- 817 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ŞEKER BAYRAMI VE PASKALYA KARIŞIRSA
“Sabah saat dokuza kadar amcama elini öpmeye gitmezsem, bir daha kabul etmiyor. Ona göre erken gel.”
“Sepet getireyim mi?” dedi Kaçuzin
“Yok oğlum!” dedim. “Bizim bayramlarda yumurta çörek vermezler. Para verirler, mendil verirler tamam mı?”
Kaçuzin’ler İstanbul da oturuyorlardı. Babasının işleri bozulduğundan memleketlerine geri dönmüşler. Bu ilk bayramları olduğundan adetleri pek bilmiyor. O yıl Paskalya ile Şeker Bayramı aynı güne rastladı. Türkler ve Ermeniler aynı gün kutluyoruz bu iki dini bayramı.
“Kaçuzin! Sabah sakın geç kalma. Agavni’yi de beraber getir. Ben de kardeşimi getireceğim.”
“Janet’i de alayım mı?”
Alma o küçük yürüyemez geç kalırız. Önce amcamın elini öpüp paramızı alalım, sonra diğer yerlere giderken onu da alırız.”
“Zo baban kızmaz değil mi?”
“Kızmaz. Neden kızsın ki? Aksine memnun olur.”
“İstanbul da biz hiç Türk bayramına gitmezdik. Onlar da bize gelmezdi.”
“Burada da herkes gitmez. Ama ben Paskalya da Noel’de gitmeyince sizinkiler kızıyor bana. ‘Hediyeni almaya neden gelmedin? Yoksam biz sana el öptürmeye mi gelseydik’ diyorlar.”
“Onların çocukları size geliyor mu?”
“Hem de erkenden. Annem hepsinin mendil ve paralarını hazırladı bile. En güzel ipek mendil Susan ablanın, en çok para da Nişan Ağabeyin.”
“Tamam, sabah görüşürüz. Hadi iyi akşamlar. Rüyanda beni gör e mi?”
“Seni ne yapayım, ben rüyamda görsem görsem Agavni’yi görürüm.”
“S... lan!”
Bayram sabahı babam erkenden kaldırıp camiye bayram namazına götürdü. Namazdan çıktığımızda Ayakkabıcı Hayri Ustanın özenle yaptığı açık kahve renkli, çift kösele ve bayram sabahı ilk defa giydiğim ayakkabılarımın çalındığını gördüm. Aradık, sorduk gören yok. Başladım ağlamaya.
Babam:
“Üzülme oğlum. Ben sana şimdi Zakar Beye dükkanını açtırır istediğin ayakkabıyı alırım. İhtiyacı olmasa çalar mı adam senin ayakkabını hem de bayram sabahı. Kim bilir ne kadar seviniyordur çocuğu. Helal olsun diyelim de güle güle giysin hayırımız olsun.”
Ben:
“Haram olsun, inşallah ayakları dolanırda düşer.”diyorum. Cami müezzininden aldığımız ödünç takunyalarla tıngır mıngır evin yolunu tutuyorum. Parke taş döşeli yollarda da ne çok ses çıkıyor. Bu arada Zakar Beyden rica edildi, dükkan açıldı ve bana bulunanların en iyisi alındı ama benim çalınan ayakkabılarım daha güzeldi.
Takunyalarla eve gelmenin utancı, yolda ayağıma bakan insanların alaylı gülüşleri bana çok etki etmiş olacak ki babam beni bir daha ne kadar zorlasa da bayram namazına götüremedi.
Eve geldiğimizde Kirkor ile Yekvart’ın beni beklediğini gördüm. Karşı mahallede oturuyorlardı ama erkenden gelmişlerdi.
“Haydi kimse gelmeden erkenden gidelim. Sizinkiler erkenden gidip ellerini öpmezsen para vermiyorlar.” dedi Kirkor.
“Ama ben Kaçuzin’i bekleyeceğim ona söz verdim.”
