- 2693 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
DENİZ GEZMİŞ EFSANESİ
Geride bırakacağımız bu yıl dünyaya yön veren ve kavramların yeniden yorumlamasını sağlayan olaylı 1968 yılının geride bırakışımızın 40. yılıydı. Bu 40. yıl sebebiyle çeşitli etkinlikler yapıldı hatta TÜYAP kitap fuarının teması da 68 kuşağıyla alakalıydı. Eğer bir kuşağı ele alıyorsan o kuşakta öne çıkan isimler önemlidir. 68 kuşağı sadece bu ülkede değil bütün dünyada ünlü bir kuşaktır. Bilinenin aksine 68 kuşağı fitili Fransa’da değil Vietnam’da ateşlenmiştir. ABD’nin Vietnam savaşı ülkede büyük bir tepkiyle karşılanmış ve dalga dalga tüm dünyaya yayılmıştır. Bu ülkedeki 68 kuşağına bakarsak bu ülkeye özgü olduğunu görürüz. Nasıl bu ülkenin solculuğı kendine özgü ise evrensel solla herhangi bir bağ taşımıyorsa bu ülkenin 68 kuşağı da bu ülkeye özgüydü. Yani Enternasyonel değildi. Dünya solculuk literatüründe sevgili ülkemin ne 68 kuşağı ne de onun yerel kahramanlarıyla alakalı pek bir şey bulamazsınız.
Özellikle Fransa da öğrenciler ‘kaldırım taşının altında hayat var’ sloganıyla bu yükü omuzladılar. Türkiye’de de durum aynıydı. Türkiye’nin farkı bu yükü omuzlayan kişilerin ulusalcı olmalarıydı. Yani o kahraman dediklerimiz bugün yaşasalardı Ergenekondan gözaltına alınabilirlerdi.
Yani Denizler ile alakalı anlatılanlar ve Türkiye’nin sol düşüncesinde refarans olarak kullanılan olayların bir çok olayın gerçeklikle alakası yoktur.
Ben başlık atarken efsane kelimesini seçerken çok özenli davrandım. Çünkü efsaneler ilkel toplumlara ait bir kavramdır. Peki neden efsane? Bunun cevabını insan neden efsaneler ihtiyaç duyar sorusunun cevabında aramak lazım. İnsanın bu âlemde hissettiği yoksunluğu gidermeye yönelik çabalarından biri efsanelerdir. Ali Şeriati Hoca efsaneleri ele alırken 3 grupta inceler. Birinci grup tarihte bir kişi yaşamıştır, bazı başarılar kazanmıştır. Çok sonra o kişiye olağan üstü değerler ve güçler verilir ve efsane haline getirilir. İkinci grupta ise çok zalim biri yaşamıştır daha sonra o kişi zamanla değişerek bir melaike haline gelmiştir. Üçüncü grupta ise Leyla ve Mecnun, Romeo ve Juliet var. Yani tarihte hiç öyle insanlar yaşamadığı halde biz onları yaratmışız ve efsane haline getirmişiz. İşte Deniz ve arkadaşları 1. gruba dahildir. insan, sevebileceği, kendisine dayanabileceği, hatta tapınabileceği bir ruhunun olmasını ister. Ama o ruh, mutlak derecede yüce bir fedakârlığa sahip olmalıdır. Yani onda hiçbir şekilde bencilliğin, kişisel çıkarcılığın, hatta -gerçekten kendini feda edecek bile olsa- "ben kendimi feda edebilecek bir adamım" gibisinden yapacağı gösterişin lekeleri bulunmamalıdır. Böyle bir şey mümkün değildir. Kesinlikle mümkün değildir. Ama ona ihtiyacımız var ve yaratıyoruz. İşte Deniz ve arkadaşları bu tipe birebir uygundur.
Ben de onların başına gelenleri kınıyorum. Sakın bu yazdıklarımdan onların idamlarına sevindiğim anlamı çıkartmayın lütfen. Zamanın AP sinin devletin baskılarının acısını onlardan çıkartmasını hatta idam kararları mecliste konuşulurken AP sine mensup milletvekillerin ‘3’e 3’ yani Menderes,Zorlu ve Polatkan’a karşılık o üç gencin kellesini istemeleri utanç vericidir. Bir diğer eleştirdiğim mevzu da devletin iki yüzlülüğü bir yanda ülkenin kargaşaya sürüklemek için Denizlerin sırtı sıvazlanırken bir yandan da onlara karşı gençlere ideolojik destek vermesi devletin.
