Tanrı Bir Çok Hata Yapmış
Bir kurtulsan geçmişin seni içine almış ezberlerinden daha iyi şair olacaksın belki de, kayıp nesli misiniz zamanın gelecek nesli mi, yoksa; ara nesli mi olarak anılacaksın bundan sonra. 2000 li yılların başında şehirden bıkan gönüller köyüne, kasabasına dönmek istiyordu. Dönmediler ve şimdilerde yalnızlık girdabının beton hapishanelerinde tutuklular. Şehirde büyüyenler de gün geçtikçe kalabalık karşısında kayboldular. Bir bir yenildiler asfalta betona.. Kimi cami ticareti, kimi komünizm, kimi sağcılık ticareti yapıyor fikirlerinde.
Kamuoyu araştırmacısı seçim öncesi bir görüşünü açıklıyordu, herkesin dilinde Z Kuşağı var ama, arada kalan ve oldukça öfkeli bir Y Kuşağını gözden kaçırıyoruz demişti. Hayret etmiştim, üç beş yılda bir olsa da tam isabet bir gözlem okunuyordu medyada. Ve yine tam isabet sayılacak başka bir gözlem yazısı okudum, zaten her şey gözlemlemek ve ölçmek değil miydi? Hangi iktidar kimi büyüttü diye 100 yıllık bir tasvir yapmıştır akademisyen. İslamı neslin yeşil kuşak projesinde bir söz dolaşıyordu devlet için, yasaları onlara verin, askeri onlara verin lakin hazinesini vermediğiniz sürece siz yönetirsiniz onları diyorlardı ve o nesil bu deyişe diş bileniyordu durmadan. Son seçimlerde devlet iktidarı Tayyipden geri aldı diyordu bir başka ses de.
Büyük Orta Doğu projesi, Osmanlıcılık söylemiyle tıkır tıkır yürürken Anadolu üzerinde; şeriatçı kesim başka bir sese tutunuyordu: Irak ve Suriye karışırsa, sıradaki ülke Türkiye’dir diyen sese. Ve yine bir başka ses doruktaki yerini alıyordu arada, evet ben Alevi’yim ne olacak diyordu Kılıçdaroğlu’da. Neslim gereği pek bir yaşananlardan haberim olmasa da 70-80 deviniminde bir başka ses de, Bahçeli için o İngiliz ajanıdır diyordu Alparslan Türkeş de. Tüm önceki ve sonraki seslerin içinde; Tahir Elçi diye biri öldürüyordu Diyarbakır’da, üzerinden kaç sene geçti bilmem Muhsin Yazıcıoğlu da kalkamamıştı Keş Dağında, yedi Tipli cinayetiyle anılıyordu sol cenahın sesleri içinde, sonra Ankara göbeğinde bir partinin il başkanı Sinan Ateş de vuruluyordu. Bir başka ses de duymuştum, kendini komünist olarak tanınan bir sesti, siz Tayyibe kurban olun, gidin Karadenizdeki yolları bir görün kaymak dökün de yalayın diye açıklama yapıyordu bir sokak röportajında. Fethullah Gülen’de sesleniyordu bir yerden; haslar ve hamlar ayrılsın diye… Arada fokur fokur kaynayan kazan içinde Etö soruştumalarında 10 civarında, Fetö soruşturmalarında 100 civarında intiharın notu tutuluyordu, insanlar öldürüyordu kendini bıkmışlıktan ve aşırı suçlamalardan. Bunların yanında kimi gençler toplu ihtihar ediyor, kimi aile reisleri eşini ve çocuklarını vurduktan sonra kendi başına sıkıyordu kurşunu ekonomik sıkıntılardan. Büyük Deprem sonrası da eşini ve oğlunu kaybeden bir baba, kızını öldürdükten sonra kendini de öldürüyordu.
Ölüm ve kaos sarmalında kalıyordu zihnim. Cinayetler, unutmadan Ankara Garı patlamasından sonra bir şeyler değişmişti sanki ülkemde, Hendek olayları iki seçim arası milliyetçi oyları tavan yaptırmıştı borsa tabiriyle. Bir Başbakan kendi kabinesindekilerin imzalarıyla azlediliyordu, sanırım Davutoğluydu. Sonra mı meydana geliyordu 15 Temmuz hatırlayamıyorum. Bir akademisyen 15 Temmuz en çok kime yaramışsa o yapmıştır diyordu, iktidarı işaret ediyordu. 17/25 aralık soruşturmalarında Tayyibi yargılayacağım diyen Bahçeli, Tayyiple yan yana geliyordu. Tüm kargaşanın arasında Trump aptal diye sesleniyordu cumhurbaşkanımıza, Abd de kongre basılıyordu, şimdi de okyanus ötesi dedikleri yerde Trump gizli belge bulundurmaktan yargılanıyordu. Tüm düşünceler ve fikirler bende birbirine giriyordu, Dostum Esat katil Esad olurken, Rabianın katili Sisi Başkan Sisi oluyordu sanırım. Bir de bir arada Mavi Marmara olayı patlak veriyordu. Bir gazeteci son anda o gemiye binmekten vazgeçmişti sanırım Dilipak olmalıydı adı. İsrail ve Kudüs sarmalında roketler atılırken bir ara, gündeme Aylan bebeğin sahildeki o iç yakan görüntüsü düşüyordu. Abd Afganisstan’da işini bitirip orayı Talibana teslim ettikten sonra ülkemizde on binlerce Afgan geliyordu, İran bu konuda hiç ses çıkarmıyordu, neden İran’da kalmıyorlar da Türkiye’ye geliyorlardı bilmiyor, akıl erdiremiyordum.Yine Kılıçdaroğlu beş barondan söz ediyordu, halktan aldıklarınızı kuruşu kuruşuna halka vereceğim diyordu.
