- 384 Okunma
- 6 Yorum
- 3 Beğeni
-ATATÜRK DERKEN-(4)
“Efendiler! Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlanadurmuştur. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki, hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!”
Büyük Atatürk’ün meşhur sözü çok boyutlu anlamlarla yüklü bir anlatıma sahiptir. Birincil husus Avrupa’nın ilerleme süreçlerine paralel çizgide ülkemizin gerileme evreleri geçirdiği yönündedir. Demem şu ki, Muhteşem Süleyman döneminden Cumhuriyet dönemine bir kalemde geçmediğimiz muhakkak.
Elbette aradaki üç asrı aşkın zaman aralığına yayılan süreçler manzumesinin düz bir çizgide okunması mümkün olmadığı gibi, grafiğin eğrisinin sürekli bir baş aşağı gidişe işaret ettiği söylenemez. Okul kitaplarında okuduğumuz devreler duraklama, gerileme, çöküş başlıkları altında kesintisiz bir ritmi önümüze koysa da yanılgılı ve yanıltıcı bir söyleme ancak karşılık gelecektir. On yedinci asırda bir duraklama yaşandığı muhakkak. Ne ki, dördüncü Murat ve Köprülülerle kendi içerisinde toparlanma, reform hamleleri barındırmaktadır. Yine on sekizinci yüzyıl ağırlıklı olarak bir gerilemeye işaret etse de aralarda bu gerilemeyi belli etmeyen hadiseler de yaşanmaktadır. Elbette Lale Devrinin boğaz boylarında şatafatlı eğlentileri değil kastettiğim. Ne ki, Prut savaşında Çarlık Rusya’sı karşısında sağlanan muzafferiyet hali akla gelebilir de.
Nihayet on dokuzuncu asır üzerinden kalıp bir dağılma ve çöküşü dillendiremeyeceğimiz gibi, idari, askeri, kültürel reformlar da karşılamaz mı bizleri? Hiç kuşkusuz bir yüzüyle hantaldır Osmanlı modernleşmesi. Tanzimat’tan itibaren bir batılılaşma, öykünmeci bir batılılaşma çizgisinde yürümekteyiz. Bir Levanten alafrangalığıdır bu yaşanan. Sultan Abdülmecit döneminde İtalyan müzisyen Donizetti kanalıyla klasik müzikle tanışırız söz gelimi. Ya da İstanbul’da ilk yılbaşı kutlamaları başlar. Osmanlı Opera Kumpanyası gelsin ardından. Bir milli burjuvazi doğurmamaktadır haliyle.
Etki tepki parantezinde Sultan Hamid muhafazakârlığına dönüşmesi boşa değildir açıkçası. Ki Abdülhamid döneminin teknikte modernleşmeci yüzü de vardır. Yine İkinci Abdülhamid’in siyasi zekâsının uzun süre anlamına varılmaz da. Ermeni ve Siyonist çevrelerin pompalamasıyla bir kızıl sultandır gider. İlk defa Fransız parlamentosunda bir Ermeni mebus tarafından ortaya atılır halbuki. Ülkemiz aydınları ve politik çevrelerinde rağbet görmesiyse hazindir gerçekte. İşte bu şekilde Sultan Hamid’e dönük kızıl sultan yaygaracılığı ifrat tefrit kanallarında zamanla bir ulu Hakan söylemini yükseltecektir. Ulu Hakan anlayışı kanımca siyasi bağlamda bir taassuba karşılık gelse de, hakkaniyet çizgisinden de uzak olmasa gerek. Tarih açıktır ki, bir mezarlık senfonisidir. Şu kadar ki, bir de bakarsınız, tezatlı unsurlar arasında kakofonik bir ses uyumsuzluğu yaşanır ve seslendiriciler detone olur. Haliyle çıkan sesler bir ahenk teşkil etmeyecektir.
