- 175 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR PİYANİST YETİŞİYOR
BİR PİYANİST YETİŞİYOR
Bir ömür İstanbul’da olmama karşın İstanbul’un karşı taraflarını çok iyi tanımıyorum. İstanbul da inadına her yıl biraz daha, biraz daha büyüyor. O taraflara gittiğimde her zaman kaybolup gideceğimi sanıyorum.
Bu yıl da bir Piyano Öğrencim aksine o taraftan müracaat etti. Ben en idealist Öğretmen... Hayır desem olmaz. Gitmesem olmaz. Bu durumda ne yapacaktım? Öğrencime “Sen adresini güzelce ayrıntılı olarak yaz ve WhatsApp’tan gönder” dedim. O da yazıp gönderdi.
“Metrobüsle Uzunçayır’a kadar geleceksiniz. Oradan Yeşil başlıklı Soyak –Yenişehir minibüslerine bineceksiniz. Şelale Evleri’nde ineceksiniz”
3 Kasım Perşembe günü saat 14.00 te orada olmak üzere, saat 12.00 de evden çıktım. Otobüs durağına kadar 10 Dakika yürüdüm, 8- 10 dakika otobüs bekledim, otobüs geldi, bindim ve metrobüse en yakın durağa kadar gittim. Oradan 10 Dakikada Metrobüse vardım. Birkaç dakika bekledikten sonra binilebilecek bir Söğütlüçeşme Metrobüsü geldi, ona bindim. 20-25 dakika sonra Uzunçayır durağına vardık. Metrobüsten inip Yeşil başlıklı minibüslerin geçtiği durağa kadar yürüdüm. Biraz bekledikten sonra bir Yeşil başlıklı minibüs geldi. Her zaman yapmazdım bunu ama nedense bu sefer yaptım. Minibüse binmezden önce şoförü bir süzdüm: Saçları kısa kesilmişti. Siyah güneş gözlükleri vardı. Sakalları kirli sakal olup, çenesindekiler beyazlaşmıştı. 50 Li yaşlarında biriydi. Sonra minibüse bindim. Önce Şelale Evlerinden geçip geçmediğini sordum. Geçer dedi. Sonra kaç para olduğunu sordum. 6.75 Lira dedi. Ben 7 Lira verdim, üstü kalsın dedim. Ve ben buraların yabancısıyım, Şelale Evleri durağına gelince bana lütfen haber veriniz dedim. Ne dediğini şu anda tam olarak hatırlayamıyorum. İhtimal “Peki beyefendi” demiştir. İçim rahatladı.
Minibüste şoföre yakın bir koltuk bulup oturdum. Yarım saat kadar gittikten sonra artık benim bildiğim yollar tükendi. Bir yandan sabırsızlanıyorum, bir yandan heyecanlanıyorum. İçimden, geçip gitmeyelim, bir hayli yol geldik diyorum. Şoföre soruyorum: Şelale Evleri’ni geçmeyelim şoför bey?
Daha var beyefendi. 10- 15 dakika kadar sonra tekrar soruyorum, yine daha var diyor. Bendeki heyecan da gittikçe yükseliyor. Önümdeki yolcuya da tembih ettim. Şelale Evlerini biliyor musunuz? Oraya gelince bana söyleyebilir misiniz? O da olur dedi. Fakat biraz daha gidince o yolcu bana hiç bir şey söylemeden inip gitti. Umutlarım biraz daha azaldı. Nasıl olsa şoför hatırlatacak diyor ve kendimi teselli etmeye çalışıyorum. Dereler, tepeler aşıyoruz. Sağa sola sapıyoruz, Büyük plazaların önünden, gökdelenlerin önünden, okulların, hastanelerin , isim yapmış büyük markaların, işyerlerinin önünden geçiyoruz. Duraklara geldikçe ben durakların isimlerini okuyorum. Hiç Şelale Evleri durağı yazısını okumadan dünya kadar yol geldik. Neredeyse İzmit’e yaklaştık. Çaresizce şoföre tekrar sordum. Ne dese beğenirsiniz?
Oooo Çok geride kaldı. Eeee ne yapacağız şimdi. Burada ineceksiniz. Karşıdan gelen minibüse binerek 5-6 durak geriye gideceksiniz. Paramı da iade etmedi. Ben çaresiz indim.
