karalama
Anladım artık. Bir gün okunası kitapları olan bir yazar olmayacağım. İddialı özgün bir ressam da, konserler veren bir neyzen de. Ama hepsini biraz biraz yapan kendi halinde biri olacağım. Elle yazılmış ya da bilgisayar da depolanmış romanlarım olmayacak belki ama içtenlikle tutulmuş güncelerim hep olacak. Kendi çapında kendince kendinden başka okuyanı olmayan bir yazar olacağım hep. Her şeyden azar azar alan biri olacağım. Ben romancı olmaya karar verdim deyip, bir odaya kapanıp dört yıl sonra o odadan ilk romanımla çıkacak ne cesaretim var ne de buna yetecek hayal gücüm. Çoktan içimin derinlerine kaçtı. Saklanmadı da. Orada bir yerlerde. Saklanmaya gerek duymuyor. Onu bulup ortaya çıkaracak, kullanacak cesaretim olmadığını biliyor. Kendime bu kadar güvenmediğimi biliyor. Onunla beraber yazacağım hikâyelerim yok, biliyor. Sığlıktan kurtulamayan zihnime hükmetmeye gücüm yok, biliyor. Uykusuz kalmaya, planlı ya da plansız iyi bir okur olmaya bile cesaretim yok, biliyor.
İkiyüzlü biri oldum belki ben. Hem bir entelektüel hem mutlu bir ev kadını olmak istiyorum. İkisini de istiyorum. Garantisi varmış gibi davranıyorum. İyi bir evlilik hayatın sigortasıdır sanıyorum. İyi bir evlilik yaparsam, iyi evlatlar yetiştirirsem, iyi niyetli biri olursam, hep iyi olursam kimsesiz bir yaşlılığa erişmem. Böyle düşünüyorum. Ölmeyi, boşanmayı, kısırlığı, evlat kaybetmeyi, eş kaybetmeyi, dost kaybetmeyi aklıma bile getirmiyorum. Yalnızlığıyla yoğrulurken, yalnızlığından kaçan, bundan korkan biri haline geldim. Kendimle meselelerimi halledemediğimden, beni bir kenara bırakıp, etrafımdaki hikâyelere odaklanamıyorum. Hikâyeler kol kola girip dans etsinler; ben de onları edebiyatımla teker teker çözümleyeyim istiyorum. Yeni figürler öğreteyim onlara. Seyirlik hale getireyim kendi halindeki hayatlarını. Başlangıçlar, bitişler, anılar, gerekçeler, gelecekler uydurayım hepsi için. Teselli edeyim, ikna edeyim, süsleyeyim…
İşte böyle… Tüm defterlerimde benzer satırlar, benzer cümleler hep vardır. Şöyle olsun, böyle olsun. Şunlar, bunlar olsun. Ya da olmasın derim hep. Hikâyenin çevresinde dolanırım. Teknik taraflarını belirlemeye çalışırım. İçine giremem ama. Başkalarının hayatlarıyla oynayamam. Yazdığım yeni hikâyelerle, aslolanı birbirinden ayıramam çünkü. Yazarsam gerçek olacaktır sanki. Uydurursam gerçeği ıskalar, yazdığım yalanlara inanmaya başlarım sanki…
Ne çıkar oysa? Biz gerçeği, gerçeklerimizi bile ‘’zannediyoruz’’.onlara biçim değiştirtir miyor muyuz? Biz nasıl anlamlandırırsak öyle değiller mi? Yukardan yalın halleriyle görebiliyor muyuz? Görsek bile değiştirmeden, yok saymadan ya da kaçmadan seyredebiliyor muyuz gerçeği?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.