- 1006 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
AMAN ALLAH'IM, BİRİ BANA YARDIM ETSİN! (2)
Kağıtta yazılı olanları sesli okudu:
“Merhaba, sizi çok beğeniyorum…”
Gözlerine inanamamıştı. Bu yazı her kime yazılmış olsa dahi, yanlış geldiği, çok belliydi. Bir kere hiçbir arkadaşının beyaz güvercini yoktu. Hem olsaydı bile bu tür iletişim, yani klasik, eski dönemlerde olduğu gibi “posta güvercini” kullanmazlardı.
“Evet, evet bu kesinlikle yanlış gelmiş olmalı.”
Diye sesli düşündü. Ardından ekledi:
“ Her ne kadar da yanlış gelmiş olsa, bu doğru adrese gitmeli…” gibilerinden düşüncelerini sesli dışa vurdu.
Elleri ile pantolonun ceplerini karıştırdı… Kalem aramıştı… Yoktu… Oysa daha bu sabah bilmece çözmüş ve cebine koymuştu. Yan odaya geçti. Masanın üzerinde bir kaç kalem vardı. Elinde ki kâğıdın arka yüzünü çevirdi. İvedi şunları karaladı:
“Kimsiniz? Yazdığınız bu msjı güvercininiz bana yanlışlıkla getirdi. “
Yazdıkta sonra beyaz güvercinin ayağına kâğıdı hafif hafif iliştirdi. Aaa o da ne?!
Güvercin hızla oradan uçup gitti… Tabi giderken onun tüm meraklarını da alıp götürmüştü…
Terasa çıktı. Bakışları parçalı bulutlu gökyüzünü taradı. Görünürde ne bir güvercin ne de bir başka kuş vardı. Havada okaliptüslerin mentollü kokusu asılıydı. Yağmur ha yağdı ha yağacak gibiydi. Güneş bulutların arasından hala ısısını hissettirecek bir şekilde ara sıra çıkıyordu.
Ellerini bedenine sımsıkı kavuşturdu. Bakışları diğer evlerin teraslarını dolaştı. Kendi kendine sordu:
“ Acaba hangi evin güvercini?”
“Beni tanıyan biri, ama ben tanımıyorum…”
“Kim acaba?”
“Şu karşı ki geniş teraslı ev olabilir mi?”
“Yoo, orada güvercin beslemiyorlar, olsaydı fark ederdim.”
Ve daha ilerilere kaydı bakışları. Bir radar gibi taradı. Hiçbir evin terasında veya çatısında “güvercin” besleyebilecek veya ona dair bir belirti yoktu.
Birden içi titredi. Kollarıyla bedenini ovuşturdu. Teras kapısının zincirini duvarda duran demire bağladı. Kapıyı kapatmadı. Öyle ya, “ya güvercin gelirse? “
Daha sonra içeri girdi. Bu kez telaşsız merdivenlerden aşağıya indi. Canı sıcak bir şeyler içmek istedi. Su ısıtıcısını çalıştırdı. Çay fincanının içine demlik poşetlerden birini ve iki kesme şekeri de atınca, salonda bulunan koltuklardan birine yavaşça oturdu. Bunu yaparken de kulakları terastan gelebilecek her sese pür dikkat kesiliydi.
Aradan üç gün geçmişti. Hala beyaz güvercinden bir eser yoktu. Bu zaman zarfında evden hiç çıkmamıştı. Merak sürekli içini kemirip durmuştu. Sürekli kendisine sorular sordu, genç kadın.
“Gizli hayranı kimdi? Ve neden hala bir yanıt vermemişti? “
“Belki de o pusula yanlış gelmişti.”
Hatta zamanını çoğunu artık evin içinde değil de terasta geçirir olmuştu. Terasta kaldığı sürece küçük işlerle kendini oyaladı. Kendine yakın olan penin açılan yerlerine silikonlar sürdü. Şiddetli yağışlarda akacak olan yerleri daha önce eşiyle belirlemişti.
Bütün bunları eşi yapardı. Bir an gözleri buğuyla kaplandı. Yüreği hüzünle sızladı. Dört yıl önce trafik kazasında kaybettiği eşini düşünmek genç kadına hala acı vermekteydi. Alışamamıştı onun yokluğuna.
