YAŞADIĞIMIZ HAYATLAR BİZİMMİ?
YAŞADIĞIMIZ HAYATLAR BİZİM Mİ?
Geçenlerde beni ziyarete gelen bir arkadaşımla dertleşiyorduk. Bana dedi ki “ne güzel evde oturuyorsun” çok çalışmak isteyen biri olarak, birden gözlerim açıldı ve bende “sende ne güzel çalışıyorsun” dedim. Sonra başladık hoş bir tartışmaya… Ben çalışma hayatını savunurken o da durmadan ev hayatının özlemini anlatıp durdu. Sonuç mu? Bir şey değişmedi tabiî ki!
Sonra çevremdeki kişileri inceledim, baktım ki kimse yaşadığı hayattan memnun değil. Bazıları ise bırakın yaşadığı hayatı kendilerinden bile memnun değiller. Nasıl mı? Saçı düz olan kıvırcık, kıvırcık olan düz saç istiyor. Kısa boylu olan uzun, uzun olanda kısa istiyor. Normal boyda olanlarda başka bir yerlerine takılıp kalıyor. İnanın bazen bunları duyarken çok gülüyorum. Çünkü bunlar o kadar basit ayrıntılar ki sağlık değerlerimizin yanında bunlar komik kalıyor!
Oysa kendimizi olduğumuz gibi kabul etmek ve sevmek zor değil. Elimiz ayağımız düzgün mü? O zaman bunun kıymetini bilmemiz yeterli. Saçımızın düz ya da kıvırcık olması,
Boyumuzun uzun ya da kısa olması ne yapmamızı engelliyor ki? Amacımız, bunların değerlerini kavrayamayıp kendi kendimize sıkıntı yaratmak mı?
Biliyor musunuz ben neye sıkılırım? Asıl oturup da düşünmemiz gereken şudur;
Yaşadığımız hayatlar bizim mi?... Hani birçoğumuzun hayali başka gerçeği başkadır. Bir şarkılık zaman dilimi kadar kurduğu hayali, şarkı bittiğinde biter ve gerçeğe döner ya insan! İşte o zaman düşünürüm neden? Neden bu hayalleri gerçekleştirmedik diye!.. Bakın bunun nedenlerinden bazıları nelerdir;
Okul yıllarında başlıyoruz hayata… Ama hangimiz geleceği şimdiki kadar ciddiye alıp da ona göre kağıt kaleme sarılıyoruz ki?
Bizlere anne-babamız hep okuyun adam olun derlerdi. Sürekli “okuyun”denirdi… bıkardık bu sözü duymaktan ama neden okumamız gerektiği açıklanmazdı. İlkokul da bunu anlayamazdık ortaokul ve lise yılarında ise birçok gencin içinde bulunduğu sorunları olur ailesiyle paylaşamazdı ama anne-baba hala “okuyun, okuyun, okuyun” diye tekrar edip dururdu. Okuyan okur okuyamayan da bırakırdı.
Sonra okul yılları biter, anne baba hangi yolu seçerse genç oraya yönelirdi. Kızlar kocaya verilir erkeklerde nerde uygun işler varsa girmeye çalışırdı. Birde evlendiler mi anne-baba için sorumluluk biterdi.
Bizim 80’lerin genç kuşağı hep böyle yol aldı… Hepsi diyemeyeceğim ama çoğumuz bu yolu izledik.
Sonra ne mi oldu? Evlilik, çocuklar, sorumluluk derken birde baktık ki uzun bir yol kat etmişiz.
Yapmak isteyip de yapamadıklarımız ertelemiş kendimiz için değil başkaları için yaşamışız. Geri dönüp de baktığımız da ise başka hayatlar kurmaya şansımız ve zamanımız kalmamış! Varsa da yapmaya artık cesaret mi istiyor nedir?
Şimdilerde bir şarkı çalınıyor…
“Dönülmez akşamın ufkundayız…
Vakit çok geç..
Bu son fasıldır ey ömrüm…
Nasıl geçersen geç!”
Diyerek hoş bir seda ile dinlenen… Gözlerde bir ışık parıltısı yüreklerde ise inceden bir sızı hissederek duyumsanan!
Şimdi sorsam ki size, bu hayatlar sizin yaşamak istediğiniz hayatlar mıydı? Diye… Biliyorum birçoğumuz “hayır” diyecektir.
