Bir Gül'ü Sevdim
Uzun zaman sonra...
Anlatabileceğime olan inancım zayıf, anlaşılabilmeyi ise zaten ummuyorum...
Yinede deneyeceğim anlatmayı. Bu cüretim, cesaretimden değil sevgimden.
Gül’ü benden başka kimse tanımadığı için, benden başka kimsede anlatamayacağından; bir kez olsun deneyeceğim anlatmayı ve yaşadıklarımı aktarmayı...
Ben, Bir Gül’ü Sevdim...
Bir zamanlar, bir yerlerde, bir şekilde yaşıyordum...
Hayata ucundan kıyısından tutunup mücadele veriyordum kendimce. Geleceğe dair umutlarım, planlarım, hedeflerim, dahası hayallerim bile vardı.
Sağa sola, düşe kalka yaşayıp geçerken günün birinde Gül’e denk geldim. Gül’e rastladım, Gül’e baktım, bakakaldım...
Aman Allah’ım, bu nasıl bir Gül?
Üstelik daha tam anlamıyla tanımıyordumda. Sadece güzelliğini gördüm, sadece dışa olanını fark ettim, sadece gösterdiği kadarını gözlemledim..
Bütün çiçeklerden başka olduğu daha ilk andan, bakmasını bilene bağırıyordu resmen. Ve ben bu eşsiz Gül’ü tüm tecrübesizliğime, tüm bilgisizliğime rağmen fark edebildim. Tanımak istedim, yaklaşmak istedim, inceleyip görmek, yaşayıp bilmek, tüm güzelliğiyle Gül’e vâkıf olmak istedim... İzin verirse bu nadideyi bir kez olsun koklamak istedim...
Hamle yaptım; bir mucize oldu...
Gül, güzelliğinin ardındaki sırrı benimle paylaştı... Rastlamakla kalmadım, görmekle kalmadım, geçip gitmek zorunda bırakılmadım Gül tarafından. Tanımaya başladım, izlemeye başladım, her halini her detayını gözlemeye başladım...
Ben Gül’deki tüm gizleri, tüm özleri, tüm güzellikleri tüm maharetleri, tüm benzersizlikleri Gül’ün müsaadesiyle tanıdım, yaşadım ve şahit oldum.. Öyle bir açtı ki kendisini bana, ben bir bahçıvan kadar anlar oldum Gül’den. İşin sırrı çok bahçıvan arzulamışsa da böylesi bir Gül görmeyi, tanımayı, hiç kimselere nasip olmamış.. Hiç birisi layık olmamış, ehil olamamış. Gül tüm bu peşinde koşanlardan yüz çevirip yalnız bana, bir tek bana açmış kendisini.. Bende sonradan öğrendim.. Onu tanıyınca öğrendim.. Meğer öyle bir Gül’e denk gelmiş ve öyle bir Gül tarafından kabul görmüşüm ki; kendime geldikçe idrak ettim, ayıldıkça şuuruna vardım...
Ben, Bir Gül’ü Sevdim...
Gül bana sırrını açtıktan sonra anladım ne kadar istisna bir durumun içinde bulunduğumu. Binlerce olasılıktan nasıl bir mucizeye tanık olduğumu, yakın olduğumu, yalın olduğumu...
Anladım mucize olarak adlandırdığımız ender anların, anıların, ömürde belki bir kez yaşanan en kıymetli hatıraların benimde heybeme konduğunu...
Gül’ü tanıdıkça anladım ne kadar kıymetli olduğumu, onunla kıymet bulduğumu.. Bugüne dek sırrını bir tek bana açmasıyla anladım Gül’ün ne denli Bedia olduğunu... Bir kez koklayınca anladım.. Bir kez dokununca anladım.. Bir kez sarınca avuçlarıma eşsiz yapraklarını, anladım bütün çiçeklerin aslında Gül’den ötürü güzel olduğunu. Aslında bütün çiçeklerin olmak istediği nadideymiş Gül. Bilinen tüm çiçeklerin türlerine göre kiminin kıskandığı, kimininse gıpta ettiğiymiş Gül. Kiminin keşkesi, kiminin iyikisiymiş Gül. Öyle bir Gül ki, tüm çiçeklerin en güzel pareleri kendisinde toplanmış meğer.. Bende sonradan öğrendim. Bende tanıdıkça öğrendim...