Tüm bunlarla beraber on altıncı yüzyılda yaşadığımız yükselme devrini takiben batı dünyasını önce bizimle başa baş kılarken, giderek öne geçmekle kalmayıp makas açmaktadır. Bu gelişim ve dönüşümü hamasetten uzak biçimde kavramak gerekir. Her şeyden önce son devirlere ve bugünlere gelişin erken nüvelerini Osmanlı’nın en iyi, seçkin zamanlarında bulabiliriz. Preveze deniz zaferiyle birlikte Ak Denizin bir Türk gölü halini almasında bir noksanlık vardır mesela. Eski Roma’nın tüm güney Avrupa, Anadolu, doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’yı hakimiyeti altına alması misali, Osmanlı Müslüman Arap fatihlerde olduğu gibi tüm bir güney Avrupa’yı kapatamaz. Bilindiği üzere İspanya, Fransa, İtalya açıkta kalmaktadır. On beş yıllık Hint Seferlerinde okyanus şartlarında muvaffak olamadığımız da tuz biber ekmektedir üzerine.
Öyle ki, binlerce yıllık medeniyetler havzası Akdeniz’in Hint ve Atlantik üzerinden bir yükselişle birlikte ruhuna Fatiha okunmaktadır. İpek ve Baharat yolu hükmünü yitirmektedir. Nihayet bin beş yüz altmış beş tarihinde Malta kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanması ve akabinde İnebahtı faciası da Avrupa’ya Osmanlı karşısında öz güven yükleyecektir. Düşünsenize Malta’yı fethetse idik tapınak şövalyeleri Atlas okyanusunu boylamaz mıydı? Kim bilir, İnebahtı dahi bize dönerdi belki de. Bahtımız dönmektedir görünen o ki. Ne yazık ki, bu gelişime direnen, Karadeniz ile Hazar’ı, Don ile Volga’yı birleştirmeyi hedefleyen Sokullu Mehmet Paşa’nın saray oyunlarına kurban gitmesi de erken duraklamaya davetiye çıkartacaktır. Yankılanmaları bugünlere kadar gelen süreçleri tetikler, yanlış anlaşılmasın. Elbette giderek nüve veren ve ritim basan dinsel tutuculaşma, taassup atmosferi, bilimsel gelişime uyum sağlanmaması, sultanların genel olarak saraya kapanması, seferlere ordunun başında çıkmaması, maliyenin bozulması, hepsi hepsi önem arz edecektir.
Öte yandan Atatürk’ün anlam yüklü sözünün ikinci halkası ise batılılardan nasihat almaya doğru yönelim göstermemiz bağlamındadır. “Halbuki, hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, planlarıyla yükselebilsin?” demektedir gazi paşamız.
Tam da bu noktada, kimi zaman zannettiğimiz ya da olduğunu öne sürdüğümüz bir husus akla gelebilir. Erken Cumhuriyetin batı dünyasının arzularına tabi olduğu noktasındadır bu. Buna uygun biçimde yükselen, efendim Atatürk’ü dünya kabul etmiş biz anlamına varamıyoruz söylemleri de ters yönde eko yapmaktadır. Bazen de Atamızı batılılar sevmez tarzında tam tersi nidalar. Halbuki Atatürk’ü batılıların ne sevdiği ne de sevmediği doğrudur. Bir saygı forsundan ancak söz edilebilir. Hiçbir ülkeye dış gezi de yapmamıştır Mustafa Kemal. Batı dünyasıyla münasebetler resmi ve mesafelidir. Bir diğer husus ise Atatürk döneminde batının istemlerine uymak bir yana, sorgulanabilecek hatta eleştirilebilecek hususlar dairesinde kendi tasavvurumuzla hareket ettiğimiz noktasındadır. Olgular üzerinden konulara bakmadığımızda tersini zannediyoruz. Tenkide açık ögeler dedim de, sözgelimi Fransız ihtilalinden ve on sekizinci asır düşünürlerinden beslenen Jakobenizm tabir edilen radikal çizgide izlenen siyasetin yankısı bugüne kadar dalga dalga yayılmaktadır. Çok partili dönem uygulamalarına dönük karşı devrimcilik eleştirileri kanımca havada kalmakta, doğal, kaçınılmaz zikzaklar çizmektedir tarihsel gelişim süreçleri.
