- 181 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DÜŞMEK - KALKMAK - DÜŞMEK
Kendi kahvemizin bahçesinde, kendi makinemle başladığım sinemacılığımın ilk gecesi, en mutlu uykularımdan birini uyumuşumdur. Ertesi gün, bakkaldan aldığımız şeker çuvallarından, beyaz bir perde dikiverdi, İbrahim ağanın kızı Semahat abla. Aynı günlerde, Pendik’ten , taksitle bir de Pikap aldım ve yanında en yeni bir kaç da plâk.
Kurtköy, Orhanlı, Tepeören ve Aydınlı köyleri belli günlerde film gösterdiğim köylerdi ilk zamanlar. En büyük köy Aydınlı idi. Orada, yaz için Hamamın önü diye bir boş alan vardı. Gittiğimde, ben de başka çocuklara afiş gezdirtmeye başladım. Etrafı alçak , briket duvarla çevrili bu alana makinemi kurup, duvar üzerine yerleştirdiğim hoparlörden şarkılar çalmaya, anonslar etmeye başlardım. En çok burada sevilir ve parayı da burada kazanırdım.
Kadın öğretmenlerimden , İsmet teyzeden, Müzeyyen yengeden , Yasemin Kumral abladan gördüğüm iyilikleri anlatırken, tüm erkekleri kötü bellediğimi sanmanızı istemem. Bana sinema makinesini önce satıp sonra da geri alan İsmail ağabeyin yaptığını bile hayra yormaya çalıştığımı söylemiştim. Hatta, ders anlatmak için heyecanla kalktığım tahtanın önünde beni aşağılayıp, dersimi anlatmama bile fırsat vermeden yerime oturtan Coğrafya hocamın yaptığını da hayra yormak istiyorum.
Okul müdürüm rahmetli Ahmet Erişen hocam, İlhan öğretmenimin eşi Güngör ağabey, Kurtköy’den Hamza dayı, arkadaşım Ali’nin babası Mehmet amca, bir de Sinemacı muhtarın ortağı Özcan Aksu öğretmen var ; bana sinema makinesi kullanmayı en çok da o öğretmişti. Yıllar sonra öğrendiğime göre, Özcan Öğretmen, Köy Enstitüleri mezunuymuş. Çocukları Yavuz, Selim ve Sevinç vardı, güzel insanlardı onlar da.
İyi dediğimiz insanlar, aslında şanslı olan, Yaradan’ın iyilik yapma şansı tanıdığı ve böyle mutlu olmayı nasip ettiği insanlardır. Ben şahsen, ufacık bir yardım, bir iyilik yapma fırsatı bulduğumda, kendimi çok şanslı ve mutlu hissederim.
Sinemacılık, maddi yönden ayağa kalkış dönemim olmaya başladı. Basbayağı düşkündük biz baba- oğul . Temizliğin sıfır olduğu, son derece sağlıksız, sefil bir köy kahvesinde yaşıyorduk. Bir ailemiz, evimiz yoktu. Kurtköy’ün de yabancısıydık. İnsanların acıdığı, merhamet ettiği kişilerdik. Daha ilk günlerden, kazandığım paralarla, kendime yeni kıyafetler almaya başladım. Babam, bana asla hesap sormazdı. Sadece senetlerimizi düzenli olarak ödememiz yeterliydi.
Okulun dönem sonu geldi. Karnemde hiç zayıfım yoktu yine. Fakat o yıllarda, ilk , orta ve lisenin son sınıflarında, bitirme sınavları yapılır, bu sınavlarda başarısız olanlar, mezun olamazdı. Coğrafya hocamın yüzünden okuldan soğunduğumu iddia etmiyorum. Suç ve hata tamamen kendimde. Sefaletten kurtuluş hedefimi şaşırıp, sinemacı hatta oyuncu olma hedefim, bana hayatımın belki de en önemli hatalarından birini yaptırdı diyorum. Bitirme sınavlarında Fen Bilgisi ve Matematik sınavlarına hiç girmedim ve okumaktan bir anda vazgeçiverdim. Babam da fazla itiraz etmedi bu konuda. Sadece, bizi ziyarete geldiği günlerden birinde, dedemin ’’ Okusaydı, daha iyi olmaz mıydı ? ’’ dediğini hatırlıyorum.
O yaz, başka firmalardan da film almaya, bu sayede Şeyhli, Yayalar ve Dolayoba köylerine de gitmeye başladım. Şeyhli köyünde, Skoda kamyoneti olan Hayri ağabey vardı. Köylerin çoğuna birlikte gider, ona yol parası öderdim. İstiklâl caddesinde gezmeye, oralardan giyinmeye, saç tıraşımı Bursa Sokak ( Şimdiki Sadri Alışık sokak ) ’ta Beyoğlu Emniyet Amirliği karşısında, Kuaför Niyazi’de, figüranlar, hatta jönlerle birlikte olmaya bile başladım. Bir gün Cüneyt Arkın’la yan yana koltuklarda tıraş olduğum da hafızamda yer etmiştir. Onlara özeniyor, gelecekte oyuncu olmayı hedefliyordum. Daha o günlerden saç ve favori uzatmaya, İspanyol paça pantolon giymeye başladım. Yalnız bu saç, favori ve İspanyol paça olayı, köylerde, özellikle yaşlılar tarafından pek hoş karşılanmıyordu. Tepki gördüğüm günler de pek az değildir.
Haftada iki kez film almaya gidiyordum. Babam pek karışmadığı için, o günlerde Beyoğlu sinemalarında film seyretmeye de gidiyordum. Benim tarzım, daima aile filmleri olmuştur. Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Emel sayın filmleri, daima ilgimi çekmiştir. Tabii Ayşecik’li, Ömercik’li dram filmleri de favorilerim arasındaydı. Yabancı film merakım asla olmadı.
Sinemacılığa başlayarak kalkışa geçtiğini sandığım hayatımın, okulu bırakmakla düşüşe geçmiş olduğunu, ancak okullar açıldığında, okula giden çocukları gördüğümde, ara ara hatırlamaya başlıyordum. İçimde, sessiz de olsa , ufak da olsa, pişmanlık kırıntıları belirmeye başlamıştı bile.
Acaba, sınıfta kaldığım yıl, utancımdan İlhan öğretmenime gitmeyi bırakıp, onunla bağımı kesmeseydim, o bana sinemacılığı okulla birlikte yürütmeyi öğretemez miydi ? Böyle olsaydı eğer ; ben ikisini birden yürütebilir miydim
, diye şimdi halâ düşünüyorum. Babam, benden hiç bir şeyini esirgememiştir. Asla bana engel olmamıştır hayatta ama insanın özellikle o yaşlarda ve hatta her yaşta, sözünü dinleyeceği, doğru bir yol göstericiye ihtiyacı vardır. Benim, sözünü dinleyeceğim, doğru bir yol göstericim olsaydı eğer ; inanıyorum ki şu anda bambaşka bir yerde olurdum. Kısmet demiyorum ; ben kendim ettim !
Fikret TEZEL