CENNETTE GEÇİRİLMİŞ BİR GÜN
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
CENNETTE GEÇİRİLMİŞ BİR GÜN
Sandığından daha uzun zamandır bekliyorum!
Kara trenlerin imdat düdükleri çalalı, raylarda sabahladım gelirsin diye. Bozacıların o keskin çığlıklarını dinledim, bazen tadı damağımda kalan aşklarımın her birini yeniden anarak.
Böğürtlenlerin dalında kızarıp bir tek çocuğu bile mutlu etmeden kararıp tükendiğini bilmiyorsun. Bayır aşağı koşuşumuzun ayaklarımızda bıraktığı o dermansızlığa rağmen yüreklerimizdeki kuşların nasıl havalandığını unutmuş olman, o raylarda belki de ne aradığımı anlamana yardımcı olabilir.
Duvar yazılarında sana sevdamı anlattığım o masum satırların, büyümek için koskoca bir sebep olması çok mu çocukçaydı?
Ellerim kuruyor, tıpkı; bahçemizdeki yediverenler gibi.
Söndürülmesi imkânsız bir yangına giden bütün itfaiyecileri uyar, burası suya dayanıklı yapılmış; yüreğimin duvarlarını ne ateş ne su yıkar.
Kesif bir koku geliyor, dünyanın tam bir lağım olduğunu söylemek için bu yeterli değil. İçine düşmedikçe kaynayan kazanların, teninde hissettiklerin ancak bir sinek ısırığından ibaret.
Var olmak nefes almakla sınırlıysa, senin var olduğuna yemin edebilirim. Şahitliğim kimsenin itirazına yer bırakmayacak cinsten. Dilim aklıma uyup düzenbazlık yapsa da, yüreğimin sana hasret olduğunu bilmeyen yok. Kazma küreğimi alıp kendimi yollarına vurduğum umut tarlasında, en çok “sana benzeyen çiçekler açsın” diye didinip duruyorum. Yağmurun azizliği olmasa, ha büyüdün, ha büyüyeceksin. Gözlerimi ayırmadan seyrettim seni, tam dört bahar, ne boy verdin, ne boyun eğdin…
“Kısmet değil diyorlar”, ben elimden geleni yapmadıkça nasıl bilebilirim…
Elma şekeri alıp kandırmak mümkün olsa ya da en hasından bir uçan balon, ağzından düştüğünde memen nasıl yaygarayı bastıysan hayata, şimdi dudaklarında yeşerecek o tek kelime için başında bekliyorum. “Ağlama” diyorlar, ne vakit susabilecek kadar çok şeye sahip oldum ki?
Sırt üstü uzandığım şu çayır bile, içimde kımıldayıp duran solucanlarımı istemiyor. Ne taraftan koparsan, oradan büyümeye devam ediyorlar. Ne kadar derine gömersen göm, yeniden çıkıp geleceklerini biliyorsun. Çiğ damlaları yüzüme düştükçe ayılmak istiyorum, bir kuru yaprak bile olamadım, dizimde hoplattığım çocukluk anılarımı, karnımda taşıyamadığım gülücüklerimi, ödevini yapmış bir küçüğün gururunu taşımak ne güzel olurdu…
Ben hep elektrik kesintilerini bahane etmiş bir yetişkinim artık. Karnımdaki, gazdan başka bir şey değil, kucağımda hoplattıklarımsa, senin hazmedemeyeceğin cinsten.
Artık susmak istiyorum, benim yerime yaşayacağın bir hayat sana ancak benimki kadar adil olacak. Tükürdüğünde ağzında biriken kanları, dudaklarına bulaşanları silmek isteyecek insan bulman; dört yapraklı bir yonca bulman kadar zor. Yalnızlığına alıştığını söylemekle, gerçekten alışmak o kadar kolay değil, sen siroz olup karnındaki suları her boşaltmak istediğinde şırınganı yenileyecek bir hastabakıcı sanıyorsan beni, bir zamanlar değiştiğimiz rolleri anımsa, ama benim sana benzemediğimi de…
Şimdi, her ikin kolumda sana ait, ruhum, bedenime giydirdiklerim ve bana armağan edilmiş her şey, nasıl istersen öyle kullan!
TALAN AYŞE KANCA