Çünkü kendimizin kıymetini bilememişiz, başkalarının düşüncelerini kendi düşüncelerimizden daha çok değer vermişiz. Ve bu gibi kurulan hayatlar, genelde kalabalık ailede yaşayan, arada kaynayıp giden hayatlardır. Şimdiki nesil, gerek maddi yönden gerekse psikolojik olarak daha iyi ilgilenmek adına, bir ya da iki çocuk yapıyor. Çocuğun ayrı odası ayrı yatağı her eşyası ayrı oluyor. Küçük yaşta çocuk ilgilenildiğinin farkında olarak daha nazlı ve de gayri ihtiyari daha bilinçli oluyor. Çünkü kişilikli yetişiyor. Oysaki biz orta kuşağın en az beş kardeşi olurdu… Düşünün! sekiz kardeşsiniz ve size nasıl ayrı bir oda,yatak,masa vs… verilsin! Ve tek bir maaşla geçinen bir bütçeyle anne-baba ne yapsın?
Anlatmak istediğim şu arkadaşlar; belirli bir yaşa gelip de arkamıza baktığımızda nasıl bu duruma geldik diye düşünenler, işte bu ve bir çok etkenlerin sonucunda bu duruma gelmişizdir.
O zaman gelin şöyle yapalım; bizler gerektiği zamanlarda gereken bilince sahip olamadık “hayır” diyecek gücüde bulamadık ama bu şansı kendi çocuklarımıza verelim. İşin en başından başlayarak neden okumaları gerektiğini ilkokul yıllarından itibaren onların anlayacağı dilden konuşarak anlatalım. Gerekli bilinçle büyüyen çocuk zaten doğru yolu bulacak ve kendi istediği yolda yürüyecektir. Hata yaptığı zamanda size değil kendisine kızacaktır.
Hani bir söz vardır;“bir musibet bin nasihatten iyidir” diye.
Onlar hayallerini iç çekerek değil de işte istediğim buydu ve yapacağım diyerek kursun o şansı onlara verelim ne dersiniz?
SAYGILAR.
Aysen Aydın
YORUMLAR
sorumluluklarımız yokken farketmediğimiz,sorumluluk aldığımızda ise hatalarımızın farkına vardığımız hayatlarımız.evet okuyun derlerdi ama onun getirdiklerini bilemezdik şimdi çoluk çocuğa karışınca hayatın zorluklarını daha bir farkeder olduk.onlara verebileceğimiz en iyi mirasın iyi eğitimden geçtiğini gördük.
teşekkürler
Yazızın ilk cümleleri dikkatimi çekti anasayfada sonrada zaten gerisini keyifle okudum birazda hayıflanarak tabiki.Ben 19 yıldır öğretmenlik yapıyorum bir lisede.Bu süreç içinde sürekli gençlere sizin yazdıllarınızı anlatmaya çalışıyorum dilim döndüğünce.Kendim 'ben ne istiyorum,kimim ben sorusunu bilinçli olarakkendime sordüğumda 28 yaşındaydım.Ogün bu gündür kendim olabilmedin mücadelesini verir dururum.Ve bildiğim tüm yöntemleri gençlerle paylaşırım.Şimdi 43 yaşında başkalarının orta yaşlı gördüğü bu kadın hala çocuk sanıyor kendini o başka .Ama bu konuda içimi acıtan iki şeyi sizinle paylaşmak istedim.
Birincisi;Türk toplumu birey olmaya saygı duyan bir toplum değil kanımca .Buda kendi yolunu çizmek isteyen gençleri engelliyor.En azından bizm kuşağı engelledi.
İkinciside;günümüz gençliği her şeyi sanal sanıyor.En azından çoğunluğu.Bu noktadada hayatla yüzleşmeleri güç oluyor.
Ama yinede içlerinde öyle ırıl pırılgençler varki onlar için ne kadar uğraşsanız değiyorlafın özü yaşam en iyi öğretmen ama''önce sınav yapıp sonra öğretiyor''
Güzel paylaşımınıza teşekkürler.
Eski bir arkadaşım var Aysen adında... Acaba omudur diye sayfanıza geldim, gelmişkende yazınızı sonuna kadar okudum... Etkilendim...
Hep ben tarafından da dile getirilen husulardı bunlar... Ama siz dah güzel anlatmışınız...
Sadece ben şunu söylemek isterim... Bu duruma uyan bir şarkı daha var benim bildiğim...
Güz gülleri gibiyim...
Hiç bahar yaşamadım...
Evet maalesef ki yaşamınız boyunca aldığımız kararların bir çoğu, ailemizin durumu ve toplumun değer yargıları çerçevesinde oluyor... Kısacası kendi gönlümüden geçenleri bir türlü uygulama imkanı bulamıyoruz...
Buna da sizin beirttiğiniz gibi BAŞKASI İÇİN YAŞAMAK DENİYOR...
Güzel yazınızdan dolayı sizi kutlar, saygılar sunarım efendim...