Seninle konuşmak istiyorum. fakat önce buraya, benim yanıma gel! bu boş yer, benimkini sağlamlaştıracak olan sahibini bekliyor. helena (faust)
Erdoğan Ateşin
Erdoğan Ateşin
@erdoganatesin

BİLİM VE DİN FELSEFESİ

3 Şubat 2025 Pazartesi
Yorum

BİLİM VE DİN FELSEFESİ

( 1 kişi )

9

Yorum

4

Beğeni

5,0

Puan

346

Okunma

Okuduğunuz yazı 3.2.2025 tarihinde günün yazısı olarak seçilmiştir.

BİLİM VE DİN FELSEFESİ



Marx ve Marksizm üzerinden dini yumuşatarak anlatmak, dinin afyon olduğu gerçeğini, onun toplumsal alanı kamplara bölen, zıddını- karşıtını yaratan ve toplumsal alanı karşı karşıya getiren niteliğini gizleyemez. Toplum ne zamanki sınıflara bölündü, din, sınıflı toplumların ekonomik mülkiyet ilişkisine dönüşerek, Egemen’in elinde ekonomik bir silaha, sonrasında toplumları kontrol eden güçlü bir ilizyon olarak toplumsal alanın da ciddi sorunu olmuştur...Din insanı yaratmadı, insan dini yarattı.

Dine karşı mücadeleyi direk ve en doğrudan dine yöneltmek, sorunu çözmekten öte, dini daha meşrulaştıran sonuçlar doğurmuş. Aslolan onu meşrulaştıran maddi gerçekliği, yani üretim ilişkilerini temelinden değiştirmektir. Altyapıyı temelinden bütün sebep ve sonuçlarıyla birlikte değiştirmeden, salt üstyapı kurumu olan din üzerinde yapıcı bir değişiklik yapmanın koşulları yoktur. Din olgusu insanın kendisine yabancılaşmanın en güçlü biçimidir.

Nasıl ki insan üreterek öz emeğiyle kapitalist için artı değer yaratıyor ve kendisinin sömürüsüne emeğiyle yol açarak kendisine ve emeğine yabacılaşıyorsa, dinde kendisine yabancılaşan insanın dünyasını kuşatarak, kendisinin yarattığı bu ilizyona kendisi de inanarak, kendine yabancılaşmıştır...

Din ve bu ilizyonun, insanın çaresizliğinin ve bilgi yetersizliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkması ve o binlerce yıllık bir tabuya dönüşmesi, küçük bir takım reformlarla çözülebilecek, laik - anti laik bir eksende tartışılarak çözülmesi olanaksızdır. Din, uzun erimli güçlü devrimlerle ve bütün ekonomik zeminleriyle ortadan kaldırıldıkça anlamını yitirir...Laik, anti laik tartışması devlet içi, sistem içi bir tartışmadır ve dine meşruiyet kazandırmak amaçlıdır, ve temelini ekonomik çıkar ilişkileri belirler…Marx, Hegel’in Hukuk ve Felsefesi’nin Eleştirisine Katkı Çalışmasında dine ilişkin şu önemli saptamalarda bulunur.

Din dışı eleştirinin (esası) şudur: İnsan dini inşa eder, din insanı değil. Başka bir deyişle din henüz kendini bulamamış veya zaten kendini tekrar kaybetmiş insanın öz bilinci, öz hissiyatıdır. Fakat insan dünyanın dışında ikamet eden soyut bir varlık değildir. İnsan insanın dünyası, devleti toplumdur. Bu devlet, bu toplum, dini bu tersine dönmüş bilinçliliği üretir, çünkü bu tersine dönmüş bir dünyadır. Din bu dünyanın genel teorisidir, onun ansiklopedik bir özeti, popüler bir form içindeki mantığı, onun ruhsal onur meselesi, coşkusu, onun manevi müeyyidesi, ciddi tamamlanışı, teselli ve başkalaştırımı için evrensel bir zemindir. İnsanın özünün fantastik gerçekleştirimidir, çünkü insanın özü hakiki bir gerçeğe sahip değildir. Bu yüzden dine karşı olan bu savaş dolaylı olarak öteki dünyayla olan savaştır-dinin ruhsal bir korku kattığı dünyaya karşı. Dinsel ızdırap aynı zamanda gerçek (reel) ızdırabın bir ifadesi, gerçek ızdıraba karşı bir protestodur. Din, bastırılmış varlığın müşahadesi, kalpsiz bir dünyanın kalbidir, tıpkı ruhsuz bir dünyanın ruhu olduğu gibi. Din insanın afyonudur... Dinin ortadan kaldırılması insanların gerçek mutluluğu için gerekli olan aldatıcı (illusory) bir mutluluk gibidir. Onun koşullarıyla ilgili aldanıştan (illizyondan) vaz geçme isteği, aldanışlara ihtiyaç duyan bir koşuldan vaz geçme isteğidir. Dinin eleştirisi, böylece halesi din olan bir hüzün, bir sıkıntı ırmağının tasarı halindeki eleştirisidir..
( Karl Marx- Hegel in Hukuk Felsefesini Eleştirisine Katkı )

Aydınlanma süreci dinin tarihsel ve toplumsal süreçler üzerindeki etkisini kısmen zayıflatıp bilimsel alanı güçlü kılması, bu süreci kökünden halletmediği görülmüştür.