Mucizem için kendimi geliştirmeye hemen başladım. Onun hususi nadirlikte oluşundan sebep hemen bilinçlenmeye başladım. Saf güzelliğine adapte olmak hiç kolay olmasada ona layık olmak zorundaydım. Önce Gül’ü tanıdım. Daha sonra Gül’den ötürü, bitmek bilmeyen ilim deryasından; toprağı tanıdım, suyu tanıdım. Gül’e olan muhabbetimden ötürü Güneşi, Ayı tanıdım. Gül nelerden hoşlanır, nelerle canlanır, nelerle hayat bulur tecrübe ettim tek tek. O, ne ister, ne zaman ister, ne kadar ister... Her bilgiyi, her vasfı onun için edindim, kattım kendime. Bazıları çok ağır çok zor, çok çetin gelse de kabullendim. Asla pes etmedim, eksiklerimi bir bir giderdim. Onu en iyi tanıyan en iyi bilen, en iyi anlayan en güzel dinleyen, en güzel koklayan en güzel benimseyen bir tek bendim artık. Gül’e en iyi gelen oksijen benim nefesimdi, hararetini en hızlı geçiren su gözlerimden akandı. Gül’ün en çok ihtiyaç duyduğu ışık, gönül penceremin ardında saklıydı. Kurak sevda bahçemde tek ve eşsiz bir çiçekti Gül, bu yüzden aidiyet hissettiği en özel mekândı kalbimin ortası. En doğal haliyle kendi olabildiği tek yerdi avuçlarımın ayası. Gül için elzem bir bahçıvandım artık... Gül benden artık şimdi memnundu, artık şimdi razıydı ikili münasebetimizden. Artık daha da rahattı benimle, artık daha da kendi olabiliyor, kendi güzelliklerini benimle paylaşabiliyordu. Artık her haliyle bana ait, bende güzel, bende özel olabiliyordu. Ben ise her detayıyla, tüm eşsizliyle ona aşık, ona meftun, ona hayran... Uzun uzun seyre dalıyordum, bir bütün olmuştuk ikimiz. Gül benim, ben Gül’ün her şeyi oluvermiştik.
Her şey mükemmel, her şey muazzamdı...
Nasıl olduğunu anlayamadığım şekilde pürüzsüz, kusursuzdu ilişkimiz. Sahi nasıl bu kadar iyi olabilirdi her şey? Nasıl bu kadar uyumlu, bu kadar yakışık bu kadar tamamlanmış olabilirdi? Bu huzurlu beraberlik hiç son bulmayacak mıydı gerçekten? Sonsuzluk kavramı Gül’ü tanıdıktan sonra mı tat vermeye başlamıştı bana? Hiç düşünmeden, umursamadan, önemsemeden, sadece Gül’e dalmış, Gül olmuş, sadrı Gül ile dolmuş, Gül’de kaybolmuş, Gül sayesinde huzuru bulmuş, dakikalar, saatler, günler ve aylar..
Gül ile hemhal olmuş akıp geçiyordu zaman...
Ve bir gün...
Ben, Bir Gül’ü Sevdim...
Gül bir gün rahem içinde ebedi huzur ve güvenle sarılıyken, her şey rayında, her şey yolundayken, kıyameti çağırırcasına, depremleri taşırcasına, kaydırıp kopardı, ayırdı kendisini benden. Kapattı güzelliğini, tüm eşsizliğini, kendinde olan tüm sırlı benzersiz özelliklerini. Birden, aniden, soldu gözlerimin önünde avuçlarımın arasından kayarak, benimle bağını kopararak... Hiç bir müdahalemi istemeden. Hiç bir tedbire yeltenmeme müsaade etmeden. Hiç bir tedaviyi makul ve mantıklı bir düzlemde kendisine izah etme gayretime umur vermeden.
