- 243 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
NEREDE O ESKİ GÜNLER
NEREDE O ESKİ GÜNLER
Bir şeyin değerini bilmek insan için çok zordur. Büyük çoğunluğu bu durumu, sahip oldukları bir şeyi yitirdikleri zaman çok söylerler; fakat, o şeylere sahip iken kıymeti hiç akıllarına gelmez: Çünkü, akılları, daha iyilerine, daha görkemli ve şatafatlı olanlara göre adeta programlanmıştır. Hedef tahtasına koyup da ulaşamadıkları vakit, ya da eşekten düşüp ayağını kırdıklarında ise daha önce ikişer üçer çıktıkları merdivenin bir basamağını çıkmanın bile ne büyük bir nimet, ne büyük bir başarı olduğunu görürler.
Hayat hiçbir zaman yerinde durmuyor. Fırtınasız yerlerde dahi yaz demeden kış demeden takvimler, yapraklarını döküyor. Dalından düşüp sararıp solmuş bir ağaç yaprağı nasıl tekrar yerine monte edilemiyorsa; geçen zaman da tekrar geri gelmiyor. Zaman, yaylalardan denize doğru akan su nasıl aktığı gibi kaynağına gelemiyorsa; hayatta yaşadığımız günler ve zaman tekrar geri gelmiyor. Akan zaman, aktıkça hem kendisini, hem de geçtiği yerlerde her şeyi değiştiriyor.
İnsan genç iken bu değişimi pek fark edemiyor. Ya yitirecek, ya da başka bir şekle girecek ki, iyi veya kötü tarzda hatırlarsa o zaman ayırdına varabiliyor. Her yaşın ayrı bir enerjisi, farklı hayalleri, güvendiği maddi ve manevi gücüne göre hedefleri var. Yaşlandıkça insan, artık sivri şeyleri değil daha uyumlu ve fazla enerji harcanmayacak hayal ve hedefleri arzu ediyor. Yaşlandıkça ve çevremizdeki tanıdıklar hazan mevsimindeki yapraklar gibi bir bir toprağa düştükçe; “ölümün” farkına varıyor. Gençlikten bugüne kadar yüzlerce kapının kapandığını gören insan, gözüne taktığı gözlüklerin yardımı olmadan da ileride günden güne büyüye büyüye yaklaşan son kapıyı görebiliyor.
Ömrün son deminde hele emekli oldunuz ise artık doktor ve hastane kapılarında süren bir çalışma dönemi başlıyor. Bu durum istemese de insan, rahat geçmesi muhtemel olan bir günün hatrına devam ediyor. İşte böyle bir tedavi amacı için Düsseldorf Üniversite Hastanesine kapağı attım. Çok büyük bir alana yayılmış olan üniversite kliniklerini bazıları yeni, bazıları asırlık tuğla binalarda hizmet veriyor. Bizim de bu sefer şansımıza böyle bir asırlık bina düştü.
O kadar büyütülmeyecek bir tedavi için yattık hastaneye. Yataklar dar ve eski, odalar yüksek tavanlı. İlk gün iki oda, iki kez de yatak değiştirdik. Neyse hemen ameliyata aldılar. Alt katta mağara gibi bir yere götürdüler. İlk ameliyat odasında bir erkek çalışan bereket ki adımı sordu. İyi ki sormuş. O odada tam narkozlu ağır bir ameliyat olacakmış. “O ameliyat benim için değil” dedim. Neyse bir bayanla beraber o adam listeye bakıp tam üç kez adımı sordu. (Benim yabancı olduğumu fark etti galiba) Ben de adımı soyadımı gayet düzgün söyledim; hatta soyadımın son harfi ”L” dedim. “Tamam” der gibi başını salladı ve;
“Siz yan tarafta ameliyat olacaksınız” dedi. Ben de ona;
“Benim gideceğim kasaphane buradan büyük mü” der demez, anestezi doktoru olan adam;
“Buradan biraz küçük ama onlar işlerini iyi bilirler” deyip vedalaştık.
Dediği gibi daha karanlık ve dehliz gibi bir yere girdik. Adamları lafa tutma da işlerini çabuk bitirsinler diye kendi kendime tembih ettim. Eli bıçaklı adam beklerken iri gözlü bayan doktor ile iki bayan yardımcısı sağ yanağım üzerinde ışıkları ayarlayarak çalışmaya başladılar. Bu arada da beni, “korkma, acımayacak. Çabucak bitecek” diye teselli ediyorlardı. “Haydi oğlum” dedim kendi kendime “otuz defa ameliyat olmuşsun. Bu yanaktaki kahverengi lekenin alınmasından mı korkacaksın” diye gaz verdim. Bu gazın bayağı faydasını da gördüm.
Doktor hanım, vallahi ne yalan söyleyeyim; besmele çekip çekmediğini bilmiyorum: hemşirelerin gazlı bezlerle temizledikleri yerleri bal arısı gibi sokup, “acıyor mu” diye sordukça; ben de hissizleşen yanağımdan dolayı “hayır” deyip onlara yardımcı oluyordum. Bir yarım saat kesip biçme, yakıp temizleme ve dikme macerasından sonra, “bitti” dediler. İçimden, bu bayanlar, “inşallah sağ yanağımı, kesekli tarlaya döndürmemiştir” dedikten sonra, maskesinin üstünden bana gülümseyen doktora;
“Yanağımdaki gamze mi yok etmediniz ya?”
Bu sefer doktor hanım yüzüme merakla tekrar baktı.
Gamzeniz yerinde duruyor. Eski günlerdeki gibi olmasa da” dedi ve “neden sordunuz?” diye ilave etti. Ben de bütün cesaretimi toplayarak;
“Güzel bir bayan gamzemi çok beğenmişti... Bana, “ben ölürsem; beni, senin gamzene gömsünler” demişti ben de ona tamam diye söz verdim. Şimdi siz, o güzel gamzemi yok ederseniz; sözümü yerine getirememiş olurum. Bu da çok büyük ayıp olmaz mı” der demez orada bulunanlar, kahkahalarla gülerken, beni de odama uğurladılar.
Halil GÜLEL
Düsseldorf / 14.03.2023
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.