Kısa Kısa
Uzatmayın uzatmayalım... Uzun yazı ve şiirlerin devri geçti. Hayvan bülbülle, bitki gülü melezlemeyi bırakın, kuzun kurdu yemesi yakındır. Mısralarınızı yeni çağın zihinlerine göre geliştirin. Eski çağ endeksli düşünceler, mecazlar, dini atıflar, en küçük toplum birimi ailedir gibi gerçekler zamanın içinde yalana dönmüştür. 1000 yıl öncesinin doğrusunun 1000 yıl sonra yalan olması gibi bir gerçeklikle karşı karşıyayız.
Deprem yaralarını saramıyoruz, ülkemize doğru olan sınır dışı göç hareketlerinde beceriksiziz, ekonomik okur yazarlığımız yok, e devletten bilgilerimiz çalınıyor, telefon numaralarımız dark weblerde satılıyor dünyanın bir çok yerinden dolandırılmak için mesajlar alıyoruz, develüasyon nedir, enflasyon nedir bilmiyoruz..
Köykentleri ıskaladık, tarım ve hayvancılığı bitirdik. köyler bitti ülke bitti, köy okullarındaki öğretimi arap kültürüyle bizi ve atalarımızı sömüren camiye, cemevine ve kiliselere yaptırdık, hukuğumuz, mahkemelerimiz vasat, orhan gazinin çimpe kalesiyle ilk defa avrupaya geçmesinin üzerinden geçen asırlar sonra rusya ve amerika akkuyu ve incirlik ile çimpe kalesini almakla kalmadılar, artık hem ekonomik hem hukuki hem toplumsal olarak bağlarımızı tek tek koparmaya başladılar.
Yalandan dolandan millilik ve yerlilik sloganları atıyoruz. Gazetecilerimiz bilerek veya bilmeyerek, isteyerek ve istemeyerek bu oyuna çanak tutuyor. değil gazzeye ve doğu türkistana müdahale etmek yardım etmek, gazze ve doğu türkistana dönmek üzereyiz.
Kapitalizm, komünizm ve şeriatizm’in gibi üç sırtlan veya aslan veya kurt veya ayı gelip gidip pençe atıyor, ısırık alıyor, etimizden, sütümüzden, derimizden faydalanıyorlar. Her pençe darbelerinde anne evladını kaybediyor, oğul atasını kaybediyor.
Ülkemizde yalnız yaşayanların sayısı 5 milyonun üzerinde. Bireysellik ön planda lakin bireyi koruyan bir devlet mekanizmamız yok.
Peki çare, bende yok, bilemiyor, düşünemiyor, yol bulamıyorum.
Tanrı ve Allah sopası ile peygamber din yalanı ile akreplerce sokulmaktan, kunduzlarca soyulmaktan, kuduzlarca saldırıya uğramaktan bıktım.
Geriye dönüyorum ve 1800-1900’lü yılları arasında kahi İstanbul kahi Anadoluda bir birey olarak düşünsem şimdi. Dünya, ekonomi, hukuk, iş güç, sosyal hayat, strateji vb vs haberlerini nereden alabiliyordum? Dağın arkasında, denizin ardında ne olup bitiyor bana, benim ülkeme etkisi ne olacaktı bilemezdim.
Peki, şimdi geldim 2024 yılına, ne biliyorum, nasıl çare bulabilirim. Korku ve umut ikileminde, yaşamak ve ölmek çıkmazında, sevgi saygı ile hınç ve kin arasında kemiklerim ufalanıyor, zihnim turşuya dönüyor, gönlüm cennette porno hayalleri kuruyor.
Dayanamıyorum, kendi kendimle konuşurken, bir çare düşündüm. Tek gerçek ölüm idi, küçük odadan geçtim, balkon kapısını açtım, üst katlarda yaşıyordum.
Dünya ve dünya yaşamının yalanını ve vahşiliğinden bıkmış idim. Balkon camlarını da açtıktan sonra, saf gerçeğe erişmek umuduyla kanatlandım, attım kendimi balkondan ve kanatlarım yok imiş anladım, yere çakıldım, kemiklerim kırıldı, iç organlarım parçalandı, lakin kurtuldum. Gerçeğin kapısından geçtim.