İndiğim yer dört yol kavşağıydı. Arabalar her yönden vızır vızır geliyor, geçiyor, duruyor, kalkıyordu. Benim gözüm karşıdan gelecek Yeşil Başlıklı Minibüslerdeydi. 10 Dakika kadar bekledim, hiç Yeşil Başlıklı Minibüs gelmedi. 10 Dakika sonra bir şey farkettim. Meğer beklediğim yer tek yönlü yol olup karşıdan hiç araba gelmiyor, tüm arabalar arkamızdan geliyormuş. Şaşkın ördek gibi kaldım orada. Şimdi ne yapacaktım? Tam anlamıyla kaybolmuştum.
Sora sora Bağdat bulunur, ama Şelale evleri bulunmazmış.
Öğrencim de arabaya bindiğim dakikadan itibaren beni bekliyor, ara sıra telefon açıyordu. O da heyecanlanıyordu, meraklanıyordu.
Bir an durdum, düşündüm. Kaybolmuştum. Ömrümde hiç gelmediğim, bilmediğim yerlere gelmiştim. Etrafımdaki büyük işyerleri ve tabelalarını öğrencime okuyorum. Nerede olduğumu o da tanıyamadı. Ancak bana dönüşte Kanberoğlu Pastanesi’nin önünde inmemi söyledi.
Yolun karşısında bir durak gördüm. En azından arabalar oradan geçeçekti ve ben birilerine sorabilecektim. Ama bu sefer adam gibi birine sormalıydım. Benim şoför gibi, şoförün yolcusu gibi birilerine sorarsam bu sefer Şelale evlerine değil, uzaya gidebilirdim. Birkaç dakika bekledim, maalesef adam gibi birileri gelip geçmedi. Ama şansım dönmeye başladı. Başka bir Yeşil Başlıklı Minibüs geldi. Durakta durunca ben yine Şelale evlerinden geçiyor mu diye sordum. Şoför geçer abi dedi. Kanberoğlu Pastanesini biliyor musunuz? Şoför biliyorum dedi. Beni orada indirmenizi rica ediyorum dedim. Bindim ve geldim. Arabadan inince öğrencim durağın karşısında bekliyordu. Hoş beşten sonra evinin yolunu tuttuk. Birkaç dakika sonra öğrencimin evindeydik.
Öğrencim Eren 32 Yaşında bir delikanlıydı. Güzel bir evde tek başına oturuyordu. Hocam geç kaldı, yorulmuştur, üşümüştür, üzülmüştür diye çayları da önceden hazırlamıştı. Eve gelince bana sıcak bir çay doldurdu. Hocam sen içekoy, ben Orga iki pil alıp geleyim, dedi ve çıktı. Ben bu orglar iki değil, altı pille çalışır dedim. Meğer 4 pil sabahtan alıp gelmiş, sonra iki pil daha alması gerektiğinin farkına varmıştı. En yakındaki marketten iki pil alıp geldi. İki pili de orga taktık, fakat yine çalışmıyor.
Şimdi en yakın elektronikçiye gitmelisin ve 9 voltluk bir adaptör alıp gelmelisin, o zaman çalışır, hatta orgu da götür, orada dene, çalıştır ve satın al dedim. Öğrencim Eren aynen öyle yaptı ve kısa bir zaman sonra adaptör ve çalışan bir orgla geri geldi.
Hemen masaya geçip orgu kurduk ve çalışmalara başladık. Öğrencim çok istekliydi. Şantör piyanist olmak istiyor, memleketi olan Tokat’ta düğünlerde çalmak istiyordu. Bizim oralarda üç türküyle düğünleri bitirirler, diyordu. Birinci dersin sonunda “Kara Basma İz Olur” türküsünü öğrendi. Ben hemen dönüş için yola çıkmalıydım. Çünkü gidilecek dünya kadar yolum vardı.
Öğrencim çok nazik. Yine beni durağa kadar getirdi. Baktım orada durak yok, hiç bir durak işareti de yok. Öğrencim buralarda her yer duraktır hocam, dedi ve minibüse bindirip uğurladı.