“S....... et o gavuru! Başkası ile gitsin...”
Yekvart alaylı bir dille:
“Yavru o güzel bacısı Agavni’yi de getirecektir. Senin de güzel bacın olsa...” sözünü tamamlamadı. Ailemin yanında söylendiğinden kızardığımı hissettim.
“Haydi gidiyoruz o zaman!” dedim ve fırladım dışarı.
Yolda Agavni’lerle karşılaşmayalım diye bir alt sokaktan gittik amcamlara.Amca ve yengemin ellerini öpüp tatlılarımızı yedikten sonra amcam bana üzerinde İsmet İnönü’nün resmi olan gümüş yüz kuruş, Kirkor ve Yekvart’ta gümüş elli kuruş, kardeşime yirmi beş kuruş verdi. Amcam harçlıklarımızı daima yaş durumlarımızı göz önünde tutarak verirdi. Her defasında kardeşim bu duruma kızar:
“Bir daha ellerini öpmeye gitmeyeceğim.” der ama yine giderdi.
Saat 11 olup da eve geldiğimizde, dayımların, Bilal, Kazım, Necip amcaların ve mahalledeki diğer büyüklerin ellerini öpmüş ceplerimiz para ve mendille dolmuştu. Hemen bayram yerine gidip paramızı harcayacağımız pek çok yer vardı ama, Ermeni arkadaşlar bekliyordu. Şimdi de onların evlerini dolaşacaktık.
-28-
Şu iki bayramın bir araya gelmesi bize göre ne kadar kötü ise; büyükler için de iki bayramlık elbise yerine bir bayramlıkla kurtardıkları için o kadar güzeldi.
Renkli sepetlerimizi aldık. Yolda aramıza Nişan, Toros, Arman, Kaçuzin ve kardeşi Agavni’de katıldı. El öpmeye Ohannes Amcalardan başladık. Her gittiğimiz evde boyanmış yumurta, cevizli-karanfilli çörek ve portakal ve limon kabuğu kokan kekler veriyorlardı. Sepetimize doldurup bir başka eve koşuyorduk. Gittiğimiz üç veya dördüncü evdi zannederim Zakar Amca evden ayrılırken beni elimden tutup:
“Sen biraz otur bakalım. Seninle konuşacaklarımız var biraz sohbet edelim. Noel de Paskalya da görüyoruz yüzünü.” dedi. Benimle beraber gelen diğer Ermeni arkadaşlara:
“Haydi siz beklemeyin gidin. O biraz daha oturacak.” dediğinde arkadaşlar itiraz ettiler.
“Biz beraber geldik, beraber gideriz. Biz arkadaşız, bırakın arkadaşımızı.” dediklerinde, Zakar Amca:
“S.......A...godumun gavur dölleri. S... lan. Bayram bayram günaha sokacaksınız beni. Agavni gel kızım sen.”
Arkadaşlar Agavni’yi bırakıp gittiler. Bize tekrar içeri alıp, mırmırık ikram ettiler. (Üzümden yapılan, boza kıvamında tatlı bir içecek) Yeniden güzel resimli yumurta verdiler. Zakar Amca:
Zo sen onlarla gitme. Tut elinden Agavni’nin beraber dolaşın. Sen has misafirsin. Hatırlı adamın oğlusun. Sana İstanbul’da boyattırıp getirdiğimiz resimli yumurtalardan veriyoruz. Bizim çocuklara kendi boyadıklarımızdan. Ama seninle gelince onlara da mecburen sana verdiklerimizden gidiyor. Bunu bildikleri için seninle geziyorlar. İstanbul yumurtası yetişmiyor. Topladıkları yumurtaları kimseye göstermeden getirip tekrar tekrar bize satıyorlar. Aramızda toplanıp karar aldık. Bu sefer senin gibi hatırlılarla geldiklerinde sizi tutup göndermeyecek durumu anlatacağız... Şimdi sen anladın Zo!...