Peki gerçekten de Denizler emperyalizme karşı mıydılar? Mesela denizlerin kullandıkları mühimmatın hemen hepsi Amerikan malıydı. Duvarlara yazı yazarken kullandıkları boya dahil. Onların anti-emperyalist olduklarına dair gösterilen en önemli olay 6. filonun taşlanması. 6. filonun taşlanmasının sebebi o zamanın Amerikasının önemli bir figürü olan Johnson’un mektubuydu. Bu mektup artık Amerika ile Türkiye’nin ortak iş birliğine gidilmeyeceğine dair bir mektuptur. Taşlanma olayı da bu mektuba bir tepkidir. ( Bu arada emperyalizm kavramı Türkiye 60 lı yıllarda giren bir kavramdır. Mihri Belli ve Doğan Avcıoğlının kullandıkları bir terimdir.)
Denizleri eleştirdiğim bir diğer noktada şu, 27 mayıs darbesini destekleyen demeçleri. İlginçtir 27 mayıs desteklerken de aynı zamanda ordunun yapacağı bir marksist darbeye de bel bağlamışlardır. Peki onların düşündükleri darbe gerçekleşseydi ne olurdu? Çok basit bir cevabı var. Bir sürü insan ölecekti. Belki onlardan ölmeyeceklerdi. Belki karşı taraftan olacaktı ölümler ama yine de insanlar ölecekti. Yani Lenin’in dediği gibi yumurtalar(insanlar) kırılmadan omlet(darbe) olmaz.
Deniz gezmiş’ in yabancılardan nefret etmesi ise apayrı bir mevzu. Babasına 29 ocak 1971 de yazdığı mektupta ’yabancılardan nefret ediyorum’ ibaresini kullanmıştır. Deniz şimdi, yaşamış olsaydı acaba Kürtlerden ve Ermenilerden de nefret eder miydi diye merak ediyorum. Diyeceksiniz ki idama giderken ‘yaşasın Türk-Kürt kardeşliği’ demiş. O ibarenin oraya konulması Kürt ve Kızılbaş olan Hüseyin’in baskısıyla olmuştur.
Şu soru akla gelebilir. Öyle ise denizlerin kavga ettikleri karşı grup arasındaki farkı neydi? Fark şuydu. O zamanın MHP si ve ülkücülerin anti-komunist olmaları buna karşı denizlerin anti-komunist olmamaları. Denizleri ülkücülerden ayıran nokta işte budur.
YORUMLAR
Ülkenin bu gün geldiği noktayı çok önceden gören bu gençler, önleri demir engellerle kesilerek ortadan kaldırıldılar. Onların mücadelesini anlamak için o kış soğuklarında nezaretlerde çekilen işkencelerin acılarını tatmak lazım dı. Emperyalizmin kucağına düşen bu ülke şimdi bütün kaleleri yabancılar tarafından zapt edilmiş, bütün ekonomik ağırlığı satılmış ve her geçen gün biraz daha uçuruma itilen bir ülke haline gelmiş bir ülkede yaşamaya çalışıyoruz. Şimdi de bu güzelim vatanı bölme çabasında olan bir yönetimin örnekleri ortada değil mi dir. O yıllarda ABD emperyalizminin dünya politikasında yayılmacı bir düzeni savunmuyor muydu? Ezilenleri daha da ezmeye, sömürgeci ve kan emici bir ortam yaratmadı mı? Bize sözde yardım yapıyorum diye Afrika da ki ülkelerin bile yemeye cesaret edemediği buğdayı yetirerek kendisine yıllarca altından kalkamayacağımız bir borç yüküne sokmadı mı? Şu an bile onun kölesi değilmiyiz? Bunları göz önüne alarak o gençleri ondan sonra gönüllerinizde yargılayın.
Konuyu yazan kaleme teşekkürü bir borç biliyorum.
Karabasan gibi beynimizde sallanırdı darağaçları
Üç yıldız kaydı aramızdan kahramanca, korkmadan
Denizin dalgası, mahirin seslenişi, aynanın görüntüsü
Hiç gitmez gözlerimden o anın yaşanışı
İdamın soğuk yüzünü unutmadık
Unutmadık kalleş naraların zafer şarkılarını
Bilinmeze giderken kahramanca, el salladılar
Nasihatleri vardı
Pembe umut yüklü, özlem dolu özgürce
Yaşamda ne varsa yaşanılacak
Bıraktılar bize kardeşçe
Yarınlarda daha mutlu, daha umutlu
Yaşam sevdalarını
Bir gelinlik kızın çeyizi gibi
Sererken sevda türkülerini sararan bozkırlara
Bir daha, bir daha dinlemek için yılmadan.
