- 1470 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
SENİ SEVİYORDUM
Kendi kendini yargıladığı gibi
ne çok sevdiği
ne de bir başkası onu yargılar.
Acımasız bir mahkeme yürek.
Korkmaz kimseden
kendisinden korktuğu kadar..
Gülsüm, günlerdir yapması gereken her şey için vaktin geldiğini düşündü. Fakat Mehmet’in sorusuna cevap verecek yerde oturduğu yerden kalktı ve mutfağa gitti.
Mehmet, alışık olmadığı şekilde cevapsız kalan sorusu ile baş başa kaldığında aklına ilk gelen ihtimali; Gülsümü farkında olmadan üzmüş olabileceği ihtimalini düşündü.
Gülsüm odaya döndüğünde sabırsızca,
—Ne oldu? Diye sordu.
Gülsüm, sevdiği adamı kaybetmek tehlikesini bildiği halde yalnız kaldıkları bu dakika sevdiği adamın gözlerine baktı, Ve..
—Seni seviyorum, dedi ve der demez başını önüne eğdi. Bunu öyle bir ses perdesiyle söylemişti ki sanki her günkü olağan konuşmasını yapıyor gibiydi. Fakat cümlenin etkisi yüreklerinde bir elektrik çarpması etkisi yapmaya yetmişti. Öyle ki Mehmet’e sevdiğini söyledikten sonra Gülsümün yüzünde suç işlemiş, fakat onuruna bu suçu yedirememiş ve utancından kimseye bakamayan insanların hali vardı. Gülsüm, alacağı cevabın belirsizliği içinde Mehmet’e bakamıyor, böyle bir itirafı yaptığı şu dakika etkisinin bu kadar muazzam olacağını tahmin etmediği için kendisine inanamıyordu.
Mehmet beklemediği bu açık yürekli itirafı duyduğu ilk anda şaşırdı. Kalp atışlarının hızlandığı, heyecanının dalga, dalga yüzüne çıkmaya başladığı o anda, her ikisinin bildikleri fakat itiraf edemedikleri bu kaçınılmaz sonucun zamanının geldiğini anladı. Aynı şiddetle cevap verecek kuvvette değildi. Sadece,
— Bende seni seviyorum dedi.
Sustular. Şu anda susmak ikrar anlamına gelmiyor muydu? Susarak bu aşkın karşısında cevap verecek kuvvetleri dahi olmadığını itiraf etmiyorlar mıydı? Esra’nın eve gelişişi Gülsüm ve Mehmet üzerinde su içerken yakalanmış bir serçe kuşu etkisi yaptı. Duyguların bu mahrem yakalanışı görülmeye değerdi. Olağan dışılığı fark eden Esra, mahremiyetin utangaçlığını derinleştirdiğinin farkında olmadan,
—Hayırdır, diye sordu. Soruya cevap Gülsümden geldi.
—Gel mutfağa gidelim.
Mehmet, oturduğu her dakika lal olmuş bu ruh halinden kurtulamayacağını anlayınca Gülsüme
—Dışarı çıkalım, dedi.
Dışarıdaki serin hava yüzündeki ateşi söndürmüştü. Ya yüreğindeki ateş? Onu nasıl söndürecekti? Gülsümün ellerini tuttu, bırakmadı. Onun gözlerine baktı ve bu aşkın yemini ilk buseyi sevdiği kadına verdi. Aşkın ele geçmez huzurunu ilk defa duyuyordu.
Gülsüm ile Mehmet o itiraf gecesinden bir daha hiç bahsetmediler. Bu sanki aralarında karşılıklı bir antlaşma, sevgisini açıkça konuşmamaya alıştırılmış yüreklerinde bu sevgi utanmaktan adeta bir kaçış gibiydi. İtiraf gecesinden sonra bu iki genç arasındaki yakınlaşma açıkça fark edilir haldeydi artık. Sadece ikisinin bildiği, söylenmesinin gereksiz olduğu bu duygu onlara paylaştıkları bir bütünün yarısı olduklarını her hatırlatışında mutlulukları daha da artıyor fakat içlerine sığdıramayacaklarını sandıkları bu mutluluğu her duyumsadıklarında; inanamadıkları bu büyünün bozulmasından korkuyorlardı. Ele geçmez, çok kıymetli bir varlığı taşıyan yürekleri bu yeni duyguya alışık değildi. Aşk, her yüreğe böyle taşınması fazla mı gelirdi?
