- 171 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
RAKI VAR , ŞARAP VAR !
Bol bol kumarla geçen yılbaşından sonra, sırada devlet tarafından açıklanan zamlara geldi. O zamanlar, özellikle petrol, çay, şeker ,ulaşım, hatta her şeyin diyebilirim , fiyatını devlet belirlerdi. Zamlar yılda bir defa ve yılbaşında yapılırdı. Her şeyin fiyatının da üzerinde yazılı olması şarttı. Kahvelerde satılan çay ve kahvenin fiyatlarını da muhtarlık belirlerdi. Kurtköy’de çay fiyatı da on beş kuruştan yirmi kuruşa yükseltildi. Kahve, gazoz otuz kuruş.
Galiba, devletin kontrolünde olmayan en önemli şey, ev ve işyeri kiraları olacak. İbrahim ağa, yanındaki yabancı bir adamla kahveye gelip, babamı yanına çağırdı.
- İncirli, bu adam kahveye talip, Yüksek de bir kira teklif ediyor. Ben de ticaretime bakarım. Kimse benim babamın oğlu değil. Yine de öncelik senin. Onun teklif ettiği kirayı sen kabul edersen, kahve yine senindir. Veremem dersen, onun !
Babam, bu durumda ne yapabilir ? Zaten, İbrahim ağa, her yıl aynısını tekrarlarmış. Zavallı babam da, çaresizliğinden, her yıl olduğu gibi yine kabullendi.
Tam da kiramız fazlasıyla arttığından kısa süre sonra Ramazan ayı başladı. Ramazan ayında, gündüz kahvelerde çay demlenmez, hiç bir şey satılmazdı. Tüm civar köylerde de böyleydi. Üstelik , kış olduğu için, müşterilerin üşümemesi için, soba yakılmak zorundaydı. Sadece, akşam iftar saatinden itibaren, sahura kadar bütün kahveler açık kalıyor. Şaşıracaksınız, teravih namazından sonra, gece yarısına kadar tombala oynatılırdı.
Sobamızda yaktığımız, ağaç kütüklerini genellikle Romanlar ( Çingeneler deniyordu onlara ) getirip satarlardı. O kış , babam kendisi gitti ormana , ağaç kütüğü çıkarmak için. Akşam olduğunda, elleri patlamış olarak dönerdi. Buna rağmen, sanırım, ilk yüksek kiramızı ödeyebilmek için, birilerinden borç para aldı babam. ’’ Esnafın sermayesi itibardır ’’ sözünü hiç aklımdan çıkarmam babamın. Köyün, belki de en gariban adamıydı ama, dilediği herkesten borç para bulabilirdi. ’’ Günü geldiğinde, Ahmet’ten alıp Mehmet’e öderim, itibarımı sarsmam ’’ derdi.
Ben daha küçüklüğümden, annemin yanındayken ki alışkanlığımdan dolayı, yine oruç tutmaya heveslendim. Babam, hiç itiraz etmedi. Oruç tuttuğumu duyan bazıları, İsmet teyze, Müzeyyen yenge, Ayşe abla, Semahat abla , aklıma geldiği kadar, beni iftar yemeklerine davet ettiler.
Bayram yaklaştığında, babam Pendik pazarından kışlık, yeni kıyafetler aldı yine. Bana, yedirmeye, içirmeye, giydirmeye daima heves etmiş, asla hiç bir imkânını esirgememiştir benden. İmkânı olmayan, elinden gelmeyen, aslında tüm çocuklar gibi benim de en çok ihtiyacım olan sevgiyi, şefkati göstermekte zorlanır ve maalesef gösteremezdi. Yüzü, kahvede yapılan , bazı sözlü şakalar haricinde, hemen hiç de gülmezdi. Bence, suçu değil, kadersizliğiydi bu onun !
Bayram yerleri, soğuğa, kar yağışına bile aldırmayan gençlerle şenlendi yine. Tam da evlenme çağındaki kızların da erkeklerin de , eş seçmeleri, ya da isteklilerin birbirlerini daha yakından görebilmeleri, karşılıklı rastladıklarında söz atabilmeleri için en önemli fırsattı bayram yerleri. Başka köylerden gelen gençler, misafir bile olsa bayram yerlerinde gezemezdi. Kazayla geçmeye kalksalar bile kavga çıkması kaçınılmaz olurdu. Bu yüzden de kavgasız bayram da düğün de pek mümkün olmazdı. Çocuklara karışıp ben de köyde dolaşıp el öptüm, şeker topladım o bayram. İnsanlar bana genellikle acıdılar, merhamet dolu sözler söylediler, sevgi göstermeye çalıştılar.
