- 842 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ZAMAN KAYMALARI (1)
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
ZAMAN KAYMALARI
( BİRİNCİ PERDE )
( SAHNE 1)
DEKOR: ( Bir eczane...Karşı duvarın ortasında üst tarafı camdan oluşan geniş giriş kapısı, kapının sol hizasında duvar saati...Sol duvar önünde diklemesine konmuş bir tezgâh, üzerinde yazar kasa ve sabit telefon...Tezgâhın ön tarafında , duvarda bir boy aynası asılıdır...Sağ duvar önünde en arkada bir askılık , askılığın önünde küçük bir buzdolabı...En önde, tezgâhta duran birinin ve seyircilerin görebileceği büyük ekran televizyon...Ortada iki koltuk, aralarında bir sehpa; üzerinde sürahi, bardak, bir gazete ve dergiler... Duvarlarda raflar, ilâçlar, pamuk, parfüm gibi eczane ürünleri...Duvar saati l7.55’i göstermektedir. Televizyon açıktır. Eczacı tezgâhın arkasında oturmuş televizyon izlemektedir.)
SPİKER: Nijerya’da dün akşam bu saatlerde gerçekleşen depremin yaraları sarılmaya başlandı. Akut ekibimiz Nijerya’ya gitmek üzere sabahın erken saatlerinde yola çıktı...Sayın seyirciler, şimdi bir son dakika haberi veriyoruz. Az önce aldığımız bir habere göre eski cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel tedavi olduğu Hacettepe Hastanesi’nden bugün taburcu oldu. (Sabit telefon çalar.)
ECZACI: (Televizyonu uzaktan kumandayla kapayıp telefonu açar.) Altıya beş var...On dakika sonra eczaneyi kapatıp eve geliyorum...Tabi ya, başka şey için aramazsın zaten...Ya manavdan , marketten öteberi aldırmak için ararsın, ya da çocuğu okuldan almam için...Bir gün olsun “Kocacığım, yorgun musun? Akşam yemeği için sana ne hazırlayayım?” demezsin... Yorgunum kızım, hemen eve gelip sıcak bir duş alacağım, sonra da uzanıp dinleneceğim...Öğrenciler yedide dağılıyor, bu soğuk yerde bir saat daha nasıl beklerim?... Ne yaptın da yorgunsun?... Yahu pasta yapmak insanı o kadar yorar mı?... Annem mi geliyor?...Annemin pasta, börek sevmediğini bilmiyor musun?...Ercan niçin geliyormuş peki?...Bana bak, yeni aldığımız yazlıktan sakın bahsetme onlara...Tamam tamam, borç falan vermem Ercan’a...Bu kaçıncı oldu yahu!... Benim kardeşim hayırsız da seninki çok mu hayırlı? Kaç defa borç taktı bize Murat?...Hangisini ödedi kızım?... On milyonu, yirmi milyonu ödüyor ama iş milyara gelince unutuluyor...Vay vay vay, demek Murat beyefendiler bize küskünmüş... Ne hastalığı be!... Soğuk algınlığına hastalık mı derim ben?... İşten kaçmak için üç dört gün rapor almıştır, keyif çatıyordur evde! Bir telefon açıp “Enişte ben hastayım.” dedi mi? Hep başkalarından duyuyoruz. Bana bak, ben o hıyara telefon falan açmam... Peki, kibar olayım. Senin kardeşin olacak o salatalık var ya...Emredersin karıcığım, daha kibar olayım. Benim kayınçom, senin de kardeşin olacak o hıyarcık var ya, ben asla ona telefon açmam ve kimseden de özür mözür dilemem!...Ercan da aynı...Al birini, vur ötekine!
DİLENCİ KADIN: (Kapının camından içeri baktıktan sonra kapıyı açar, elini uzatarak) Allah rızası için bir ekmek parası evlâdım!
ECZACI: (Öfkeli) Git be kardeşim, git be kardeşim!
