- 82 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Bir Kese Altın Bir Kese Ders
Günlerden bir gün, modern bir Anadolu kasabasında topluluk bir dizi konferans ve konuşma dizisi düzenlemeye karar verir. Ancak istedikleri yalnızca sıradan bir vaaz değildir; topluma değer kazandıracak, özverili, ders verici bir konuşma arayışındadırlar. Konuşmacının güvenilir biri olması ve söyledikleriyle insanlara dokunması gerekmektedir. Aklına hemen eski, geleneksel bir fikir gelir: Tıpkı eskiden olduğu gibi, Nasrettin Hoca gibi nüktedan bir âlim getirmek. Konuştukça düşündüren, düşündürdükçe güldüren birini.
Kasaba halkı, son yıllarda toplumda iyiden iyiye değişmeye başlayan değer yargılarından, artan bireysellikten, bencillik ve maddecilikten rahatsız olmuş durumdadır. Bir dizi konferans ve sohbet düzenleyerek halkı bu konularda bilinçlendirme kararı alırlar. Ancak sıradan konuşmalarla yetinmek istemezler; halkı derinlemesine düşündürecek, içine işleyip uzun süre etkisini sürdürecek bir söz ustasına ihtiyaç vardır.
Kasabanın akil insanlarından Halil Bey, geçmişten beri halkın en çok saygı duyduğu, dinlemeyi sevdiği, derin bir bilgi ve mizah anlayışına sahip Hasan Efendi’yi önerir. Hasan Efendi, geleneksel halk bilgeliğini modern çağın sorunlarıyla buluşturmayı başaran, nüktedan ve düşündürücü bir insandır. Söyleyeceği her söz ince bir mizah taşır, ama aynı zamanda bu sözler içinde halkın ruhuna dokunan, onun dikkatini çeken derin bir anlam barındırır. Tıpkı eski Nasrettin Hoca fıkralarında olduğu gibi…
Kasaba halkı heyecanla Hasan Efendi’yi çağırmak için yola koyulur. Kendisine ulaştıklarında, Hasan Efendi bir süre sessiz kalır ve gözlerini kasabanın meydanında toplanmış kalabalığın üzerinde gezdirir. Sessizliğin sonunda gülümseyerek şu cevabı verir:
"Elbette gelirim, ancak sizden bir şartım var."
Herkes pür dikkat kesilir. Hasan Efendi’nin beklenmedik bir talebi olması, kalabalık arasında şaşkın bakışmalara neden olur. Hoca ise ciddi bir tavırla devam eder:
"Konuşmam için bana bir kese altın vermeniz gerekecek," der ve ekler, "aksi takdirde ben burada durmam, hemen köyü terk ederim."
Kasabadaki herkes şaşkınlık içinde birbirine bakar. Normalde Hasan Efendi’nin böylesine dünyevi bir beklenti içinde olması beklenmez. Kimi kasaba sakini bu talebi ciddiye almaz, kimisi ise alınır. Aralarından bazıları fısıldaşır: “Bunca yıldır köylüyü, kasabalıyı nasihatlerle büyüten Hasan Efendi, bir kese altına mı ihtiyaç duyuyor?” Fakat hocanın kararlı bakışları, herkesi çaresizce onun şartını kabul etmeye ikna eder. Kasabanın ileri gelenleri ve diğerleri ellerinden ne geliyorsa verir; kimisi birkaç gümüş çıkarır, kimisi eski bir altın lira ekler, derken, nihayet bir kese dolusu altın Hasan Efendi’ye teslim edilir.
Hasan Efendi, eline aldığı altın kesesini ağır ağır tartar gibi yaparak bakar, sonra sakince beline bağlayıp halkın karşısına geçer. Öyle bir ciddiyetle sessizliği bozar ki, kalabalık tam bir dikkat içinde ona kilitlenmiştir. Toplanan altınların etkisiyle herkes, hayatında belki de hiç olmadığı kadar dikkat kesilmiş, her kelimesini duymak için beklemektedir.
“Beni buraya getirdiniz, belki Nasrettin Hoca misali birkaç mizah yapıp sizleri güldürmemi istiyorsunuz. Ama bugün çok daha önemli bir meseleyi konuşmamız gerektiğine inanıyorum,” diye söze başlar.
Bir an durup cemaati süzer. Ardından, toplumun son yıllarda nasıl değiştiğinden, değerlerin nasıl erozyona uğradığından bahsetmeye başlar.
“Eskiden para insanların elinin kiriydi, kıymeti vardı ama başımızda taşımazdık,” der Hoca. “Paraya sahip olmaktı mesele, paraya sahip olmanın bizi sahiplenmesine izin vermek değil. Şimdi bakıyorum da, artık insanlar parayı kendilerini ve birbirlerini değerlendirmek için kullanır olmuş. İnsanlar komşusunun insaniyetini, dostluğunu, kardeşliğini unutur hale geldi.”
Kalabalık, hocanın sözlerinin altındaki derin anlamı fark ettikçe, kimileri mahcup bir şekilde başını eğer, kimileri de fark etmeden kendi cebinde sakladığı birkaç bozuk paraya dokunur. Hoca ise farkındadır; onun anlatmak istediği, toplumun her kesiminde var olan, paranın insan üzerindeki derin etkisidir.