Dönüşüm daha kolay olacaktı. En azından Uzunçayır’ı biliyorum. Oradan da metrobüse bindim mi 20- 25 dakika sonra Çağlayan’dayım. Metrobüsten inince iş bitmiyor. 25-30 dakika da yaya yolum var. Uzatmayalım, saat 18.00 de eve varabildim. Bir saatlik ders için bütün bir günüm gitti.
İkinci hafta biraz daha rahatım. Artık yolları öğrendim. Ama Yeşil başlıklı minibüsün şoförüne hala kızgınım. Artık onun arabasına asla binmem, benim paramı da, koca bir günümü de yedi, diyorum.
Minibüs durağına geldim, minibüsleri beklemeye başladım. İçimden de onun arabası gelmesin, onun arabası gelmesin, diyorum. Beklerken bir bayan geldi, bana metrobüse nereden gidebileceğini sordu. Ben minibüsçü gibi yapmadım. Güzelce bir tarif yaptım: Şu bankamatiklerin sağından biraz ilerle ve sağa dön, merdivenlerden üste çık dedim.
Birkaç dakika sonra yeşil başlıklı bir minibüs geldi. Ben içimden inşallah o değildir diyorum. Geçen haftaki gibi önce şoföre baktım yine. O da güneş gözlüklüydü. Önce eyvah! Dedim. Sonra detaylara bakınca o olmadığını anladım. Bu sefer kendimden emin, minibüse bindim, parayı uzattım, bir Şelale Evleri dedim. Adam iyi şoför, iyi insandı. Paramın üstü 25 kr. mu bile iade etti. Ben geçip sol tarafta cam kenarına oturdum. Camdan dışarıya bakabileyim ki geçen hafta geçtiğim yerlerden izler bulayım. Doğru yolda ilerlemekte olduğumdan emin olayım.
Çok yüksek bir köprünün altından, köprüyü taşıyan dev viyadüklerin arasından geçiyoruz. Tamam, diyorum. Geçen hafta da buradan geçmiştik. Az sonra Ataşehir Kaymakamlığı, Ataşehir Belediyelerinin de önlerinden geçiyoruz. Sonra gecekondu yerleşkelerinin aralarından geçtikten sonra tekrar büyük yapılar, inşaatlar ve gökdelenlere geliyoruz. Solda Soyak tabelasını gördün mü tamam diyorum, ineceğim durağa yaklaştım. Az ileriden sola dönüyoruz. Yokuşun başında Köfteci Yusuf tabelasını görünce orada iniyorum. Çünkü en bariz işaret, en göze batan tabela o. Geçen hafta randevu belirleme noktası o olsaydı durağı kaçırmayacaktım. Çünkü geçen hafta buradan geçerken Köfteci Yusuf tabelasını görmüştüm.
Geçen hafta eve kadar yanımda öğrencim Eren’le birlikte yürümüştük. Yanımda birisi, refakatçım varsa nerelerden geçtiğime ve etrafa pek dikkat etmem. Nasıl olsa o yolu biliyor.
Şimdi aynı yolu kendim gidecektim. Geçen hafta nereden ve nasıl gitmiştik? Bir hafızamı yokladım. Duraktan sonra sola sapıp tahminen 3 dakika kadar yürümüştük. Solda üç tane blok vardı. Sanırım birinci blok olmalıydı. Ama emin olmalıyım. Kapıya geldiğimde güvenlikçilere doğru adresi vermeliyim. Emin olmak için Eren’e telefon açıp sordum. Meğer adres aklımda kalmamış. B1 Blok kat 5 Daire 7 imiş. Gerisi kolay. Güvenlikçiler beni yönlendirdi. Eve geldiğimde Eren beni kapıda bekliyordu.
Bu sefer pille, zille, adaptörle uğraşmayacağız. Çalışan orgumuz hazır. Ders başlıyooorrr. Önce geçen haftaki dersin ne kadar çalışıldığına, öğrencimin ne kadar ustaca çalabildiğine baktık. Eksikler ve hatalar varsa düzelttik. Sonra yeni parça Toycular’a geçtik. Bir saat içinde Toycular da öğrenildi. Böylece öğrenilen türküler ikiye çıktı. Öğrenilen türküler çoğaldıkça hafta içinde çalışması gereken ödevler, egzersizler de çoğalıyordu. Öğrencim şimdi hafta içinde öğrenilen her iki türküyü de çalışmak zorundaydı.
