5
Yorum
29
Beğeni
5,0
Puan
381
Okunma
Sessiz rüzgârların ardından, hayatı anlamak...
Genç adam, Şehrin taş sokaklarında yürürken, geçmişin ayak seslerini duyuyordu.
Her taş, bir duvar, her çiçekli pencere bir gökyüzüydü sanki..
hepsi bir zamanlar orada kalan bir hikâyenin izini taşıyordu.
Elinde eski bir defter vardı, sayfaları sararmış, kenarları yıpranmış.
İçindeki satırlar, yarım kalan bir aşkın sessiz şahitleriydi sanki.
Bir zamanlar burada, onunla birlikteyken dünya daha sade, daha anlamlıydı.
Denizin koyu lacivertiyle gökyüzünün mavisi birbirine karışırken,
suskunlukları bile konuşur olmuştu. Şimdi ise sadece rüzgâr konuşuyordu,
O da her kelimesiyle geçmişi fısıldıyordu.
Uzaklara baktı, bir tekne geçiyordu ağır ağır.
İçinden geçenleri anlamış gibi durdu bir an, sonra yavaşça yoluna devam etti.
Genç adam, defteri açtı, rastgele bir sayfasında:
"Zaman, unuttukça değil, alıştıkça acıtır." yazıyordu. Gülümsedi.
Bu cümleyi birlikte yazmışlardı, bir gün batımı, kahkahalarının yankılandığı bir anda.
Tam o sırada, bir çocuk yaklaştı yanına.
Elinde deniz kabuğundan yapılmış bir kolye vardı.
Sessizce uzattı. “Sana vermek istedim,” dedi ve koşarak uzaklaştı.
Genç adam, şaşkınlıkla kabuğa baktı, içinde küçük bir not:
“Kaybolduğunu sandığın her şey, aslında seni bulmak için yoldadır.” yazıyordu.
Ve nedenini bilemediği, içini bir sıcaklık kapladı.
Belki de bazı yolculuklar, sona varmak için değil, yeniden başlamak için vardı.
Ve belki de en kırık parçalar, en güzel ışığı yansıtırdı...
Genç adam, kolyeyi avucunda sımsıkı tutarken, gözlerini denizden ayırmıyordu.
Dalgalar kıyıya vurdukça, sanki kalbinin kıyısına da eski bir ezgi çarpıyordu.
Geçmişi silmeye çalışmıyordu artık; onunla barışmanın zamanı gelmişti.
Çünkü bazı yaralar, kapanmaz; sadece zamanla konuşmayı bırakırdı.
Şehre akşamın serinliği çökerken, gökyüzü kızıl ve mor arasında bir perdeye bürünmüştü.
O perde, anılarla sahneyi yeniden kuruyor gibiydi.
Genç adam, usulca ayağa kalktı.
Ayakları onu nereye götürüyorsa, oraya yürümeye başladı.
Belki de ilk kez, bir yönü olmadan yürüyordu ve bu, onu özgürleştiriyordu sanki.
Yolun kıyısında, yıkık bir taş duvarın üzerine oturdu.
Hemen arkasında bir zeytin ağacı vardı, gövdesi yılların suskunluğuyla bükülmüş.
Dallarından biri yere doğru uzanmış, sanki bir şey anlatmak ister gibiydi.
Genç adam, o dala dokundu. Sonra başını göğe kaldırdı ve içinden sessizce fısıldadı:
“Sen gittiğinden beri, ben kendime dönmeye çalışıyorum.”
Tam o an, bir serçe kondu dalın ucuna.
Küçücük kalbiyle büyük bir melodiyi taşıyordu sanki.
Ve Genç adam anladı;
Kimi gidişler, bizi kendimize getirir.
Kimi kayıplar, kalbimize düşen bir şiirdir aslında.
Ve bazen, en büyük yolculuk, sonu belli olmadan yapılan yolculuktur..
Bu yol uzaktır,
menzili çoktur,
geçidi yoktur,
derin sular var. diyen Yunus gibi...
bir derviş edasıyla yolları katetmeye devam ediyordu..
...andelip...
5.0
100% (8)