- 641 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SANA GELDİĞİM GÜN
Hiç böyle uyanmamıştım uykudan, hatta yataktan bile kalkmak istemiyordum. Belki yine uykuya dalar da gördüğüm rüyaya devam ederim diye. Bir süre sağa sola döndüm ama nafile. Uyandım, bir kez daha uyuyamazdım. Kalktım ve yüzümü yıkadıktan sonra, elbiselerimi giydim. Mutfaktan seslerin geldiğini duydum. Canım annem, yine sabah sabah tüm hamaratlığını göstermiş, sigara böreği bile kızartmış, ben seviyorum diye. Pembe yanaklarına doyumsuz bir öpücük kondurdum. Kahvaltı yapmaya başlamıştık beraberce. Sohbet ordan burdan derken yine kilitlendik, biraz suskunluktan sonra yine kaçamak bakışlar ve yaşlı gözler. Biliyorum, canım annem kıyamıyordu bana, benim ağlamama, üzülmeme.
Yerimden kalktım. Gidip boynuna sarıldım ağlamaklı ve titrek bir sesle,
--- Geçecek annem, bir gün olacak belki geçecek ama şimdi değil. Sen sıkma canını dedim.
Kelimelerim daha bitmemişti ki annem kollarıma sarılıp,
--- İnşallah oğlum, inşallah dedi. İkimizde başladık ağlamaya, bir süre sonra ikimizde sakinleşmiştik. Zorda olsa son lokmalarımızı yemiş, son keyif çayımızı yudumluyorduk.
--- Kıyafetlerini ütüledim oğlum. Giyinecek misin? Yoksa gelince mi giyersin? Dedi.
--- Bugün bir değişiklik yapıp, berberden sonra hamama gideceğim. Gelince giyerim annem dedim.
Güzel bir bahar sabahıydı. Güneş’in güzelliği bir başka, içim kan ağlasa da insanların gülen yüzlerine asık suratla karşılık vermek, verilen selamları almamak olmazdı. Bugüne kadar beni hiç kimse asık suratla görmemişti. Yapım gereği hiç bir şeyi kafasına takmayan, elindekilerle yetinmesini ve şükretmesini bilen, fani dünya için kendini fazla yıpratmayan biriydim. Yaratılanı severim, yaratandan ötürü ilkesiyle yaşamış ve kimseyi inciltmemiştim. Selam Allah’ ın selamı almamak zaten olmazdı. Hatırımı soranlara cevap vermemek, eskiden olduğu gibi top oynayan çocukların kısa süre olsa da aralarına katılmamak, onlarla biraz olsun terlememek olmazdı. Dünyanın en güzel ve en değerli varlıkları çocuklar. Mahallemizin haşarı çocukları, başta Habibe Nine’ nin torunları Erol ve Erkan, kahveci Turan abinin ufak oğlu Tarık, boyacı Halit abinin oğlu Hasan, köfteci Fikret abinin oğlu Cemil daha hangi birini sayayım. Beni gördükleri an başlarlar topu etrafımda gezdirmeye, hele Pazar günleri birde mahalle maçları varsa, onları bir gün öncesinden bir telaş alırdı. Akşam eve gelirler, yarın maçımız var sakın bir yere gitme, diye diller dökerlerdi. Beraber yaptığımız o kısacık maçlarda yediğim tekmelerin haddi hesabı yoktu. Ama onlarla olmak bana ayrı bir mutluluk veriyordu. Kimbilir belki kardeşim olmadığındandı. Güzel havalarda sabahın erken saatlerinde kendini kapı önüne atan, ihtiyacının haricinde evine girmeyen Habibe Nine’nin elini ve yanaklarını öpmeden geçmek olmazdı. Mahallemizin en yaşlısı idi, Habibe Nine. Gülünce gözlerinin içi güler, yanakları hafiften şişerdi. Onun o görüntüsüne bayılırdım. Dayanamaz hemen o yanaklarından öperdim. Benden başkasına da öptürmezdi, yani yabancı olarak. Benim onu sevdiğim kadar, onun da beni sevdiğini bilirdim. Hayli geçkin yaşına rağmen, çalışmayana Allah rızık vermez diyerek, hala ayakkabı tamirciliği yapan Hacı Mahmut Amca’ nın elini öpüp, o beyaz sakalına yüz sürmemek, duasını almamak olmazdı. Annem ve babamdan daha çok, dini bilgileri ondan aldım diyebilirim. Zamanında çok okumuş ve bir çok hocalardan hadisler dinlemiş. Anlattıklarını sağlam kaynaklara dayandırarak anlatırdı. Sakalını her yüzüme sürüşünde,
--- İnşallah sende böyle beyaz sakalların çıkana kadar hayırlarla, uzun yıllar yaşarsın. Diye dua ederdi. Onu öz dedem kadar severdim. Babamın ölümünden sonra, bize yakın alaka göstermişti. Babamın emekli maaşı bağlanana kadar, tamircilikle kazandığıyla bir çok kez maddi yardımlarda da bulunmuştu. Tam yirmi sekiz yıldır aynı mahallede oturuyorduk. Kendimi bildim bileli tanırdım kendisini ve tarifsiz severdim. Bana özellikle sabrı öğreten o idi. Ama aradan dört yıl geçmesine rağmen, sana olan sabrıma çare bulamamıştı...