Ders bitti, geriye dönüş başladı. Gelirken ne yapmıştık? Duraktan üç dakika ileriye doğru yürümüştük. Öyleyse şimdi yapmamız gereken evden üç dakika geriye doğru yürümek. O zaman durağa varabiliriz. Ben yola çıktığımda Eren de pencereden bana bakıyor ve el sallıyordu. Eve dönüş yolunda yola ve sağa sola bakarak durağa doğru ilerliyorum. Üç dakika kadar yürüdüğüm halde durağa varamadım. Üstelik ya solda Köfteci Yusuf, ya karşıda Kanberoğlu Pastanesi vardı. Geriye dönüp baktığımda ise bizim bloklar yerindeydi. Ve blokların tam arkalarındaki dev lacivert, tepesinde yeldeğirmeni gibi duran vinç olan gökdelen aynı yerdeydi. Aynı yolda ileriye doğru yürümeye devam ettim. Üç dakika daha, iki dakika daha, bir dakika daha yürüdüm nafile. Bir türlü durağa gelemedim.
Labirent filmi geldi aklıma. Suçluları bir labirente hapsediyorlar. Bazı suçlular bu labirentten kaçabilmek için gündüzden labirenti gezip çıkışı buluyorlar ve gece kaçalım, diyorlar, plan kuruyorlar. Ancak gece olunca labirentler otomatik olarak değişiyor ve suçlular asla dışarı çıkamıyorlar. Kendimden şüpheye düşmeye başladım. Acaba ben de çıkışı, durağı bulamayıp eve dönemeyecek miydim?
Şimdi mantığımı kullanmanın tam zamanı. Bu Şelale Evleri bir tepenin üzerinde. Öncelikle benim bu tepeden aşağılara bir düze inmem gerek. Aynı yoldan ilerlemeye devam ettim. Tepenin sonuna vardığımda aşağılara baktım. Düzde bir yol gördüm. Oradan arabalar da gelip geçiyordu. Oraya inen bir yol bulmalıydım. Oradan aşağıya inen bir yol buldum ve oradan ilerleyip düze indim. Bir inşaatın giriş çıkış kapısına geldim. Güvenlikçiye buradan nasıl Uzunçayır’a gidebileceğimi sordum. Güvenlikçi, biraz ilerdeki soldaki duraktan minibüsler, karşı duraktan da belediye otobüsleri geçer, onlarla gidebilirsin dedi, bana çıkış kapısını açtı. Ben de teşekkür edip yürüdüm. Hangi taraftan hangi araçla gideyim diye düşünürken bir baktım ki minibüs geliyor, hemen ona bindim ve Uzunçayır’a gittim. Oradan da metrobüse binip Çağlayan’a evime...
Yarın üçüncü ders için yine oralara gideceğim. Fakat öğrencim akşamdan telefon edip işi gereği yarın İstanbul dışında, Anadoluda olacağını söyledi. Böylece yarınki ders iptal oldu.
Dördüncü hafta “Hele Dadaş Hoş Musan” ile üçüncü türküyü de tamamladık. Artık Tokat düğünlerinde çalabilirdi! Tabii ki bu öğrencimin düşüncesiydi. Biz biliyoruz ki düğünlerde çalabilmek için daha bir fırın ekmek yemesi gerekiyordu.
Bu sefer taşlar yerine oturmuştu. Labirentler yer değiştirmemişti. Ben üç dakika yürüyünce durağı bulabildim. Kanberoğlu Pastanesi de, Köfteci Yusuf da yerinde duruyordu. Yolun sonundan sağa döndüm. Orada keskin bir dönüş ve aşağıya doğru bir iniş vardı. Bu keskin dönüşler her zaman arabalar ve acemi şoförler için bir tehlike oluşturmuştur. Böyle yerlerde bazı arabaların kaza yaptığını devrildiğini, diğer arabaları, şoförleri zor durumda bıraktıklarını her zaman TV de görmüş ve gazetelerde okumuştum.
