SÖZDE SEVGİ...
“Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu
Birinciliği beyaza verdiler.”
Özdemir Asaf’ın bu kısacık şiiri dolanıp duruyor bugünlerde beynimin kıvrımlarında…Ve beni kelimeler dünyasına götürüyor; kendimce bir uyarlama yapıyorum:
Bütün kelimeler aynı hızla kirleniyordu,
Birinciliği “sevgi”ye verdiler…
Bu güzelim kelimenin nasıl kirlendiğini, içinin nasıl boşaltıldığını düşünüyorum…
Ucuz şöhretlerin, buğulu bakışlarla, yarım ağızla söylediği sözler çınlıyor kulaklarımda: Canlarım benim, sizleri çok seviyorum…
Hayvanları çok seviyorum diyen bir bayanın, kendi mutsuzluğunun intikamını alırcasına zavallı köpeğini nasıl şekilden şekle soktuğu geliyor gözümün önüne… Tüylerini yol yol kırptığı, kulaklarına kurdeleler taktığı, cicili bicili giysiler giydirdiği… Hayvanı kendi doğasından uzaklaştırıp nasıl insanlaştırdığı…
DJ’lerin, VJ’lerin “Sevgi” kelimesini nasıl sakız ettikleri,
Yeşili seviyorum diyenlerin, saksıdaki çiçeği susuz bıraktıkları,
İşimi seviyorum diyenlerin, kaytarmak için fırsat kolladıkları,
Çocukları seviyorum diyenlerin, nasıl onları görmezden geldikleri,
Ülkemi, ulusumu seviyorum diyenlerin, rant ve çıkar peşinde koştukları,
İnsanları seviyorum diyenlerin, bencillik ve kıskançlık denizinde yüzdükleri geçiyor aklımdan birer birer…
Ve bir de bir soru geçiyor aklımdan sevgi konusunda…Cevabını şu kısacık halk öyküsünde buluyorum:
“Sevginin yalnızca sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?” diye sorarlar bir bilgeye…
Bilge, büyük bir sofra hazırlar ve sevgiyi dillerinden eksik etmemelerine karşın, onu günlük yaşamlarında hiç kimseye göstermeyen kişileri yemeğe çağırır…Sofrada herkes yerini aldıktan sonra, önlerine birer tas sıcak çorba, sonra da sapları bir metre uzunluğunda özel kaşıklar koyar ve bu kaşıkları nasıl tutmaları gerektiğini de söyler: “Herkes kaşığının ucundan tutmak zorundadır… Konuklar, uçlarından tuttukları bir metre uzunluğundaki kaşıkları güçlükle taslarına daldırırlar, fakat kaşıklarına çorba doldurup, ağızlarına götüremezler…
Yemekten kalktıklarında, karınlarını doyuramadıkları gibi, kaşıklarından dökülen çorbalarla da sofranın üstünü kirletmişlerdir…
Bilge, ertesi gün ikinci bir yemek daveti verir… Bu kez, sevgiyi gerçekten bilen ve her gün sevgiyle yaşayan kişileri çağırır… Yüzleri aydınlık, gözleri sevgiyle gülümseyen kişilerdir bunlar… Sofrada yerlerini aldıktan sonra, Bilge, onların da önüne birer tas sıcak çorba ve sapları bir metre uzunluğunda kaşıklar koyar… Kaşıkları, saplarının ucundan tutmaları gerektiği uyarısını yaptıktan sonra, “Buyurun, afiyet olsun!” der…
Sofradaki herkes, önündeki kaşığı, sapının ucundan tutar ve karşısındaki kişinin tasına daldırıp, kaşığına aldığı çorbayı, yine karşısındaki kişinin ağzına uzatır… Herkesin karnı bir güzel doyar…Yemekten kalktıklarında da, sofranın üzerinde, dökülmüş tek damla çorba yoktur…
…………………..
Sevginin yalnızca sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır? Sorusunu soranlara bu uygulamayla yanıt veren bilge, bir de öğütte bulunur:
“İşte” der, “Kim ki yaşam sofrasında yalnızca kendini görür ve yalnızca kendini doyurmayı düşünürse, o kişi aç kalacağını da bilmelidir. Ve kim ki başkalarını da düşünür ve onları da doyurmaya çalışırsa, bir başka kişi tarafından o da kesinlikle doyurulacaktır. Çünkü yaşam denilen bu pazarda, alan değil, veren kazançlıdır her zaman…”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.