Ne var ki, bu sefer de erken Cumhuriyet döneminde evveliyata da dayanan iç ve dış dinamiklerin değerlendirilmesi noktasında savrulma yaşamaktayız. İç dinamikler yukarıda vurguladığım üzere on yedinci asırdan itibaren seyreden met cezir manzaralarına bağlıdır. Dış dünyanın siyasi, ideolojik, felsefi kırılmaları da bir başka boyutu koyar önümüze. On dokuzuncu asrın ihtilalci siyasi yükseliş trendleri, materyalist, pozitivist cereyanları Osmanlı aydınlarını giderek hız alarak etkilemektedir. Devlet-i Ali’ye henüz sirayet etmediği muhakkaktır. Ne çare ki, eskiden kıyı olan yerleri giderek sular almasından farksızdır gelişmeler. Doğallıkla erken Cumhuriyete motamot bağlı olmayan bir erozyon hali peyda olmaktadır. Yirminci asrın ilk yarısı ise yerküre ölçeğinde dünya savaşları, totaliter rejimler, iktisadi kriz halleriyle de perçinlenen bir buhran çağıyla karşı karşıya bırakacaktır insanlık alemini. Bu, tanrıtanımaz sanat ve felsefe akımları dahilinde dominant düşünceye de yansıyacaktır.
Ya peki, İslam dünyası ne alemdedir? Bin yıl öncesinin anlı şanlı İslam medeniyeti asırlar öncesinde sırra kadem basmaktadır. Son devirlerin ve günümüzün dinsel toplumsal kültürel yapılanmaları ise ne yazık ki, psikolojik ve zihnî frekansını ve çapını bugünün İslam dünyasına borçludur. Batı karşısında o denli öykündüğümüz yitik maziye dayanmamaktadır duyuş, düşünüş tarzımız.
Sözün özü, gözü çıksın tek yanlılığın deme de dur şimdi. O da bir başka duygusal garabet halidir ya. Serin kanlılık ve sağduyudan şaşmamalıyız nihai noktada. Duygusallıktan uzak ne nereden gelmekte, nereye gitmekte? Pusulamız, rehberimiz bu aklı selim olmalı derim naçizane.
-DEVAM EDECEK-
L.T.
YORUMLAR
Red, kurgu, ütopya.. bunlar Türk entelektüelitesinde yok ve eksik yandır...
Bunlara, yeni açılımlar amaçlı denemeler yazmaksa elbette güzeldir.
Ama verileri distopik seçerseniz, distopyadan/ütopia varmak anlamında yenilere ulaşamazsınız.
Deviatif yerler var, tarih ve toplumsallığımızda.. hayatın, insanın, halkın, sınıfın derece ve mahiyetine ve normal akışına ters olduğu, alenen görünen..
Buralardaki sapmaları düzeltmek babındaki teroik ve kurgusallık, yeni dizgelenimler şeklinde olursa yapılan, sorunsalı çözen olur.
Aksi halde komplo teorik, algı kırık, kavram bozuk olduğu için.. yeni tanım da tuhaf olur...
Yani gereksiz polemik gibi, gereksiz teorik ve gereksiz kurgu sürrealizminde kalınabilir...
Bu tip cendere ve açmazlara dikkat edilmeli diyerek...
Göktürkmen tarafından 31.10.2023 17:00:56 zamanında düzenlenmiştir.
levent taner
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Katılım ve katkınız her dem değer katar
Selam ve saygılarımla sevgili hocam.
özetle; 1400-1500 ler gibi üzerine arap sosu dökülmüş, bizans kapağı kapatılmış bir roma tenceresi denilebilir mi üstadım osmanlı için?