DİLENCİ KADIN: Allah seni çoluk çocuğuna bağışlasın evlâdım, bir ekmek parası...
ECZACI: ( Ahizeyi tezgâha bırakır, dilencinin yanına gidip iteleyerek çıkarır.) Bana bak, her gün senin gibi kaç kişi geliyor biliyor musun? Hiç biriniz bir ekmek parası kazandınız mı diye sormuyorsunuz. Hadi hadi, çık dışarı, Allah versin! (Dilenci kadın gider, Eczacı ahizeyi alıp tekrar konuşur.) Dilencinin biri işte...Peki, tamam, anlaşıldı. Saat yediye kadar buralarda oyalanıyorum ve çocuğu okuldan ben alıyorum....Ayın mı kaçı? (Kol saatine bakar.) Yirmi yedisi. Evde takvim yok mu kızım?... Ne anlam ifade edecek ki!...Sıradan bir gün işte...Pardon, sıradan değil, berbat bir gün...(Telefonu kapar, televizyonu açar.)
SPİKER: Yarın Bursa’da hava yağışlı olacak. Öğleden sonra yağışlar kar hâline dönüşecek. Bizden uyarması...Eğer şemsiyenizi ve paltonuzu giymeden sokağa çıkarsanız ve ardından hasta olursanız sorumluluk kabul etmeyiz.
ECZACI: Aman ne espri!...Peki palto giymeyi anladık da şemsiye nasıl giyilir? Allah’ın geri zekâlısı!. (Televizyonu kapar, duvar saatine bakar.) Yavaş yavaş dükkânı kapamalı.
MÜŞTERİ : (Elinde evraklarla girer.) İyi akşamlar muhterem!
ECZACI : İyi akşamlar efendim, hoş geldiniz.
MÜŞTERİ: Muhterem , emekli memurların ilâçlarını veriyor musunuz?
ECZACI: Elbette efendim, buyrun. Alayım reçetenizi. (Müşterinin elindeki evrakları alıp bakar.) Geçmiş olsun Abdullah Bey, demek bronşit başlangıcı.
MÜŞTERİ : Basit bir gribal enfeksiyon. Bu doktorlar da her şeyi büyütür zaten. Sivas’ta hükümet tabibi bir arkadaşım vardı. Biraz öksürsem, bir defa aksırsam bin bir türlü ciğer hastalığı sayar; esneyince, gerinince karaciğer, böbrek yetmezliğinden söz ederdi
ECZACI: (Müşterinin sözünü keserek) Sivaslı mısınız yoksa?
MÜŞTERİ: Hayır efendim, ne münasebet. Doğma büyüme Bursalıyım. Sivas’ta Kara Yolları Müdürlüğünde beş yıl müdür yardımcılığı görevini ifa ettim. Ayrıca aynı unvanla Konya’da beş yıl, Zonguldak’ta beş yıl çalıştım. Karadeniz sahil yolunu bilirsin değil mi muhterem? İşte o yolun yapımında büyük emeğim geçmiştir. Cennet vatanımızın güzide evlatlârına on binlerce kilometre yol yapılması için mücadeleyle geçti ömrüm. İlk görev yerim...
ECZACI: (İlâçları raflardan alırken) Sizi daha önce hiç görmemiştim. İlâçlarınızı başka eczaneden mi alıyordunuz?
MÜŞTERİ: Ne münasebet muhterem! Bir ay önce emekli olunca Bursa’ya gelip bir daire aldım. Daha önceden bilfiil yirmi sekiz yıl memleketin doğusunda, batısında, kuzeyinde, güneyinde vatana ve millete hizmet ettim. Ne diyordum muhterem?...Ha, ilk görev yerim Bursa’dır. Fakat Bursa Karayollarına kâtip olarak girmiştim. Düzenli ve disiplinli çalışmam amirlerimin...
