Anda Yine Aynı Döngü
Haberlerin ardı arkası kesilmiyordu, havaların da, seslerin de, görüntülerin de, düşüncelerin de... Her gün aynı şeyi düşünmeyi başarabilen yaşamış mıdır dünyada. Rüzgar geçtiği bir yerden yeniden geçer mi veya geçen rüzgarın aynı rüzgar olduğunu kanıtlayabilir miyiz, rüzgarın izi sürülebilir mi? Bütün sular benzer mi birbirine, yani hepsi H20’dan mı ibarettir acaba. Hiç mi zerre kadar da olsa farkları yoktur.
Tanrı hiç değişmiş midir mesela, her şeyi yarattığını düşündüğümüz Tanrı, ilk yarattığı an ile şimdiye kadar geçen süre içinde hiç mi değişim geçirmemiştir hem maddi-fiziki-kimyevi-genetik vb hem de düşünsel-ruhsal-ışıksal vb anlamda yani. Emin mi Tanrıyı kabul edenler her gün aynı Tanrıya yakardıklarından mesela? Kim bilir belki de bilebildiğimiz her şey Tanrının bir sivilcesinden ibarettir, olamaz mı yani. Kanıtlayabilir miyiz Tanrının sivilcesinin olup olmadığını?
İçten pazarlıklı olmak değil midir ibadet etmek mesela. Tanrı düşüncesi çıkardan ibaret bence. Başka da bir şey düşünemiyoruz yani Tanrıdan başka.
Kutsal kitapların kutsal veya vahiy olmadığını öğrendiğimde başladı her şey. 70 kuşaktır bir aldatılma hissi büyüdü durdu içimde. Sonunda Tanrı ve ardıllarının veya örneklerine önce nefretim kabardı sonra baktım hiç bir şey olmuyor, sükutum depreşti. Tepkisizleştim. Artık çanların ve ezanların hatta davulların ve zurnaların birbirinden farkı kalmadı gözümde. Ezanda sözler var, o sözlerin yalan olduğunu biliyorum. Çanda, gongda, davulda ise sesler var, sesin kuvvetini elektronik olarak desibel cinsinden ölçebiliyoruz ama sesi tanımlamak veya bilebilmek de çok zor, sanki imkansız. Sesin frekansıyla büyük kütlelerin hareket ettirildiği veya büyük taş blokların taşınabildiği teorisi var bir de. İnsan, öküz, deve, fil kuvvetiyle hatta dev ve cin kuvvetiyle değil de sesin frekansıyla yapıldığı eski antik yapıların, acaba bu düşünce tutar mı?
Çağımıza denk gelen veya isabet buyuran düşünce nediri bir türlü bulamadım. Felsefe hakkında söylenenlerin de bir derinliği yok pek, tasavvuf zaten insanları kandırmaktan ibaret, ateşe tapmak ile aydınlanmak arasında da günümüz açısından bağ kurmak çok banal ve sıradan geliyor. Lakin bir odun ateşindeki ateşin hareketlerini görünce ve uzun uzadıya izleyince de bir garip oluyor zihnimiz. Şehirleşmeyle birlikte ateşin dansını- frekansını görüntüsünü de unuttuk gündelik hayatımızda. Bir orman yangını çıkacak da veya kırk yılda bir mecazındaki gibi apartman ev yanacak da ateşi seyredebileceğiz. Zaten çıkmasın yanmasın da, mecazen yani. Ocakta yanan ateş ile sobada yanan ateşin veya açık havadaki ateşin arasında da dünyalar kadar fark var. Peki bu farklar nedir dersek de, aman be, işimiz gücümüz yok da fark mı arayacağız diyorum.
Şekillerden çok yoruldu zihnim. Her türlü şekilden, insan, erkek kadın çocuk bebek ihtiyar şekillerinden tutun da, araba, yol, tabela, pencere, ağaç, kuş, sinek, ev eşyaları, sanayide parça diye satılan milyonca parça şekillerine varın da, kırtasiyede malzeme şekillerine vb vs işte. Şekil diyorum, acaba gerçekte nedir?
İnsanlar mesleklerinde devamlı tekrarladıkları şeylerden hiç mi yorulmaz ya hu. Yolculuğu esnasında ışık mesela, hiç mi yorulmaz.
Dünya haberlerinde çok ilginç şeyler çıkıyor piyasaya. Mesela bir çocuk baş ağrısı için hastaneye gidiyor ve çocuğun kafasının içinde kardeşin olduğu görülüyor, yani ana rahminde değil de bir çocuğun beyninde bir cenin düşünün. Belki de dünyada ilk defa karşılaşılan bir olay. Bu haber ile mesela; Tanrı, felsefe veya inanç arasında bir bağ kurulabilir mi, kurmayı başarabilir misiniz? Yoksa kabul edilemez deyip geçmek mi lazım.
Dünya haberlerindeki ve bizim kültürümüze göre iğrenç denilen olaylardan bahsetmeye ne hacet.
Bu çağ delilik veya delirme çağı olabilir mi tüm insanlık için. Hani çağlara isim veriliyor ya, orta çağ, yakın çağ, ilk çağ, bilgi çağı vb vs, bu çağın ismini nasıl koyabiliriz ki. Veya konulan isimleri kabul etmek mecburiyetimiz mi var.
Size kişisel bağlardan bahsedemem, çok sıradan öyküler artık bunlar. Bir insan hikayesinin veya tüm insanlığın hikayesinin boşluğa düştüğü hissi de çabası artık. Sanırım ölmek en güzel şeylerden biri, aşktan, sevdadan, nefretten, kinden, hırstan, hayalden, hazdan vb vs öte en güzel şey bir şekilde ölmek olmalı.
Hani insanların zihnini kandırmak veya yöneltmek için derler ya, günde veya anda belki de onlarca yüzlerce hatta binlerce kez ölüp diriliyoruz diye veya uyku ölümün kardeşi gibidir sözleri de değersiz günümüzde sanki, ne dersiniz?
Yaşadığını kanıtlayabilir misin bana ey okur. Ey fikreden, düşünen mantık yürüten kişi, yaşadığını kanıtlayabilir misin bana.
Çok fazla da kafa ütülememek lazım, uyumak lazım daim. Uykudan nasılsa uyanır insan, uyanmadığı zaman da ölmüş sayılmaz hiç bir zaman. Bu da bir başka boşluk türü anladığım kadarıyla. Gerçekte anladığımız da bir şey yok aslında. Acı, ızdırap, teessür, keder, mutluluk, neşe, umut vb vs hiç bir şey anlatmıyor ki anlayabilsin insan değil mi?
Belki de artık gönülsüz ve zihinsiz yazmalıyız, ne dersiniz? Telaşeye gerek olmadan...
Bir zamanlar çok kullanırdık ya, salla gitsin hesabı. Sanmak ve atmak fiillerinden türemiş bir kelime değil mi san-at. Hedefler de gereksizlik değil mi?
Bu yazıyı okuyan lütfen bir bardak su içsin. Ve düşünsün Tanrının gözyaşlarını veya dışkısını. Tanrının döngüsünü bilebildiğimiz döngüler ile açıklamak da gereksiz. Çünkü anlamı yok, aslında anlam da yok. Neyin kavgasını veriyor dünya üzerindeki tüm hareketler sanki. Şimdi kirpiklerini indir gözlerinin önüne mesela. Veya bir nefes al ve nefes vermeden zihninden 100 e kadar say, 1000 1001 1002 1003 ... 1099 da bitir gitsin. Yeni bir döngüye gireceksin sonra.
Hoş geldin.
Saygılarımla efenim...
Y.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.