Aydınlanma düşüncesinin, kutsal öğretilerin tahtını sarsarak akla ehemmiyet veren, düz çizgisel bir ilerleme çizgisinde direnen ve bu çizgide ısrar eden, bilimsel ve teknolojik bir doğa ve toplum tasavvuru geliştiren temel önermelerini, gündelik hayata uyarlamanın en başarılı örneklerini ortaya çıkaran Endüstri Devrimi ve büyük Fransız Devriminin insanlık tarihindeki en büyük kırılma momentleri olduklarını söylemek mümkündür. Bu dönüşüm dalgası iktisadi alanda endüstri devrimiyle, siyasi olarak Büyük Fransız devrimiyle dalga-dalga bütün kıta Avrupasında büyük toplumsal değişimlere yol açmış ve Burjuva Demokratik Devrimler bu süreçte gerçekleşmiştir.

Marx’a göre insan kendi geçim araçlarını üretmesiyle hayvandan ayrışmıştır ve bu Marx’ın insanın özünü onun pratik etkinliğinin belirlediğidir. İnsanı insan yapan şey, insanın öz üretici etkinliğidir. İnsan kendisini ve ne olduğunu üretim içindeki etkinliğiyle ve bu üretimi ne ile, nasıl ürettiğiyle direk alakalıdır. Dolayısıyla bu yüzden der insanın ne olduğu, insanın üretiminin maddi koşullarına dayanır İnsanın özü tek tek bireyin doğasında bulunan bir soyutlama değildir, insanın ilişkilerini toplumsal ilişkiler bütünü oluşturur ve toplumsal yaşamın özünü belirleyen de toplumsal ve bireysel pratiktir.

Hegel, insanı devletin bir bireyselleşmesi olarak görür, demokrasi ise; insandan hareket eder ve devleti insanın bir nesneleşmesi olarak düşünür. Yani devlet insanı yaratmadı, insan devleti yarattı. Dinin insanı değil, insanın dini yarattığı gibi...O nedenle siyasal bir kuruluş, bir yapı insanı değil, insan siyasal yapıları oluşturur. İnsanın varoluş nedeni, yasa-yasalar değil, yasa ve yasaların varoluş nedeni insandır; yasa demokraside insanın varoluşudur.

Marx, tarihin öznesi olarak dünya tinini ya da akıl’ı olarak görmez, Marx göre tarihte bir akıl vardır ama bu akıl kendini tarihte açan, kendi kendini belirleyen bir akıl değildir, hele töz asla değildir. Tersine bu akıl, maddi ilişkilerce belirlenen bir bilinç durumudur. Yani varlığı ve tarihi belirleyen bilinç değil, bilinci belirleyen şey varlık ve toplumdur. Tarihi belirleyen şey tinsel bir töz değil, maddi ilişkiler ağı olarak toplumun sosyo-ekonomik yapısıdır...

Marx ve Engels’te tek bir bilim vardır o da tarihtir, ve onlara göre doğa bilimi bile tarihin bir ürünüdür. Tarihin özü insan etkinliğinde yani praksistedir, ( uygulama, aksiyon). O nedenle maddi ilişkiler, üretim ilişkileri toplumsal, siyasal ve tinsel yaşamı belirler. bu nedenle ilk tarihsel eylem üretim eylemidir. Doğa bilimi insanın doğayı emeğiyle biçimlendirmesinin ürünü olsa da aynı zamanda insan ve toplum doğanın ürünüdür...Bütün bu nedenlerle tarihte egemen olan doğa yasalarıdır ve tarih kavramlarla yaratılmaz, tarihi yapan insanın amaçlı üretimidir, çalışması ve pratiğidir.

