- 217 Okunma
- 0 Yorum
- 5 Beğeni
ÇOCUKLUĞUMA DUYDUĞUM ÖZLEM VE EDEBİYATIN SİHİRLİ DÜNYASI...
Sırları vardı simyacı şehrin: aşkın isyanına yenik düşen ölü nefsin ve öldürücü güdülerin t/uzağına düştüğü kadar hem yalnız hem sıra dışı bir rüzgâra denk düşen özlemi üstünde tüten dağınık bir yatağın üstünde oyalı mendil:
Her çocuk bir renk.
Her renk semaya yolcu.
Simasında gölgeler oynaşan karanlık yolların derdest edilmiş ve tutulmuş nutku sönük coşkusu.
Ser verip sırları da serili surlarında şehrin su misali sevip yaşayan aşkın yandaşı sevdalıların kırık güftesi.
Bir nebze de olsa ses olmaya aday iç sesin nüansı ve kırık kalemin ölümle olan dansı.
Reverans yüklü bir kıyam, referansı aşk ve içten bir ç/ağrı:
Noktası virgülüne kadar şair yaşama sevdalı.
Ya da bir zamanlar öyleydi:
Kendinde vazgeçmişliğin yanık sesinde, aşkın o masum busesinde saklı:
Kimler geldi kimler geçti şehrin iki yakasından arda kalan bir yangın kulesi:
Her kim ise iki yakasının bir araya gelmediği ve işte takvimde işaretli göç mevsimi.
Uluyan sessizlik.
Kendimi arayışımın külliyesidir yazın yangınım: sürmanşet arkası yarın rüyalarım ve de cebelleştiğim karanlığın boyu posu yerinde korkuları…
Bir yanım anne kalan yarım döngü bense tamamlanmayı bekleyen kesirli bir sayı gibi aralıksız yuvarladığım ve de yuvarlandığım yokuşların nöbetini tutuyorum.
Bazen bir yanılsama bazen içimi üşüten dejavu.
Bazen aksıran iç sesim bazense sessizliğe gömülen oysaki ben çoktan demir alıp açıldım enginlere içimin surlarına kalelerine de tek tek dizdim kurşundan askerlerimi gel gör ki: kimsenin paye vermediği kuruş değer biçmediği her biri.
Bir imla hatasından doğdum belki de:
Kökü ve iyelik eki, zaaf dolu sözcüklerin simyacı yurdunda bulmuşum belki de kendimi:
İfade yoksunu ara duraklar tabelası düşmüş boş evler her başa sardığımda boş veremediğimin yansıması ve her boş verdiğimde kendimden çekip gitmek adına.
Çenginin karartısı.
Çalgının başımı ağrıtan uğultusu.
Mimarisi gizemli şehrin hem ulağı hem uleması.
Biçer-döver kalemim arzı endam eden kalem-kakan kimliğim ve unutulmuş kitapların kabaran kiri ama hiç birinde kin yok hiç birinde son yok gerçi son yazan son sayfaya ulaştığımda içimde yeniden okuma isteği doğduğu kadar kitabın yazarını kıskandığımdan mıdır ne, özet geçmek adına kitaba bir tane de benim yazmaya aday olduğum elbet edebiyatın muhtevası ve sihirli dünyası…
Rivayet o ki: sefil düşlerin kırık tekerinde saklı yüreğin miğferi belki de kapı arkasına yaslı mazinin tütün kokan hayali.
Düş erbabıdır içimin çocuğu ve sözcük erbabı olmaya kanat açtığım okunaklı el yazımın dokunaklı bir kalpten nemalandığı iken tek gerçek ve gözlerim kapalı yaşamış olduğum hayatın da rövanşıdır yazdıklarım.
Mağlup ya da galip gelmenin bir önemi yok artık bu saatten sonra ve ikişer defa çekilmiş 32 düşümden arda kalan sadece uyuşuk bir çene uyumsuz bir ruh ve uygunsuz bir zamanda kapıyı çalan kara melek.
Devşirmenlere öykünüyorum.
Bir sağaltım iken hayal dünyam ve sarmalında gerçeklerin neyin kokusu içime çeksem çocukluğumu duyumsuyorum.
Sağımda saklı solumun kalan yarısı: sarnıcın susuz bekleyişi.
Eklenti babında hayata alt yazı geçtiğim ve volta attığım şehrin sokakları yakamdan düşmek bilmeyen sesler adabı muaşeret kurallarının hem sağdıcı hem de en sadık neferi.
Düş yakamdan.
Yalvarışlar düne ayarlı.
Optimum seviyede bir uzantı iken sesler sessizlikle yoğurdum benliğim hatta bedenim üstünü karaladığım mazim düş yakamdan asi ve asil düşlerim.
Benzersiz bir dünyanın misafirim halen himayesinde babamın hala yaşadığım çocuksu düşlerim.
Bin sene geçmiş olsa da üstünden iliklerime kadar üşüten karlı kış geceleri şehri İstanbul’un buz tutan yokuşları ve ev hapsinde iken öğrenciler kışı sert geçen yılların üşüten pozları üşüten poyrazı.
Düş yakamdan.
Seferi seyyahıyım acının aşkın da ve acılarım iç bükey bir aynada ser verip sır vermese bile sır dolu aynayı kırmanın tek çare olduğunu biliyorum ve içime düşen ateşi değil söndürmek daha da körüklüyor iç sesim.
Öyle bir minvaldeyim ki öğrenci kimliğime kayıtlı her bilgi ve pasomda saklı özveri ve yalnızlığın hikmetli varlığı ve serzenişi…
Renklerin asasıydı adeta heybetli imgeler öyle ya: ha renk ha duygu katmanı yoksa bir karnaval mıydı renklerin uzantısında baş veren imge yüklü yakarışlar meylettiğim aşkın ihbarı mıydı yoksa yarı yolda bırakılmışlığım…
Ne öncem vardı ne de sonram ne zamanki kalemi elime alsam transa geçen bir ruhtum önceleri: hem soluk hem solgun hem silik…
Silik kızlardan olmadım asla ve saf da tutmadım bana benzemeyenlerin ne yanına yakıştırdılar beni ne de uzağına sadece bir gölge mahiyetinde yaşadım kendi gölgemi öldürsem bile kendimi öldüremediğim kadar da kendimin yabancısı.
Sevdanın nesri ve neşri idim öncemden firar edip yarınlara odaklandığım o hayal dünyam ne de olsa sevgiydi hem şiarım hem de andaki mevcudiyetim ve kendimi cihana ihbarım ve ben hep sevdim tarafsızca işin kötüsü sevildiğime inandım ve güvendim yakınımda uzağımda kim varsa enselendim de ne de olsa ser verdim sır verdim ve işte sırlı aynam her kırıldığında çoğaldı esaretim büyüdü rehavetim sonlanmasa da asaletim canım yandı delicesine yamandım ruhuma ne şehvetli ne isyankâr bir punduna getirdi insanlar sevildiğim nasıl da aşikârdı elbet başka bir baharda başka bir zaman ve mekânda.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.