Minibüs beklerken bir baktım, benim geldiğim yerden bir beton mikseri gelip aynı yerden sağa döndü. Beni mi takip ediyor ne? Üstüme üstüme dağ gibi geliyor. Devrilebilme ihtimali var. Gözüm devamlı beton mikserinde. Arkamda duvar var. Bundan dolayı arkaya doğru kaçabileceğim bir yer yok. Tek kaçış sağa ve ileriye doğru. Gözlerim devamlı mikseri takip ediyor, beynim şimşek hızında çalışıyor ve başka çıkış yolları arıyor. Bereket versin bir kaza olmadı. Mikser hız kesti ve yavaşça geçip gitti. Çok az sonra bir minibüs geldi, binip biz de evimize gittik.
Günler haftalar geçtikçe artık gün ve hafta saymayı bıraktım. Her Perşembe derse gidiyorum. Henüz o beni indirmeyip çok uzaklara götüren minibüsçüye rastlamadım. İlk gelen minibüse bindim. Bu seferki şoför Koca Yusuf görünümünde, kallavi birisiydi. Koltuğuna oturmuş, yayılmış, biraz da dağılmıştı. Koltuğunun sağ ve solundan taşıyordu. Bir Şelale Evleri, dedim. Şoför, yalnız biz aşağı yoldan gidiyoruz, dedi. İnmedim. Parayı da vermiştim zaten.
Yarı yola geldiğimiz zaman minibüs durdu. Şoför indi, genç birisi bindi. Genç şoför inen şoförün arabanın sahibi olduğunu ve minibüsü değişimli kullandıklarını söyledi. Ben artık yeni şoföre de Şelale Durağından bahsetmedim. Geçtiğimiz yolları iyice inceleyip durağa gelince indim. Bir yol bulup yukarıya çıkarsam hedefe varabilirim, dedim ve öyle de yaptım. Zaten Öğretmen Okulu son sınıfta İzcilik eğitimi de almıştım. Başka bir durak, başka bir yoldu ama mantığımı ve yol bilgilerimi kullanarak adresi bulabildim.
Network Marketing toplantılarında büyük resmi görmeyi, Büyük Düşünmeyi öğretmişlerdi bize. Bu hafta durakta Yeşil Başlıklı Minibüs beklerken büyük düşündüm:
Tavşan dağa darılmış, dağın haberi olmamış. Ben o şoföre darılsam onun haberi olacak mıydı? Hayır. Arabasına binmezsem zararı ne olacak? 6.75 TL.
Peki benim zararım ne olacak? 15 dakika bekledim zaten. Şans bu ya, o şoför geldi ve ben de binmedim, bir sonraki minibüs için bir 15 dakika daha beklemem gerek. Kaybım yarım saat. Benim bir saatim kaç lira? 250 TL. Yarım saatim 125 TL.
125-6.75= 118.25 TL. Eğer onun arabasına binmezsem her seferinde 118.25 TL. Zarardayım, binersem her seferinde 118.25 TL. kardayım. Bu sezon boyunca ne yapar? 118.25 X 7 Ay X 4 Hafta= 3.311 TL. Bundan dolayı affettim gitti. Artık onun arabası gelirse de bineceğim.
Derse gele gide site güvenlikçileriyle tanış oldum. Onların sitelerine ilk defa bir piyano öğretmeni geliyordu ve onların sitelerinde ilk defa bir kişi piyano öğrenmek istiyordu. Her birisi benim kartımı aldı ve Youtube’daki müzik çalışmalarımı izlemek istediler.
Öğrencimi uzaktan da takip ediyorum. Bazan ödevler veriyorum. Bazan telefonla talimatlar veriyorum. Öğrencimin yeri çok uzak olduğu için ders günleri telefonla o gün ders yapıp yapamayacağımızı teyit ediyorum. Öğrencim de işadamı olduğu için zaman zaman Anadoluya da çıkyıyordu ve o gün için izin alıyordu.
Bir gün yine öğrencime telefonla talimat verdim. Önümüzdeki derste sınav var: En iyi çalabildiğin Türküyü seç ve derste bana baştan sona kadar kusursuzca çalmanı istiyorum, dedim. Öğrencim, maalesef hocam bu hafta İstanbul dışında olacağım, dedi. Genellikle ilkokullarda sınavdan kaçmak için öğrencilerin bahaneleri hazırdır: Akşam elektrikler kesikti hocam, ders çalışamadım, derler. Ben de öğrencime bir latife yapayım dedim. Akşam evde elektrikler kesik miydi yoksa, ders çalışamadın mı?