Çok sıklıkla yaptığım bu davranışlarımı bırakmak, yapmamak ayıp olmazmıydı.
Sen beni böyle tanımamıştın ki ...
Mahallemize ilk taşındığınız gün geldi de aklıma, yine deli gibi gülmeye başladım. O gün sizi seyreden herkes çok gülmüştü. Çarşafa sarılı bir yorganı vermişti de baban, sen de taşıyamamış, yorganla beraber yere düşmüştün. Baban da sana,
--- Ulan o kadar çalışıp kazanıp getiriyoruz, hazır lokmayı yemiyorsun. Bir rüzgarlık işin var. Zayıflıktan bir gün uçup gideceksin. Bir yorganı taşıyamıyorsun demişti.
Sen de şöyle bir etrafını süzdükten sonra yüzün kıpkırmızı olmuş, utanarak evinize kaçmıştın.
Evet o zamanlar çok zayıftın. Biliyor musun? Annemin pişiripte size gönderdiği ilk yemeğin hepsini sen yersinde, biraz kilo alırsın diye de dua etmiştim. Okulda iken simitin ve gazozun çoğunu sana verirdim ya, hep sen kilo alasın diye. Her sorduğunda da sana yalan söylerdim. Benim karnım pek aç değil diye. Nedense babanın söyledikleri bana çok dokunmuştu o zamanlar. Bir de okul dönüşlerinde bizim evin önünden geçerken seni, pencerenin perdesinin arkasına saklanıpta, su tabancasıyla ıslatışlarım aklıma geldi. Çok güzel bir çocukluk yaşamıştık seninle. Beni en çok askerden dönüşümde şaşırtmıştın. İtiraf etmeliyim ki, ilk önce tanıyamamıştım. Kim bu kız? Acaba mahalleye yeni mi taşındı? Diye kendi kendime sormuştum. Askerde iken seni anneme hep sorardım. İyi olduğunu, serpilip güzelleştiğini söylerdi. Ama bu kadarını beklemiyordum. İşte o zaman bambaşka gözlerle bakmaya başlamış, hatta sana resmen aşık olmuştum. Tabi beni en çok mutlu eden, bu duygularımın karşılıklı olmasıydı. Hele yanımızdaki eve taşındığınız da dünyalar benim olmuştu. Gece yatağa yattığımda, sizden gelen sesleri duyardım. Ayak sesinden sen olduğunu hemen anlardım. Baban ve annen çok ağır adımlarla yürürlerdi.
Senin adımların farklıydı...
Senin adımlarını taklit ederek, berber Hayri Amca’ nın dükkanına gelmiştim.
--- Selamün Aleyküm Hayri Amca. Nasılsın? İyi misin? Dedim.
--- Aleyküm Selam oğlum. Sağol hamdolsun iyiyim. Sen nasılsın?
--- Ben de iyiyim Hayri Amca sağol.
--- Her zaman ki gibi mi evlat? Diye sordu. Ben de
--- Evet Hayri Amca, aynen öyle dedim.
--- Tamam o zaman hadi geç koltuğa, tıraştan önce birer çay içelim mi? Ne dersin? Dedi.
--- Ben içmeyeceğim. Şimdi kahvaltıdan kalktım geliyorum. Sen içeceksen beklerim.Dedim.
--- Olur mu? Oğlum madem öyle seni bekletmek olmaz, başlayalım o zaman dedi. Hayri Amca, bugün beni farklı tıraş ediyordu sanki. O kadar çok özen gösteriyordu ki anlatamam. Biraz şaşırmıştım. Ama sokağın diğer girişinde yeni açılan kuaför salonu aklıma gelince, hafif içimden gülümsemiştim. Kendi kendime müşterileri kaybetmemek için bu kadar özen gösteriyor diye düşündüm. Bu zamanda berber mi kaldı? Kuaför salonları açıldıkça eskiler pek iş yapamaz hale gelmişlerdi. Tıraşım bitmişti. Parasını verdim ve elini öperek dükkandan çıktım. İki mahalle ilerde eski dönemlerden kalma Paşa Hamamı vardı. Bu gün nedense, tertemiz olmak istiyordum. İşim bittikten sonra, eve döndüm ve temiz, ütülenmiş elbiselerimi giydim. Evden çıkarken anneme öyle bir sarıldım. Onu öyle bir öpüp, kokladım ki anlatamam. Hiç böyle çıkmamıştım evden. Annem,
--- Ne oldu oğlum? Bu nasıl sarılıp öpmek? Sanki... Dedi kaldı. Sözünü kesip,
--- Seni çok seviyorum anam. Ne kadar öpsem doyamıyorum sana. Dedim.