Marx, Hegel’in hukuk felsefesinde, felsefi uğrağı şeyin mantığı değil, mantığın şeyi oluşturmaktadır der. Hegel’de mantık devleti tanımlamaz, tam tersine devlet mantığı tanımlar. Hegel, hukuki felsefi bir yaklaşım içinde değil, mantık bilimci bir yaklaşım görülür. Her şeyin salt düşünce alanından ibaret olduğunu savunan bu mantıkçı yaklaşım, salt tinin belirleyiciliğine teslim olmuştur... Dolayısıyla tüm insanlık tarihinin ilk öncülü doğa, canlı insan ve tüm canlıların varlığıdır ve ilk saptanması gereken olgu, bu bireylerin fiziksel örgütlenişleri ve doğayla olan ilişkileridir.

Bütün tarih yazımı bu doğal temellerden ve tarih boyunca insan eyleminin bu temellerde meydana getirdiği değişikliklerden kök almalı ve hareket etmelidir. Bu tarih bakışı gerçek öncüllerden hareket eder, onlardan yoksun değildir. Bu öncüller, yalıtık ve değişmezlik içinde olan insanlar değil, belirli koşullar altında gerçek, deneysel olarak gözlenebilir sürekli gelişme süreci içindeki insanlardır.

Bu gerçekten ve öncüllerden hareketle, tarih deneycilerin yaptığı gibi cansız olgular derlemesi olmaktan ve idealistlerin yaptığı gibi hayali öznelerin hayali olmaktan çıkar. Gerçek yaşamda spekülatif metafiziğin bittiği yerde pozitif bilim başlar ve bilim üzerine yapılan bütün spekülatif boş söylemler biter, ve bunun yerini gerçek bilgi alır. Bu da gerçek dünyanın öteki dünyayla açıklanmasını boşa çıkarır.

Hegel, bütün diyalektiğini düşünceyle başlatır ve doğayla bitirir, Marx’ta tam tersine doğayla işe koyulur ve teorisini doğa üzerine kurar, oradan düşünceyle devam eder. Marx’a göre tüm insan varoluşunun temeli duyusal, maddi koşullar olarak insan pratiği, insanın pratik etkinliği olduğu için, tüm tarihin ilk öncülünü, yani insanların tarih yapabilmesi için yaşayabilir bir konumda olması gerektiği öncülünü belirlemekle yola çıkmak gereklidir...İnsan gereksinimlerini karşılamak için maddi araçların üretimi insanın ilk tarihsel etkinliği olduğundan maddi yaşamın üretimi tarihsel gelişmenin ilk koşulu olarak tüm tarihin temel koşuludur.

Marx, ilke olarak her tarih yazımının materyalist ilkelerden, materyalist temellerden kök alması gerektiği görüşündedir. Ona göre beş duyunun oluşması şimdiye kadar ki dünya tarihinin sonucudur. ve bu nedenle dünya tarihi bir anlamda insanın yetileri ve becerilerinin gelişmesinin tarihidir. Bütün tarih Marx’a göre duyusal bilinçliliğin nesnesi olmaya yönelen insanı geliştirme ve hazırlamanın, aynı zamanda kendi doğal ihtiyaçlarına doğru yönelen insan olarak insanın gereksinimlerini dönüştürmenin tarihidir. Tarihin kendisi doğal tarihin bir parçasıdır, doğanın insanlaşmasının parçasıdır ve bundan ötürü Marx, insan doğa biliminin dolaysız nesnesidir der.

Ancak aynı şekilde doğa da insan biliminin dolaysız nesnesidir. Çünkü insanın ilk nesnesi duyusallık olarak doğadır ve insanın dünyasının, duyusal yetileri ancak doğa dünyasının biliminde kendilerinin bilincine varabilir. İnsan kendisini nesnel olarak gerçekleşmesini doğal nesnelerde bulabilir. Yine insan ilk gereksinimlerini karşılamasının kaçınılmaz olarak yeni gereksinimlere yol açmasıdır, yani yeniden ve yeniden üretim ve gereksinim, bütün bunlar için yeni araç ve gereçler, yeni üretim araçlarına olan gereksinim. Buda tarihsel bir zorunluluktur.

Marx, materyalist tarih anlayışının yaşamın basit maddi üretiminden başlayan gerçek üretim sürecinin açıklanmasına dayalı bir anlayış olduğunu söyler. Materyalist tarih anlayışı bu çıkış noktasından hareketle bilinç, din, felsefe, ahlak gibi bütün farklı kuramsal etkinliklerin üretilişini de açıklar ve bu etkinliklerin doğuş ve gelişmelerini izler. Pratiği düşünceden yola çıkarak açıklamak yerine, pratikten yola çıkarak düşüncelerin oluşumunu açıklar.

Marx’a göre, sosyalist insan için dünyanın tarihi denen şeyin tümü, insanın emeği yoluyla insanın yaratılmasından başka bir şey değildir.

