- 257 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
MÜSLİM VE GAYRI MÜSLİM
MÜSLİM VE GAYRI MÜSLİM
İngiltere’de yaşayan bir antikacı, sürekli piyasayı dolaşarak antika eşyaları satın alır, gerekli tadilatı, tamiratı yaparak müzayedede almış olduğu fiyattan fazlasına satarak başka ürünleri hem ekonomiye, hem de tarihi kültürüne kazandırıyor!
Bu antikacı dostumuz, önce 1900’lü yılların ortasında satış yapan, daha sonraları bir sebeple kapanan mağazaya gider. Aradan geçen 70 Yıla rağmen mağazaya boya dahi yapılmamış olmasıyla birlikte içinde bulunan tezgah ve raflara da dokunulmamıştır! Bu mağazada dikkat çeken en önemli şeylerden birisi kumaş rulolarının da konulabileceği kapaklı bölmeleri olan ahşap bir tezgah ve yine o günün şarlarında el yapımı olan bir kadın maketidir! Pazarlık yaparak bu iki ürünü aldıktan sonra, 1700’lü yılların sonu, 1800’lü yıllarının başında yapılmış olan, mimari yapısıyla göz kamaştıran bir şapele gider.
Tam yetkili olan kilisenin papazı antikacı dostumuzu kapıda karşılar! Ayaküstü hal hatır sorup biraz sohbet ettikten sonra bizim antikacı ne için geldiğini açık bir dille kendisine ifade eder!
Daha sonra Kilisenin Papazı bizim antikaçıya kilisenin tarihçesi hakkında bir brifing verir ve kiliseyi gezdirir! Bu brifing ve gezi sonrasında antikacının istediği yer olan aynı zamanda kilise yapıldığından beri, Kiliseye ait olan eski malzemelerin istiflendiği depoya, boduruma inerler!
1800’lü yıllardan beri 200, 250 yıllık kullanılmayan ve antika değeri olan malzemeleri düşünün! Ki ben sadece bunlardan bir tanesine değineceğim; 1813 Yılında yapılmış olan, tek parça kütüphane masası. Bu masanın üst tek parça olup, el işlemeciliğiyle göz kamaştırmaktadır! Ne var ki Kilisenin Papazı bu masayı sadece ahşap bir parçadan ibaret olduğunu düşünür. Hatta bir kaç kez deponun boşaltılark orada bulunan malzemelerin yakılmasını düşünmektedir!
Antikacı dostumuz, gözüne kestirmiş olduğu bu masayı inceledikten sonra Papaz’a dönerek; Bu masa için pazarlık yapar ve ; “Papaz efendi bu masa için benden ne kadar istiyorsunuz? Diye sorar. Papaz şaşkındır. Çöpe atmak istediği ya da yakmak istediği bir şey için ne isteyebilirdi ki? Biraz düşündü ne isteyeyim diye! Sonra mahcup bir edayla; “500 Sterlin istesem ayıp mı etmiş olurum!” Dedi.
Bunun üzerine bizim Antikacı, hayır, hayır bunu kabul edemem 500 Sterlin ha? Yok bunu kabul edemem!
Papaz çok istedim düşüncesiyle; “öyleyse,” dedi ve ağzını açtı ki, bizim antikacı susturdu! “Evet papaz efendi 500 Sterlin’i kabul edemem. Çünkü bu haksızlık olur! Bu masanın değeri çok daha yüksektir ve ben bu yüzden bu masaya tam 800 Sterlin vereceğim! Ne dersin anlaştık mı? Papaz efendi şaşkınlık içinde, alanı kişinin kaybetmediği, satan kişinin de sattığı üründen elde ettiği parayla Kilisesine gelir sağladı düşüncesiyle, Antikacı ve Papaz her ikisi de mutlu bir şekilde tokalaşarak, ayrıldılar!
Bu ve benzeri öyküleri Avrupa’da yaşadığım yıllarda çok sıkça şahit olmuş ve bizzat tanıklık etmişim! Ecnebi dediğimiz, kafir dediğimiz, gayri müslim dediğimiz insanlar nasıl olur da bu kadar dürüst olabiliyor diye de düşünmedim desem yalan olur! Bu yüzdendir Avrupa’da yaşadığım yılları kendim için çok büyük bir kazanım olarak görürüm! Hatta ahlaki yapımın oluşumunda, küçümseyerek, ecnebi dediğimiz, kafir dediğimiz insanlar bana çok şey kattığını kabul etmeliyim!
Uzun yıllar Avrupa’da yaşadıktan sonra Ülkeme, hasretini çektiğim Türkiye’me ülkeme dönmüştüm! Avrupada yaşamış olmanın getirdiği alışkanlıkla olsa gerek, sabah kalkıp traşımı olmuş, banyomu yapmış, gravatıma ayakkabıma kadar uyum içerisinde giyinmiş ve sokağa çıkmıştım! Keşke Ülkeme dönmeseydim dediğim. Keşke Türkiyeye gelmeseydim dediğim ilk şoku yaşayacaktım!
