Aşk cennetin dilinden bize kalan yegane hatıradır. -- bulor
Mehmet Aluc-Kul Mehmet-
Mehmet Aluc-Kul Mehmet-
@mehmet-aluc-kul-mehmet

Çanakkale de Umuda Dair Son Diye Bir Şey Yoktu

19 Mart 2025 Çarşamba
Yorum

Çanakkale de Umuda Dair Son Diye Bir Şey Yoktu

0

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

61

Okunma

Çanakkale de Umuda Dair Son Diye Bir Şey Yoktu

Çanakkale de Umuda Dair Son Diye Bir Şey Yoktu

Çanakkale de Umuda Dair Son Diye Bir Şey Yoktu

Karargâhın içi hüzünle karışık bir heyecanla doluydu. Yırtılmaya yüz tutmuş çadırların arasından sızan soğuk, askerlerin nasır tutmuş ellerinde sıktıkları tüfeklere kadar işliyordu. Çoğu yirmisinde bile değildi; yüzlerinde daha bıyıkları bile doğru düzgün çıkmamıştı. Ama gözleri... O gözler bir ömrün ağırlığını taşır gibiydi. Bekledikleri yarındı; ötesi yoktu. Çünkü hepsi, bu yarının bambaşka bir gün olduğunu, dönecek bir gün olmadığını biliyordu.

Seyit Onbaşı, diğerlerinden biraz önde oturuyordu. Sırtı eğilmiş, tüfeğini temizliyordu. Başını kaldırıp bakınca, genç Mehmet’i gördü. Mehmet titriyordu, ama soğuktan değil; korkudan. Seyit bunu anlamıştı. Kendi gençliğini gördü Mehmet’in ürkek bakışların da.“Mehmet,” dedi, gür sesiyle ama bir baba şefkatiyle. “Korkuyor musun?” Mehmet’in gözleri, başını eğip doğrulamadan dudaklarının arasından bir cevap çıktı: “Hayır Onbaşı...” Seyit gülümsedi. Sert elleriyle Mehmet’in omzuna dokundu. “Korkmayan asker, ya deli olur ya taş. Korku, bize Allah’ın hediyesidir evlat. Ama bil ki korkuyu aşmak cesarettir. O yüzden korkman, cesur olduğun anlamına gelir.”

Bu sözler, Mehmet’in gözlerinde bir parıltı iman aşkıyla ateşini yaktı. Sadece Mehmet’in mi? Karargâhtaki herkes Seyit Onbaşı’nın sözlerini dinliyordu. Onun gibi bir askere sahip oldukları için gurur duyuyorlardı. Sabah olduğunda düşman gemilerinin gölgeleri, sulara derin bir karaltı düşürmüştü. Seyit Onbaşı’nın en sondan önceki mermisi henüz sırtındaydı. Hayatından en sondaki toptan ağır olmayan bu top mermisini kaldırırken sırtındaki her kas bağırıyordu, ama o susuyordu. Ta ki, mermiyi topa yerleştirip namluya döndürene kadardı.
“Sonsuzluğa bir selam olsun!” dedi Seyit, dişlerini sıkarken. Ve topu ateşledi.
Düşmanın devasa zırhlısı, okyanusta, sarsıldı. Seyit ve Mehmet, patlamanın yankısı içinde birbirlerine baktılar. Mehmet gülümsüyordu. Sıcak bir gülümsemeydi; umudun, birlikteliğin ve fedakârlığın sıcaklığı. O gün Çanakkale’de sadece bir gemi değil, bir milletin yüreği de ayakta kalmıştı. Seyit ve Mehmet gibi askerlerin hikâyeleri, gelecek nesillere birer umut ışığı olarak kalacaktı. Çünkü onların savaştığı yer, yalnızca düşmanla değil, korkuyla, umutla ve gelecekle savaştıkları bir yerdi. Patlama sesleri göğü delip geçmişti. Okyanusun sarsılan gövdesi ufka doğru çekilirken Seyit Onbaşı, zaferle karışık bir mahcubiyet içinde namluya yaslandı. Çünkü o top mermisini kaldırdığı ellerde, milletin kaderini taşıdığını biliyordu. Mehmet yanı başında heyecanla nefes alıp veriyordu. Çocukça ama gurur dolu bir sesle, "Başardık!" diye bağırdı.
Karargâha dönüp sırtlarını yere verdiklerinde kısa bir sessizlik çöktü. Bu sessizlik, patlayan topların gürültüsünden daha ağır geliyordu. Bir süre sonra Mehmet, Seyit’e dönüp usulca sordu:
“Onbaşı, biz şimdi kazandık mı?”