ECZACI: Bu kutuda on adet pensangon iğnesi var. Sabah akşam birer tane vurduracaksınız.
MÜŞTERİ: Tamam muhterem, nerde kalmıştık? Neyse azizim, düzenli ve disiplinli çalışmam amirlerimin dikkatini çekince terfi ettim, müdür yardımcısı olarak Sivas’a gittim. Sivas, Konya, Zonguldak derken şube müdürü olarak Tekirdağ’a tayin oldum. Anlayacağınız doğu demedik, batı demedik; Asya demedik, Avrupa demedik vatanımızın ve milletimizin istikbali için ne görev verilirse...
ECZACI: Bu kutu ökstrama öksürük şurubudur, her yemekten sonra bir ölçek içeceksin.
MÜŞTERİ: Anlaşıldı muhterem, ne diyordum? Avrupa’da da çalıştım anlayacağın. Tekirdağ’ın insanları bir başka oluyor canım. Ne de olsa Avrupa kıtasında. Fakat yolları Avrupai değil... Ah, Tekirdağ’ın yolları!... Her metresinde benim imzam vardır.
ECZACI: Bu da baktrima adlı antibiyotik hapıdır. Yemeklerden sonra birer tane alacaksınız.
MÜŞTERİ : Tekirdağ ile Anadolu’nun bazı ilçeleri arasında dağlar kadar fark var muhterem. Diyeceksin ki hangi yönden farklı. Dağından tut ovasına kadar. Giyiminden tut kuşamına kadar. Okulundan tut eğitimine kadar... Eğitim dedim de aklıma geldi...
ECZACI: (İlâçları koyduğu poşeti verir.) Saat altıyı geçiyor beyefendi, eczaneyi kapamam gerekir. Buyrun ilâçlarınızı. (İlâç poşetini uzatır.)
SARHOŞ: (Saç sakal birbirine karışmış; eski, yırtık bir palto giymiş vaziyette şarkı söyleyerek gelir.) Öyle sarhoş olsam ki / Bir daha ayılmasam...(Cebinden çıkardığı bir bezle kapının camını siler.) Öyle sarhoş olsam ki...
ECZACI: (Bağırarak) Git be kardeşim, git be kardeşim!..
SARHOŞ: (Şarkı söyleyerek silmeye devam eder.) Dertlerimi unutsam...
MÜŞTERİ: Ne yapıyor bu?
ECZACI: Aklı sıra camları silecek de para kazanacak. (Sarhoşa bağırır.) Bana bak, hey, ne dedim sana!
SARHOŞ: (Kapıyı açıp başını uzatarak) Biraz sileyim be aabem! (Ağabeyim kelimesini aabem şeklinde telâffuz etmektedir.) Biraz sileyim be!
ECZACI: O paçavrayla cam mı silinirmiş? Çekil şurdan!.
SARHOŞ: O zaman at bi beşlik de tertemiz havlular alayım sana, pırıl pırıl edeyim camlarını.
ECZACI: Sana camları sil diyen mi var kardeşim? Hadi, bas git kapının önünden!... Bak müşteriler senin yüzünden dükkâna giremiyor.
SARHOŞ: O zaman at bi sakal şu garibana!
ECZACI: (Gidip kapıyı kaparken) Bana bak, derhal toz ol, tamam mı?
SARHOŞ: (Dışarıdan, yalvarırcasına) Bi şarap parası be aabem!
ECZACI: (Bağırır.) Bak, şimdi polis çağıracağım ha!
SARHOŞ: (Giderken) Tamam tamam, hemen de parlayıverirler!
ECZACI: (Müşteriye) Günde en az yüz kişi gelir; serserisi, dilencisi, ayyaşı, hırsızı... İllâllah getirdim illâllah!
MÜŞTERİ: Valllahi muhterem, sizin de işiniz zormuş. (Sabit telefon çalar.)