Ekilen tohumlar yeşersin diye yarınlarda
Ağlamalar, gözyaşları akmadan
Adilce yaşamdan pay almak için
Gittiler geri dönmemek üzere
Gönül bahçelerimizden
Üç nazlı çiçek yeşerdi özgürce, korkmadan
Umut oldular, ışık oldular ezilmişlere
Davalarında yürüsünler diye
Usanmadan
fikretmalkoc tarafından 9/7/2009 9:28:56 AM zamanında düzenlenmiştir.
şair ceketli arkadaşım kızılbaş kelimesi bir kesim için onur ama diyer kesim içinse aşağılamadır,size şairlik ünvanını kim verdi bilmiyorun ama kafanızdakilerden kurtulmadan nasıl kendine şair diyebiliyorsun anlamadım ulusal kurtuluş mücadelesinde de salon şairlari vardı ama dağlara cekilmiş cephelerdede vardı çok şair gördüm kendine kartvizitle paye biçen bir konuya el atayım derken bocalamışsın durmadan yanlış anlamayın...bal gibide yanlışları savunmuşsun şair dediyin ezenin yanında deyil ezilenin yanında olur
O Deniz ki
Deniz aşırı değil sadece
Deniz dibiydi de
O kadar
Derindi ki
Anlamadı onu ahmaklar
Ve anlayamayacaklarını
Anlayacak kadar
Akıllı olduklarından
Asıp öldürüp
Kurtuldular ondan
Bu ülke ki
Üç tarafı deniz !
Ama mahkum haldeyse ,
O Deniz'in asılmasındandır.............
Onu asan zihniyet
Bugün muktedirse
Bu millet
Bin kere ölse de
Dirilmeyecektir !
Efsaneler bazen yanlarında unutulmaya yüz tutmuş hikayeleride getirir...
Birileri üzerinde çıkar sağlayan insanlara bilerek ya da bilmeyerek hizmet eden insanlardan bahsediyorum...
Çok övünürdük çocuk zamanlarımızda...
Sonrasında büyük efsanelerin değil, büyük hikayelerin izlerini gördük yaşadığımız ve yaşlandığımız her yaşta...
İçerik iyi anlatım güzel... Ama efsane yok...
68 acılı bir kuşaktır öyle ki farklı ideolojilere sahip gençlerimiz ve birçok devlet adamının yanısıra edebiyat dünyasından da önemli kayıplar vermiştir. kimi yaşananlara efsane der geçer kimisi gerçek... ama asıl çarpıcı olanı ise o dönemde her insanın idelojisine sahip çıkması idi. bu anlamda deniz ve arkadaşlarının verdiği mücadele, sadece aynı toprak üzerinde yaşayan insanların eşit ve barışçıl konumda yaşamalarıydı.
oysa günümüze baktığımızda çok hazin bir gerçekle karşı karşıya bulunuyoruz ki o da genç nüfusun %80'nin idealist anlayışdan uzak ve tüm yetişkinlerle birlikte olan bitene kayıtsız ve seyirci kalmasıdır.
ve bir ulusun yokedilmesinin en kolay yolu bireylerini "alışkanlık" formülüyle sindirmektir. her gün genç şehitler veriyoruz, her gün mutlak bir sapıklık haberiyle kahroluyoruz. ve yine her gün popüler kültürün başka bir tuzağına daha düşüyoruz. diğer taraftan aydın düşünceyi yok etmeye çalışan yobazların oyunlarını izliyoruz.
artık kabul etmeliyiz ki ; yaşananlarda etnik kökenlerimiz ne olursa olsun her birimizin payı ve sorumluluğu var. ve görmezden gelmek, dönüp tarihin sayfalarını karıştırarak suçlu-suçsuz aramak lüksümüz yok.
umarım çok daha geç olmadan uyanırız bu kirli düşten...
paylaşım için teşekkürler...
"Deniz gezmiş’ in yabancılardan nefret etmesi ise apayrı bir mevzu. Babasına 29 ocak 1971 de yazdığı mektupta ’yabancılardan nefret ediyorum’ ibaresini kullanmıştır. Deniz şimdi, yaşamış olsaydı acaba Kürtlerden ve Ermenilerden de nefret eder miydi diye merak ediyorum. Diyeceksiniz ki idama giderken ‘yaşasın Türk-Kürt kardeşliği’ demiş. O ibarenin oraya konulması Kürt ve Kızılbaş olan Hüseyin’in baskısıyla olmuştur."