Marx’a göre sosyalizm insanın olumlu bir şekilde bilincine varışıdır. Komünizm de değillemenin değillemesi olarak evetlemedir, olumsuzlamanın olumsuzlaması olarak olumlamadır.
Komünizm, Marx’a göre insanın kurtuluşu ve iyileşmesi sürecinde tarihsel gelişmenin bir sonraki aşaması için zorunlu olan evredir.

Tarihsel süreçte insanın doğayla olan ilişkisi önce insanın doğal bilincini, insanların birbirleriyle olan ilişkilerini , insanların birbirleriyle ilişkileri de insanların toplumda yaşadıklarına ilişkin bilinçlerini, yani toplumsal bilinci ortaya çıkarır, ancak bu bilinç sürü bilincidir. Bu aşamada insanda yalnızca bilincin iç güdünün yerini alması, başka bir deyişle içgüdüsünün bilinçli bir içgüdü olmasıyla hayvandan ayrılır. Bu bilinç kabile bilincidir.

Bu süreçte artan üretkenlik ve gereksinimlerin artması ve bu ikisinin temeli olan nüfus artışı daha çok gelişip yaygınlaşmış ve bu temel olguyla yeni üretkenliğin, gereksinimlerin ve nüfus artışıyla birlikte işbölümü de bu gelişmeye paralel gelişir. İnsanlık tarihinde ilk iş bölümü cinsel etkinlik açısından bir iş bölümüyken, daha sonra doğal eğilimler, gereksinimler ve rastlantılar gibi etkenler sayesinde gelişir. Maddi ve zihinsel bir işbölümü ortaya çıktığı andan itibaren işbölümü, hakikatin işbölümü olmuştur der Marx….

Bu süreçten itibaren bilinç mevcut pratik etkinliğin bilincinden başka bir şey olduğunu sanarak kendisini dünyadan kurtarma ve saf teoriyi , teolojiyi, felsefeyi, etiği vb. oluşturmaya geçer. İşbölümüyle de entelektüel ve maddi etkinlikler , eğlenme ve çalışma etkinlikleri birbirleriyle karşıt durumlar oluştururlar ve oluşturmalıdırlar. bu karşıtlığın ortaya çıkmasının tek yolu işbölümünün ortaya çıkmamasıdır, yadsınmasıdır.

Marx’a göre hiç bir toplumsal düzen, içindeki bütün üretici güçler gelişmeden ortadan kalkmaz ve daha üstün üretim ilişkileri de varoluşları için gerekli olan maddi koşullar eski toplum aşamasının döl yatağında olgunlaşmadan asla ortaya çıkmazlar. Bundan ötürü, Marx’a göre insanoğlu yalnızca çözebileceği sorunları karşısına çıkarır, çünkü yakından bakıldığında görülür ki sorunun kendisi yalnızca çözümü için zorunlu olan maddi koşullar mevcutsa ya da mevcut olma yolunda bulunuyorsa ortaya çıkar.

Marx, bir toplum kendi tarihsel deviniminin doğal yasalarını bulmuş olsa da bu toplum, norm gelişiminin birbirini izleyen aşamalarının ortaya koyduğu engelleri, ne gözüpek sıçrayışlarla temizleyebilir, ne de meşru yollarla ortadan kaldırabilir olsa olsa doğum sancılarını kısaltabilir ve ya uzatabilir...

Marx, kapitalde modern toplumun ekonomik devinim yasalarını analiz ederek, toplumun ekonomik şekillenişinin evrimini de doğal tarihin bir süreç olarak gördüğünü açıklamıştır. Dünya tarihinde komünist devrim geçmişten gelen mülkiyet ilişkilerinde en köklü kopuşunu oluşturur.

Proletarya kentsoylu toplumuna karşı savaşımında zorunlu olarak birleşerek önce bir devrimle egemen bir sınıf durumuna gelir; ardından eski üretim ilişkilerini kaldırarak bu eski üretim ilişkilerinin yol açtığı sınıf karşıtlıklarını da kaldırmış olur. Böylece proletarya kendi sınıfının egemenliğini de kaldırmış olur.

Komünizm özel mülkiyetin ve insanın kendine yabancılaşmanın aşılmasıdır, toplumsal bir varlık olarak insanın kendisine tam dönüşüdür. Diyalektik, her şeyin sürekli hareket halidir, her şey, doğada var olan tüm şeyler, bir süre varlıklarını sürdürdükten sonra yerini başka bir şeye bırakarak yok olurlar. Doğa anakronik değildir, her şey her dakika her saniye değişir ve çelişki evrenseldir, tersi çelişmezlik ilkesine götürür, temelleri Aristotelese kadar gider, oradan kök alır...
Marx’a göre her şey değişim halindedir ve toplumlarda durmaksızın değişirler. Çünkü Marx’a göre emek, dünyayı daha yaşanılabilir hale getirme, insan ihtiyaçlarını daha işlevsel kılma ve herkese yayma, ve bu faaliyetiyle insan, insanın varoluş ve potansiyeli geliştirme kapasitesi insanın özünü oluştur. Tarihteki toplumları anlamanın gerçek anahtarı üretim tarzıdır. Marx.