ECZACI: (Telefona doğru giderken) Beyefendi kusura bakmayın, başka zaman çay kahve içmeye de beklerim.
MÜŞTERİ: Memnuniyetle muhterem, iyileşir iyileşmez ziyaretinize geleceğim. Allah kolaylık versin.(Çıkar.)
ECZACI: (Telefonu açar.) Kızım yirmi yedisi dedik ya!.. Evet, şubatın yirmi yedisi... (Ahizeyi kulağından bir müddet uzaklaştırır.) Haa, evet...Haklısın karıcığım, çok özür dilerim... İnsanda kafa bırakmıyorlar ki!... Dün akşam nöbetçiydim; bugün de dilencilerle sarhoşlarla uğraşmaktan...(Ahizeyi tekrar uzaklaştırır.) Tekrar özür dilerim karıcığım; doğum günün kutlu olsun. Elbette alırım. (Raflara göz atar.) Sana en kalitelisinden bir parfüm getireyim mi? (Ahizeyi kulağından uzaklaştırır.) Tamam tamam, saat altıyı geçiyor, dükkânı kapamam lâzım. (Telefonu kapar. Yüksek sesle.) Doğum günüymüş... Hiç işim yok da senin doğum gününü takip edeceğim. Hay doğmaz olaydın be karı!...
KENAN: (Telâşlı ve nefes nefese gelir.) Abi be, bi kutu hap alacaktım be abi!..
ECZACI: (Yazar kasayı kapatıp duvar saatine bakar.) Saat altıyı geçiyor koçum, kapalıyız.
KENAN: Ne kapalısı? Dükkân açık ya!
ECZACI: Kanun var koçum , kanun var... Saat altı olunca eczaneler kapatılır. Bu saatten sonra sadece nöbetçi eczaneler ilâç satabilir. (Nöbetçi eczane listesini kapının cam bölümüne asar.)
KENAN: Sadece bir kutu hap alacaktım be abi!
ECZACI: Yasak dedim ya hemşerim, gören olursa ceza yerim.
KENAN: (Cebinden çıkardığı yirmi milyon lirayı uzatır.) Kim görecek be abi? Hadi, ne olur!
ECZACI: (Kapıyı açıp sağa sola bakar, girerken) Hangi haptan istiyordun sen?
KENAN: Dermatragon.
ECZACI: (Raftan bir ilâç kutusu alır, şüpheyle Kenan’a bakar.) Reçeten var mı?
KENAN: Ne reçetesi be abi? Ben bu haptan her zaman alıyorum, kimse reçete sormuyor.
ECZACI: (İlâcı rafa koyarken) Olmaz, bu ilâç reçetesiz satılmaz.
KENAN: (Elindeki yirmi milyonu tezgâhın üstüne bırakır.) Ne olur be abi! Bana nöbetçi eczane aratma.
ECZACI: Bozuk param da yok.
KENAN: Önemli değil be abicim, üstü sende kalsın.
ECZACI: (Bir tezgâhtaki paraya, bir hap kutularına bakar. Şaka yapıyormuş gibi) Yoksa hapçı mısın sen lan?
KENAN: Ne hapçısı be abi? Bazı geceler uyku tutmuyor, bir tane içiyorum.
ECZACI: Peki öyleyse. (İlâcı verir.) Birden fazla içmeyesin ha! Çok etkiliidir bu ilâç.
KENAN: (İlâcı alıp çıkar) Sağol abi, sağol!
ECZACI: (Kapıyı içerden kilitleyip elektrikleri söndürürken) Sanki anlamadım, Allah’ın hapçısı!... Amaaan, bana ne canım! Ne halt ederse etsin! (Buzdolabından bir şişe viski çıkarır, gece lâmbasını yakıp koltuğa oturur, bardağa viski koyup içer.) İki kadeh viski parası çıktı nasıl olsa. Öğrenciler dağılana kadar demleneyim.
(Devamı var)erturanelmas.megabb.com
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.