- 183 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İSTANBUL'U GÖRDÜM
Oldukça mutluyduk dönüşümüzde. Ben, suçluluk psikolojisinden kurtulmuştum, diyebilirim. Babam da kızının güvenilir ellerde olduğunu görmekten memnun olmuştu. Özellikle, ablamın dilediği zaman annesine geri gelebileceği garantisinin verilmesi, hem bende hem de babam da sorumluluktan kurtuluş sebebi olmuştu. Kendi isteği ile kalmış oldu sonuçta ablam orada. Tabi, ona annesinin kendisini istemediği, bu yüzden Kurtköy’e, babasının yanına, kahve köşesine gönderdiği, üzerine basılarak , ısrarla anlatılmış olacaktı. İstanbul okullarında okutulacak olması, iyi bir gelecek vaat edilmesi, bu süre zarfında, emrinde hizmetçinin bile olduğu lüks bir evde, varlık içinde yaşayacak, hiç bir isteği geri çevrilmeyecekti. Bunlar on yaşındaki bir çocuğun, gözünü boyamak, aklını çelmek, annesini, babasını bile unutturabilecek şeylerdi.
Kemal bey, orada ablasıyla birlikte oturmuyor, arada sırada geliyordu. Ferhat, Ümit hanımın ilk eşinden olma çocuğuydu. Eşi Remzi beyin de bu ikinci evliliğiydi ve ilk evliliğinden olma Can adındaki oğlu, annesiyle yaşıyor, arada sırada da buraya gelip kalıyordu. Can, yaklaşık, ablamın yaşlarındaydı.
Beşiktaş iskelesine yaklaştığımızda, Barbaros Bulvarındaki açık müzede gördüğümüz topları merakla izledik babamla. Babam bu defa, ikinci mevkiden aldı biletleri. Ümit hanımın verdiği, güneş görmemiş üç adet beş lirayı ona vermiştim. Belki de onları bilet için kullanmış olabilir. İkinci mevki, vapurun giriş katındaydı. Biner binmez, hemen denizi ve martıları seyretmeye başladım. Onların martı olduğunu babamdan öğrendim. İlk defa görmüş olmanın şaşkınlığıyla, İstanbul’un görünen her yerini, doyasıya, hevesle seyrettim. Baktığım her yerde camiler ve minareler görünüyordu. Diğer taraftan, binaların çokluğu, yüksekliği, beton yığınını andırıyordu. O zamanlar, yeşil alanlar da bu günkü kadar az değildi. Yine geldiğimiz şekilde, Üsküdar, Pendik, sonra da köy şeklinde döndük kahvemize.
Babam, hemen ceketini çıkartıp, İsmail amcaya teslim etti, ocaklığı teslim aldı. Bir taraftan , kahveyle ilgilenmeye başladığında, meraklı sorulara cevap vermeye çalıştı. En çok da İsmail amca ile Hamza dayı soru yağmuruna tuttular babamı. Hamza dayı, bana da ablamla ilgili sorular sordu. Babam, mutluluğunu açık ederek cevaplar veriyordu herkese. Bende galiba biraz kıskançlık oluşmuştu. Çok güzel bir yerde yaşıyordu ablam. Her dediği oluyordu. Hizmetçisi bile vardı yaşadığı evin. Çok güzel giysileri ve hatta çeşit çeşit takıları bile vardı. Üstelik Beşiktaş gibi lüks bir semtte okula gidiyordu. Bizimki gibi, beş sınıfa bir öğretmen değil, her sınıfta ayrı bir öğretmen varmış. Üstelik, çok kalabalık da değilmiş sınıfları.
Ablamdan döndükten bir kaç gün sonra Kurban Bayramı oldu. Her tarafta kurbanlar kesiliyor, evlere dağıtılıyordu. Öncelikle, kahvemizin sahibi ve başka bir kaç kişi daha babama et getirdi. Babam, koyacak yerimiz olmadığı için , fazlasını geri bile çevirdi. Hemen aynı gün pişirip kavurma yaptı babam. Afiyetle yedik. Kahvemizin bahçesinde, arada sırada hayvan kesip, köylüye satan Kasap Kadir amca, yine bahçedeki ağaç kütüğüne yerleştirdiği elle çalışan kıyma makinesiyle, köylülerin getirdikleri kurban etlerini kıymaya çeviriyordu. Babam da kalan etlerini kıyma yaptırdı.
