- 242 Okunma
- 5 Yorum
- 7 Beğeni
Arayış "8848 metrede"
- Bazen balık asar kendini oltaya -sen tuttum sanırsın..
- İyi misin sen?
- İyi değilim galiba.
Aynı coğrafyada aynı dili konuşamadığımız o güzel kadınla yine o gün yollarımızı ayırdık. Galiba bu işleri beceremeyeceğim..
"Kimsin sen Ali Osman"
Sofie’nin Dünyası adlı kitapta rastlamıştım ilk bu soruya. O zamanlar onüç yaşındaydım. Doğum tarihimiz de aynıydı Sofie ve tabi Hilde’yle. İkizler burcuyduk hepimiz malesef. Zor bir burç.
Sahi kimdim ben!
Henüz yedisinde elinde bastonla hayat yükünü sırtlamış bir çocuk. Bütün bildiğim bu. İyi ama kurtuldun işte o yükten. Kırkına merdiven dayadın ve artık maddi manevi özgürsün. Öyle olmuyormuş.
Sahi /o çocuğa n’oldu.
Beni bir pazar sabahı fırına iki ekmek almaya giden, kapıyı her defasında zile basmak suretiyle açtıran, sofrada "hadi çocuğum yesene" diye söylenen bir ailesi olan kimse anlayamaz.
Beni ancak hiç oyuncağı olmamış bir çocuk anlar.
Benim oturduğum yemek masaları hiçbir zaman gerçek bir sofraya dönmedi.
Yetimhanedeyken sadece bir ailesi olsun diye o tanıştırma günlerinde şirinlikler yapan bir çocuk değildim. Yine de öyle olanlara hiçbir zaman kızmadım. Ben hep bir cam kenarında öz ailem bir gün gelip beni alacaklar diye bekledim.
Odaya bırakılan oyuncaklara hiç dokunmazdım. Çünkü onları annem yada babam getirmemişti. Herkes bana yabancıydı ve ben herkese yabaniydim.
Geceleri o kadar gözyaşı dökerdim ki şimdi yirmi yıldır hiçbir kötü olay karşısında ağlayamama sebebimi de buna bağlıyorum. Yani aslında sanıldığı kadar vicdansız değilim. Sadece gözyaşım tükendi.
Bir gün psikolojimi düşünüp beni yurdun çocuk doktoruna götürdüler. Kadın doktora "ben evereste çıkacağım" dediğimi hatırlıyorum. Nedenini sorduğunda "öğretmen söyledi, en yüksek tepe orasıymış, ordan anneme babama sesleneceğim".
Everest, çocukça bir hayal dünyası işte..
Yurdun imkanlarıyla -ve bu konuda hakkını ödeyemeyeceğimiz vatandaşın vergisiyle devletin bize sağladığı güçle- önce bir adliyede katip olarak işe başlayıp sonrasında üniversiteyi bitirip kurumlararası geçişle öğretmen olmuştum. Bizim coğrafyacı Meryem Hoca’yla tanışıklığımız burdan başlıyor.
Kendisi de benim gibi yurtlarda büyümüş bir genç kız. O zamanlarda bu ortak yönümüz sayesinde iki güzel arkadaştık.
Gerçek dostluğumuzsa o güne dayanıyor.
- Ali Osman, yarı yıl tatilinde arkadaşlarla bir yere gideceğiz. Sen de bizimle gelsene.
- Yok ben gelmeyeyim.
- Everest’e çıkacağız..
- Everest!
Dağcılık kulübünden ikisi kadın dört kişi, iki de biz toplamda altı kişi Everest’in eteklerine vardığımızda arkadaşlar ilk gün bize eğitim verdiler.
- Emin misin hocam. Tırmanmak istemezsen anlarım.
- Şimdi değilse ne zaman!
Bir zaman sonra Everest’in tepesine ulaşmıştık, artık zirvedeydik. O karda sırılsıklam terlemiştik. Elim ayağım titriyordu.
Bir cep aynasından yüzümü gördüm. Henüz yedisindeki o çocuk Ali Osman karşımdaydı. Bardaktan boşalan yağmur gibi ağlıyordu..
Kimse ne olduğunu anlayamadan kollarımı iki yana açıp boşluğa seslenmeye başladım.
- Annneeeee, babaaaaaa...
Buz yığını arasında belimi saran o kolların arasından sol kulağıma sıcak bir nefes yayilıyordu.
- Ağla Ali Osman! Ağla..
YORUMLAR
bayduygusal
Selam, sevhi ve saygılarımla.
Yazarın hem anlatımı hem de hikayesi çok etkili. Bazen hissedilen anne ve babanın fiziken olup olmayışı ile değil sadece.
Neyse
Bazı vesilelerle birkaç kez ziyarete gittiğim o kimsesiz çocuklarla çocukluğum arasında kurduğum bağ -ki çocuklara karşı fazlaca hassasiyetimin olması nedenlerinden biri burdan geliyor ve bu bazen yaşamımı çok duygusal hale dönüştürmesi sebebiyle beni çok zorluyor. -
Yine neyse,
Anlatı pek anlatamadığım nedenlerle bende çok tesir bıraktı. Kalemine sağlık, daim olsun yazıların.
Güney tarafından 29.8.2024 00:13:13 zamanında düzenlenmiştir.
Keyifle okudum, hayali gerçekleştirmeyen bir çok kişiler var..
Akıcı bir üslupla yazmışsınız...
Selamlar Nevşehir den..
bayduygusal
İstanbul'dan sevgilerle..
bayduygusal
Saygılarımla..