yaklaşıldığında güler gözleri.
Sevgiyle büyürler çocuklar...
Hayatın, beni, sevimsiz ya da mutsuzluğa gebe bırakmaya çalıştığı zamanlarında, kendimi, sevgi ve şefkatin kollarına atmaya çalışırım çoğu kez...
Sevgi ilacıyla tedavi etmeye çalışırım kendimi.
Bir hastayı ziyarete gider, o kırgın bedenlerine baktıkça şükrederim kendime her defasında...
Umut kaplar yüreğimi, umutsuz zamanlarımda.
Bir hasta hane koridorunda, ağzı burnu hortumlar içerisindeki hastalara bakarken, hayatın bir de öbür, yani sevimsiz yüzünü keşfederim böyle zamanlarda.
Ve hayata daha çok sarılmaya çalışırım.
Yaşamak için daha çok sebebim olur böyle zamanlarda.
Geçen gün, yine, kendimi mutsuz, sevimsiz hissettiğim bir öğle sonrasıydı.
Mahallemizin az aşağısında bulunan, “Gülen Yüz Eğitim ve Rehabilitasyon merkezi” ismindeki bir eğitim kurumuna gittim.
Bahçesinde incir ağaçları, yeni filizlenmiş çam ağaçları, salıncaklar ile tipik bir evi anımsatıyor sanki...
Girişteki, kırmızı renkli panoya asılmış, kurumdaki eğitim gören çocukların ve ebeveynlerine ait doğum günlerinde çekilmiş resimler çarptı gözüme...
Resimlere iyice yaklaşıyorum sonra...
Çocukların gülen yüzlerini gördükçe, kendi gözlerinin de parıldadığını fark ettiğim o, ebeveynlerin...
Sevginin sihrini paylaştık, o yuvadaki eğitimcilerle.
Sevginin o müthiş gücünü...
Koridorlardan gülümseyen o çocuk bakışlara bakarken, bir resim makinesinin deklanşöründen bakıp, bir resim alıyor beynim o anda sanki...
Doğum günlerindeki o, resimler gibi bir resim...
Sanki yeniden doğmuş gibi...
Sanki kendi yuvasındaymış gibi...
Eğitimcilerle sohbet ederken:
“Bu çocuklara neler öğretiyorsunuz mesela...?” diye soruyorum bir ara...
“Harfleri, şekiller çizmeyi, bazı alışkanlıkları...” diye cevap veriyor, eğitimci ve sosyolog olan arkadaşımız İsmail Bey.
Ne kadar da güzel oysa...
O an düşündüm de, bırak harf öğretmeyi, hayatın bu sevimsiz yanına rağmen, bu çocukların gözlerinin içini bile güldürmek bile çok şey aslında...
En azından, hayata gülerek bakmayı öğreniyor bu çocuklar...
Yuvanın giriş kapısının üzerinde, yarım ay şeklindeki bir tabelaya ilişiyor gözüm çıkarken oradan.
“Gülen yüz...”
Ne güzel bir kelime değil mi...?
O çocukları, hayatın bu sevimsiz yönünden, az da olsa çekip yüzlerini, gözlerinin içini güldürebilmek değil mi ki önemli olan...
Ne dersiniz...?
Bence, bu yetiyor, artıyor bile...
]