- 743 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Nezarette geçen bir gün!
Birileri, şikâyette bulunduklarından, apar topar karakola gelmiştik.
Tanımadığım öğrenciler şikâyetlerini dile getirip, polise yazdırdılar, üçü birden rapor almak için hasta haneye koştular.
Bana polisler, bir şeyler sordular, bildiklerimi söyledim dinlediler, bir daktiloyla yazdılar.
Fakat ben ne yazdıklarını bilmiyorum, okuma fırsatını dahi vermeden, hemen imzalamamı söylediler, bende zorunlu olarak imzaladım.
Mahkeme saatine kadar, nezarete kalacağımı söyleyerek, bu gün kendilerinin misafiri olacağımı ve burada kalacağım mekân olan nezareti gösterdiler.
Demir kapıdan içeriye girerek, üzerime kapıyı killediler.
Nezaret denen yerde, acayip bir koku, her taraf pislik içinde, camları kırık, ayaz, rüzgâr, kar savruluyor, soğuk mu hat safhada.
Benden önce misafir olarak, üç tane çocuk yaşta hırsız yakalamışlar.
Yüzleri donuk, yere uzanmış yatıyorlar, sanki orada devamlı konuk, yer yok ki oturacak, alalım bir soluk, saatlerce dikildik durduk, tabii bu arada da haylice solduk.
Saat 23.45 i gösteriyordu, gelen giden çok, ama göstermiyorlar ki bilelim, soran hangi konuk.
Karnım acıkmıştı, polisler hışımla yiyorlardı, ikramda bulunmak ne demek, bir sokum azık, saatler geçmiyor, göz kapaklarım kapanıyor, aç ve susuz beklemekten olduk adeta bir kazık.
Saat 03.35 i gösteriyordu sesler geldi, göründü mırıldanan, göbeğinden gömleğinin çıktığını fark etmeyen, profili bozuk orta yaş bir polis.
Kapıyı açtı baktı, aniden copunu çıkartıp, hasret kalmış gibi, hırsızlara saldırdı.
Çocuk yaşlarda, çelimsiz perişan halleri vardı, on üç, on beş yaşlarında görünüyorlardı.
Hızını alamamış olmalı ki polis, yetmedi tekme, tokat neresine gelirse hiç acımadan vuruyor ve birde soluyordu.
Uykulu gözlerim, bir anda fal taşı gibi açıldı, hislerim donup kaldı, bir insan böyle mi dövülürmüş meğer şaşırdım, sarsıldım, donup kalakaldım ve sadece baktım.
Polis ihtiyacı olan sporu her halde yaptı ki, hıncını içesiye aldı, çocuklar kan revan içinde kaldı, polis yere düşen copunu eğildi aldı ve başını kaldırarak bana manalı bir şekilde baktı.
Adımlayarak yaklaştı, copunu havaya kaldırıp, iki eliyle kıvırdı, baktım ki niyeti bozuk üzerime indirmeden copu, kolumu kaldırıp haykırdım, sakın ha dedim.
Şaşırdı kaldı, gözlerime bakıyordu, devam ettim, benim hiç suçum olmadığı halde, bura da bulunuyor ve mahkemeyi bekliyorum dedim.
Suçlu olmadığım kesin, eğer vuracak olursan, sakın unutma, seni mutlaka bulurum.
Şayet seni bulamazsam bile, karını, çocuğunu bulurum, perişan ederim bunu hiç unutma dedim.
Polis gözlerime baktı ve deli misin, dangalak mısın başıma bela olma diyerek, arkasını dönüp kafasını salladı, nezaretten ayrıldı, kapıyı kilitleyip gözden kayboldu.
Sabah saat 10.30 olmuştu, kapı açıldı, dışarıya çıktık, dünya varmış diye içimden geçirdim, bir yudum su içtim.
“Dünya varmış yar, yokmuş bana ne” diye asla diyemezdim.
Bizleri, buradan sonra kim bilir, daha neler bekliyor kesinlikle bilemezdim.
Hayrın ve şerrin Allahtan olduğunu, çocukluğumuzdan itibaren söyleriz.
Fakat idrakimize nüfus etmediğinden, asla bir tefekküre dalmayız.
Her zerrenin ve kâinatın sahibinin kim olduğunu lisanen devamlı söyleriz,
Hatta bunu, çocuklarımıza ezberletiriz.
Ama bunun ne anlama geldiğini asla merak etmeyiz ve önemsemeyiz.
Önemli not:
Yazılan bu makale öncelikle bir ütopi değildir, tamamen birebir yaşanmıştır…
Bu yaşanan olay, asla tüm emniyet mensupları için genelleştirilemez…
Asker nasıl ki millet olarak bizim efradımız,
Genel zabıta olan polislerimiz de elbette farksızdır.
Bireyin hatası, kurumun yanlışı olmamalıdır.
Okurlarımın sitemi, inanın zatımı üzmüştür.
Asla onların o pak yüreklerini sızlatmak maksadıyla yazılmamıştır.
Ama bir hakikattir. Bu müessif olay 1978 yılların da yaşanmıştır.
Lütfen, konuyu sosyal bir vakıa olarak değerlendirin.
Elbette ki her birimizin yakını, asker veya polistir.
Ama realite unutulmamalıdır… Saygılarımla…
Mustafa CİLASUN