Evden henüz bir kaç yüz metre ayrılmış ve benden birkaç yaş küçük diyebileceğim bir bayanla karşılaşmıştım. Tabii ki, ilk derbe bu bayandan gelecekti!
Ben tamamen masum ve bir o kadar da saf duygularla bu genç bayaqnın yanından geçerken; “Günaydın efendim.” Dedim ve arkama bakmadan yürüyüp gideceğim ki, bu genç bayan; “Utanmıyor musunuz laf atmaya? Saçınız da kırlaşmış ama adam olamamışsınız? Ben adamı ne yaparım biliyor musunuz? Vs, vs. Gibi küfürler savuyrurken, ben bir an önce oradan uzaklaşma gayreti içinne girdim. Adımlarımı hızlandırarak oradan uzaklaştım!
Yaşamış olduğum bu talihsiz olayın şoku birkaç hafta devam etti. Ve birgün kendime bir araba almak istedim! Bir Pazar günü erkenden kalkıp şehrin üç Km uzağında bulunan açık oto pazarına gittim. Birkaç arabaya baktıktan sonra işte bu diyebileceğim bir bir araba gördüm ve yaklaşarak arabanın sağını solunu incelemeye başladım! Sakallı ve başı sarıklı bir kişi yanımda beliriverdi! Bu zatı aslında ben çok iyi tanıyordum! Bu zat Karasu Camii’nin imamıydı ve ben de arkasında namaz kılmıştım! “Merhaba imam efendi.” Sözüme “Selamaleykum diye karşılık vermiş, Ve İngilteredeki antikacı dosumla Papaz arasındaki pazarlığı getirmişti! Ben; arabanın fiyatını sormuş ve olması gereken makul fiyat diye düşündüğüm rakamı söylemişti!
Bunun üzerine, arabanın değişeni, kırığı çıkığı var mı imam efendi? Çünkü ben alır almaz uzun yola çıkacağım diye de bir hatırlatmada bulunmuştum!
İmam efendi; Biz din adamıyız, bizim arkamızda cemaat namaz kılıyor! O yöneldiğim kıbleye ve tekbir getirdiğim Allah’a yemin ederim ki, Arabaya gözüm gibi bakmışım. Ne bir değişeni, ne de kırığı çıkığı vardır! İçiniz rahat bir şekildi biner gidersiniz. Dosta satılacak bir arabadır!
Eeee bunca yemin, ve bu kadar temiz görünen bir arabaya güvenmemek aptallık olur diye düşünmüştüm. Arabayı aldıktan sonra gördüm ki, meğer ben gerçek bir aptalmışım!
İkramın olmayacak mı imam efendi? Dediğimde.
Elbette ikramım olacaktır. Endişeniz olmasın! Cevabını aldıktan sonra sıkı bir pazarlık yapmış nihayet imamın istediği rakamla benim verdiğim rakamın ortasında buluşmuştuk! Hemen noter’e giderek satış sözleşmesini yaptık. İmamın parasını ödedim. Ruhsat ve anahtarı alarak oradan ayrıldım.
Akşam seyhate çıkmak için hazırlığımı yapıp arabanın bagajına yerleştirdim. Sabah olunca kalkıp kahvaltımı yaptım ve yola çıktım. Henüz 300 Km yol gitmemiştim ki arabada yolunda gitmeyen bir takım şeyleri hissettim. Motordan da anlamadığım için pek müdahale etmek istemedim. Gireceğim ilk şehirde sanayiye gider, gereken neyse yaptırırım diye düşündüm.
Maalesef hiçbirşey planlandığı gibi gitmemiş, almış olduğum otomobil beni yolda bırakmıştı! Telefon etmiş, çekici isteyerek otomobil’i sanayi sitesine götürmüştüm.
Ustanın ilk dikkatini çeken birşey olmuştu ki bana sorduğu soru karşısında donup kalmıştım!
Ne miydi sorduğu soru?
Beyefendi takla atarken siz mi vardınız bu arabada? Ne taklası kardeşim? Demeye kalmadan devamını getirdi. Beyefendi Bu arabanın modeli şudur. Siz bu arabayı hiç binmeden garajda saklamış olsanız bile bu durumda kalması mümkün değil. Çünkü bu arabanın kasası olduğu gibi değişmiştir. Çünkü kasanın tamamen değiştirilmiş olması da arabanın takla atmasıyla, parçalarının kullanılmamasıyla mümkün olur. Ki o takla sonrası yürüyen kısmı ve motorda da oldukça deformasyon olur!
Ben eror vermiş susmuştum! Bu kadar mı olur diye! Nihayet günümüz Türkiyesinde birtakım şeylerin yolunda gitmeyişinin, Neden ecnebi devletleri gibi refah düzeyi yüksek olmayan hatta çoğunluğun mutsuz insanlardan oluştuğu gerçeğini bu mukayeseyle öğrenmiş oldum!
Efkan Ötgün
YORUMLAR
Hüma Efkan
Saygılar...