- 692 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Durmak Yok(!) Yola Devam…
Nedendir bilmem ama Sayın, Başbakanın “Durmak yok, yola devam” tekerlemesini her işittiğimde dilime başka bir tekerleme takılıverir.
“Binmişiz alamete, gidiyoruz kıyamete”
Bir kere duymaya göreyim. O gün dilimde hep aynı tekerleme dolaşır durur. Tekerlemenin yanı sıra bir de soru silsilesi takılıverir aklıma.
• Hangi yola?
• Bu yolun nihai hedefi var mıdır?
• Birlikte aldığımız yol Türk Milletinin hedefi midir yoksa Başbakanımız ve ekibinin hedefi midir?
• Ulaşılmak istenen hedef neresidir?
Türk Milleti bilgilendirilmediği bir hedefe doğru top yekun sürüklenmekte, önünü görmeden muhaceretle yol almaktadır!
Aslında hedefe yönelik bir yargıya varmak mümkün. Bunun için AKP’nin iktidara getirilişinden bu güne alınan yolu geriye dönük incelemek gerekir. Aldığımız yol, varacağımız hedef konusunda ipuçlarıyla dolu olmalı.
Sayın, Başbakan övünerek “yola devam” dediğine göre, geride pek çok övünç kaynağı işler bırakılmış olmalı.
Mesela; iki yıllık geliri bedeline Telekom’un yabancılara satılışı ile övünebiliriz!
Ya da;
Havai fişeklerle kutladığımız AB üyeliği konusunda alınan mesafe ve Türkiye’nin kazanımları(!) ile övünebiliriz.
Günümüzden gerilere gezinti sürerken sıkıntıdan aynanın karşısına geçerek “Durmak yok, yola devam” demeye çalışıyorum.
Ama ne yaparsam yapayım Sayın Erdoğan’ın kendine has vücut diliyle söylerken ki o tadı vermiyor.
Ben söyleyince sanki önümde bir halk yığını var ve elimde Demoklesin Kılıcı “durma, yürü lan” diyerek en ufak duraksamalarında kılıcı enselerine çalıyor ve önüme katmış onları yürümeye zorluyormuşum hissi uyandırıyor.
Ne garip değil mi?
Aynı şeyi söylesek de birimizinki tüm naifliğiyle halkımızın gururunu okşarken, diğerimizinki mazlum insanların ensesinde şaklayan tokat gibi etki bırakıyor…
Demek ki diyorum, insanları boşuna başbakan yapmıyorlar!
Eğer aynanın karşısında ben de en az Başbakanımız kadar başarılı olabilseydim, mutlaka dikkat çeker ve yut dışından davetler alırdım. Bu gün ise mutlaka ya başbakan olarak ya da milletvekili olarak mecliste bulunurdum. Sonrası kolay…
Gerilere yolculuğumuz esnasında kendimi başbakanın yerine koyacak ve biraz karikatürize ederek hayali de olsa saltanat sürmeye çalışacağım.
Hoş hayal de parayla değil ya!
Elimde Demoklesin Kılıcı önümde mahşeri bir kalabalık.
Toz duman içinde yürüyoruz.
Aslında Demoklesin Kılıcı önümdeki topluluğun başının üstünde ince sicim ile asılı olması gerekir ama ne olur ne olmaz düşüncesi ile elimde taşıyorum yine de.
Şeytan doldurur filan(!) Maazallah…
Geriye doğru yol alırken Kıbrıs’ta ki övünebileceğimiz başarılı politikalar dikkatimi çekiyor. Annan Planı gereği referanduma giderken “evet” demesi yönünde KKTC yönetimini ve Kıbrıs Türklerini ikna etmiştik. “Çözümsüzlük çözüm değildir” politikasını esas alacak ve somut adımları atan taraf biz olacaktık.
Zira AB üyeliği, komşuları ile sorunlarını çözmemiş olması nedeniyle hem Türkiye’yi engelliyor hem de KKTC’nin tanınmasını geciktiriyordu.
Bu arada bazı sesler aşırı ileri gidiyor ve “ver kurtul” şeklinde bir şeyler saçmalıyorlar!
Referandum yapılır. Türkler “evet” derken Rumlar “hayır “ derler.
Türkiye olarak AB müzakerelerinde kabul ettiğimiz ve imzaladığımız birçok husus burada faydasını göstermiş olacak ki Kıbrıs Rum Kesimi AB sözleşmelerine aykırı olsa da birliğe tam üye olur.
Buna karşın Türk tarafına verilen kısmi tanıma ya da ambargoların kaldırılması yönünde ki sözler balık hafızamızdan kısa sürede silinip gider.
Sıra Kıbrıs Rum Tarafının gemilerinin Türk limanlarına serbest giriş çıkışlarını dikte etmeye gelmiştir. Uluslar arası hukuki zemin Türkiye tarafından kabul edilmiş imza altına alınmış olmasıyla uygun hale getirilmiştir. Diğer bir anlamıyla hukuki sorun görünmemektedir.
Tek engel; Türk Kamuoyu ve açıklamalarıyla yapılan yanlışlıklara dikkat çeken TSK’dır. Her ikisi de kıvama getirilmelidir.
Bu nedenle bir süre sessiz beklemeyi tercih etmiş olmalılar!
İşte tam bu noktada toz duman içinde yürüyen halkın arasından bazıları tedirginlikle neler olup bittiğini açıklama cüretinde bulunur.
Hayal bu ya; hemen devreye giriyor ve
“durmak yok, yola devam” diyorum.
Ama yine malum etkiyi yaratıyor.