Hayır hocam, sınavdan kaçmıyorum, gerçekten Anadoluda işim var. O hafta da dersi atlamak zorunda kaldık.
Bu hafta sol eli de kullanabilmek için kolay bir parça seçtim. Fre re Jaques. Bir Fransız folk şarkısıydı. Sol el Fa anahtarında sadece Do majör akoru çalacaktı. Bu parçayı öğrendik, diğer türkülerin bir tekrarını yaptık. Öğrenilen türküler çoğaldıkça hepsini gözden geçirebilmek baya zaman alıyordu.Bu arada öğrencim türküleri dörtlemişti. Bir de Klasik Türk Sanat Müziğinden şarkı öğrenmişti.
Öğrencim geçen hafta bir misafirliğe gitmiş. Orada bir melodika görmüş, daha önce hiç melodika çalmadığı halde alıp bir iki parça denemiş ve çalabilmiş. Buna çok sevinmiş. Oradakiler hayretler içinde kalmışlar. Buradan anlaşıldığı gibi, Org çalabilenler aynı zamanda Piyano, Melodika ve Akordiyon da çalabilirler.
Haftalar ilerledikçe sol elin çalması gereken akorlar da çoğalıyordu. Bu hafta Merrily we roll along adlı parçayı seçtik. Bunda iki akor vardı. Fakat bu hafta öğrencimin bir cenazesi vardı ve yine şehir dışına gitmek zorundaydı.
Maalesef hayatta acılar ve sevinçler iç içeydi. Ocak ayının ikinci haftasında yine bir cenazesi oldu ve öğrencim Samsun’a gitmek ve birkaç gün orada kalmak zorunda kaldı. Durum böyle olunca çalıştığı şirket de onun iki günlük iznini kaldırıp çalışmaya davet etti. Böylece Ocak ayında hiç çalışamadık. Bu bir öğrenci için büyük kayıptı. İnşallah evde kendi kendine öğrenilen parçaların tekrar egzersizlerini yapmıştır.
Şubat ayı yılın en soğuk ayıydı. Şubat başlarında beklenen kar da İstanbul’a geldi. Kalp rahatsızlığımdan dolayı maalesf soğuk, yağmurlu ve karlı havalarda dışarı çıkamıyorum. Bunu daha önceden öğrencimle konuşmuştum: Güzel günlerde ben sana, soğuk, yağmurlu ve karlı günlerde sen bana geleceksin, dedim.
Şubatın ilk haftası, ilk dersi için önceden aradım. Öğrencim gelemeyeceğini söyledi. Acaba yine şirkette mi çalışacaktı, yoksa ocak ayında hiç ders yapamadığımız için alışkanlık mı yaptı? Yoksa ufak ufak dersi bırakacak mıydı? Belki de hayallerini kaybetmişti. Bu kadar çalıştıktan sonra dersi değil, Müziği bırakırsa emekler boşa gidecekti. Ona öğüt veren bir not yazmayı uygu gördüm ve aşağıdaki notu yazdım.
Merhaba Eren Bey, inşallah iyisinizdir.
Cenazeler, Depremler ve sizin iş yoğunluğunuz derken ders yapmadan 2. ayı da geçirdik. Ancak şunu bilmelisiniz ki; şimdiye kadar size gerekli olan tüm temel bilgileri öğrendiniz. Bundan sonrası sadece egzersizler, tekrarlar ve notalarda rastgele gezinmek, sesleri keşfetmek. Böylece yeni türküleri kendiniz de çıkarabilirsiniz.
Ben ilk Piyano dersi alıncaya kadar 3000 parçayı kendi kendime çıkartmış ve profesyonelce çalabiliyordum. Bunu siz de yapabilirsiniz.
Bırakmayınız, fırsat buldukça çalışınız. Devam ediniz. Gerekirse ben yine yanınızda olacağım. SİZE BAŞARILAR ve SAĞLIKLI UZUN ÖMÜRLER DİLİYORUM.