Hayatlarındaki bu değişiklik onların içlerine sığdıramayacaklarını sandıkları bir ahenkti artık. Mutlu oldukça korkuyorlardı. Çünkü geçmişlerinde hiç bu kadar mutlu olmamışlardı. Her ikisi de aşkın ahenkli şiirini ilk defa yüreğinde hissediyor, bazı anlarda konuşmanın gereksiz olduğunu, küçük bir hareketin ise ne kadar büyük bir anlam taşıdığını fark ettiklerinde şaşırıyorlardı.
O gün sarhoş olmalıyım diye düşündü Mehmet. İşyerine ait sıkıntıları vardı. Eve biraz alkol alıp geldi. İstekle içti. Susuzluğunu giderir gibi içti. Alışık değildi. Kısa bir süre sonra bilinci eskisi gibi değildi artık. İşte unutmuştu, unutulmuştu her şey. Sadece Gülsüm vardı artık. Her şeyini kaybetse, sadece geriye o kalsa bile bu yaşananlar Gülsüm için değmez miydi? Sevdiği kadına sarıldı, istekle öptü. Aşkın doyumsuz çukuruna düşmeye başlayan vücuduna dur demek istemedi. Buna dur demek elinde değildi zaten. Kaybolan irade, vücudu kontrol etmeyince her günah zevkti. Aşkın, resmi bir kurumda tescil edilmesine ihtiyacı yoktu. Aşk kime hesap verecek kadar tescile ihtiyaç duyardı ki? O gece Gülsüm bekaretini sevdiği adama verdi.
Herkes için olduğu gibi Mehmet içinde her gecenin bir sabahı vardı. Sabah oldu. Mehmet dayanılmaz bir baş ağrısı ile uyanmaya çalıştığında etrafına bakındı, ne olduğunu anlaması için uyanması ve düşünmesi gerekiyordu. Fakat bu baş ağrısı kafasını adeta yastığa çiviliyordu. Kafasını yastıktan kaldıramadı. Kafasını toparlayıp, neler olduğunu şimşek hızıyla hatırladığında, utancın kırmızı rengi aynı hızla yüzüne yapıştı. Yaptığından utandı. Kafasını yastığa gömdü ne yaptığını tekrar düşündü. Hemen etrafında telaşla Gülsümü aradı. Fakat sevdiği kız yoktu yanında. Gülsüm yoktu.
Pişmanlığın yerini aynı hızla bu sefer korku aldı. Gülsüm’ ü kaybetmeye dayanamazdı. Bu korku anı, kaybolan iradenin vücut kontrolünü ele geçirmeye başladığı şu anda zevkle işlenen bir günahın intikam vaktiydi. İrade kendine geldikçe, geçmişin vahameti büyüyor ve geçmişinden intikam alıyordu. Her günah bir zevk değildi. Ve her zevk günah içinde işlenmiyordu. Ne var ki iradesi bozulmuş ve kendisini kaybetmişti. Bu mazereti, yaptıklarını mazur gösterecek mücbir, geçerli bir sebep olarak kabul edilebilir miydi? Eli ayağının canı kesildi, kendini tekrar yatağa bıraktı. Ne yapacaktı? Ne yapmalıydı? İşlenen günaha, kaybolan irade mazeret olmamıştı.
—Allah belanı versin senin! dedi kendine. Kendini aşağıladı, lanet etti.
Bu lanetle beraber Gülsüm ile tanıştığı günden itibaren her geçen gün güzelleşen hayatında, kirletilen bir kalbin gölgesi vardı artık. İniş başlamıştı. Kaderi kimin ellerindeydi? Kim kendi kaderini bilerek bu kadar kolay bozmaya ve geçici zevklere ödenen bir bedel haline getirmeye razı olurdu? Kim? Peki, Gülsüm, o çok sevdiği kız ne durumdaydı? Hangi fırtınaya savrulmuş düşüncelerin elinde şimdi oyuncaktı?