Tarih haritalarını bilirsiniz, görselleri canlıdır herkesin zihninde, beylikler döneminde rengarenk bir anadolu, mesela osmanlıyı ele alalım, haritada mavi renkle gösterilmiş olsun, o mavi renk 1600 lü yıllara kadar anadolu ve balkanlara yayılır, işin gerçeği malazgirtten kanuni dönemine kadar haritaların renklendirilmesi yani yayılma bize övünç verir. her 5-10-20 yılda bir,bir bölge maviye boyanmış diye düşünün.. sonra renk tersine döner gibi. kapat ansiklopediyi veya tarh kitaplarını moral bozulmasın hesabı.
neyse sonra 1950 ler gelir kuantum fiziği üzerine bir çok söz söylenir, kuantum fiziğini biraz araştırmam lazım.:)
bu yazı kaç seri sürecek bilmem ama çok tarafgir görüleceksin hocam, arada bir ekstra açıklamalar yapman gerekecek çünkü bizim millet alışkındır -cı -cu diye yakıştırmaya.
gerçek nedir nasıl bilebiliriz. emeviler ispanyaya saldırmasaydı ispanya kızıderililere saldırırmıydı gibi soru neye mal olur bilmem. İtalyanlar osmanlı seferlerinin karşılığını 1920 lerde geri iade ettiler değil mi? Kaçın türkler geliyordan yüzyıllar sonra italyanlar anadoluyu epey ezdi.
Bu aralar güzel yazılar çıkıyor cumhuriyet üzerine, bir yazı da aslında bizim dediğimiz toprakların bizim olmadığını osmanlı çökerken anladık diyordu bir yazar. Sonra bir yazıda da keşke balkanlar elimizde kalsaydı da güneydoğu elimizde kalmasa da olurdu gibi temenniler de okumuştum.
40 yıla kalmaz bir atatürk daha çıkardık çıkardık üstadım çıkaramazsak biz bu topraklarda tutunamayız veya kendi içimizde beyliklere döneriz gibi bir his de yok değil içimde. lakin 40 yıla ne sen ben sanırım olmayız hayatta. ölüm güzel şey olmalı.
otrantoya kazık çakabilseydik sanırım tarihin akışı değişirdi değil mi ?
atatürk dil ve tarihi kurdurmuş ya üstad, yani hayatta olsaydı sanırım şimdiye ilk robot insanımızı yapmış olabilirdik mi? bu çağda kim yapay zeka ve robot teknolojisinde öne geçerse önümüzdeki çağ onun olacak gibi.
Muasır medeniyet tanımını da yapay zeka ve robotlar üzerine sanırım yeniden yapmamız gerekecek. sahi muasır medeniyet nedir?
Bir de atatürk'ün üzerinden durduğu bir ara merak saldığı kayıp kıta mu hadisesi var..
mümkünse atatürk'ün araştırdığı konular üzerine de bir yazı beklerim sizden.
Atatürk deyince benim kafa haddinden fazla çalkalanıyor üstad.
lakin özenle okuyacağım bu seriyi.
saygı ve hürmetlerimle.
levent taner
Bu tanımlamanız beni futbolda 81-82 sezonuna götürdü bir an, bitime iki hafta kala Beşiktaş-Trabzonspor İnönü'de şampiyonluk maçını oynuyor
Beşiktaş seyircisi, hocaları Dorde Miliç'ten ilhamla, İnönü stadı tencere, Trabzonspor piliç, aşçıbaşınız Miliç pankartları asarlar tribünlere
Buradaki sıkıntı Trabzonspor'un piliç değil de hamsi olmasında yatar belki de
Hani derim ki, benzeşimle kalıp yorumlara varmakta yüzde yüz doğrulanmaz bence
Şu kadar ki, yorumunuz yabana atılmaz da
"bu yazı kaç seri sürecek bilmem ama çok tarafgir görüleceksin hocam, arada bir ekstra açıklamalar yapman gerekecek çünkü bizim millet alışkındır -cı -cu diye yakıştırmaya."
Ülkemiz gerçekliğinde çok gerçekçi bir ikaz hocam, hakkın var
Kaldı ki, her bölümü herkes okumayabilir de
Atatürk taşkın bir zekâ ve coşkun bir ruh, taşların sürekli yerlerini değiştirebiliyor
Büyük kütleleri harekete geçirip, konumlanışı beğenmediğinde, ortaya çıkan yeni durumları tez fark edip, seri biçimde değişime gidebilmekte, tam bir B planı adamı
Nihayet hocam
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Selam ve saygılarımla.