Marx, insanlık tarihinden gönümüze var olan, ve varlığı tarihte hep yaşanmış ve hissedilmiş üretim tarzı, iktisadi yapı ve onların ayrılmaz bir parçası olan toplumsal üretim ilişkileri arasında bir karşıtlığın sürekli olduğunu savunur. Marx’a göre, her üretim tarzı kendini sürdürebilecek uygun toplumsal ilişki biçimlerini yaratmak zorundadır. Toplumu anlayabilmek için öncelikle insan doğasını, onu doğadaki diğer varlıklardan ayıran temel özelliği bilmek gerekiyor.

Bize değişmez gibi görünen toplumsal süreçler, biz fark etmesek de durmaksızın değişirler. Marx, değerlerin üretimi olarak üretim ve kullanım değerlerinin üretimi olarak üretim arasında yaptığı ayırım ile kapitalizmin gelişimi ile birlikte üretim ilişkilerinde yaşanan değişime dikkat çeker.

İnsanlığın geldiği bu aşamada kapitalizm de nitelik değiştiren, değişen ve dinamik olma özelliklerini giderek kaybetmiştir. Kapitalizmin kendisini tüketen ve dünyadaki üretimi silah zoruyla dağıtan bir nitelik kazanmasıyla birlikte, modern toplumun ekonomik hareket yasası da giderek ortaya çıkacaktır. Marx, Olguların belli bir tarihsel bağlam içinde, karşılıklı bağlantılar içinde ve bu bağlantıyı düzenleyen şeyi araştırarak, tarih ve toplumsal yapının bütün parçalarının karşılıklı birbirleriyle içsel ilişkiler içinde bulunan ve belirli dönemlerde gerçeklerin formunu ve tipini şekillendiren yasaları nasıl ürettikleriyle ilgilenir.

Marx’ın toplumsal değişmeyle ilgili düşünceleri, tarihteki toplumların araştırılması ve analiz edilmesi üzerine yapılan sistematik ve bilimsel çalışmalarıyla şekillenmiştir. Kimilerine göre Marx, sadece kapitalist toplumu analiz ederek bu sonuca varmıştır anacak, bu iddia haksız ve basit bir analizden ibarettir. Marx, toplumlar tarihinin sınıf mücadeleleri tarihi olduğunu açıktan söylemektedir.

Erdoğan ATEŞİN
Paylaş
Beğenenler
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (1)

5.0

100% (1)

Bilim ve din felsefesi Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Bilim ve din felsefesi yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
BİLİM VE DİN FELSEFESİ yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Türk Kızı(Emine Sezek Akb
Türk Kızı(Emine Sezek Akb, @turk-kizi-emine-sezek-akbas
5.2.2025 00:14:25
Bu tür sosyalist felsefe düşünürlerinin elektrot matematiksel terim olararak değil de diyalektik bir düşünce akımın içinde insanlık mahv ve ispat tablolarının içine kamusal toplum bireylerinin içinde yok sayım aneletiğinin hücre semptomlarını parçalayıp yok edici bir tavır sergilediklerini söyleyebilirim... Konu dini komplikasyon ederek inisiyatif bir içeriği iterek tertiplenmiş fakat belli bir nizam oluşturulmamıştır ...Düşünürlülük Allah'ın kullarına bahşettiği durumdan çıkarılarak bütünleyici bir huld devimine muhalefet olunması kısa bir süreliğine der gibi neşr edilmiştir...


Burada cedid olan ıslah bir durumdan ibaretken kast içeriğinde sınıflandırıcı durumuda serzeşt ediyor. İnsanı taraflandıran itibar ise resmi ikaza
tebriz edilmelidir.


Peki olanak işlevlerinin iç güdüsel olduğu konunun marifetnamesi olduğu gibi yansıtılmış olsaydı konu hangi hükmün muhasebesine tabi olurdu .


Sahte uydurma olan tanımla cerahat olanın arasında bir fark olmadığı gibi ...


Sert katı olan birşey cansızdır öyle değil mi?
Mirasçısı olmayan mal ise çözülmüş dağılmıştır...

_ her canlı yaradılışının geçer olan güneşi gibi ise bu gemi rızık için sürükleyicidir...