Dinlemeden, sadece izleterek...
Sebepsizce sadece özleterek...
Öylece, istediği anda birden bire ne olduğunun ve neden olduğunun farkına dahi varamadan avuçlarımın arasından kayıp gitti.
Solmak istedi ve kurudu…
Ölmek istedi ve yok oldu...
ŞOK OLDUM...
Siz hiç bîçare hissettiniz mi bu hayatta?
Hiç imkânsız, olanaksız kaldınız mı? Hiç elinizden ne yaparsanız fayda gelmeyeceğini anladığınız ve yalnız başınıza sadece kabullenmek zorunda bırakıldığınız oldu mu? Hiç, kimselere anlatmamanız gereken bir sırra sahip oldunuz mu? Sırrınız, gizeminiz hiç sizin gücünüz, dayanağınız oldu mu? Aynı sır daha sonra omuzlarınızı çürütecek kadar külfet, her aklınıza geldiğinde gözlerinizi dolduracak kadar anlamlı, yüreğinizi lime lime edecek kadar derin bir yaraya evirildi mi hiç? Sessizlik, ketumluk, hatta yalnızlık hiç imtihan derecesine ulaştı mı yaşantınızda? Her türlü olumsuzluğun üstesinden gelebilecek kadar güçlü olduğunuz, en verimli, en inatçı, en doludizgin gençlik döneminizde, hiç sonu başına bağlanan çıkmaz bir sokağın paradoksunda buldunuz mu kendinizi? Bir an, bir süreç, belki bir ömür, tüm birikimlerinizi, benliğinizi, her imkânınızı mutlu bir son üzerine inşa edip sonucu elinizde olmayan sebeplerden ötürü hüsrana, hayal kırıklığına dönüştü mü hiç? Tüm gayretinizi, kuvvetinizi, ilminizi ve iradenizi bu muazzam hayat standardına ulaştırmak, yaşamak ve yaşatmak için harcadınız mı hiç? Bir kez olsun sonrasını düşünmeden, menfaat gözetmeden, artılarını eksilerini ölçmeden sadece sevdiğiniz için mücadele verdiniz mi hiç?
Daha onlarca uzatabileceğim bu soruların her birine sayfalar dolusu cevap verebilirim. Fakat uzatmak istemiyorum. Yaşanmasını imtihan olarak kabul ettiğim bu süreçlerin kağıda dahi olsa aktarılması gerçekten kolay olmuyor. Bu nedenle kısa ama kâfi gelecektir ’’MALESEF’’ cevabım…
Ben, Bir Gül’ü Sevdim...
Gül, kayıp giderken avuçlarımdan, çaresizce izlemekten, bildiğim her şeyi uygulayıp zerre fayda vermeyişine tanık olmaktan başka yaptığım hiçbir şey olamadı. Çabalarım, çırpınışlarım, kendime rağmen kendimden vazgeçişlerim Gül’e zerre tesir etmedi. Bir kere karar vermişti benden gitmeye, birkez karar vermişti beni kendisinden mahrum bırakmaya ve ne yaptıysam Gül’ü eski haline döndüremedim. Toprağı tanımıştım onun için, Güneş’i Su’yu tanımıştım.. Gül’ün ihtiyacı olan ne varsa kuşanmışken kendime, tam şuan Gül’e sebep tanıdığım toprağa bırakıyorum kendisini olmadı ne yaptıysam hal-çare.. Ben yanında olmadan o toprak fayda değil zarar verir Gül’e bilirim, amacı neydi ki durduk yere? Mucizem, şimdi harekete geçmiş bir halde solup gidiyor gözlerimin önünde. Bense biçare, derdim kederimle yapayalnız kalıyorum kendi kendime..