Seyit, derin bir nefes aldı. “Mehmet,” dedi, yüzüne yaşanmışlıkla dolu bir tebessüm yerleşirken, “Biz bu sabah kazandık. Ama zafer dediğin, her yeni sabah yeniden kazanılır.”
Mehmet bu sözlerin derinliğini anlamaya çalışırken, bir başka asker karargâha girip onları selamladı. “Onbaşı, düşman çekiliyor, ama geri dönecekler,” dedi endişeyle. Seyit’in yüzü hiç değişmedi. O zaten bunu biliyordu. Yüzünü askerlere döndü ve onların gözlerine baktı.
“Yarının sabahı yine burada olacağız. Herkesin bir savaşı var; kimi yüreğinde, kimi tüfeğinde. Bizimki de burada, Çanakkale’de. Ne zaman ki bu topraklardan düşmanı kovarız, işte o zaman rahat uyuyacağız.”
Askerler, kararlılıkla başlarını salladılar. Seyit, ayağa kalktı ve tüfeğini omzuna astı. Diğer askerler de kalktı, sessizce komut bekliyorlardı. Çünkü biliyorlardı: Zafer, yalnızca savaşarak değil, sabrederek ve inançla kazanılırdı. Gecenin yıldızları, bozkırın üstüne serpilmiş gibiydi. Seyit, gökyüzüne baktı ve içinden sessiz bir dua etti. Bu savaşı kazanmaya adanmış bir milletin duaları dağ gibi sırtındaydı. Onu taşıyan şey yalnızca fiziksel kuvvet değil, bu duaların verdiği manevi güçtü. Sabahın ilk ışıkları, karargâhın derme çatma tahtalarını aydınlatmaya başladığında askerler yine yerlerindeydi. Seyit Onbaşı, mermisini taşıyacak omuzlarında milletin inancını hissediyordu. Ve bilerek ilerliyordu: Bugün yine yarındı. Ötesi, milletin kanında ve ruhunda yazılıydı.

Gün aydınlanmaya başladığında, denizin sesi karargâhın dört bir yanını doldurdu. Bu, düşmanın tekrar yaklaşmakta olduğunun habercisiydi. Seyit Onbaşı, çadırın dışına çıktı ve ufka baktı. Bir an için denizin sakinliğinde kayboldu; ama biliyordu ki bu sessizlik, fırtınanın tam öncesiydi. Askerler sırayla hazırlıklarını tamamlıyordu. Mehmet, Seyit’in yanına yaklaştı. Henüz toy bir askerin heyecanıyla sordu: “Onbaşım, bu ağır olan top mermisini kaldırabilir misin? Bu diğerinden daha da ağırdır.” Seyit, Mehmet’e döndü ve yüzünde derin bir anlam taşıyan bir gülümsemeyle cevap verdi: “O mermiyi omzumda taşımamı sağlayan, sadece kaslarım değildi. O gün milletimin duası ve inancı omuzlarımdaydı. Bugün gerekirse yine kaldırırım; çünkü biliyorum ki, yalnız değiliz.”
Bu sözler, etraftaki tüm askerlere umut verdi. Bir milletin yükünü taşımanın sadece fiziksel bir güç olmadığını anladılar. Bu duygu, her birine birer kahraman olduklarını hatırlattı. Savaşın başlamasıyla top sesleri yeniden duyuldu. Seyit Onbaşı, bu kez genç Mehmet ile birlikte top başındaydı. Düşmanın ateşi gittikçe daha da şiddetleniyordu. Seyit’in gözleri, uzaklardaki düşman gemilerine odaklanmıştı. Mehmet, Seyit’in gözlerindeki kararlılığı görünce içinden “Biz kazanırız inşallah” dedi. Yeniden o dev bir mermi Seyit “ya Allah Bismillah” diyerek omuzlarına yükledi. Her bir adımı, yerden yankılanan bir titreşim gibiydi. Mehmet, Seyit’in yanında topu hazırlıyordu. Sonunda mermi namluya yerleşti yiğitler yiğidi serdarı Seyit Onbaşı.

“Hazır mısın Mehmet?” diye sordu Seyit. Mehmet bir an duraksadı, ama sonra başını hızlıca salladı. Seyit gür sesiyle emir verdi: “Ateş!” Patlayan top, Çanakkale’nin kaderini o an yazdı. Düşmanın en ön cephesindeki zırhlı gemilerden biri ağır yara aldı ve geri çekilmeye başladı. Karargâhtaki askerlerin sevinç dolu naraları, patlamaların arasında yankılandı. Ama Seyit’in yüzünde yine o sakin ama derin ifade vardı. Mehmet, heyecanla Seyit’e sarıldı: “Başardık Onbaşı, yine başardık!” Seyit, genç askerin başını okşadı ve hafifçe gülümsedi: “Evet Mehmet, bugün de başardık. Ama unutma, bu topraklar bizden sadece cesaret değil, sabır da ister. Her gün yeniden başarmamız gerek.”
Ufukta düşman çekiliyor gibi görünüyordu, ama Seyit Onbaşı’nın dediği gibi, her sabah yeniden yazılması gereken bir mücadele vardı. O mücadele, yalnızca o gün Çanakkale’de değil, milletin yüreğinde devam ediyordu, vesselam.

Mehmet Aluç

Paylaş
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Çanakkale de umuda dair son diye bir şey yoktu Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Çanakkale de umuda dair son diye bir şey yoktu yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Çanakkale de Umuda Dair Son Diye Bir Şey Yoktu yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.