İşte bu anlık kavramların genel ifade özgürlüğüne insan hakları adalet sistemine bir dahiliyet oluşturur.. Bu tamamen insiyatif ve vesile ise redde ayak diremeye mükellefiyetlik de nedir?


....


Sağlıcakla kalınız!

Dine hitap Allah'a ,Kula hitab Kula, hesap varsa Allah'a...





levent taner
levent taner, @leventtaner
4.2.2025 15:52:19
Merhaba kıymetli hocam

Böyle kapsamlı, donanımlı bir zeminde kaleme alınan içerikli bir metni sorgulamak, söylemler etrafında muhakeme ve mukayese yapmak aklını yitirmekle mi mümkün acaba? Şahsen ben kendi kişiselliğimde bunun altını çizerek başlamayı gereksiz bulmam

Çünkü öyle bir yazı bu, az önce olur mu canım ne alaka denilecek bir hususun yanıtı az sonra karşılamakta okuyanı, başta beni

Ne ki satır araları psikolojik, sosyolojik, felsefi düzlemde sağlamasının alınmasını kesinlikle gerekli kılar

Nasıl peki? 19.uncu asırda sanayi devrimi İngiltere’sinde Marx olmak nedir? 20. Asrın başında Rusya gibi yarı feodal bir ülke, ya da ortasında hemen tam feodal bir Çin gerçekliğinde Lenin, Stalin, Mao olmak nedir? Yine 20. Yüzyılın ilk yarısında dünya ekonomik krizi ve Totalitarizmin, dünya savaşlarının kıskacı altında Marxizm yapmak, aynı yüzyılın ikinci yarısında daha dingin bir atmosferde özgürlükçü, eleştirel Marxizm süreçlerinin zihni arka planı nedir? Fransız ihtilali ya da bizde Kemalist burjuva inkılabı süreçlerinin sosyalist zihin üzerinde doğurduğu etkileşimler yine

Bakın ne diyorsunuz?
“Marx ve Marksizm üzerinden dini yumuşatarak anlatmak, dinin afyon olduğu gerçeğini, onun toplumsal alanı kamplara bölen, zıddını- karşıtını yaratan ve toplumsal alanı karşı karşıya getiren niteliğini gizleyemez. Toplum ne zaman ki sınıflara bölündü, din, sınıflı toplumların ekonomik mülkiyet ilişkisine dönüşerek, Egemen’in elinde ekonomik bir silaha, sonrasında toplumları kontrol eden güçlü bir illüzyon olarak toplumsal alanında ciddi sorunu olmuştur. Din insanı yaratmadı, insan dini yarattı.”

Böyle derken Marx ve Engels’in din analizini Mekanik ya da Vülger Materyalizme teslim etmeyen yaklaşımlarından mustaripsiniz sanki

Engels “Köylüler Savaşı” adlı eserinde Thomas Müntzer üzerinden bir dinsel devrimcilik arayışı ve hamlesine, kuşkusuz beraberinde ise hangi etmenlerle bu mücadelenin hedeflediği neticeyi doğurmadığına işaret etmiyor mu?

Ya geçtiğimiz asırda Milli bağımsızlık savaşlarında sömürgeci güçlerle içerideki işbirlikçi yapılar elinde dinin milli mücadele aleyhinde bir enstrümana dönüşmesine karşın, bağımsızlıkçı asker ve aydınlar, hocalar elinde ise istiklal savaşlarının lehine bir veri tabanı oluşturduğu hususu

Yahut eski Roma’da hâkim Putperestliğe karşın gelişen Hıristiyanlığın kölelerin ideolojisine dönüşmesi ya da İslam âleminde erken İslam’ın sekizinci asırdan itibaren kültürel, düşünsel hareketliliği başlarda desteklemesi, uyandırdığı coşkuyla birlikte Abbasiler, Endülüs ve Selçuklu’nun erken evresinde teşvik edici olması akla gelebilir

Şüphesiz medeniyetlerin, uygarlıkların, imparatorlukların çöküş dönemlerinde de grafiği baş aşağı çevirdiği söylenebilir. Elbette her iki aşamada da iktisadi, siyasi ögelerle birlikte düşünmek kaydıyla

Yaklaşımlarınızda genel olarak Avrupa’nın sanayi devrimi aşamasının siyasi, toplumsal gelişimi kadar; sanat, edebiyat, felsefe alanında eleştiriyi sistematik bir disiplin olarak tesis eden kafa yapısının inşa ettiği Marx ve Marxizm’i, Ludwig Feuerbach ya da Fransız aydınlanma düşünürlerinin mekanik materyalizmine teslim eder gibisiniz benim hocam

20. asırda ise dünya genelinde Sovyet Marxizminin Sosyalizmi domine eden bir hâkimiyet kurduğu kanaatindeyim, Öyle ki Sovyet Marxizmi Karl Marx ve Avrupa Marxizminden ayrı olarak totaliter bir gelişim gösterir, çünkü harcı sanayi devrimi İngiltere’si ya da batı Avrupa’sı değil Rusya idi.

