- 163 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
LAMBALARI YAKSANA
Gölgelere bakıp, ışığın varlığını unutuyorum kimi zaman.
Nasıl ki çelimsiz bir böceğin sırtına av tüfeği verip, boynuna tasma takarak, boy vermiş buğday başakları arasında olta atıp gezinemeyeceğinden eminsen, benim de kafamdaki sabit fikirlerden öyle bir anda, birkaç günde kurtulamayacağımı bil.
Karanlık olmadığını bilsem bile her yer karanlık geliyor bana. Bunu fark ettiğim zaman yakmak için istemsizce bir lamba arıyor gözlerim.
İnan bana, hayatı anlamak ya da anlamlandırmak için ıslak zeminde, çürük beyinli insanların iri cüsseleriyle sergiledikleri tuhaf ve bir o kadar da zehirli davranışlarını gözlemlemek yetiyor kimi zaman.
Karanlığın o çürük yüzlü canavarlarına bir ışık hediye etmeyi ne çok isterdim, anlatamam.
Bana bunu hissettiren sadece bir davranış olmuyor her zaman. Bak, burayı atlama; anlatmak istediğim şey, karşı tarafın hissettikleri, karşı tarafa hissettirilen şey. Bu bazen bir söylem, bir bakış veya davranış olabilir.
Şimdi çocukların sapanla kırmaya çalıştıkları, köhne bir evin, tavanda anlamsızca sallanıp duran ampulü gibiyim, öyle hissediyorum.
Bazen kendimi, bana bunu hissettirenlerden biriymişim gibi görüyorum. Çok değil, biraz. Biliyorum, daha çok yabancısıyım onların.
Bedenimin ve ruhumun üzerinde kimin açtığını bilmediğim bir savaşta, elinde silahı olmayan tek taraf gibiyim. Karanlıkta, ışıksız kalan o tek taraf.
Acınası değilim kesinlikle, aksine!
Şimdi bir böceği bile anlayabiliyorum, tıpkı yaşlı bir elma ağacını anladığım kadar, inan. Sanki biraz da göğe bakan başakların, asla göğe dokunamayacaklarını bildikleri halde başları göğe uzanmış, rüzgarla sağa sola sallanmaları, sallanırken ritim tutmaları gibiyim.
Veya aynı başakların üzerinden geçen bulutların, önüne düşüp savruldukları rüzgâra zerre duygu duymamaları gibi. Düşünsene, zavallılar! Gölgeleri bile nesnel değil.
Var, ama daha çok yok gibiler.
Acınası değilim. Sitem de etmiyorum. İçimde bir yerlerde yanan bir lambanın aydınlattığı ve aydınlanana kadar içindeki ışığı neredeyse unuttuğunu zanneden bir şey var. Ve görüyorsun, değişmeye çalışıyorum kendimce.
Biraz yorgunum.
Aslında o başak benim biraz da o bulut ben. Bulutların kapladığı gök, başakları dans ettiren rüzgâr… hepsinde ben varım say, hepsini ben!
Söyle bakalım, hangisi daha çok suçlanabilir bir savaş alanında. Peki, ağaçları hiç düşündün mü böyle bir kargaşada. Tam da siper alınmış bir savaş meydanında…
Yapraklarından daha demincek dinmiş yağmur damlalarını bırakırken toprağa, daha dinlenmeden, siperlere siper oluyor gövdesi.
Bu durumdan babam da suçlu değil esasında. Öğrendiğini öğretir ancak bir insan. Daha şanslı bir çocuk olabilirdim, kabul. Daha az korksaydım, daha çok hata yapma şansım olabilirdi. Kendimi mi kandırıyorum diyorsun? Haklısın!
Yine de bu kadar merhametli olmamalıydım beni aşağı çekenlere karşı. Dik durabilmeli ve tek tek eleyebilmeliydim. İşte o zaman daha erken varabilirdim bahsettiğim o aydınlığa.
İnsanın karakterinin doğuştan geldiğini ve doğduğu evle şekillenmeye başladığını okumuştum bir makalede.
Benim evimde ne yazı ki hiç neşe yoktu. Olmadı. Bundandır kemiklerimde zonklamalar hissedip, onca zaman karanlıkta önümü görmeden yürümeye çalışmış olmam.
Kafamın içinde kilitli bir sandık var sanki. Onca zaman orada olduğunu ya görmedim ya da görmemek için üzerine her defasında paltomu attım. Açsam, içinden birazcık ışık çıkar mı dersin?
Böyle düşününce bir titreme geliyor bedenime. Tüm kemiklerim kırılmış gibi bir ağrıyla kendi içime büzüşüyorum.
Oradan bakınca yaralı gibi mi görünüyorum? Hayır, hayır! Ben sadece yorgun bir budalanın tekiyim, o kadar.
Kimseye kendimi anlatmak gibi bir çabam yok. Beni anlamak isteyene fazlasıyla netim aslında.
Baksana, yorgunum. Lambaları yaksana.
YORUMLAR
Bu aralar ben durmaların kadınıyım, biraz da çürük etimin artığı...dünyayla dirsek temasım uzaya varmak üzereyken; kalbim çalışıyor uzaktan...seyrediyorum çoğunlukla "selam yabancı!" diyen pamuk şekerimi...
ne güzel bi iç döküş, ne güzel bi duygusal yorgunluk...yorgunuz...cümleten yorgun.
Teşekkürler Zeynep...