- 834 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
AMİDA, BALIK, AYRILIK
Olancası bir tutam can,
Kadasına, belasına sunduğum,
Ben öleydim loooy...
Elim boş,
Ayağım pusu.
Bir ben bileceğim oysa
Ne afat sevdim.
Bir de ağzı var dili yok
Diyarbekir Kalesi...
(Ahmet Arif)
Günlerden pazartesiydi. O gün dershane tatildi. Genç öğretmen yeni geldiği kenti tanımak için arkadaşlarıyla kaldığı evden sabah saatlerinde çıkmıştı. Bir kenti anlamanın yolu sokaklarından geçtiğini düşünüyordu. Ulu caminin önüne gelmiş. Camiyi kendisine refarans noktası almıştı. İlk önce Ulu Caminin güney tarafındaki arka sokaklara daldı. İnce, dar sokaklar boyunca ilerledi. Sokakta oynayan çocukları izledi bir süre. Çocuklar onları izlediğini fark edince yanlarına gelip ‘abe bize fiştox’ alsana dediler. Fiştoxun ne olduğunu bilmiyordu. ‘ne oluyor şu fiştox dediğiniz şey’ diye sordu. Çocuklardan biri’mantar tabanca’ dedi. Yaklaşık on tane çocuk vardı ve içlerinde bir de tatlı mı tatlı beş yaşında bir kız çocuğu. Bakkala gittiler. Erkek çocukların her birine bir ‘fiştox’ aldı. Kız da arkalarına takılıp gelmişti bakkala. Gözü kıza takıldı. ‘ sana ne alayım tatlı kız?’ diye sordu. Kız biraz kızararak elini çikolataya uzattı ve’ şu koca çikolatayı istiyorum’ dedi. Genç öğretmen ‘ al sana koca çikolata’ dedi. Erkek çocuklar ellerine’fiştox’’larını alıp çoktan sokak aralarına saklanıp birbirine ateş ediyorlardı bile. Dışarı çıktı, içinden ‘ben ne yaptım, ya birbirine zarar verirlerse bunlar’ diye düşündü. Kız çocuğu halen yanındaydı ona baktı. Kız ‘ çikolatayı açar mısın ‘dedi. Genç öğretmen kızın boyuna gelecek şekilde yere çömeldi. Elinden çikolatayı aldı, açtı, çocuğa verdi. Kızın çikolata yiyişini bir süre izledi. O kadar masum bir hali vardı ki; genç öğretmen eğer bu masumiyetten payını almazsa hep içinde bir ukde olarak kalacağını düşündü. Kızı tuttu, yanağından öptü.
-İsmin ne? diye sordu.
Kız
-Zozan. Dedi.
Öğretmen:
-Zozan ne demek? Diye sordu.
Kız
-Yayla demek. Çok teşekür ederim. Dedi ve kaçı.
Öğretmen sokağın sonuna kadar Zozan’ı izledi. Saatine baktı. Geç de olmuştu. Saat on ikiye geliyordu.
Geldiği yöne doğru ilerledi. Acıktığının farkına vardı. Caminin karşısında lahmacun yapan mütevazi bir lokanta gördü. İçeri girdi. Selam verdi. Oturdu. Lokanta oldukça sakindi. Kendisiyle birlikte toplam beş kişi vardı. Yanına gelen garson
-’ Ne isterdiniz beyim’ diye sordu.
Öğretmen
-Acılı iki lahmacun bir de yanına yayık ayranı en sonda da kaçak çayınız varsa ondan alayım.
Garson
-Emrin olur beyim diyerek uzaklaştı.
Bir çok şehir dolaşmış,ve şu kanıya varmıştı. Bazı kentler eril bazı kentler dişildi ona göre. ‘Sınıflandırmayı nasıl yapıyorsun?’ diye sorsaydınız, ‘hislerimle’ diye cevap verebilirdi pekala. Bu kente gelmeden önce bu kentin eril olduğunu düşünmüştü. İkinci haftası olduğu halde tahmininde yanılmıştı. Diyarbakır dişil bir kentti. Ve bu kentte bir kadın sıcaklığı bulmuştu. Gelir gelmez Diyarbakır ona kucağını açmış, sarmıştı onu. Surların içinde edalı bir genç kıza benzetmişti. Surları da bir genç kızı kollayan ağabeylerine. Şehir isminden bile dişil bir kent olduğunu vurguluyordu. Tarih içinde en çok kullandığı isim olan Amed, zamanında burada hükümdarlık yapmış, güzelliğiyle efsaneler konu olan adaletli Amida isimli bayan bir hükümdardan alıyordu. Acaba halen Amidalar var mı bu kentte? diye düşündü. Diyarbakır olmadan önceki ismi ise Diyarbekir’di. Yani kız diyarı. Arapça bekr kız demekmiş. Herhalde şu meşhur bayan hükümdardan diye düşündü. Bir kız gibi bazen naz yapıyor, küsüyordu. Ve hiçbir erkek daha bu kızı ele geçirmemişti. Nice erkekler uğruna öldüğü halde. İşte bu diye düşündü. Diyarbakır da kadınlar gibi kendisini sevenlere acı çektiriyordu.