Soralım, 19. Asrın Rus aydınları neden Nihilist ve Anarşist bir çizgi geliştirir? Ortodoks kilisesine ve Çarlığa karşı mücadele halinde idiler çünkü. Beraberinde Rus coğrafyasının kutupla step ve çöl arası marjinalizmi Rus insanının doğasını ve orada gelişen Marxizm anlayışını, bu anlayışın Leninizme, Stalinizme kırılım açısını tayin eder

Yine Avrupa’nın Marxist aydını eleştirel bir Marxizm anlayışı geliştirirken Rus ve Çin Marxizmi Asyatik bir dogmatizme saplanır. İnsan malzemesi ve onun ardındaki kutup çöl zıddiyetinin preslediği dünya bu çünkü. Lenin kişiselliğinde tartışmaya, eleştirilmeye açıktır. Ancak Stalin despottur. Leninizmi dahi dogmatik çizgide domine eden Stalin olmaktadır. Makyavelizm ne yazık ki politik kanallarda Diyalektik materyalizmi dahi mutasyona uğratacaktır

Demem o ki ilk kıtada çok sertsiniz hocam, Marx için Marx’ı bile bozuyor ona dahi çimdiği basıp, ayar veriyorsunuz. Halbuki devamında ondan alıntıyla “Dinsel ıstırap aynı zamanda gerçek (reel) ıstırabın bir ifadesi, gerçek ıstıraba karşı bir protestodur. Din, bastırılmış varlığın müşahedesi, kalpsiz bir dünyanın kalbidir, tıpkı ruhsuz bir dünyanın ruhu olduğu gibi. Din insanın afyonudur... “ da diyorsunuz

Diğer tarafta “Doğa bilimi insanın doğayı emeğiyle biçimlendirmesinin ürünü olsa da aynı zamanda insan ve toplum doğanın ürünüdür...” derken diyalektik bakış sergiliyorsunuz. İnsanla doğa arasında karşılıklı etkileşimi kabul ediyorsunuz hani. Oysa “Din insanı yaratmadı, insan dini yarattı.” Derken aynı diyalektik çizgiden sapmayla mekanik materyalizmin kucağına düşüyorsunuz. Sovyet Marxizmi ve bizdeki Kemalizm tandanslı Asyatik çizginin tasallutu altında Vülgerize ediyorsunuz konuyu. Elbette Kemalizm’de İslam âleminin son birkaç asırdaki çöküntülerini referans tutmakta. Ne var ki tüm bir uygarlık tarihinin detaylarının teyidi asla olamaz. Hani derim ki her ne kadar üretimin önemini duyursanız da Fransız devrimi vurgulu Jakoben Laisizm anlayışından yakanızı kurtaramıyorsunuz. Tıpkı ülkemizdeki Kemalist sosyalizm anlayışı ve yine Soğuk Savaş döneminin Sovyet Marxizmi misali

Şu kadar ki tüm bunlara rağmen yazınızı bütüncül yapısıyla, anlatım gücüyle, günümüz dünyasının dinci faşizan eğilimlerine karşı soylu bir başkaldırı olarak selamlıyorum, ancak düşünsel tutarlılıktan uzak buluyorum

Nihayet
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Gün başarınızı tebrik ederim
Saygı ve selamlarımla.



çetin örnek
çetin örnek, @cetin-ornek
4.2.2025 14:38:17
Ve ABD'nin sessiz ev kölesi olduğunuzu (emek alanı,tarla değil)
Ve Dünya'yı Siyonist- Evangelistlerin yönettiğini
Ve Orta-doğu da ölümler gonkunun 2025 Şubat'ını vurduğunu
Ortodoks Rusya ile Ortodoks Ukrayna'nın hâlâ savaştığını
Ve yüzbinlerce Filistinli Gazzeli batı şeria (duygu sömürüsü olmasın diye kuvözlerde yanarak Ve açlıktan Ve soğuktan donarak ölen bebek çocuk kadınları yazmıyorum)
Ve Arzı mevud lâikliktir 😂
Kapınız çalınca anlarsınız ?✌️
Tabii ki Suriye de devrim oldu "Afyon" devrimi
Duydunuz mu ???
çetin örnek
çetin örnek, @cetin-ornek
4.2.2025 14:09:31
Teması kurgu ve yazarın duygusal örüntüsü beyin yakan okumalar cehennemi utandım bu ne olduğu belli olmayan "yazısız" ve arkaik yani şimdiki zaman çöplüğünde beyin ölümlü düşüncelerin boca edildiğini görmenin şoku belki de bende (!?)
Dinlerin milliyetçiliklerle olan bütünselliğini anlamadan ve anlatmadan off..'Afyon' mu kaldı arkadaş yaa..
Dönüp baktım da yazar dost siz kendinizden nefret eder duruma gelmişsiniz..
bunları kadavrası emanette,inançsız biri olarak yazdım.

