ÖĞRETMEN OLABİLMEK
Bir eğitim öğretim yılını daha yaşıyoruz. Milyonlarca öğrenci sınıfları doldururken, binlerce öğretmen de onlara yeni ufuklar açmak için giriyor sınıflara.
Öğretmenlikte on altı yılı geride bırakmış biri olarak meslektaşlarıma küçük bir hatırlatma yapacağım bu yazımda.
S. Ahmet Arvasi öğretmenliğinin ilk yıllarında başından geçen bir olayı anlatıyor bir yazısında: Ağrı`nın Doğubayezıt ilçesi Molla Şemdin Köyü`nde öğretmenliğe başlar Arvasi Hoca. Köy muhtarı kendisine "müellim bey" diye seslenir her zaman. O, muhtarın şivesidir, "muallim" sözünü telafuz edemediği için böyle söylüyordur diye düşünür. Ancak birkaç ay sonra muhtar Hoca`ya gelir ve şöyle der: "Ahmet Bey, sen gerçekten muallimmişsin. senden önce buraya gelenler hep "müellim" oldular ama sen "muallim"sin." (müellim: elem veren, üzen, inciten; muallim: ilim öğreten) Arvasi Hoca o an Anadolu insanının inceliğine hayran olduğunu söyler.
Bu birinciydi sevgili meslektaşlarım. Gelelim ikinci olaya: Bir edebiyat öğretmeni olarak matematiğin bende özel bir yeri olduğunu söylemeliyim. Matematikle ilgili ilk maceram ilkokul üçüncü sınıfta başlar: İlkokulu köyümün okulunda okudum. Beşinci sınıfların öğretmeni, aynı zamanda okul müdürü bir gün sınıfımıza geldi ve beni aldı dersten. Kendi sınıfına götürdü, tahtaya dört soru yazılmıştı. bir sıra çekti tahtanın önüne ve tebeşiri elime verip çöz bunları dedi. Dört soruyu da çözdüm hemencecik. Sonra sınıfa döndü, "Üçüncü sınıf öğrencisi bu çocuk bu soruları yapıyor da siz nasıl yapamıyorsunuz?" deyip bir sıra dayağı çekmişti sınıfa. Tabii ben de akşam ağzım burnum dağılmış şekilde gitmiştim eve. Beşinci sınıflar senin yüzünden dayak yedik diye bir temiz dövmüşlerdi beni.
Şehirde orta okula başladığımda matematik hayranlığım devam ediyordu. 6. sınıfta Ayvaz adında bir öğretmen gelmişti dersimize. Sarışın, mavi gözlü, sevecen, yumuşak sesli, hiç bağırmayan bir öğretmendi Ayvaz Bey. Onun sayesinde matematik hastası olmuştum. Her soruda tahtaya kalkardım. Kendime onu örnek alır, onun gibi kullanırdım tahtayı. Sınavlarda arkadaşlarım sağıma soluma oturmak için yarışırdı. Yedinci sınıfta da Ayvaz öğretmenim geldi dersimize ve benim matematik yeteneğim okulda konuşulur hale geldi.
Sekizinci sınıfa başladığımızda Ayvaz öğretmenin tayininin çıktığını duyduk. Artık yoktu. Dersimize okulda "Tijen" lakaplı bir bayan öğretmen geldi. İsmini bile hatırlamıyorum. O dönemde filmlerde rol alan Tijen adlı bir karekterin ciyak ciyak bağırmasından dolayı bu öğretmene de Tijen lakabının verildiğini hatırlıyorum. Bir de "Tijen" öğretmenin ciyaklamaları ve yüzümüzdeki parmak izleri...
O yıl matematikten nefret ettim. Her yıl takdirle bir üst sınıfa geçerken o yıl tüm derslerim on olduğu halde matematiğim "bir"di. Matematikten bütünlemeye kaldım. Tek dersten borçlu liseye geçtim.
O gün bu gündür çarpım tablosunu dahi hafızamdan sildim. Rakamlara öyle bir sırt çevirdim ki üniversiteye gittiğimde İnkılap tarihi vizesinde cumhuriyetin ilan tarihini bile hatırlamadım ve her şeyi yazıp "1923"ü aklıma getiremeyip bir tarih salladığım için hocadan iyi bir azar yedim.
Çoğu zaman ev telefonumu bile aklımda tutamaz hale geldim. Bereket cep telefonları çıktı da numara ezberleme sorunu da kalmadı.
Öğretmenliğe başladığımda önümde iki yol vardı: Ya Ayvaz öğretmen olacaktım ya da Tijen. Diğer bir deyişle ya muallim olacaktım ya da müellim.
Ben Ayvaz öğretmen olmayı tercih ettim. On yedinci yılı devirirken doğru yolu seçtiğimi ve başarılı olduğumu yıllar öncesinden mezun ettiğim öğrencilerimin her fırsatta ziyaretime gelişlerinden anlıyorum.
Sevgili meslektaşlarım, önünüzde iki yol var. Tercih sizin.