Bu kasap Kadir amca, Kurtköy’ün çok meşhur bir insanıydı. İlginçtir ; en çok da küfür etmesiyle meşhurdu. Altmışlı yaşlardaki, sürekli öfkeli, kolay kızan, küfürbaz Kadir amcaya, civar köylerden hatta, Pendik’ten, Kartal’dan insanlar, adeta küfür ettirmeye gelirlerdi. Bunların arasında, Hakim, Savcı, Kaymakam gibi bürokratların bile olduğu söylenirdi. Kadir amcayı kızdırmak, küfretmeye başlamasını sağlamak, hiç de zor değildi : Etinin iyi olmadığını ima etmeniz bile, onu fitillemenize, size en ağır küfürler savurmasına yeterliydi. Ne var ki ; onun bu öfkeli halleri de savurduğu küfürler de , insanların hoşuna gidiyor, o sövdükçe insanlar neşelenip, daha fazla sövmesi için gayret gösteriyorlardı.
Kurtköy ve civarındaki köylerden başka, yakındaki Gebze’nin köylerindeki bir çok adet birbirine benzerdi. Bunlardan biri de, dinî bayramlarda, köyün çocuklarının ev ev gezip el öpmesi ve şeker ve harçlık toplaması, bir de asfaltta çocukların ve özellikle kızlı- erkekli gençlerin gezmesi idi. Buraya bayram yeri denirdi. Kızlar kızlarla erkekler de erkeklerle kol kola girip karşılıklı gezerler, bakışırlar, bir birlerine söz atarlar, haberleşmek, mektuplaşmak için de çocukları kullanırlardı. Görücü usulünün ve başlık parasının, bir de akraba evliliğinin asla olmadığı bu köylerde, gençlerin eşlerini seçme yerleri buralarıydı.
Çok önemli bir de yanlışları vardı özellikle Kurtköy ve civarındaki köylerin. Dini bayramlarda bile gençler içki içer, bayram yerlerinde bile sarhoş gezerler, sonuçta da bol bol kavga, döğüş bile ederlerdi. Gebze’nin köyleri bu konuda farklıydılar. Oraları daha muhafazakâr yaşayışa sahiptiler. Evlenme düğünlerinde, Kurtköy ve civarında, Sulukule’ den getirilen çalgılar çalar, çengiler oynatılır, sabahlara kadar içki içilirken, Gebze’nin köylerinde böyle olmazdı.
Gebze’nin köyleri, şive, kıyafet ve yaşayış olarak tam köylülüğü andırırken, Kurtköy ve civarında durum farklıydı. Sanırım , o köylerin çoğunun daha eski, hatta tarihî köyler olması bu farkı yaratıyordu. Kurtköy’de şehirde çalışan, hatta memurluk yapan çok kişi vardı. İtfaiyeci Osman, İtfaiyeci, Sadettin, İtfaiyeci Hayati, İtfaiyeci Recep, İtfaiyeci Ali, Polis Hasan, Polis Mustafa aklımda kalan bunlardan bazıları. Minibüscü Hasan, Tunay, Alâaddin, Sahtekar Süleyman, Aşık Ömer, Nuri usta. Remzi ağabeyin kardeşi Rahmi amca, kendi şehirlerarası otobüslerinde çalışıyordu. Turan ağabey de onların şoförlerinden biriydi. Kaptan Nuri’den daha önce söz etmiştim.
Yani Kurtköy, köylülüğü terk etmeye, şehirleşmeye, henüz altmışlı yıllardan başlamıştı. Eksik olanlar elektrik, şebeke suyu, telefon, kanalizasyon gibi hizmetlerdi. Tabii, ilk okulundaki beş sınıfa bir öğretmen olayı da geri kalmışlığın en belirgin göstergesiydi.
Sözünü etmeyi unuttuğum önemli bir detay ise ; Kurtköy’de daha o yıllarda, iki katlı bir dispanserin olduğu, orada görev yapan bir ebe hanımın olduğu ve bu dispansere her gün, Pendik Belediyesi’nden Doktor Reşit Çalık beyin gelip, köylüleri ücretsiz muayene ettiğiydi. Bu dispanser, okulumuzun hemen yanı başındaydı. ( Son gördüğümde yıkılmış, yerine park yapılmış ) Her gün öğle üzeri iki saatliğine , şoförlüğünü Nedim Kızılay ağabeyin yaptığı ambulansla, köye gelir tekrar belediyedeki görevine dönerdi. Yıllar sonra, orta okuldaki bir hocamdan duyduğuma göre ; Kurtköy’e böyle bir dispanserin yapılması ve sağlık hizmeti verilmesine, o doktor, yani Dr. Reşit Çalık bey vesile olmuş.
Nerede, böyle önemli hizmetler görürsek, ardında mutlaka Dr. Reşit Çalık bey ve onun gibi, idealist insanlar vardır. Ülkeler, ancak onun gibi idealist, gönüllü insanların çabası sayesinde kalkınabilir. Nerede böyle idealist sağlıkçı, eğitimci, bilim insanı varsa, Yaradan onlardan razı olsun. Onlar aramızdan eksik olmasın ki, insanlık mutlu olsun.
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.