Sanki “sus lann yürü, yola devam” demişim gibi etki yaratıyor. Gariplerim sus pus düşe kalka yürümeye devam ediyorlar.
Yolda eğitim sistemiyle karşılaşıyoruz. Halini hatırını sormak istiyoruz ama ortada ne eğitim ne de sistem kalmış. Ders kitaplarında abdest suyunun faydalarından bahsedildiğini görünce oradan hızla uzaklaşma ihtiyacı duyuyoruz. Çünkü yine bazı kendini bilmezler homurdanacaklar.
Demeye kalmıyor aralarından birileri yüksek sesle düşünme (!) cüretini gösteriyor.
Tabi kılıç derhal enselerinde patlıyor.
“sus lan yürü, yola devam”
Bunları fazla palazlandırmayacan ki kolay yola getiresin. Sırtından semeri, ensesinden kılıcı eksik etmeyecen. Bunlar yok mu bunlaaar. Hepsi din düşmanı. Hepsi darbeci. Yaşasın demokrasi, insan hakları, bireysel özgürlük falan filan.
Az ileride yolun sağına soluna istiflenmiş bazı torba yığınları görüyorum. Ne olur ne olmaz diye yürüyenlere çaktırmadan göz atıyorum. Torbaların üzerinde $ işaretleri bulunmakta. İç ve dış borçta, cumhuriyet tarihi boyunca ulaşılabilen noktayı son birkaç sene içinde başarıyla katlamışız. Bununla da övünmek gerekmez mi?
Daha ne olsun!
Hem borç yiğidin kamçısıdır değil mi?
Yine yan gözle torbalara bakanlar çıkıyor topluluğun arasından.
“Hayyyt lan. Dön önüne. Durmak yok, yola devam.”
Homurtular yükseliyor. Artık her taraftan sesler yükselmeye başlıyor.
“O da ne!
Slogan atıyor lem bunlar.
Vay deyyuslar, vay din düşmanları, vay darbeciler… Bunların hepiciği gızıl lem.
Bah bah bah…
Ne deyo lem bunlar deyin hele…
Demek “ne ABD ne AB tam bağımsız Türkiye ele mi?”
Vay din düşmanları vaayyy. Darbeciler vaayyy. Vay nankörler vaaayyy.
Lem bir örgüt neyin yohmu bunları onların arasına alın atın içeri. Zındık bunlar zındık. Hemide gatıhsız.
Daha fazla geriye getmenin anlamı yoh. Geri dönek gayri. Yoksam düne bahıp bu günü gaçıracaz.
Vuyyy başıma gelenler...
Bu Gılıçtaroğlu da nereden çıktı yav. Allah Allah Fesuphanallah. Lem bu çok fena. Teker teker avlayacak alimallah hepimizi. Biraz dalga verin lem sahneye. Susturun şunları.Dedi kodu çıhar vallah. Kirli mirli heç bi şey galmadı hepsi meydana çıkıyoo. Seçime de az galdı şimdi zamanı mı. Lem Gazze mazze bir şeyler yohmu elinizde atın ortaya susturun şunları. Halla hallaaa…”
Sadece hayal olsa bile bir hayli hırpalıyor insanı değil mi?
İyisi mi hayalden vazgeçip gerçeğe dönelim biz.
Bir süredir Gazze’de yaşanmakta olan insanlık dramı içimizi yakıyor ve unutulmaya yüz tutmuş vicdanımızın sesini yeniden dinlememize vesile oluyor. İnsanlık onuruna adeta tecavüz gibi herkesin önünde yaşanan katliam ne güvenlik, ne dinsel ne de başka bir sebep ile gerekçelendirilemez.
Medyadan en sert tepkiyi Türkiye verdi diye bazı açıklamalar bulunmakta.
Sayın Başbakanımızın sert beyanatları basına yansımakta...
Oysa sert beyanlar değil sert önlemlerdir asıl ve samimi olan!
Elbette kastettiğim savaş ilanı filan değil.
Ama en azından sayıları ikiyi geçmeyen ülkelerin yaptığını yapabilirdik.
Belki elçilerini sınır dışı etmezdik ama mesela kendi elçilerimizi ülkemize çağırabilirdik.
TSK bazı ihtiyaçlarını ulusal kaynaklarla “MKE aracılığıyla” karşılayabilirken bunu daha da çeşitlendireceğimize o kurumumuzu özelleştirme adı altında İsrail ve benzeri ülkelere bağımlılığımızı artıracak önlemleri marifetmiş gibi gündeme taşımak yerine politikalarımızı daha ulusalcı çizgiye çeken beyanatlarla ön plana çıkabilirdik.
“Binmişiz alamete gidiyoruz kıyamete.”
Hay Allah. Yine takılıverdi dilime.
Hadi hayırlısı bakalım.
Not : Bir önceki “Hedefteki Muhalifler mi Çeteler mi!” başlıklı yazımda
“Bir dava yürütülürken o davaya neredeyse ana kaynak olan birinin uluslar arası anlaşmalara dayanılarak hukuki yollarla Türkiye’ye getirilmemiş olması, ciddi şüpheler uyandırmaktadır.” demiştim. Bu günkü gazetelerde Türkiye’nin bu konuda girişimlerde bulunduğu yönünde haberler okudum. Memnuniyet verici bir gelişme olarak görmekle birlikte eksik girişim olarak değerlendirmekteyim. Zira bölgemizde ve ülkemizde yaşanmakta olan karmaşanın planlayıcısı ve baş aktörü(!) ile ilgili hiç bir girişim söz konusu değildir.
Tamer Duran
21 Ocak 2009 (Hicran Dergisi)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.