Hakkıyla yapılacak yorumların yazıdan bu serideki yazılardan uzun olacağını düşünüyorum. O yüzden bir noktaya, ki temelinde kurgu olduğu için, değinmek isterim.
'Düşünsenize Malta’yı fethetse idik tapınak şövalyeleri Atlas okyanusunu boylamaz mıydı? Kim bilir, İnebahtı dahi bize dönerdi belki de'
Tarihi spekülasyon zevklidir, hele de bir kahve masası ya da şarap sofrasında oturuyorsanız. Hatta ben bile Viyana alınsaydı ne olurduyu dar bir çerçevede, Bach ailesinin geleceğinde, düşünmüş ve Osmanlı bürokrasisinin parçası olduklarını hayal ederek Bahzadeler'i yazmıştım (Gerçi Bach'ın doğduğu Eisenach Viyana'ya epeh uzak ama kurgu işte).
Naçizane gözlemim, doğanın altyapısı eninde sonunda hakim geliyor. İkinci Dünya Savaşında Almanlar İngilitere'yi ya da Moskova'yı alsaydı ne olurdu'ya cevap süreç biraz farklılaşır ama sonuç değişmezdi. ABD'nin ve SSCB'nin insan ve doğal kaynaklarına, üretim kapasitesine dokunamadıkça Almanya'nın kaderi değişmeyecekti. Benzer bir söylemi Osmanlılar açısından da kullanmak mümkün (Yukarıdaki metinde de bunun bir çok noktasına değiniliyor). Viyana ya da İnebahtı'nın farklı sonuçları uzun vadede bir şey değiştirmeyecekti. Osmanlı yine, Ortaylı'nın deyişiyle, 'son klasik imparatorluk' olarak kalacaktı: sahip olduklarının vergi gelirlerine bağlı, ama onların doğal ve insan kaynaklarına ilişmeyen, bunları önce merkantilist, sonra endüstriyel üretimde kullanmayan. Siz de 19. yüzyılın üzerinden geçerken benzer bir saptama yapmışsınız: 'Bir milli burjuvazi doğurmamaktadır haliyle.' Kavalalı Mısır'ı da başka bir örnek olarak aynı sonuca ulaşır.
Saygılarımla.
İlhan Kemal tarafından 30.10.2023 19:01:12 zamanında düzenlenmiştir.
levent taner
Yaklaşımınızın altına tereddütsüz imzamı atarım
Osmanlı benim için bir tarihsel birikim sorunudur, iman meselesi değil
Naçizane yazımda Ak Deniz gibi binyıllara hükmeden bir havzanın hinterlandıyla birlikte nasıl devreden çıktığına, İpek ve Baharat yolunun önemini yitirmesine, Osmanlı'nın da bir iç denizler imparatorluğu olmasına, okyanus aşırı dünyaya açılamadığına değiniyorum
Bunun köşe başı olaylarına değindim
Elbette Osmanlı ekonomisinin kapitalizme açılamadığı, kapalı bir ATÜT sistemini aşamaması, vs.
Şu kadar ki, Kemalizm ile Osmanlıcılık arasında dama taşı oynayan tarihçiliğimize taraftar değilim
Benim için her kavram, olay, konu, kişilik kapladığı alan ölçeğinde değer ve öneme sahiptir
Neden mesela teknolojinin çok daha zayıf olduğu çağların Türk devletleri yüz yıl, iki yüz yıl gibi süreleri aşamadı da, Osmanlı hem de yirminci asra da ulaşarak altı yüzyıl aldı tarihten?
Demek bazı temel problemleri çözmüş, kimi ağırlıklı sorulara tarih sahnesinde doğru yanıt vermiş
Buna karşın aynı Osmanlının zaafları, yitirdikleri de var
Toz kondurmayan Osmanlıcılığa, bugünün rant alanı Neo Osmanlıcılığına neo, hayrola diyorum, usulca ama usulsüzce değil
Malta ve İnebahtı, ya da Sokullu bazı projelerini tamamlayarak hayata veda etseydi demelerim muhakkak bir öykünmecilik asla değil yoksa
Ancak o çağda harbi köşe başı olaylardır
Kuşkusuz teyzemin sakalı olsaydı yapılmamalı
Nihayet
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum benim hocam
Selam ve saygılarımla.