90’Lı yıllarda Network Seminerlerinde öğrenmiştik. Buna benzer bir hikaye vardı. Neydi, nasıldı o? Gelin Peter Ross’dan dinleyelim:
İşimize katıldığı sırada Peter Cox Deby ile evlendi. Akabinde balayına gittiler. Fakat Peter balayında hastalandı, iş miş aklından uçup gitti. Üç ay hiç bir şey yapmadı. Hayallerini kaybetmişti.
Dördüncü ayın ilk haftası Peter Ross onları büyük bir seminere götürdü. Seminerde gördükleri çok şaşırtıcıydı. Kocamannn bir salon, içinde çok şık giyimli her yaştan baylar, bayanlar, evli çiftler 4000 kişi vardı. Kulakları patlatan çılgın bir müzik çalıyordu. İnsanlar bu müzikle hop oturup hop kalkıyorlardı. Debi ile bir yer bulup oturdular. Birbirlerine baktılar, biz nereye geldik, burada neler oluyor?
Az sonra müzik kesildi, sesler kesildi ve seminer başladı. Bir kişi çıktı İşimizi tekrar anlattı ve sahneden indi. Sonra bu işi yapmış ve başarılı olmuş baylar, bayanlar ve çiftler sahneden geçtiler. Kendilerini tanıttılar. Biz yapabildikse siz de yapabilirsiniz, dediler ve çok alkış aldılar. Sonra daha başarılı, daha başarılı daha da başarılı liderler sahneye çıkmaya başladı. İçlerinde öyle başarılı insanlar vardı ki işlerini 65 ülkeye götürebilmişlerdi. Onlar daha çok alkış aldılar. İnsanların elleri patladı alkışlarken. Onlar ödüller de aldılar. Onların da son sözleri; Biz yapabildiysek siz de yapabilirsiniz oldu.
Peter ve Deby’nin gördükleri; demek ki bu işi her yaştan, her meslekten bay ve bayanlar ve evli çiftler yapabiliyordu. Biz de evli çiftiz, bu tarife uyuyoruz. Demek ki bu işi biz de yapabiliriz deyip yeniden start aldılar. İlk üç ay hiç bir şey yok, sıfır, sonraki onyedi ayda pimi çekilmiş fişek gibi...Bu sefer o kadar çok çalıştılar, o kadar çok çalıştılar ki 17 ayda zirveye ulaştılar. Sistemin Makineli tüfeği diye anılmaya başladılar, işlerini bütün dünyaya götürdüler, dünyaca tanındılar.
Bizim piyanisti yeniden sarsmak, yeniden hayallerine bağlamak ve yeniden çalışmalara başlatabilmek için bunun gibi bir şeyler yapmalıydık.
Eren’e telefon açtım. Perşembe akşamı size çay içmeye geleceğiz dedim. Bizim müzisyen aileyi efradı topladım. 88 Yaşındaki en yaşlı öğrencim Şükrü beyi de davet ettim. Bir minibüse dolduk ve hep birlikte akşam çay içmeye gittik. Salona girince birer koltuk bulup yerleşmeye çalışırken 4 yaşındaki küçük torunum Efe, AAA piyano, deyip hemen orgun başına geçiverdi. Yağmur yağıyor, Seller akıyor, Arap kızı Camdan bakıyor diye küçük bir parça çaldı. Eren AAA Efe bile çalabiliyor diye hayretler içinde kaldı. Efe bununla yetinmedi. Abla ablaaa, bana senin çaldığın o zor parçayı öğretir misin dedi.
Ada da, onu öğrenmen biraz zaman alabilir. Şimdi çalayım, sen dinle, sonra öğretirim dedi ve iki elle çalınan çok sesli Miki Farenin Dansı adlı parçayı çaldı. Herkes yine alkışladı. Bu sefer Eren’in gözleri fal taşı gibi açıldı. Ada daha 8 yaşındaydı ve böyle zor bir parçayı çalabiliyordu. Herkes çayı- gazozu pastayı unutmuştu. Herkes sırayla piyano çalıyordu. Sıra Nihan’a gelmişti. O da Ah Bir Zengin Olsam adlı parçayı çaldı. Piyanistlerin yaş seviyesi git gide yükseliyor ve çaldıkları parçalar gittikçe zorlaşıyordu.
