- 244 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KAHVEDE BANYO, SONRA OKUL
Selâmi öğretmenle konuşur konuşmaz, okul heyecanım başlamıştı. O andan itibaren, annem tarafından kovulup, babama gönderilişim, bu sefil köy kahvesi hayatına mahkûm edilmişliğim aklımdan çıkmıştı. Garsonluğu daha bir severek yapmaya başladım. Gönderilen yerlere koşarak gitmeye, boş bardakları daha hızla toplamaya başladım.
Akşam yaklaştığında, kahvemizin köşesindeki pompalı gaz ocağında makarnamız pişmeye başlamıştı. Sonraları öğrendiğime göre, babam, askerlikten sonra, Kartal’da bir lokantada bulaşıkçı olarak çalışmış, yemek yapmayı da orada öğrenmişti. O gün sanki akşam çabucak olmuştu. Galiba ben zamanın hızla geçmesini, sabah olmasını ve okula bir an önce başlamayı özlüyordum.
İştahla yedim o akşam babamın pişirdiği boncuk makarnayı. Babam mutlu oldu, benim o iştahlı halimden. Yine lüksler yakıldı, soba harlandı, yaşlıların domino, gençlerin kâğıt oyunları , göz gözü görmemecesine sigara dumanı, küfürler, sözlü ve el şakaları arasında benim uyku saatim geldi.
Tavla yastığım, pösteke yatağım ve palto yorganımdan oluşan köşeme kuruldum. Bu arada, hiç tereddüt etmeden, cesaretle, ’’ Buraya işeyen eşşektir ’’ yazılı dükkân duvarında da işimi gördüm, herkes gibi.
- Şimdi yat bakalım ama gece seni yıkamam gerekiyor, dedi babam. Başımı sallayarak onayladım.
Bu defa annemle, ablamla değil, okulla dolu rüyalar gördüm. Pendik Süreyya Paşa ilk okuluna annemin beni yazdırmaya geldiği ilk gün geldi aklıma önce. Köyden taşındığımızda, okullar çoktan açılmıştı. Bence , biraz da düşkün halimizden olacak, hiç bir öğretmen sınıfına almak istemiyordu beni. Hepsi de, sınıflarında yer kalmadığını bahane ediyorlardı. Yani, küçücük bir çocuğu sığdıracak, tek bir yer kalmamış, koskoca okulda.
Çaresiz kalan annemin, nereden aklına geldiyse,
- Bir alfabe verin bakalım ! diye haykırdı onlara. Onlar da mecbur kalıp buna uyup bir alfabe uzattılar. Tepeören’de bir yıl önceden, ablama özenip, ısrar etmeme dayanamayan Hüsnü öğretmen, benim kayıtsız olarak, bir yıl önceden okula başlamama razı olmuştu. Ben de çok hevesli olduğum için, okumayı çoktan öğrenmiştim. Orada, çatır çatır okumaya başlayınca, hayretler içinde, paylaşılamamaya başladım. Hani, yer yoktu sınıflarda ?
Sonunda, Saadet hanımın sınıfına yazıldım. Ama düşkün durumum, çocuklar tarafından dışlanmam, yanımdaki çocuğun beni sürekli çimdiklemesi, beni aciz, tembel bir öğrenci durumuna düşürmüştü, Zor da olsa sınıfımı geçip ikinci sınıfa başladıktan bir süre sonra annem , babamın yanına göndermişti.
Kurtköy’deki okul hayatımı merakla beklerken, rüyamda canlandırmaya çalışırken, babamın beni uyandırmaya çalıştığını hissettim. Zor da olsa, gözlerimi ovuşturarak uyanmaya çalıştım. Kahvede kimse kalmamıştı. Soba, yeniden harlanmışcasına yanıyordu. Çay güğümündeki sıcak suyu, metal kovaya doldurup ılıtmış, sobanın yanına taşımıştı. Üzerimi soyunup, sobanın yanındaki tahta sandalyeye oturdum. Özenle yıkadı beni babam. Üşümedim, temizlendiğim için de rahatladım. Bez torbamdan çıkarttığı temiz çamaşırlarımı giydirip, köşedeki peykenin etrafına dizili,, beş sandalyenin çevirdiği yatağımıza yatmamı söyledi. Biraz sonra, lüksü söndürüp, kendisi de karanlıkta yıkanıp, yatağımıza yattı.
Daha da rahat bir uyku uyuduğum halde, erkenden uyandım ve hemen kalkmak istedim. Babam şaşırdı ama itiraz etmedi. Yatağımızı toplayıp, peykenin üzerine yerleştirdi. Yine ilk gelen Hamza dayı oldu. Bu defa ben lâf attım ona
- Hamza dayı, ben bugün okula başlıyorum, dedim neşeyle. Güldü, sevinmişti Hamza dayı, benim adıma.
- Aferin sana ! Oku tamam mı oğlum, iyi oku !
- Tamam Hamza dayı.
Yine iştahla yedim bu sabah kremalı bisküvileri. İbrahim ağaya da söyledim okula başlayacağımı. O da aferin dedi.
Bez torbamda, kimliğim, siyah önlüğüm, beyaz yakam, defter, kitap ve kalemim vardı. Çantam yoktu sadece. O beyaz torbayla okula gidecektim.
- Pendik pazarından sana çanta da alırız, dedi babam. Sevindim ben.
Köy tuvaletinin az ötesinde, yol kenarındaydı okul. Babam elimden tutup götürdüğünde, çocuklar toplanmıştı bile. Babam beni, kimliğimle birlikte Selâmi öğretmene teslim edip kahvesine döndü.
- Eti senin, kemiği benim, demeyi de ihmal etmedi. Öğretmen beni ikinci sınıfın sırasının en önüne yerleştirdi. Boyum çok kısaydı ve yerim en öndü.
Az sonra andımızı okuduk. O kadar coşkuluydum ki ; anlatamam. Sırayla okulumuza, sınıfımıza dolduk. Beş sınıf, bir aradaydı. Çok şaşırdım. Pendik’teki, önceki okulumda böyle değildi. Her sınıf ayrı odadaydı.
Şaşırsam da mutluydum. Okula başlamıştım. Hayatımın bence en önemli dönemlerinden birine asıl o gün başlıyordum. Bundan sonrasını, yalnız kaderim değil ama kaderimle birlikte yazacaktık. Hayat bana engeller çıkaracak, ben onları aşmaya çalışacağım, sunulan fırsatları da en iyi şekilde değerlendirebilmek için çaba sarf edeceğim.
Kaderim buymuş, ne yapayım demeyeceğim, Ben kazandım, ya da ben kaybettim diyeceğim !
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.