Cânân`ın Mendili
Muhib günlerden bir gün ağır bir hastalığa yakalanır. Hastalık günden güne şiddetini artırmakta ve Muhib bu hâl karşısında acılar içinde kıvranıp durmaktadır. Ağrılar sebebi ile inim inim inlemekte, yağmur döken bulutlar misâli için için ağlamaktadır. Cânân`dan evvel hastalık nedir bilmeyen Muhib, Cânân’ın kurduğu aşk tuzağına yakalandığından beri sanki bütün insanların hastalığını kendinde toplamış gibidir. Pençesine düştüğü bu son hastalık sebebi ile iş artık dayanamayacağı bir noktaya gelince, aklına Cânân`ın kendisine hediye ettiği bir mendil gelir. Belki bu mendil ile ağrıyan yerimi ovarsam şifa bulur ve uzun zamandır göremediği Cânânıma kavuşurum, diye düşünür.
Mendil ile göğsünü ovalayan Muhib yavaş yavaş ağrının gittiği hisseder. Bir müddet daha ovmaya devam edince ağrı tamamen kaybolur. Sevinçle yatağından fırlayan Muhib doğruca Cânân`ın evine doğru koşmaya başlar. Evin önüne vardığında, hasta olduğundan haberi bulunan Cânân`a seslenir:
- Cânân, Cânân!... Bak iyileştim, sana geldim.
Muhib`i işiten Cânân dışarı çıkar ve:
- Ey Muhib! Yazıklar olsun sana. Biz sana bir mendil hediye etmiş isek bunu kendin için kullanasın diye etmedik. Ne diye kendi şifan için o mendili kullandın. Âşık olana bu yakışır mı? Şayet bir köle bir padişahtan altın ile şereflendirilirse, o köleye o altını harcamak yaraşır mı? Şerefli olan o maden parçası değil, o madeni veren eldir. Köle açlıktan ölse bile o altını harcamayı aklının ucundan geçirmez. Zira o altın koynunda durur bir vaziyette ölmek, o altını harcadıktan sonra bilmem kaç zaman daha yaşayıp ölmekten daha güzel bir iştir. Senin ise yaptığın işe bak, der ve sonra bir daha çıkmamak ve konuşmamak üzere içeri girer.
Muhib şaşırır, olduğu yerde kalakalır ve kara kara düşünmeye başlar. Ardında o düşünceli hali ile evinin yolunu tutmaya başlar.
Zavallı Muhib şifa bulduğuna sevinsin mi?...
Yoksa Cânân`dan işittiklerine ağlasın mı?...
Ona da siz karar verin...