- 49 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Ağır Roman "II. Bölüm - Ölümü Öldürenler"
Zamanın ve mekanın çok ötesinde gönül verdiğim.. hasretini çektiğim.. canımıneniçi..
Derinimde ona hissettiğim şey buydu.
Her bir tesbih tanemde gezinen onun ruhuydu. Ben o imamede dert çektim, çile çektim, cefa çektim ama en çok da hasretini çektim. Bunu hiçkimse benim kadar yaşayamaz.
Hoş.. ona dair zaten başka ne biliyordum ki!
Ne sevdiği rengi, ne hangi yemeği sevdiğini, ne huyunu suyunu, ne başka birşey. Benim ona hissettiğim şey kafamda.. yok yok.. kalbimde büyüttüğüm bir şeydi.. evet evet bir çiçekti.
Suyunu yağmurlar.. ışığını güneş veriyordu. Ben sadece arada sırada ona sevgimi sunuyordum. Ellerimin nasırıyla onu yüzünden sevebildiğim tek yer işte bu hayal dünyamdı.
Benimkisi platonik bir mesele. Öyle tarif ediyordu dostlarım. Oysa bu tek bir kelimeye indirgenebilecek.. hele ki bu kadar basit bir mesele değildi.
Ne demişti Serpil..
"Yakalı gömlekler sana çok yakışıyor"
Bu benim kendi içimde büyüttüğüm bir mesele de değildi. Ben sadece o an için Serpil’in bir planı değildim o kadar. Oysa ben kendi içimde bunun mücadelesini çok defa vermiştim.
Hem neden vazgeçmeliydim ki..
Diyelim ki bir evladınız var ve cehaleti yüzünden sizin ona olan sevginizi göremiyor. Ondan vazgeçer miydiniz! Peki ya tam siz artık bıkıp usandıktan sonra o size geri dönerse.. İşte bu defa asıl cahil siz olursunuz.
Yok yok.. ben cahil değilim.
Serpil de benim için sadece bir karşı cins değildi. Ben onu sadece bir kadın olduğu için sevmiyordum ki.. Benim ondan bir beklentim de yoktu. Ne ben onun oyuncağıydım ne de o benim için bir oyun. Ben bir limandım ve o gemi bir gün elbet bu limana yanaşacaktı.
İşte o gün bunun için asla onu suçlamayacaktım. Çünkü gemideki kalpleri akıl yürütür. Oysa kalp durur akıl unutur. Ben onu tüm ruhumla seviyordum. Elbet o da birgün bunu farkedecekti.
Umut yanan bir mumdu ve diğer tüm mumları da yakabilirdi. Benim buna inanabilme özgürlüğüm pekala vardı.. ve ben inandığım doğrular üzerine yürümeyi de seçebilirdim. Düşeceksem en azından kendi seçtiğim bir yolda tökezleyecektim.
Öyle de yaptım..
80 ve 90’lı yıllarda çocuk yada genç olanları halen çok şanslı görüyorum. Çünkü 80 öncesi ve milenyum sonrasını toplayıp yanyana koysanız o temiz duyguları yine bir araya getiremezsiniz. Kaldı ki yapay zeka dahi bunu tasarruf edemez.
İşte buyrun..
Üzerinden tam 20 yıl geçmesine rağmen halen zamanın dahi iyileştiremediği bir yarayı taşıyordum. Hem de ilk günkü gibi. Zaten onunla yeniden karşılaştığımda daha dünmüş gibi onu herşeyiyle hatırlıyor olmam da bu yüzden.
Bir kış günü değerli birşeyini kaybetmişçesine yıllardır yorgun bir kalple bu Maçka Parkı’ndan aşağıya doğru inen o uzun boylu adam benim. Zaman çok şeyi değiştirdi ama hala yürüyüşüm aynı. Her an karşıma bir aslan çıkacakmış da onunla dalaşa girecekmişim gibi.
Oysa nereden bilebilirdim aslında o dişi aslanın yolu üzerine olduğumu..
Bir an herşey durdu!
Zaman mekanı yuttu.