Şiir ceketli kardeş, senin kafan çalışıyor. Al sana bir veri daha: Mahir'de " Türkiyeli oligarşi" demişti, niye acaba?
Bak altını çizdim, "Türkiyeli" diye..
Bakalım neçe politik, neçe bilgi birkim kullanımda zekisin.
İlginç mi ilginç bir yazı okudum. Ne denir ki başka?!
Göktürkmen tarafından 12/21/2008 10:39:38 PM zamanında düzenlenmiştir.
Denizler emperyalizme karşıydılar evet, ama sadece ABD emperyalizmine...
İlginçtir, ne o zamanlar, ne de günümüzde aslında Türkiyede hiçbir zaman Amerikan yanlıları olmadı.
Ülke yönetiminde zaman zaman güç sahibi olmuş odaklar arasında belki vardı, ama halk ve gençlik ABD taraftarlığı hiç yapmadı.
Örneğin, Türk tarihinde ABD bayrağı alıp, ABD liderlerinin posterlerini taşıyarak emperyalizmle savaştığına inanan hiç bir gençlik kuruluşu, organizasyonu olmadı.
Oysa orak çekiçli Rus bayrakları, kızıl yıldızlar, komunist liderlerin posterleri, emperyalizme karşı olanlarca taşındı, taşındı, taşındı...
Okullarına, evlerine,yurtlarına, pencerelerine astılar.!!
Türk bayrağı, İstiklal marşı hiçbir zaman tercihleri olmadı.
Kızıl bayrak ve enternasyonaldi onların tercihi.
Ne tuhaf değil mi? O günlerde de, şimdilerde de Deniz Gezmiş ve benzerlerini anti-emperyalist olarak yüceltmeye çalışanlar var?
Zamanın 9 Martçı paşalarının "O zamanlar biz Deniz Gezmişlere leblebi gibi bomba attırıyorduk" dedikleri bir garip piyondular...
Ulusalcılık denilebilecek bir yanları da yoktu elbette.Ulusal simgelere değil, başka ulusların simgelerine gönül vermişlerdi çünkü.
Günümüzdeki ulusalcılık iddiasında olanların hiç değilse bu simge işini kısmen düzelttikleri anlaşılıyor.
68 kuşağının aslında iktidarlarını sürdürmek için darbelere ihtiyacı olan, sivil resmi odakların kadrine uğradıklarını söyleyebiliriz. Bu anlamda, eylemlere itilmeleri de, idam edilmeleri de iç acıtıcı hazin bir sondur gerçekten de...
Ülkenin gençliğine yazık edilmiş, birbirine kırdırılmış, ekonomik siyasi, sosyal gelişmesi geciktirilmiştir kasıtlı olarak ülkenin..
Son bir saptama da, zamanın karşıt gurubu ülkücülerle aralarındaki farkın, ülkücülerin antikomünist olmaları noktasında yapayım.
Doğrudur, ülkücüler antikomünistti ama ne ABD ne Rusya Ne Çin diyebiliyorlardı. Üstelik ulusal simge ve değerlere antiemperyalist olduklarını iddia eden 68 kuşağı solculara kıyasla sırt çevirmemişler, sahiplenmişlerdi.
O dönemde, komünist örgütlenmelere karşı, yine aynı güç odaklarının yönlendirdiği söylenebilse bile, kimse "geçmişte iyi ki kızıl bayrak değil de Türk bayrağı taşıdım, enternasyonal değil de istiklal Marşı söyledim" diye, bugün dahi pişmanlık duymayacaktır...
Mış ve cek cak larla geçmişe ışık mı tutuyoruz, bilmem.
Geniş açıdan bakın görürsünüz. Mağdur edenlerin bu ülkede değişmediğini ve edilenlerin de. Hiçbir zaman bu ülkeye komünizm gelmedi, gelemezdi, gelmeyecekti. Hepsi kağıt üstünde vatan kurtarma uğraşısına itildi. Kahveci, bakkal öldürüldü. Bu arada uluslararası emperyalist sermaye bir koydu beş aldı. Her darbe sonrası yeni sömürü yolları ve yöntemleri bela edildi bu milletin başına. İdeoloji bunu açıklamay yetmez çünkü ideolojinin en iyisi en iyi at gözlüğüdür. Yine de sorgulayıcı yazınzdan ötürü tebrik ederim.