İlhan Kemal
Bununla ilgili bir saptamam var ama belki onu benim bir yazıma bırakmak en iyisi. O da tembellik yapmamam koşuluyla.
levent taner
O değil de, bizde klişe bir izahat vardır bu konuda bilirsiniz
Hani derler ya, büyük devletlerin ihtilafları Osmanlı'yı altı yüzyıla taşır
Keçecizade Fuat Paşa'nın siz dışarıdan biz içeriden makamında meşhur fıkralık sözü bu durumu teyit mi eder, yoksa tekzip mi tartışılır belki
Büyük devletlerin ihtilaflarında olduğu gibi içerideki yıkıcı güçler ve dinamikler arasında da mı ihtilaflar vardı acaba?
Birbiriyle ihtilaflı dış ve iç güçlerin doğurduğu gelgitlerle bir adım ileri bir adım geri çizgisinde mi ilerledik yoksa?
Denizdeki dalgalar arasında çalkalanan çöplerin kıyıya hemen varamaması misali mi hani?
Ya da futboldaki direkten dönen toplar gol olsaydı, hakem kararları daha stabil olsa, vs. yorumlar akla gelebilir
Ancak bu haller tarihteki her devlette vardır sonuçta
Yüzyıl iki yüzyıl nere altı yüzyıl nere?
Gerçi eski Roma binyıl hatta Doğu Roma ile birlikte iki binyıl, ancak ok, kargı, mızrak, gürz, topuz döneminde
Demem şu ki, bir top dahi yok henüz, kale burçlarının ardına saklanmanın da etkin bir imkân olduğu muhakkak
Her neyse kıymetli hocam
Sizden gelecek yazıyı dört gözle bekliyor olacağım
Saygı ve selamlarımla.
İlhan Kemal
Hayır o yemini bozmayacağıma ama bu noktadan sonraki ilk kelime de o sözün bozulmasıdır. Şunu demek istiyorum: Osmanlıların altı yüzyılı Romalıların kabaca iki bin yılı birbirine yakın mekanikler yüzünden tarihi gerçek olabilmiş süreler. Ne olduğunu söylemeyip, şu noktaya gelmek isterim. Roma'nın orduları donanım olarak hemen hiç bir zaman karşı taraftan daha üstün değildir. Hatta bir çok noktada karşı tarafın teknolojilerine kendilerine mal etmişlerdir: gladius'tan üzengiye kadar. Onların üstünlüğü başka bir noktadadır; keza benzer şekilde Osmanlıların da öyle. Peki nedir? 'Az sonra!'
Kaleminizden Ata 'mıza münhasır harika bir yazı okudum hocam çok güzeldi. Elinize emeğinize sağlık.
Yürek sesinize gönül dolusu tebrikler.
Sonsuz saygilar
levent taner
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Selam ve saygılarımla.
….Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkiye'si, tıpkı bir ormanın kalbindeki en görkemli ağaç gibi, özgürlük ve bağımsızlık kokan bir ülke haline geldi. O, tıpkı bir okyanusun sakinliği gibi, milletine huzur ve güven sağladı. Onun liderliği, bir güneşin doğuşu gibi, Türk milletini yeni bir güne, yeni bir umuda taşıdı….
Lakin
Şimdiki Türkiye için bunları asla konuşmuyorum..
levent taner
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Selam ve saygılarımla.
….Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkiye'si, tıpkı bir ormanın kalbindeki en görkemli ağaç gibi, özgürlük ve bağımsızlık kokan bir ülke haline geldi. O, tıpkı bir okyanusun sakinliği gibi, milletine huzur ve güven sağladı. Onun liderliği, bir güneşin doğuşu gibi, Türk milletini yeni bir güne, yeni bir umuda taşıdı….
Lakin
Şimdiki Türkiye için bunları asla konuşmuyorum..