Mekan zamanı unuttu.
On metre ötede tam karşıdan gelen bu gri polarlı ve siyah eldivenli kadın oydu. Nedense bugünü uzun zamandır bekliyordum. Oysa az sonra zihnimde bugüne dair tüm biriktirdiklerime bir kibrit çakacaktım.
Çünkü beni görünce gülümseyecekti.
Ben de güldüm..
Elleri cebinde bir metre ötemde durdu. Tepeden tırnağa beni süzüyordu. Oysa ben sadece onun gözlerinin içine bakıyordum. Hiçbir aynada kendimi bu kadar net göremedim.
- Ee serseri. Konuşmayacak mısın?
Cebimden çıkardığım tesbihimin ipini gözlerinin önünde kopardım. Her bir taşı sağa sola yuvarlanıyordu.
Yüzümü gökyüzüne çevirip derin bir iç çekip "ohh" deyiverdim. "Ohh be dünya varmış". Sanki denizine geri bırakılmış bir balık gibiydim.
O anda Serpil’in o en güvendiği güçlü ve korunaklı kalesi düştü. Küçük bir kız çocuğuna dönüştü..
- Eğer isteseydin beni bulabilirdin biliyorsun değil mi!
- Seni aramıyordum ki..
- İşte ben de bunu söylüyorum. Sen hiçbir zaman beni aramadın. Sen bana olan sevgini sevdin hep! O zaman da bu böyleydi..
- Peki hiç düşünmedin mi! Sana olan sevgisini bu kadar seven biri.. seni ne kadar sever..
O cesaretle devam ettim.
- Seni aramadım. Çünkü henüz elini dahi tutmadım.. yanağıma masum bir öpücük dahi kondurmadın. Sence ben sana dair neyi hatırlıyorum. Sence ben senin neyini seviyorum!
Boynunu büktü.
Eğilip yerden bir tesbih tanesini aldı. Konuşmaya devam etti.
- Bu bir tesbih tanesi kadar hatıram yok sende doğru..
O an ellerini yakaladım.
- Gözlerime bak Serpil. Nerdeyiz, hangi zaman dilimindeyiz. Sence benim için bütün bunların bir önemi var mı!
Ürkek bir ceylan gibi gözlerime bakıyordu.
Sonunda konuştu.
- Beni gerçekten hala seviyor musun?
Dünya soğudu. İçim üşüdü..
- Ölümden çok!
..
20 yıl önce..
Lise sıralarındayken felsefe hocamızın sınıfa yönelttiği bir soruydu bu. Cesaret edip içimden gelen cevabı vermiştim.
- En sevdiğinizi en çok ne kadar sevebilirsiniz?
- Ölümden çok..
- Nasıl yani?
Devam ettim..
- Ölümün bir son değil de kurtuluş olduğuna inandığım halde ölemiyorum. Çünkü ölmek kolay. Oysa ben bana yazılan bu senaryoyu sonuna kadar yaşamayı tercih ediyorum. Dolayısıyla en çok ölümü seviyorum. Düşünsenize.. En çok ölümü merak ediyoruz değil mi! Eğer birisini seveceksem ve ona "seni seviyorum" diyeceksem onu ölümden çok sevmeliyim.
O an sınıfta oluşan o sessizliği ve Serpil’in bana attığı o bakışı unuttuğumu mu sanıyordunuz!
..
Sarı yapraklar dolanıyordu etrafımızda. Rüzgarın hakimiyeti altında fırtına öncesi bir sessizlikti bu.
Ölüm sessizliği..
Hayır. Bu sadece bir sarılmak değil. Ayak parmak uçlarından üzerime tırmandı. İstemsizce elim beline gitti. Boynuma bir öpücük kondurdu. O kulağıma fısıldarken ben çoktan onu kucağıma almış ve etrafımda döndürmeye başlamıştım.
- Seninim serseri.. Seninim.. Seninleyim..
Yıl 2018.. ve bu hikaye ancak 6 yıl sonra tamamına erecekti..
YORUMLAR
bayduygusal
Teşekkür ederim.
Saygılar.