Gülsüm, gece sevdiği adamın evinden adeta kaçar gibi gitmişti. Kendinden kaçar gibi. Geride yüreğinden bir parça kalmıştı, bir bütünün diğer yarısı. Uyuyamadığı yatağında kendisine neden böyle olduğunu kaç sefer sorduğunu hatırlamıyordu ama olmuştu işte. Mehmet’in sandığı gibi ondan nefret duymuyordu. Sadece Mehmet’i suçlamak haksızlık olurdu. Çünkü kendiside bunu istemişti. Onun asıl düşündüğü şey, şimdi ne yapacaktı. Kendisine ne olacaktı? Asıl bunu düşünüyordu. Kaçmak çare olamazdı. Onunla konuşmalıydı. Fakat düşününce, şu an bu konuşmaya hazır olmadığına karar verdi. Karmakarışık duygular içerisinde ne konuşacaktı ki? Utancını mı? Bu utancını ablasıyla bile paylaşmamaya karar verdi. Ta ki evleninceye kadar saklayacaktı.
Birbirlerini neredeyse her gün görmeye alışmış bu iki sevgili bu olayın üzerine birbirlerini birkaç gün hiç aramadılar. Yaşanılanların neresinde olduğunu anlamanın ve yaşanılanları idrak etmek için dur demenin vakti şimdi değildi hâlbuki. Geç kalınmış bir es’ti bu. Durum geç kalınmış olsa da düzeltilemeyecek kadar kötü değildi aslında. Mecburiyetler arasında sıkışmış olmak bakalım Mehmet’in dayanabileceği noktayı nereye taşıyacaktı? Nelere mal olacaktı? Keşke kendini ve olayların kontrolünü kaybetmeyecek kadar iradesine sahip çıksaydı.
Zor anlarda gösterdiğimiz hareket tarzının, aslında bizim kişiliğimizin ta kendisi olduğunu bilseydik keşke. Asıl kuvvetli olmamız gereken zamanın, kolay zamanlar değil, zor zamanlar olduğunu bilseydik… Dengesizliğin orta yerinde bu ne denge yarabbi!
İki sevgili buluştuklarında önce birbirlerinin yüzlerine bakamadılar. Her ikisinin kaçamak bakışları utancın itirafıydı. Söze Mehmet başladı, bakışları önünde olduğu halde konuşmaya devam etti.
—Sen beni affetsen bile ben kendimi nasıl affedeceğim bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki, seni çok seviyorum. Sensiz yapamam, dedi ve sustu.
Gülsüm kendisinden beklenmeyen bir olgunlukla,
—Mehmet sakin ol. Bende seni seviyorum. Beni bırakma. Eğer ailem duyarsa kimsenin yüzüne bakamam, dedi.
Mehmet:
—Biliyorum. Bana inanmıyor musun? Seni böylesine severken nasıl bırakırım?
Sevdiği kadına her şeyin eskisi gibi olduğuna inanmak isteyen bir tereddütle sarıldı. Mehmet’in üstünden ağır bir yük kalkmıştı sanki. Fakat Gülsüm için durum göründüğü gibi değildi aslında. Gülsüm, o gece itiraf etmese de ateş ortasında kalan bir akrep gibi şüphenin zehrini damla, damla sevgisine zerk edecek ve eğer şüphesi ortadan kaldırılmazsa sevgisini öldürecekti. Şüphe sevgiyi öldürür müydü?
Gülsüm yerinden kalktı, düşüncelerini daha iyi topladığını bildiği mutfağa yemek hazırlamak bahanesiyle gitti. O akşam Mehmet’in neşesi yerine gelmişti. Gülsüm ise huzursuz, şüphenin pençesinde sessizdi.
Günler geçtikçe Gülsüm’ün hamile olmadığını kendisine ispat edecek günler geç kalmıştı. Her geçen gün çaresiz bir bekleyiş ve sıkıntı içinde geçmeye başladı. Hamile olduğunu düşündükçe sanki korkulu bir rüyada gibi kendisini ter basıyor, köşeye kıstırılmış bir hayvanın çaresizliğini yaşıyordu. Yüreğinde büyüttüğü kuşku ile canını acıtan bir keskin uç adeta etine batmaya başlamıştı.
Eğer hamile ise sonunu göremediği havada asılı bir sürü soru aklına hücum ediyor, etrafındaki insanlara hamileliği nasıl açıklayacağını bilemiyordu. Bu sorulara cevap bulamayan iradesi vücuduna eziyet ediyor, bu eziyet çekilmez hale geldiğinde ise uzun süre koşmuş birisi gibi ter içinde kalıyordu. Zevkle işlenen suç vücut bulmaya başlamıştı.