Saksıları tek tek eski yerlerine kaldırdı. Mevsim çiçeklerine ait olan saksıları yaz geldiğinde topraklarını değiştiriyordu. Terasın köşesinde duran barbeküye doğru gitti. Üzerinde duran üç saksıda çiçekler kurumuştu. Gelin çiçekleri artık çiçek açmaz olmuştu. Tohumlarını topladı. Yaz boyunca pıtrak pıtrak çiçek vermiş, küçük terası renklendirmişti. Saksıların içindeki toprakları eşeledi. İşte o an arkasında bir hışırtı duydu. Beklemediği bu hışırtı yüreğini ağzına getirmişti. Sesin geldiği yöne başını ivedi çevirdi.
Beyaz güvercindi. Gelmişti. Terasın beyaz demirlerine konmuştu. Hareketsizdi. Öylece durmaktaydı. Bakışları güvercinin ayaklarına kaydırdı. Evet, beyaz bir kâğıt vardı. Minik ayaklarından birine takılı olan kâğıdı almak için ona yavaşça yürüdü. Güvercini ürkütmemek için her hareketi ağır çekim gibiydi.
Evet, sonunda mesaj gelmişti. Üç gün boyunca beklediği bir mesajdı bu…
Kâğıdı alıp, katlı olan yerlerini açmaya başladı. Ve siyah dolma kalemle yazılmış olan yazıyı okudu.
“Hayır, yanlış değil. Size yazdım. Yakında size geleceğim.”
(-Devam edecek-)
SON BÖLÜM
AMAN ALLAH’IM, BİRİ BANA YARDIM ETSİN! (-SON-)
Güneş bulutların arasından çekilmişti. Beyaz güvercin çam ağaçlarının en yüksek dalına kondu. Belki de yüz yılı aşkın bir ömre sahip olan çam ağacı, gelen yeni konuğuna yeşil iğne yapraklarından şemsiye gibi gölge vermişti. Bir süre sonra başka bir güvercin aynı dala kondu. Rengi beyaz değildi. Kanatları gri ve siyahtı. Boynunda yeşil bir kurdela gibi parlayan çizgi ise bütün boynunu çevirmişti.
Bu güvercin erkekti ve kur yapma aşamasına geçmişti. Aynı dalda bir ileri bir geri gidip gelmekteydi, gırtlağından sesler çıkartıyordu. Bu sesleri çıkartırken de tüylerini eni konu kabartmıştı. Bu onu daha da irileştirmişti. Erkek güvercinin kurlarını görnezlikten gelen beyaz güvercin bir iki dakika daha aynı dalda kalıp tüylerini temizledi.
Kendisine daha da yaklaşıp çiftleşmek isteyen erkek güvercini ardında bırakıp bulunduğu daldan havalandı. Gökyüzünde bir kaç takla atıp pembe renkli binaya doğru kanat çırptı. Aynı binanın üst katında bulunan terasın balkon parmaklıklarına kondu. Siyah gözleri misket gibi güneşten parlamaktaydı. Aşağılara doğru bakıyor ve bir hamle yapacak gibi durmaktaydı.
Pembe binanın terasının kapısı kapalıydı.
Oda kapısı hızla açılınca genç kadının yüreği ağzına gelmiş gibi atmaya başladı. Bir eli göğsüne basılı tutttu. İçeri kimin gireceğine aldırmadan cama doğru koştu. Bulunduğu odanın tek penceresi vardı. Tavana çok yakın olan bu pencereye uzanmak bulunduğu yerden imkansızdı. Boyu yetmezdi. Komidinin üzerine çıktı. Bu pencerenin dışarıya doğru açılmasını sağlayan ipini çekti. Küçük bir pencereydi. Diğer elinde bulunan petibör bisküvitleri pencerenin dışarıya doğru uzanan mermerine doğradı. Ve beklemeye başladı. Yüzü mutlu bir tebessümle aydınlandı.
Küçük pencerenin dışı demir parmaklıklar vardı.
Kulağına gelen sese aldırmadan öylesine beklemekteydi.
Beyaz gömlek giyinmiş iki insan ve bir kadın bir erkek odanın ortasında konuşmaktaydılar. Kliniğin şefi olan kırk yaşlarındaki doktor; elinde kalemi ile yanındaki asistanına reçeteye yazılacak ilaçları söyledikten sonra orta yaşı geçmiş kadın ve erkeğe gülümseyerek konuştu.
-" Üç gündür ilk kez tepki verdi. Bu tedavimizin başarısını gösteriyor"
-" Doktor Bey, o bizi tanıyacak mı?"
