En kirlisi medya
Türkiye’deki mutsuzluğun, huzursuzluğun, gelişememenin kaynağı, kurumların, ilişkilerin, yaşam tarzının kirlenmesidir.
Neredeyse, hiçbir yolsuzluğa, yozluğa, kural dışılığa karışmamış kurum ve yapılanma yok gibi.
Bazı kurumlarımız, değerlerimiz tertemiz kalabilmiş olsa, zamanla bozulanlar üzerinde baskı oluşturup, düzeltebilir ama; görülüyor ki, nereye baksanız, neyi ele alsanız, birbirinden farkı yok… Tek farkı, bazılarının az, bazılarının biraz daha çok, bazılarının en çok kirli olması…
Yıllardır ucundan kıyısından birazcık içerisinde olduğumuz için görüyoruz ve utanıyoruz ki, en çok kirlenen kurum da maalesef medya dünyası. Türkiye’de 4 binin üzerinde gazete ve dergi, 300 civarında televizyon, binden fazla da radyo var. Bu basın kuruluşlarında on binlerce insan çalışıyor. Hele hele bazıları, neredeyse her okuyanı yönlendirecek kadar etkili ve büyük bir okuyucu kitlesine sahip. Ama; her söylediğinin kesinlikle içten olacağına inandığınız, hiçbir art niyet ve çıkar endişesi taşımadan yazdığına, söylediğine güveneceğiniz gazeteci sayısı, parmakla sayılacak kadar az.
Etkili (!) gazetecilerin büyük çoğunluğu büyük (!) medya holdinglerine ait gazete ve televizyonlarda çalışıyor. Bu medya kuruluşlarının, iktidarlarla her dönemde organik çıkar bağlantıları var. Bu nedenle de etkili gazetecilerin özgürce, inandıkları gibi değerlendirmeler, yorumlar yapması neredeyse imkansız. Yaparlarsa, ertesi gün işsiz kalırlar. Dolayısıyla da o çarkın içerisinde yer alıyorlar ve halkın bilgilendirilmesini değil, kendi istikballerini ve kazançlarını ön planda tutuyorlar.
Son yılları değerlendirdiğimizde Türk medyası bariz biçimde sınıfta kaldı. Medya patronlarının belirledikleri çizgiden ayrılmayan bir gazeteci portresi hâkim oldu, tüm basına…
Bunun en son ve çarpıcı örneğini geçen hafta yaşadık. Cumhuriyet tarihinin en büyük, belki de dünyada sayılı mitingler arasında yer alan 14 Nisan Cumhuriyet Mitingi konusunda medyanın ve gazetecilerin tutumu, tam bir ibret vesikası, bir utanç tablosu. Böylesine etkili bir mitingi “haber” olarak dahi vermekten kaçınan gazete ve televizyonların ayıbı bir yana, kendisini kabul ettirmiş, en önemli gazeteciler arasında yer alan köşe yazarları dahi kelimeleri cımbızla seçip, birkaç cümle yazmaktan öteye gidemediler. “Bu, halkın haber alma hakkıdır, mutlaka yazmalı, yorumumu, görüşümü belirtmeliyim” diyebilen gazeteci sayısı 5’i, 10’u geçmedi.
Bunun tek nedeni, önce patronlarına, sonra da iktidara yalakalık, yağcılık yapmaktır… Bu tür gazeteciler, yarın iktidar değiştiğinde ve patronları da yeni iktidarın yanında yer aldığında, hiç tereddüt etmeden, o günkü konuma göre duruş alacak ve belki de bugünkü iktidara hakaretler, eleştiriler yağdıracaktır.
Son yıllarda basın mensupları üzerinde o denli büyük ve ciddi tartışmalar oluyor ki, en temiz dediklerimizin altında neler çıkıyor. Mal varlıkları, yaşam biçimleri, ahlaki değerler konusunda inanılmaz olaylarla karşılaşıyoruz. Kirliliklerin, olumsuzlukların kamuoyuna duyurulması görevini üstlenen insanların, bu kirlilikler içinde yer alması insanı ürkütüyor. Tuzun kokması gibi bir şey…
Küçük illerde, yerel basında da bu tür şeyler yaşanıyordur mutlaka. Ama, bizlerin en kirlisi bile, yine de o temiz bildiğimiz holdingci yazar-çizerlerin yanında daha ak kalıyor. Kirliliğin azı çoğu olmaz tabi.
Medyanın bu denli kirli olması, çirkinliklerin, olumsuzlukların, yolsuzlukların içinde olması; üstüne üstlük iktidara, patronlara yağcılıkla bezenmeleri, toplumda gelecek endişesini artırıyor. Kirliliklerle mücadele etmesi gereken kurumun, başkalarından daha kirli olması, Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisi bence. Medya temizlenmeden, hiçbir kurum temizlenmez. Bunun için de vatandaşa, okuyucuya, izleyiciye düşen en önemli görev; okudukları gazetelerin yöneticilerine, köşe yazarlarına; izledikleri televizyonların ilgilerine görüşlerini ve tepkilerini belirtmek; onlardan beklentilerini ve uğradıkları hayal kırıklığını iletmektir. Tepki olmadan, medyanın kendisine çeki düzen vermesi de mümkün değil çünkü.