Emeğinize saygıyla
mu
mustafa ertürk, @mustafaerturk1
4.2.2025 12:26:26
Çok güzel bir çalışma ve paylaşım. Her bölüm bütünü tamamlayan analizleri (vücudu oluşturan duyu organları gibi) olup özellikle toplumumuzun en (baş ağrıtıcı ) önemli ve uzun soluklu sosyal siyasal sorunu olan LAİKLİK konusundaki açıklamanızı çok beğendim, Toplumuzun bu gibi aydınlatıcı çalışmalara ihtiyacı var.
Sizi kutluyorum. Devamını esirgemeyeceğiz umuduyla sağlıklar dileği ile
Mustafa Ertürk MU Em. Hakim

mustafa ertürk tarafından 4.2.2025 13:04:33 zamanında düzenlenmiştir.
Pulsar_
Pulsar_, @pulsar-
4.2.2025 11:56:18
"İnsan dini inşa eder, din insanı değil. Başka bir deyişle din henüz kendini bulamamış veya zaten kendini tekrar kaybetmiş insanın öz bilinci, öz hissiyatıdır. " yazınızdan alıntı.

Bu kurulan mantıkla, günümüzde hiçbir dinin kalmaması gerekiyordu.
Neyse yazarın görüşü diyelim .

Beni de hayatta tutan dinim, imanım yoksa ben bir hiçim.

Umay Alkım
Umay Alkım, @umayalkim
4.2.2025 10:56:34
Sayın Ateşin, Din konusu üzerinde çok fazla yorum yapmayı sevmiyorum. Değerli bilgilerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkürler. Hegelin tarih yazımını değerlendirmeye tabii tuttuğumuzda; tarihin tek bir yönü olduğu, tarihin mantıklı bir sürece tabii olduğu düşüncesidir. Tarih her zaman akılcı bir şekilde ilerlemez. Bazı zamanlarda kaos ve irrasyonel faktörler devreye girebilir. Tarih bazen geriye de gidebilir. Dünya savaşları, Nazi Almanyası ,Prusya devletinin yıkılması yerine modern demokrasinin alması gibi. Ayrıca diyalektik sürecin evrensel olup olmadığı tartışmasına da tarihi süreçten baktığımızda bazen olaylar rastgele olabilir ve farklı dinamikler devreye girebilir. Diyalektik ilerleme modeli her zaman geçerli olmayabilir.
Hegel, tarih yazılımını fikirler ve akıl tarafından yönlendirildiğini düşünüyordu. Marx ise tarihsel gelişimin ekonomik temellere dayandığını savundu. Marx, Hegel’in idealizmini reddetti ve tarihi maddi üretim ilişkilerine dayalı bir süreç olarak gördü. sanayi toplumunun koşullarına göre yazdı. küreselleşmenin tetiklediği bilgi ekonomisi ve teknoloji sektörü sanayi işçiliği geride bıraktı. Marx’ın öngördüğü sınıf bilinci küresel düzeyde dağınık hale geldi. Marxın ön gördüğü proleterya devrimi kapitalizm kendini sürekli yenileyerek varlığını sürdürmesi nedeni ile tam oluşamadı. Sosyal reformlar ,teknoloji ve inovasyon ,demokrasi ve sendikalar, işçi haklarını koruyarak kapitalizmin aşırı sömürüsünü engelledi. Kapitalizm çökmek yerine daha esnek hale geldi... Asıl size sormak istediğim. Marx’ın sosyalist toplum modeli adâleti sağlamada ne kadar başarılı olduğu konusu da irdelenmelidir? Aslında bu konu ile ilgili bir makale ele alırsanız çok memnun olurum.

Saygılarımla.
Tüya
Tüya, @tuya
3.2.2025 21:51:52
Çok teşşekkür ediyorum yalın ve kaliteli kaleminizden çıkan değerli birikimlerinizi bizimle paylaşmaya devam ettiğiniz için, sayın Ateşin.

Selamlar, saygılar ve kolay gelsin!



İbrahim Kurt
İbrahim Kurt, @ibrahimkurt
3.2.2025 19:38:56
5 puan verdi
Hocam bu güzel çalışmalarınızı takip ediyorum kutlarım sizi ve eserlerinizi
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