- 505 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
*KURBAN* Olam Şuküfe
Benim adım İbrahim.
Benzerleri var, İbram, Avram, Efraim, Abraham ………. ..
Peygamber Hz. İbrahim’den esinlendiği belli. Kavimlerin atası. Tanrının sadık/samimi kulu.
Bilinen göksel dinlerin düğüm noktası. Kudüs şehri gibi. Tevrat. İncil ve de Kuran’ın atıf yaptığı, dayanak gösterdiği nirengi noktası.
Hindistan’da uzun süre ahbaplık ettiğim bir şıh vardı. Dergahı, öğretisi, ekolü vardı Şeyh Şerif Mahbub’un. Yalınayaktı hep. Beyaz sakalları şalvarının uçkuruna kadar uzanıyordu. Yaşı 80-90 arasındaydı.
Ciltlerle kitaplar yazmıştı. Çok da meşguldü. Toplantılara, konferanslara giderdi.
Koyu Müslüman, Hıristiyan, Hindu ve de Budist’ti.
Şimdi bu ne demek?
Evet. İnançları birleştirmiş sanki yeni bir din oluşturmuştu.
Adam böyle yapmıştı işte. Dinler inançların kurumsallaşmış şekli değil mi.
Önemli olan inanmak. Bilerek, içten ve hilesiz, art düşüncesiz inanmak.
Hayatının ayrıntılarını çokça konuştuğumuz, evinde albümlerini karıştırdığımız olmuştu. Söylediklerinde ve yaptıklarında samimiydi. Geçmişi ve yazdıklarıyla bunu kanıtlıyordu .
Şeyh Mahbub, çocuğu olmayan bir aileye, tanrının hediyesi olmuş. Aile, eğer çocukları olursa onu tanrıya kurban edeceklerine dair söz vermiş. Adakta bulunmuş yani.
Ve Mahbub bebek, tanrı tarafından onlara verilmiş.
Şimdi buyur kurban et bakalım. O kadar istiyorsun ve sonunda isteğin gerçekleşiyor. Ama neye karşılık. Tanrıya kurban etme koşuluyla.
Yoktu. Var oldu. Gene yok olacak. Sıfıra sıfır, elde var sıfır.
Burada bir tenakuz/çelişki yok mu. Bir de evlat canı alacaksın, her ne kadar adak olsa da. Evlat acısı.
Amaç neydi. Çocuk sahibi olabilme gücünü denemek mi, başka bir şey mi…..
Günah işlendi.
Söz yerine getirilemedi. Can , verilen sözden değerli bulundu. Tanrıya mahcup olmamak için evlattan vazgeçildi.
Bebek Mahbub, cizvit rahiplerine verildi ve unutuldu, izi kayboldu.
Böylece şeyh Mahbub’un macerası başladı (devamı ilgili konu olursa başka zaman anlatılır).
Hz. İbrahim, göksel dinlerde sünnet olmayı ve kurban kesmeyi başlatmış. Hatta oğlunu kurban etmeye kalkmış. Çocukları olmayınca, olsun diye yalvarıp, adak mı adamışlardı, yoksa tanrı, onun sevgisini mi sınamıştı. Hacer’in oğlunu mu, Saray’ın oğlunu mu kurban edecekti. İsmail mi, İshak mı kurban edilecekti. Nedense kutsal kitaplarda bu konuda ayrılık var.
Oğlunu tanrıya kurban edecekti. Gözünü kırpmadan. Bu kesin. Kesin, çünkü her şeyi bilen tanrı buna da emin olmuştu ve engel oldu.
Tanrı evladın kurban edilmesine engel oldu. Can alınmasına değil, kılıç kınından, söz ağızdan çıkmıştı. Koç indi gökten, kurban kesildi. Hz. İbrahim, halildi (sadık/samimi), Halil-ül-Rahman kesecekti oğlunun başını. Tanrı yetişti ve kurtardı onu bu zor durumdan.
Bunlar 4.000 yıl veya daha önceydi.
Ya şimdi?
İsmail ile İshak’ın nesli Araplar ile Yahudiler mi. Bu iki kavim kuzen mi.
Yoksa Kenan ülkesinde oluşan yeni nesil eskilere bir alternatif mi oldu da geçimsizlik başladı. ….. Arap- Yahudi düşmanlığı hala Anadolu’nun ücra bir köşesinde yaşayan beni bile olumsuz etkiliyor. Hem de nasıl.
Medeniyetler savaşı/kuzenler rekabeti. Küresellik. Dünya egemenliği….. . .
Kurban, Önasya veya Ortadoğu’nun göksel dinlerine dört bin yıl önce girmiş olabilir.
Ya diğerleri ?
Şamanların gök tanrılara ikramları,
Uzakdoğu - Güney Asya- Latin Amerika, hatta Okyanusya kurbanları.
Galiba insan olan yerde kurban da var.
*-Kurbanın olam Şuküfe, ne olur bir kerecik öpem…*
Evet insan olan, insan zaafı olan her yerde kurban da olmak zorunda galiba.
Ticaret mi?
Kefaret mi?
Vaat mi?
Peşinat mı?
Bedel midir nedir bu kurban? Hele hele *adak*
İlkel çağlar düşünülerek değerlendirilirse; korkular, arzular, beklentiler kurban gerektirdi izlenimi doğuyor .
İlkel çağlarda insan da ilkel, saf. Kıvırmadan direk söylüyor veya eyleme geçiyor.
Oysa şimdi hayat çok girift. Kimse neyi, ne için, nasıl yapacağını hissettirmiyor.
Her neyse.
Uzmanı olmadığım konuyu fazla uzattım,( gerçi düşünmenin uzmanı kim ki).
Demek istediğim şuydu:
Bazı insanlar; tanrıyı, yaratanı o kadar çok ve içten seviyorlar, ona o kadar şükran ve hayranlık duyuyorlar ki;
bir can’ı, hatta bazen en sevdiklerini bile sunabiliyorlar tanrıya.
Bu dünyadaki - öbür dünyadaki çıkarları için değil, korktukları için değil; SEVDİKLERİ İÇİN,
yüceliğine, güzelliğine hayran oldukları için;
kendilerine sunulan hayata ödenmesi mümkün olmayan derecede minnet duydukları için.
Tanrıya sunmak üzere, bu devirde, can almaya gerek var mı, o da ayrı mesele.
Saygılar.