Üniversiteyi yani bitirmiş, iki senedir asistanlık yaptığı dersane onu buraya göndermişti. İzmirdeki evine hiç uğramamış doğrudan üniversiteyi okuduğu şehir olan Sivas’tan buraya trenle gelmişti. Ev arkadaşları onunla dalga geçmişler, onu uğurlarken sanki hiç dönmeyecekmiş gibi onu uğurlamışlardı. Sebebi medyada çıkan yazılardı. Gelir gelmez de bu konuyu dersanedeki bir arkadaşa açmış. Arkadaşı anlamlı anlamlı gülümsemiş ve:
-Ben de Aydınlıyım. Ben de senin gibi düşündüm ilk önce ve buraya bir senelik geldim. Ama bu kent beni öyle bir çekti ki, beş senedir buradayım.Ve biliyor musun bu kent binde dörtlük suç oranıyla onaltı Büyükşehir arasında en son sıradadır. Korkma sende buraya alışacaksın demişti.
Önüne gelen lahmacundan bir parça aldı ağzına attı, gülümsedi. Bir ayrıntıyı fark etmişti. Diyarbakır’ın başında diyar vardı. Diyar demek gelecek vadeden demektir. Mesala İstanbul da böyleydi. İnsanlar ne yaparsa yapsınlar böyle kentler hep gelecek vaat etmeye devam edeceklerdi. Ahmet kaya’nın’ gün olur kavuşuruz’ demesini şimdi anlıyordu. Ahmet Arif’i asıl şimdi anlıyordu. Bu düşüncelerle yemeğini yedi. Kaçak çayı da gelmişti.
‘Keşke Bahar da burada olsaydı’ dedi içinden.bahar sevgilisiydi, sözlüsüydü, eksik parçasıydı kısaca her şeyiydi. Ataması bu kente çıktıktan sonra Bahar hiçbir tatmin edici sebep ileri sürmeden ayrılmak istediği söylemişti. Şimdilik ikna etmişti ama bir bayanın rızası olmadan bir ilişkinin devam etmeyeceğini de tecrübelerinden biliyordu. Bitecekti ama bitirmek istemiyordu. Çünkü Bahar yüreğine bahar getirmişti. Bir aşk masalı ya da masaldakiler gibi bir aşk yaşıyorlardı. Evlenme teklif etmiş, Bahar da kabul etmiş. Ömrünün sonuna kadar bekleyeceğini söylemişti. Şimdi de ayrılıyordu. Durumlar ne çabuk değişiyordu. Gözleri yaşarmıştı. Tam o esnada telefonuna mesaj gelmişti. Açtı, Bahar göndermişti. Mesajda:
-Çok iyi düşündüm. Bu ilişki devam edemez. Ben bitirdim sen de bitir. Bir daha beni arama. Ne olursun rahatsız etme..
Yutkundu, midesine sanki bir yumruk inmişti. ‘Bitti dedi her şey bitti’ dedi. Artık ne yaparsa yapsın hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir vahiy gibi inmişti yüreğine. Gözleri dolmuştu. Ağladı ağlayacaktı. Telefonu çaldı. Belki odur umuduyla telefona baktı. Sivas’taki ev arkadaşıydı. Morali zaten bozuktu. Yine de açtı.Her zaman ki gibi, hiçbir şey olmamış gibi konuştu. Arkadaşı telefonu tam kapatacakti ki.
-Sana bişey söyleyeceğim. Dedi. Ama üzülme.
- Neden üzüleyim ki.
Arkadaşı.:
-Hani bizim şu balıklardan birine Bahar’ın ismini vermiştin ya.
-Eee
-Birkaç gündür sersem sersem dolanıyordu kavanozda. Bu sabah kalktığım da ölmüştü.
- Tamam dedi. Yutkundu. Görüşürüz sonra . Telefonu kapattı. Gözyaşlarıyla dolan gözlerinde, yaşlar dışarı çıkmak için yol arıyorlardı. Gözlerini kapattı sıkıca. Her iki gözünden yaş akıyordu.
YORUMLAR
Amed i insan bu kadarmı güzel anlatır.ilk başlarda okurken ağladım.diyarbekiri ahmet arif i anlatman beni duygulandırdı diyarbakır şefkatlidir kucaklayıcıdır surlarıyla aseletlidir şehrim küçeleri hoştur.sevdalar amedde de güzeldir öğretmen arkadaşa gelince onu unutanı oda unutur merak etme
Varamaz elim
Ayvasına, narına can dayanamazken,
Kırar boynumu yürürüm.
Kurdun, kuşun bileceği hal değil,
Sormayın hiç
Laaaaal...
Kara ferman çıkadursun yollara,
Yarin bahçesi tarumar,
Kan eder perçem
Olancası bir tutam can,
Kadasına, belasına sunduğum,
Ben öleydim loooy...
Elim boş,
Ayağım pusu.
Bir ben bileceğim oysa
Ne afat sevdim.
Bir de ağzı var dili yok
Diyarbekir Kalesi...
Ahmet arif
Düş gücümüzde beliren duygularımızın gerçeği yansıttığına inanırım, bunları dile getirirken sözcüklerin ve kelimelerin yardımını alırız.
Her yazar farklı bir tarzın ifadesidir..
Yapıtınız da şehir ve insan unsuru o kadar güzel bir denge ile anlatılmış ki, toplumsallığımızın güzelliği (çocuklar) ile bütünleşen değer ölçülerimizi de çok iyi işlemişiniz..
Bir tek eleştiri yapabileceğim kısım olarak şunu ifade edebilirim, yapıtınızın orta kısmında buluna satırlar okuyucu yapıtın başlangıç noktasına geri götürüyor..
''Üniversiteyi yani bitirmiş, iki senedir asistanlık yaptığı dersane onu buraya göndermişti.''
Bence bu kısım ve devam eden tanıtım süreci başlangıçtan sonra ki paragrafta ifade edilmeliydi..
Saygımla..