Hasan Efendi konuşmasına devam ederken birden sesini alçaltır, halkın dikkatini tamamen kendine çekmek için yavaş bir sesle şunları söyler:
“Bu kesedeki altını vermezseniz konuşmam demiştim ya, aslında bu şartı koymamın sebebi şu: Çoğunuz bu altınlar toplanırken ne kadar versem diye hesap yaptınız, kimisi cimri davranıp elindeki parayı sakladı, kimisi gönülsüzce verdi, kimisi ise hiç düşünmeden katkıda bulundu. Ama işin özü şu ki, her biriniz bir değer biçti bu vaaza, tıpkı hayatınızdaki çoğu şeye biçtiğiniz gibi...”
Bu sözler kasaba halkı arasında hafif bir tedirginlik yaratır. Çünkü herkes, Hasan Efendi’nin de dediği gibi bir düşünceye kapılmıştır; bu vaazın gerçekten değeri nedir? Bu, yalnızca bir öğüt müdür, yoksa kendilerine hayatlarına yön verecek bir ders midir?
“Parayı bir araç olarak kullanırken bile ona gereğinden fazla değer vermeye başladık. Paranın olduğu yerde, konuşmaların bile sesi değişir, söylenenler farklılaşır. Eskiden bir elin verdiğini diğer el görmezdi, şimdi ise bir elin verdiğini tüm kasaba görmeden gönlümüz rahat etmiyor,” diye ekler Hoca, ciddi ama ince bir tebessümle.
Cuma namazının ardından Hasan Efendi, konuşmasını tamamladığında halkın içinden bir alkış dalgası yükselir. Onun sözleri, yalnızca eğlenceli değil, aynı zamanda düşündürücü ve ders niteliğindedir. Hoca, kasabanın her kesimine hitap edecek şekilde, altının getirdiği yanlış değer yargılarını ustalıkla ele almıştır.
Namazdan sonra Hasan Efendi, belindeki kese dolusu altını çözer ve kasabanın ileri gelenlerine iade etmek üzere uzatır. Kalabalık şaşkınlık içindedir; Hoca’nın bu keseyi gerçekten alıp almayacağı hakkında çeşitli söylentiler çıkmıştır ama o, altını olduğu gibi geri verir.
İçlerinden biri dayanamayıp sorar:
"Hasan Efendi, madem geri verecektin neden istedin bu altını?"
Hasan Efendi, derin bir nefes alır ve şöyle yanıt verir:
“İlk sebebi açıktır, hepiniz beni dikkatle dinlediniz. Bu konuşmayı karşılıksız yapsaydım, yarınız duyar, öbür yarınız dağılırdı. Oysa ödediğiniz bedel sayesinde, her sözüm size değerli geldi. Kıymet verilmeyen bir söz, çoğu zaman lafta kalır; ama bedel ödediğiniz şey aklınızda iz bırakır. İkinci sebebe gelince, keseyi alınca konuşmalarımda nasıl bir değişiklik olduğuna dikkat ettiniz mi? İşte para da, her insanın hayatında bu etkiyi yapar. Eline biraz altın geçti mi, bir başkası gibi konuşur, davranır insan. Bu yüzden size hem paranın cazibesini, hem de ne kadar dikkatli olunması gerektiğini göstermek istedim.”
Kasaba halkı derin düşüncelere dalar. Bu iki basit ders, Hasan Efendi’nin zekice kurguladığı bir yol gösterici olarak tüm kasaba halkının zihinlerinde yankılanır. Hoca’nın anlattıkları sayesinde, altın kesesi yalnızca bir nesne değil, onların hayatlarına bir ayna tutan bir araç haline gelir.
Hasan Efendi kasabadan ayrıldıktan sonra halk, onun sözlerini uzun süre unutamaz. Bu konuşma her biri üzerinde derin bir iz bırakmıştır. Kimi, kendine ve çevresine karşı tutumunu yeniden gözden geçirir; kimi paraya olan aşırı bağlılığını, bencilliğini sorgular. Altının yalnızca bir araç olması gerektiğini, fakat bu aracın zaman içinde hayatlarının merkezine yerleşmiş olduğunu fark ederler.
Kasabada ufak ufak değişimler olmaya başlar. Eskiden yalnızca kendi kazancını düşünen tüccar, artık fakir komşularını da düşünmeye başlar; gençler, yalnızca cebindeki para kadar değer gördüklerini anlayınca para kazanma hırsını bir kenara bırakır, gerçek dostlukları aramaya yönelirler. Kasabada yavaş yavaş yardımlaşma ruhu yeniden canlanır.
Hasan Efendi’nin altını geri vermesi, onların gözünde altının bir değeri olmadığını değil, altının değer ölçüsü olmaması gerektiğini anlamalarını sağlamıştır. Artık her biri, hayatlarında karşılarına çıkan her durumda, “Bu davranışı yaparken gerçekten içten miyim, yoksa cebimdekiyle mi konuşuyorum?” sorusunu kendilerine sorar hale gelmiştir.
Erol Kekeç/10.11.2024/Sancaktepe/İST
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.