Yaş seviyesi Eren’e gelmişti, o da marifetini göstermeliydi. Orgun başına geçti ve Toycular oyun havasını çalmaya başladı. Nihan Bendiriyle ona eşlik etti. Böylece orkestra daha çoşkulu oldu. Seyirciler halay çekmek için kıpır kıprdılar. Özkan’ın tey tey tey diye kendini ortaya atmasıyla halaya Ada ve Efe de katıldı. Sırasını bekleyen Şükrü bey de bağlamasıyla orkestraya katıldı. Müzik artık salondan taşmaya başlamıştı. Halaycılar yorulmak ve durmak bilmiyordu. Eren Toycular’ı tekrar tekrar baştan aldı. Çaldı da çaldı.
Komşular ilk defa böyle güzel sesler, müzikler duyuyorlardı. Burada neler oluyor, bu müzik sesleri, bu alkışlar nereden geliyor diye meraklandılar ve araştırmaya çıktılar. Bu anda kapının zili çaldı. Kapıya en yakın olan biri açtı. Baktılar müzik buradan geliyor ve herkes kendini müziğin ritmine kaptırmış halay çekiyorlar. Onlar da halaya dahil oluverdiler. Sonra bir komşu, bir komşu, bir komşu daha derken insanlar o kadar kalabalık oldu ki, sığmayanlar arkalara, balkona, hole, mutfağa bile doluştular.
Bu böyle olmayacaktı. Bir çözüm bulmalıydım.
Müziği kesip arkadaşlar, komşular dedim, bu böyle olmayacak. Şimdi hep beraber yavaşça bahçeye inelim, enstrümanlarımızı da oraya taşıyalım ve geniş geniş orada devam edelim. Bunu duyan komşulardan kapıya yakın olanlar hemen asansörlere koştular. Gençler ve çocuklar merdivenlerden koşuşturdular. Alt kattaki komşular ne oluyor, deprem mi oluyor diye onlar da dışarıya fırladılar. Erken gelenler bankları kaptılar. Bazıları evlerinden sandalyeler, tabureler de getirdiler. Sazendeler de arkadan gelip yerlerini aldılar. Yeniden bir eğlence kurdular. Bu sefer halaya ve oyunlara katılanlar daha çoktu. Eğlenceler tam bir düğün havasında ve yaza merhaba tadındaydı. Saatler çabucak geçiverdi. Güvenlikçiler eğlenceleri saat tam 24:00 te bitirdiler. Herkes evlerine dağılırlarken çok yavaştılar.
Eren yatağına yatınca yaşananlar bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti. Kendi kendine, bak yapabildim. Eğer burada yapabildiysem Tokat’ta da yapabilirim, dedi. Kendine bir öz güven geldi. Yeniden hayallerine bağlandı.
Bizim de yapmak istediğimiz işte buydu.
Yaz tatiline daha 2 ay vardı. Eren’in isterse hala 8 ders daha alabilme, müziğini biraz daha geliştirebilme şansı vardı. Eren çok uzun bir aradan sonra yine beni aradı. Hocam, yeniden derslere başlamak istiyorum, dedi. Ve başladık. Bir ay sonra bir akşam Eren yeniden aradı, Hocam sana iki tane müjdem var, dedi. Ben anladım, iki tane türküyü kendi kendine çalabilmişti. Eren dedim, birer birer gel. Bir anda iki tane müjdeyi kalbim kaldırmayabilir. Sonra müjdelerin arkası geldi. Eren için Türküleri oyun havalarını çalabilmek artık eskisi gibi zor değildi.
Belki hızlandı mevsimler, belki de geçiyor ikişer üçer günler. Bir bakmışız ki haziranın sonu gelmiş. Okullar, dersHaneler kapanmış, dersler bitmişti. Ve herkes yaz tatili planları yapmaya başlamışlardı. Ben çantamı alıp uzun bir tatil için Akçay’a gittim. Eren bir eline çantasını, bir eline Orgunu alıp Tokat’a gitti. O günden bu güne Tokat’ta, ilçe ve kasaba ve köylerinde düğünlerde nerede çılgınca halaylar çekiliyorsa, Orgda Toycular, Tokat Sarması, Hele Dadaş hoş musan, Kara basma iz olur çalıyorsa Orgun başında Eren vardır.
MUSTAFA UZELLİ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.