Zihni ve bedeni birkaç gündür yapılan bu muhakemeden yorulmuştu. Gün geçtikçe daha az konuşur oldu. Hareketlerindeki ağırlık fark edilir haldeydi artık. Parmak hesabı bir türlü tutmuyordu. Hamile olduğu gerçeğini kabul etmek ne kadar zordu?
Başına gelen bu durumu hemen Mehmet’e anlatmak ihtiyacı duydu. Çünkü hamile olduğu ihtimalini Mehmet’e anlatırsa ikisi beraberce bu duruma bir çare bulabilirlerdi. Ayrıca bu suç sadece kendisine ait değildi. Gülsüm ilk fırsatta Mehmet’le buluştu ve içinde bulunduğu durumu anlattı. Mehmet bu haberi öğrenince günah sabahının utancı nasıl yüzünü kırmızıya boyadıysa yine aynı şekilde vücudundaki kan yüzüne hücum etti fakat bu seferki utanç değil, çaresizliğin rengiydi.
İki sevgili, konunun vahameti ile vurulmuş, yaralı bir hayvan paniği içerisinde bir müddet ne yapacaklarını birbirine soran gözlerle baktılar. Çaresizlik galip geldi. Cevap yoktu...
Gülsüm hamile olduğu gerçeğini kabul etmek zorundaydı. Peki, şimdi ne olacaktı. Ne yapacaklardı? Her ikisinin de aklında bu soru vardı. Şimdi ne olacaktı? Beklemek ve hareketsiz kalmak sorunu çözmezdi. Çünkü her ikisi içinde bu hamilelik etrafındaki insanlara açıklanabilecek bir durum değildi.
Mehmet biraz düşündükten sonra,
—Aldırmak zorundayız, dedi. Ve ekledi.
—Başka çaremiz yok.
Gülsüm ise aynı fikirde değildi. Hamileliğini kabul edilebilir yapmak için çocuğu aldırmak ihtimalini değil, sevdiği adamla evlenebileceği ihtimalini düşünmüştü.
Mehmet’ in bu evlilik dışı doğacak çocuğu meşru hale getirecek ve kurtarabilecek tek insan olduğunu biliyordu.
Evlenirlerse hamile kalmasının açıklanabilir bir durum olacağını düşünerek bir ihtimal ve alacağı cevabın şüphesiyle sordu.
—Evlenirsek aldırmak zorunda kalmayız?
—Olmaz Gülsüm şu anda buna hazır değilim. Biliyorsun böyle bir planımız yoktu zaten dedi.
Gülsüm içindeki kızgınlığı büyüten fakat bunu gizlemeye çalışan heyecanı zapt etmeye çalışarak,
—Evet, ama şu anda içinde bulunduğumuz durumu da planlamamıştık ki diyebildi.
Sustular.
Gülsüm, yüreğinde büyümeye başlayan şüphenin de etkisiyle; Mehmet’i kendisinin ileri sürdüğü teklifini kabul etmediği için cezalandırmak istedi. Gitmek zorunda olmadığı halde
—Gitmek zorundayım, dedi ve kalktı.
Gülsüm yolda yüzüne vuran serin havanın ve çaresizliğini bir parça aleni hale getirmiş olmanın kuvvetiyle yürüdü. Fakat sevgisine karşı ilk defa şüphenin acımasızlığı ile saldıran iradesi türlü fikirleri tekrar icat ediyor ve bu fikirlerini kuvvetle ispata çalışıyordu. Bu yaptığıyla adeta Mehmet’ten intikam almaya başlamıştı. Çaresizliğin okları istikametini Mehmet’ e duyduğu ve sarsılmaz sandığı sevgisine dönmüştü.
—Mademki Mehmet kendisini seviyordu neden kendisiyle evlenmek istememişti? Yoksa sevmiyor muydu?
Bu sorunun karşısında bu sefer onunla beraber geçirdiği sevgi dolu dakikaları kanıt olarak ileri sürüyor ve Mehmet’e haksızlık yaptığını düşünüyordu.
—Peki, mademki Mehmet onu seviyordu neden içinde bulunduğu duruma çare bulmak konusunda kendi istediğini yaptırmak istiyordu?
—Neden evlenebilecekleri ihtimalini hiç hesaba katmamıştı?