-" Bunu zaman gösterecek hanımefendi. Beş yıldır ilk kez hareket ediyor ve çevresiyle yüz mimikleri ile iletişim kurmakta."
-"Onun geri dönmesi bizi nasıl mutlu etti bir bilseniz doktor bey"
-" Evet, o yaşama geri döndü. Tabi en önemli katkıyı da şu beyaz güvercin sağladı."
-"O kazadan önce kızınızın güvercinlerle bir alakası var mıydı?"
-" Evet, eşi ölmeden önce, yani o feci trafik kazasından önce, evlerinin teraslarında güvercin beslerdi."
Emine Pişiren/Bursa/04.01.2009
AMAN ALLAH’IM, BİRİ BANA YARDIM ETSİN! (-SON-)
Güneş bulutların arasından çekilmişti. Beyaz güvercin çam ağaçlarının en yüksek dalına kondu. Belki de yüz yılı aşkın bir ömre sahip olan çam ağacı, gelen yeni konuğuna yeşil iğne yapraklarından şemsiye gibi gölge vermişti. Bir süre sonra başka bir güvercin aynı dala kondu. Rengi beyaz değildi. Kanatları gri ve siyahtı. Boynunda yeşil bir kurdela gibi parlayan çizgi ise bütün boynunu çevirmişti.
Bu güvercin erkekti ve kur yapma aşamasına geçmişti. Aynı dalda bir ileri bir geri gidip gelmekteydi, gırtlağından sesler çıkartıyordu. Bu sesleri çıkartırken de tüylerini eni konu kabartmıştı. Bu onu daha da irileştirmişti. Erkek güvercinin kurlarını görnezlikten gelen beyaz güvercin bir iki dakika daha aynı dalda kalıp tüylerini temizledi.
Kendisine daha da yaklaşıp çiftleşmek isteyen erkek güvercini ardında bırakıp bulunduğu daldan havalandı. Gökyüzünde bir kaç takla atıp pembe renkli binaya doğru kanat çırptı. Aynı binanın üst katında bulunan terasın balkon parmaklıklarına kondu. Siyah gözleri misket gibi güneşten parlamaktaydı. Aşağılara doğru bakıyor ve bir hamle yapacak gibi durmaktaydı.
Pembe binanın terasının kapısı kapalıydı.
Oda kapısı hızla açılınca genç kadının yüreği ağzına gelmiş gibi atmaya başladı. Bir eli göğsüne basılı tutttu. İçeri kimin gireceğine aldırmadan cama doğru koştu. Bulunduğu odanın tek penceresi vardı. Tavana çok yakın olan bu pencereye uzanmak bulunduğu yerden imkansızdı. Boyu yetmezdi. Komidinin üzerine çıktı. Bu pencerenin dışarıya doğru açılmasını sağlayan ipini çekti. Küçük bir pencereydi. Diğer elinde bulunan petibör bisküvitleri pencerenin dışarıya doğru uzanan mermerine doğradı. Ve beklemeye başladı. Yüzü mutlu bir tebessümle aydınlandı.
Küçük pencerenin dışı demir parmaklıklarla kaplanmıştı.
Kulağına gelen sese aldırmadan öylesine beklemekteydi.
Beyaz gömlek giyinmiş iki insan ve bir kadın bir erkek odanın ortasında konuşmaktaydılar. Kliniğin şefi olan kırk yaşlarındaki doktor; elinde kalemi ile yanındaki asistanına reçeteye yazılacak ilaçları söyledikten sonra orta yaşı geçmiş kadın ve erkeğe gülümseyerek konuştu.
-" Üç gündür ilk kez tepki verdi. Bu tedavimizin başarısını gösteriyor"
-" Doktor Bey, o bizi tanıyacak mı?"
-" Bunu zaman gösterecek hanımefendi. Beş yıldır ilk kez hareket ediyor ve çevresiyle yüz mimikleri ile iletişim kurmakta."
-"Onun geri dönmesi bizi nasıl mutlu etti bir bilseniz doktor bey"
-" Evet, o yaşama geri döndü. Tabi en önemli katkıyı da şu beyaz güvercin sağladı."
-"O kazadan önce kızınızın güvercinlerle bir alakası var mıydı?"
-" Evet, eşi ölmeden önce..."
-" Nasıl? Bunu biraz açar mısınız?"
-" Kızımın eşi, o feci trafik kazasından önce, evlerinin terasında güvercin beslerdi."
Emine Pişiren/Bursa/04.01.2009