Beyaz ışık mıydı hatırlamıyorum ama bembeyaz bir cennete girdim. Tomurcuk meme hediyelerine kavuşmuştum, hal böyle olunca çevremi en güzel kadınlar, en güzel bakışlı en güzel dudaklı, ipek tenli kızlar çeşit çeşit güzellikler sardılar. Dünyada bana yasak olan, ayıp denilen, ahlaksızlık denilen her türlü zevki ve hazzı beyaz cennette tattım, sonu gelmiyordu, bana 100 erkek gücü verilmişti, çevremde belki de 100 den fazla güzel vardı, hepsi de bana kul köle idi, azgınlardı, güzellerdi, tarifsizlerdi... Demek ki kadın olsam 100 kadın gücü verilecekti ve çevremde yüzlerce erkek mi olacaktı, veya ben lgpt’lilerden biri olsa idim bana 100 lgbtli gücü mü verilecekti beyaz cennette...
Bıktım usandım beyaz cennetten, böyle bir sonsuzluk olamazdı. Olmamalıydı, daha ileriki cennete kavuşmalıydım. sonsuz bir yaşamda, önce sarı cennete sonra siyah cennete, sonra mor cennete, kırmızı cennete, yeşil cennete... Tüm renklerin cennetlerini adımladım, cennette zaman yok idi, zamanın bir amacı ve değeri yok idi,
Lakin olan tek bir şey var idi, yukarı ve aşağı dipsizlikte önüm açıktı, tek yasak olan ise geriye dönmekti. Sarı cennete geçince beyaz cennete dönmenin yolu yoktu, siyah cennetten sarıya dönemedim, sonra mor cennetten siyah cennete, kırmızı cennetten mor cennete... Yani geri dönüş yoktu. Renklerin cennetini tüketmiş olmalıydım lakin sonsuzluk devam ediyordu. Cennette mi çıldırıyordum, cennet cennet dedikleri ne saçma bir yer idi, bu muydu dünya kurulalı beridir tüm kültür ve inançlarda adı sanı dillerden dillere aktarılan muhteşem yaşam ve müjde dedikleri cennet bu kadarcık mıydı?
Sustum sonsuzun içinde, kulak kesildim, sesin cenneti ileride olmalıydı, ses; bir ses arıyordum sükutun içinde. artık görsel şölenlerden bıkmıştım, usanmıştım, cennetten bıkmıştım, bir ses duymak için tüm varlığımı adadım, dinledim hem kendimi hem çevremi, cennetlerimi dinledim bana bir ses etseler diye... Eden yoktu, benden de bir ses yoktu bana edilen.
Madem yoktu, geriye dönmenin bir yolunu bulmalıydım, bir şekilde ilk girdiğim beyaz cennete ulaşmalı ve ardından dünya yaşamına geri dönmeliydim. Sonsuzluktan geriye dönüşünün bir patikası, geçidi, köprüsü olmalıydı.
Ortaçağın hayalleri ve düşünceleri, ilk çağların felsefeleri, antik uygarlıkların teknolojileri veya uzaylılar muzaylılar farklı yaşam biçimleri ve şekilleri...
Döngü neydi, yaşadığımız çağın gerçeği neydi. Ölüm ve sonrası ne demekti. Hepsini tatmış mıydım, tuzlu muydu, ekşi miydi? Madem görüntü ve haz cenneti beni tatmin etmedi, ses cennetinde aradığım sesi veya beklediğim sesi duyamadım, şimdi de tat cennetine mi geçmeliydim. Sonsuzluk tatlı mıydı, tuzlu muydu, ekşi miydi.. Şimdi de bunları mı tecrübe etmeliydim.
Dünyevi nörüyon yine? Nedem, kafatasımı çatlatmaya çalışıyorum. Daha çatlamadı, sen çatlatabildin mi?
Kahve mi çay mı, meyve veya sebze suyu mu, süt veya yoğurt suyu mu? Ne ikram edeyim sana.
Afiyet olsun. Kan içmezsin herhalde? O da var istersen, parmağımdan bir kaç dama alır damlatırım saf suyun içine..
Saygılarımla efenim...
En seveninize emanet olunuz.