Aslında bir tuhaflık olduğunu bende hissediyor ama bir anlam veremiyordum. Vakit gittikçe yaklaşıyordu. Bugün yine konusu aşk olan bir film seçmiştim. Arkadaşım Gürkan’ da izlemiş bana tavsiye etmişti. Sinema salonuna geldiğimde, filmin başlamasına beş dakika vardı. Hatırlar mısın? Her hafta, hiç aksatmadan, aynı sinema ve aynı on iki matinesine giderdik. Yolda meydana gelen kazadan dolayı, ilk defa geç kalıyordum. Heyecanla, yine her zaman ki gibi iki bilet almak istiyordum. Ama bizim oturduğumuz koltukların biletlerini, bugün geç kaldığımdan, alabileceğimi hiç ümit etmemiştim. Gişeciden üzgün bir halde, iki bilet istedim. Gişeci yüzüme gülümseyerek, önünde duran bilet destesinden değilde, çekmecesini açıp, bana iki bilet uzattığında şaşırmış ve bir anlam verememiştim. Biletlere baktığımda, bizim beraberce oturduğumuz koltuklara ait olduğunu görünce gözlerime inanamadım. Bu nasıl olur? Diye düşünerek yüzüne baktığımda, yine gülümseyerek şöyle dedi.
--- Geleceğini biliyordum...
İçim içime sığmıyordu.Bir tuhaf olmuştum. Sevinçten gişecinin elini sıkmış ve teşekkür etmiştim. Koşarak salona girdim. Gerçekten de koltuklarımız boştu. Koltuğuma oturdum ve yanımda yine tüm güzelliğinle özdeşleşen, üzerine kırmızı bir elbise giymiş gibi dimdik duran bir buket gül ile bezenmiş sen...
Film gerçekten çok muhteşemdi. Bazı bölümlerinde gözlerim dolmuş, ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Çünki;
Kimse bilmezdi, bende ki seni, kimse bilmez di, bende ki özlemi...
Ama hiç bir şey umrumda değildi. Ben seni yaşayarak izlemeye devam ediyordum. Sonunda film bitmişti. Sinemadan çıkmadan önce yüzümü yıkamak istedim. Aynaya baktığımda gözlerimin hafif kanlanmış olduğunu gördüm. Fakat umrumda değildi. Gişecinin önünden geçerken, başımla selam verdim. O da gülümseyerek ,
--- Unutma biletin her zaman hazır bekliyor. Dedi. Ben senin için akıttığım göz yaşlarının mutluluğunu yaşayarak, sinemadan çıktım. Koşarak karşı pasajın içine daldım. Diğer kapısından çıkıp, yaklaşık elli metre ilerdeki otobüs durağına geldim. Zaman çok çabuk geçiyordu.Yine, yüz otuz dört numaralı otobüsle, Aşıklar Gölü’ nün etrafını dolanarak, Güzeltepe’ ye geldim. Süleyman Amca kapıda bekliyordu. Beni görünce gülerek, oturduğu sandalyeden kalktı. Yanına gelip, selam verdikten sonra, ellerinden öptüm. Halini, hatırını sordum. Bugün bir demet çiçekte, Süleyman Amca hazırlamış sana. Rengarenk. Her birini özenle ayaklarına serdim. Benim getirdiklerimin de yine yarısını sağına, diğer yarısını da soluna serdim, süs yaptım. Evet birtanem, karanlık basmak üzere ve annem her zaman ki gibi merak etmiştir. Sana bir sır vereyim mi? Bugün kendimi çok farklı hissettim. Bu sabahtan itibaren herkesin bana karşı davranışı çok farklı idi. İnsanların yanından ayrılırken, sanki veda eder gibi, sanki onları bir daha hiç göremeyecekmişim gibi bir his kaplamıştı içimi, bilmem nedendir. Neyse, bir tanem ben gidiyorum. Sana geldiğim bu günüm de işte böyle geçti.
Haftaya görüşmek üzere. Sahi unutmadan ...
--- Doğum günün kutlu olsun ...
İçimde yine hüzün ve gözümde bitmeyen yaşlar. Bir günüm daha böyle seninle dolu dolu geçmişti. Eve dönüşte, otobüste giderken bir uyku bastırdı aniden. Göz kapaklarıma fazla direnemiyordum. Uykuda, bu sabah gördüğüm rüya devam ediyordu. Bahar ayında çiçek açan ağaçların arasında, küçük bir orman gibi, ortasında büyük bir ev var. Sen beyaz bir elbise giymişsin. Evin giriş kapısında bekliyorsun.. Sen bana, ben de sana el uzatıp, dokunmaya çalışıyorduk. İşte sana kavuşuyorum derken, acı bir fren sesi, ortalık bir anda insan seli oldu. Herkes bir yerlere koşuşturuyor. Evimizin önü neden bu kadar kalabalık, insanlar neden ağlıyor... Annem,
Annem neden böyle hıçkıra hıçkıra ağlıyor...
Yoksa ...
Yusuf Tırpan
28 – 01 – 2007
03:18