Çayın zamlanmış olması, yüksek kiramızı karşılamaya yetmiyor, babam zorlanıyordu. Ben de masraf oluyordum babama. Çare olarak, Pendik’ten getirdiği halka ve galetaları, sabahları, okuldan önce, köyün sokaklarını dolaşıp satmaya başladım. Çubuk şeklindeki galetalar on kuruş, yuvarlak beyaz halkalar ise beş kuruş. Koluma taktığım sepetle Kurtköy sokaklarında ;
- Halka var, galeta vaaaar ! diye seslenerek dolaşmaya başladım sabahları. Tuttu bu iş. İnsanlar hem beni sevdiklerinden , hem de çocukları çok istediğinden olacak, benden halka ve galeta almaya başladılar. Galiba, babamın yükünü biraz hafifletmeye başladım.
Yüksek kiradan oldukça memnun olan İbrahim ağanın keyfi yerindeydi. Babamın cüzdanındaki paranın, her zaman yüz yirmi beş lirayı geçmeyeceğini, kahvenin orta yerinde ilân edip, ille de babamın cüzdanını çıkarıp, parasını saymasını sağlardı. Gerçekten de, her saydığında, yaklaşık yüz yirmi beş lirası olurdu babamın.
Kurban bayramı, yirmi üç Nisan’a rastlayınca, okulumuz bayramdan önce kapandı. Ben dördüncü sınıfa geçtim. Ablamlara gittiğimizde, bize kurban eti verdiler. Ablamın okulu , daha sonra kapanacaktı. Yeniden kış bitti, sobalar kaldırıldı, badanalar yapıldı. Doğa yeşermeye, çiçekler açmaya, kuşlar neşe ile ötüşmeye başladı. Biri, bakkal dükkânının önünde, diğeri kahvenin bahçesinde olan iki ıhlamur ağacına çıkartılıp, ıhlamurları topladım. Toplanan ıhlamurlar İbrahim ağanın oldu. Bir miktar bize de göz payı verdi İbrahim ağa.
Köyün etrafında bir çok ekili buğday , arpa, çavdar tarlası gördüm o yaz. Hasat zamanı, orakla, tırpanla biçilmeye başlandı. Babam da, götürü usul ile aldığı bir tarladaki buğdayı biçmeye bile gitti. Ne yaparsak, yüksek kiramız ile baş edemiyorduk. Bu defa, kahvede içki satmak geldi babamın aklına. Kahvemizdeki tahta peykelerin altına, Tekel biraları dolduruldu. Daha sonra Rakı- Şarap bile satmaya başladık. Evlenme düğünleri de, sünnetler de genellikle, hasat zamanlarında olurdu. Hatta, bütün kış veresiye yazdırılan bakkal hesapları da hasatta ödenirdi. Köyün sığırtmaçı da hayvan başı alacaklarını hasat zamanı, kiminden para, kiminden de buğday olarak tahsil ederdi.
Babam, çaresizlikten iyice şaşırmış olacak ki ; o yaz işi iyice abartmaya başladı : Kurtköy’deki, hatta, yakındaki Şeyhli köyündeki düğünlere içki satmaya yollamaya başladı beni. Düğünlerde, Cumartesi geceleri, sabaha kadar çalgı çalınır, çengi oynatılır ve içki içilirdi. Ben dokuz yaşında, öyle ortamlarda, gece yarıları, sabahlara kadar sarhoşlara içki satmaya başladım. Galiba, içki satışından biraz para kazanmaya başladık. Kiramızı ödemekte zorlanmıyorduk artık.
Sonuçta, cehaletin doruk noktasına da ulaştık galiba! Ne kadar beslemeye çalışsa da babam beni, pastırmayı, kavurmayı esirgemese, sık sık kahve köşesinde yemek, sütlâç hatta börek bile yapsa, ben daima çok zayıf kalmıştım. Boynunun başımı taşımakta zorlandığı, herkesin dikkatini çekiyor olacak ki ; sonunda babama çok ilginç bir tavsiye gelmiş müşterilerimizden birinden : Bira iştah açarmış. Her yemekte bir bardak bira içersem, kısa sürede kilo almaya başlarmışım.
Çaresizlik mi diyelim, yoksa cehaletin doruk noktası mı ; babam buna inandı ve yemeklerde bana bir bardak bira içirmeye başladı !
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.