Gül’den sonra hayatımda her şey o kadar değişti ki... Artık geleceğe dair ne planlara, ne hedeflere ne de hayallere sahibim. Gül’den sonra eski yaşantıma ait ne varsa akıp gitti benliğimden. Mesela cömert duygularım vardı hepsini yakalayıp hâsis sularımda boğdum.. Güleç yüzlü ifadelerimi, yalnızlığa sebep keşfettiğim suratsızlıklarıma hapsettim. Samimiyetimin tahtını donukluklarım esir aldı. Tahammül noktalarım, sabır duraklarım... Hepsi üzerimden çığ gibi akıp gitti. O kadar bencil bir insana dönüştürdü ki beni ayrılık, sanırım elimde olmadan verdiğim tek şey almak zorunda kaldığım nefes. Hissettiğim tek duygu, boşluk. Şimdilerde kendime verdiğim tek öğüt, kabullen. Çünkü tanıyabileceğim, yaşayabileceğim, görebileceğim, sevebileceğim, özleyebileceğim, kızabileceğim, affedebileceğim, mutlu olabileceğim, huzur bulabileceğim her duyguyu barındıran ve yaşatan GÜL artık yok...
Hiç olmamış gibi davranmam mümkün değil fakat hatırlamamaya çalışıyorum..
Biliyor musunuz unutmak diye bir şey yokmuş, hatırlamamak varmış. Gül’ün beni terk edişinden sonra en çok ihtiyaç duyduğum zafiyet önemsememeyi becerebilmek oldu. İnsan önemsemediğini hatırlamamaya başlıyormuş zamanla. Ve ben şimdilerde önemsizleştirmeye çalışıyorum. Değersizleştirmeye çalışıyorum. Kendi kendime Mucizemi inkar etmeye çalışıyorum, çabalıyorum...
Ve her çabamda GÜL’Ü DAHA DETAYLI HATIRLIYOR, DAHA FAZLA ÖZLÜYORUM...
Unutmak şöyle bir kenara dursun, ben her çabamda daha da imkânsızları hatırlıyorum.
Değersizleştirmek bir kenara dursun, ben her çabamda daha da KIYMET veriyorum. Anlıyorum ki hayatımın geri kalanında başaramayacağım tek şey MUCİZEMİ İNKÂR ETMEK.
KABULLENMEK yeterli gelirse yaşamaya; çabalayacağım tek şey GÜL olmadan da hayatımın bir şekilde devam ettiğini KABULLENMEK... Becerebilir miyim bilmiyorum, fakat yapabileceğimi zannettiğim tek şey bu...
Artık, Gül yok hayatta...
Üzeri toprak örtülü halde, içi kültür dolu bir "köşe-bahçe" kenarında.
Artık Gül, sadece hatıralarımda, anılarımda... Artık Gül, yemek yerken hiç olmadık gecenin üç yirmisinde gözümün ucunda, avcumun ortasında... Zihnimin oltasında, dudaklarımın arasında...
Kahkaha atarak eğlendiğimi zannettiğim samimi sohbet ortamımda, Gül’den sebep gülüşlerimin en özelini getiriyor kulağım aklıma... Uzaklara dalıp dalıp giderken, tokat gibi ansızın çıkıyor karşıma fırsatını bulduğu her savunmasız halüsinasyon anlarımda... Hiç umulmadık bir cadde yürüyüşünde, kokusu aniden burnumun ucunda, acısı aniden gözümden yanağıma inen ıslaklıkta...
Gül olmadan yaşadığımı zannettiğim her an, yakama yapışıyor aslında...
Ben, Bir Gül’ü Sevdim...
Düşüm, Dünüm, Gecem, Gündüzüm,
Beklemekten yorgun düştüğüm.
Küllerinden doğup, yaşlanır mıyız beraber?
Gül; Belki Bir Gün, Belki Bir Ömür...
~Berkay AKDENİZ…