Pekâlâ evlenebilirlerdi. Demek ki Mehmet kendisini sevmiyordu. Sorular evlilik dışı hamileliğin çözümüne yardımcı olmaktan ziyade sevgisini sorgular bir şekil almıştı. Sevgisini muhakeme etmekten yorulduğu an; dayanma kuvvetinin sonundaydı. Yolda ağlamaya başladı. Gözyaşlarını etrafındaki insanlardan gizlemeye çalıştıkça daha çok dikkat çekiyordu.
—Allah’ım gelecek ne kadar karanlık diye mırıldandı.
Akşam yemeğinde iştahsızdı. Erkenden odasına çekildi. Yatağına oturup, başını dizlerinin üstüne koydu. Bu şekilde her soruda ağırlaşan ve dik tutmakta zorlandığı başına koyacak bir yer bulmuş oluyordu. Çaresizliğin derinliğine sevgisini de katmıştı. Sevgi bu olamaz diye düşündü. Sevgi insanların canını bu denli acıtmazdı. Rahmine düşen bu can, kendi canını ne kadar çok acıtıyordu. Onu aldırmak ve öldürmek demek sevdiği adamın sevgisizliğine delaletti.
Hâlbuki Gülsüm hamileliğini açıkladığı an Mehmet sevinebilir, aşkın kural tanımaz şiddetinde kendisini kucaklayabilirdi. Ve Gülsüm, hatta oracıkta onunla tekrar çılgınca sevişebilirdi... Fakat Mehmet bunların hiçbirisini yapmamıştı. O ise aşkı için her şeye hazırdı. Ya Mehmet? O hazır mıydı?
Gülsüm’ün gözleri bir an dışarıdaki gecenin karanlığına takıldı. Gece ne kadar karanlıktı...
Düşüncesini zehirlemişti. Aşkını ise ilk defa zehirledi..
Aşkın da kuralları vardı demek ki. Gülsüm de bu kuralları öğrenecekti zamanla.
Aşk ile sevginin farkını anladığında belki de aşktan nefret edecekti…
.........................................................................................
Bu yazım, gerçekte bir roman denemesidir. Devam edecek.
YORUMLAR
Zor anlarda gösterdiğimiz hareket tarzının, aslında bizim kişiliğimizin ta kendisi olduğunu bilseydik keşke. Asıl kuvvetli olmamız gereken zamanın, kolay zamanlar değil, zor zamanlar olduğunu bilseydik… Dengesizliğin orta yerinde bu ne denge yarabbi!
yazinin øzu ve okuyucuya vermek istedigi tema bence burada sakli efendim. yukaridaki paragrafta anlatilan irade ile ask'a baslanirsa, bu gibi problemler ortadan kalkacaktir diye dusunuyorum. kaldiki nefis hersey demek degildir, bunu hepimiz biliriz ama yine de karsi koyamayiz nedense. karsi koyabilenler ise gercekten "olaganustu" iradeye sahiplerdir.
tanidik bir konu islenmis olmasina ragmen, akici ve surukleyen bir makale idi.
kutluyorum emeginizi. devamini bekliyoruz.
saygilar.
SAFA ustam, aşk ile sevgiyi birbirinden ayırır.
Haklı da.
Aşkın dengesiz, sevgiliye kavuşmak telaşındaki heyecanını, sevgiyle karıştırmamak lazım.
Aşkın içerisinde bazen her şey toz pembe gözükebiliyorken, sevginin içerisinde bu bencilliktir.
Zaten aşkı aşk yapan arzu ile gayeniin arasındaki bu vuslatsızlığı değil mi?
Zaman ayırdığınız için teşekkürler.)
gülün dikeni tarafından 1/31/2009 5:26:30 PM zamanında düzenlenmiştir.
Mehmetler çok ve sonunu düşünmeden aşka inanan Gülsümler de çok.
Oysa aşk heves değildir, arzu değildir.
Aşk bambaşka bir büyüdür.
Burada anlatılan iradesizlik,heves ve arzulara karşı koyamama..Bir nevi bedensel iştah..
Sevgi acı vermemektir.Acıyı azaltmaktır.Sevgi fedakarlıktır,biz olabilmektir.Bir insanın bedenini aşk ve sevgi adıyla kirletmek, duygularını kullanmak değildir.Öyle çok ki bunlardan.Anlık doyumlara aşk deniyor malesef..Oysa aşk iffetlidir.Sevgi yücedir.....Devamı güzel biter inşallah...Değilse aşk üzülür ,sevgi küser ...
Sağlıcakla kalın...Dikensiz gül olmaz ya hani :)))))