Suçlunun Tekiyim
"İnsan yaşadığı sürece öğreniyor" söylemi, yaşamın inişli çıkışlı serüvenlerinden geçerken, fiziksel gücünün sınırlılığını da beraberinde öğretiyor. Hele hele insan yaş aldıkça. Güçsüz kalınca, kılavuzsuz ellerinizle bir patikada, yapayalnız yola alır gibisinizdir. Ya sonuçta yığılıp kalacaksınız belli bir saatten sonra; ya da, dişinizi tırnağınıza geçirip direneceksinizdir son nefesinize kadar.
Benim çıkmazdaki ruhum, kuzeyin bu karanlık günlerinde, güneyin ulaşılmazlığına çeviriyor çehresini. Suskuyla dileniyor; artık her neyse o dilendiği. Yalnızbaşınalık vücut buluyor suskunun kör kuyusunda. Ve güçsüz kalıyorsunuz , en azından psikolojik olarak. Susku artı yalnızlık... Bu ikili neden, kuzeyin künyesini oluşturmakta. Dolayısıyla benim de kimliğim oluveriyor. Burada istemli susmaktan söz etmiyorum elbette. Mecburiyetlerin dayattığı suskudan, yani ilkimsel etkileşimden ve toplumsal yapılaşmanın mümkün kıldığı yalnızlıktan söz ediyorum.
Dışarıdan bakıldığında bunu anlamak olduk güçtür, biliyorum (konuşurken de anlaşılacağını pek sanmıyorum). Aslında sadece ve sadece susan bilir neden sustuğunu - ruhu ve düşüncelerindeki devinim, coşkulu bir futbol maçını andırsa bile, suskunun prangalarını parçalaması, nerdeyse hem bireysel hem de toplumsal bir devrimi gerektiririr.
Karanlığın en derin ve en uzun günlerini geçirirken coğrafyam, solgun yüzlerimiz daha bariz bir zavallılık örtünüyor. Mutsuzluk büyük bir sancıya dönüşüyor. İstemsizlik hüküm giyiyor en gerekli aksiyonda. Hani bireyin kendisine kalsa, hep uyuyacak, sımsıcak yatağından hiç kalkmayacak belki. Ama n’aparsın; ekmek parası için karanlıkta kalkar yola düşer insan ve yine karanlıkta ayaklarının uçlarını bulmaya çalışarak evine geri döner.
Böyle durumlarda, kendini yalnız ve çıplak bir ağacın ruhuyla sohbet eder gibi hisseder insan. "İnsan" derken, aslında kendimi anlatıyorum elbette. Burada parantezsiz bir parantez açmış gibiyim. buna neden gerek duyduğumu da sadece ruhum bilir. Kalemim de zaten ruhumun, hatta düşüncelerimin kölesi durumunda..!
Karanlığın insafsız hakimiyeti tüm hızıyla sürerken, yakılan şamdanlar, ışıldayan alacalı süslemeler evlerin pencerelerinde, kapı önlerinde görülen Noel sembolleri, ruhumuzu kandırmak, düşüncelerimizi önemli olaylardan uzak tutmak için uydurulmuş denebilir mi, bilmiyorum. Ama onların estetiksel ve ışıltılı çeşitliliğinin - nispi de olsa - ruhumu melankolik bir huzura kavuşturduğunu inkar edemem.
Geçen gün burnumun dibinde Nobel ödülü töreni vardı, belediye binasının o fantastik mavi salonunda. O formel, o şatafatlı kraliyet ailelerinin çevresinde gerçekleşen sırıtmalara - politika konuşmayı sözde dahil etmediler- Gece yarılarına kadar süren o lüks kutlamayı TV ekranlarından canlı izledi "sıradan" insanlar. Her yıl titizlikle aranje edilen bu kutlama, sınıflar arası çelişkinin en somut örneğidir de keza.
Evet, yalnızlıkların koyu gecelerinde naif umutlar devşiriyor özlemler. Bu umutlar, boynumuzu urgandan uzak tutan nimet gibidir çoğu kez. Tahammülsüzlüğün girdabına düşünce insan, ayakta kalma, karanlığa dayanma stratejileri geliştirmek zorunda olduğunu kanıksar.
Yıllar önce tren, tramvay yolculuklarında, insanlarla doğal olarak göz göze geliniyordu. Aynaya bakar gibi birbirlerine bakabiliyordu insan. Görünen o ki, o günler çoktan mazide kaldı. Oysa şimdilerde, süklüm püklüm olabilirsiniz rahatlıkla. Gözleriniz çapaklı ve hatta ağzı salyalı bir halde yolculuğa çıkabilirsiniz yanında oturan yolcularla. Ne yadırganır, ne de yargılanırsınız. Çünkü umrunda olmazsınız hiç kimsenin; çünkü tüm başlar o küçük kutsal cihazların içine gömülü. Ve o minnacık cihaz uçsuz bucaksız dünyaya açılan en önemli penceredir günlük hayatta. Buna rağmen kollektif yaşamımızdaki devasa boşluğu onunla telafi ettimiz gerçeğini açık yüreklilikle kabullenmekte güçlük çekeriz. Yani kandırmaya ve kandırılmaya devam etmeyi tercih etmekteyiz.
Benim böyle sitemli, eleştirel söylemlerimi aldanmayın sakın! Negatif sayılabilecek bu "asosyal" davranışları yermem ve toplumsal gelişimi eleştirmem, onun bir parçası olmadığım anlamına gelmiyor. Çok daha farklı yaşadığım anlamına da gelmiyor elbette. Zaten paradoksal olan da bu...
Demem o ki; suçsuzluğumla, suçlunun tekiyim ben de...
H. Korkmaz, 15 Aralık Sthlm
B
YORUMLAR
Tüfeng icat edildi mertlik bozuldu demiş Köroğlu ...
Günümüzde tüfeğin yerini telefon aldı , insanlık bozuldu...
Ne Köroğlular biter ne de bizi bizden eden şeytan icatları...
Severek okudum efendim , kaleminiz daim olsun.
Acı olan ne biliyor musunuz ?
Bu yazınızı sarı sayfaların kokusunda kitaba sarılarak okuyamamak...
Ve sosyal mecralarda yorumlamak...
Yanlış anlamayın , eleştiri değil kendime dönük bir iç döküştü...
Tüya
Onaylamadığımız bir çok değerin girdabından kurtulmayı beceremediğimizden mi, alternatif yolların tıkalı olmasından mı... Artık her neyse, farkındalık mutsuz kılıyor insanı, şair. Hem de çok mutsuz...
Çok teşekkür ederim, ayırdığınız vakit ve düşündüren kıymetli yorumunuz için.
Saygı, selam ile.