Ben zihnimde zaman kaosu yaşarken, merakım üzerine durmadan dinleri, islamı, dünya coğrafyasını, eski kadim kültürleri, dinlerin ve felsefenin doğuşunu, dünyadaki büyük yapıları, antik uzaylı fikirlerini, son dönem bilimdeki gelişmeleri, 1995 sonrası uzay alanında yapılan keşifleri ve son rahlede de yapay zeka hakkında bir bilim adamının; insanlığın kendi tarihinde gördüğü ilk akıllı düşmanın yapay zekanın olacağı açıklamalarıyla sudan çıkmış balığa dönüyordum.
Son zamanlarda vatanım ve yurdumu, Anadolu kültürünü Kızılderililer ile karşılaştırmaya başlamıştı zihnim, ABD nasıl kuruldu, Kuzey Güney savaşları neydi diye bakarken; Kızılderililerin 200 yılda binlerce yıllık gelenek, görenek ve inançlarıyla tarih sahnesinden silindiğini görüyordum.. Yoksa 1000 yıllık yurdumuzdan toptan siliniyor muyduk? Anadolu bin yıldır Türk Yurduydu, birinci cihan harbinde Afrika’dan, Ortadoğu’dan, Kafkasya ve Balkanlardan sürülmüş, elinde kalan son vatan parçasını da Osmanlı’nın son üyelerine ve idari yapısına rağmen Atatürk’ün önderliğinde kurtarmayı başarıyorduk. Oysa Atatürk o dönem çoktan vatan haini ilan ediliyordu hutbelerle. Eğer kazanmasaydı Anadolu’yu, hain olarak kitaplarda yerini alacaktı kuşkusuz. Oysa o kazanıyor ve dünyadaki çağ dönüşümünü anlayarak modern fikirli bir devletin temellerini atmayı başarıyordu. 1950’lerde başlayan Çok Partili hayatımızla birlikte Atatürk’ün idealleri her seçimde biraz daha halk tarafından unutuluyor ve dini temelleri referans alan ümmet bilinci yükselişe geçiyormuştu geriye baktığımda da. İlber Ortaylı’nın kasaba ve şehir kültürüne dair sesleri çınlıyordu kimi zaman da zihnimde.
Çok öfkeliyim evet, neye öfkelendiğimi bilmiyorum. 41 yaşındayım ve 20 yılı aşkın süredir bir görsel hafızam var, ekseri gözlerimden içeri giren manşet haberler, kimi haberlerin detayları, ta eski çağ müzikleriyle, ortaçağın türküleri, şathiye ve ilahilerinin yanında 60-80 arasındaki sol endeksli marşlarla halaya duruyor zihnimde. Bu arada ben de 2014 başlarından itibaren dinimden kuşkulanmaya başlıyor ve 2-3 yıl sonra İslamı terk ediyordum. Khk listeleriyle işimden atılıyor, davalara konu olurken beraat alıyor, beraatım üst mahkemede bozularak 8 ay kapalıya yolum düşüyordu, Kapalıda herkes beş vakit namazını muazzam kılarken ben de bir ara beş vakit namaza başlıyor en faza 3-4 ay devam ediyor ve bol bol dini hikayelerin arasında İslamdan tekrar çıkıyordum.
Çevremdeki bir çok kişi din meselesine 15 temmuzun neden olduğunu söylerken, ben ise bu fikre katılmıyor, internetten yaptığım din araştırmalarımın bana anlatılan din bilgilerini yıktığını veya inandığım Allah düşüncesini tarumar ettiğinde ısrar ediyordum. İslamın ve veya 6 bin yıllık Ortadoğu dinleriyle çevrilen oyunun günümüzde belki de deizm veya agnostizmle çevrildiğini düşünürken bu oyundaki rolümü sorgulamaya devam ediyordum.
Hayatımda ilk büyük burkulmamı hapishanede 15 gün veya ayda bir verilen spor izninde top oynarken yaşarken, çıkışıma az bir süre kala hastaneye sevkimi istemiyor, son bir ay topal ördek gibi yaşarken, çıkışta röntgen çektiriyor ve kırık olduğunu görüyordum. Kim kırmıştı ayağımı? Saha zemininin yamru yumru olmasına aldırmayan idare mi, yoksa top oynarken sert giren koğuş arkadaşım mı, yoksa Tanrı mı?
Tüme Varım veya Tümden Gelim düşüncelerinin hiç biri dünya hayatını anlatmaya yetmiyordu. İnsanı çözmeye ne krallar, ne bilim adamları ne de dinistler ulaşamyordu. Şairlerin çoğu, onlar mı, onlarsa epey çağın ve gündemin gerisindeydiler. Yapay Zeka biz insanın içindeki sırrı çıkarmayı başarabilir miydi?
Harun geldiler Karun oldular diyordu bir ses de, Numan Kurtulmuştu o sesin sahibi, güneş resimli bir parti kurmuştu sanırım, sanırım şimdilerde Meclis Başkanı seçilmişti. Sesler gelmeye devam ediyordu zihnime, bu sesleri susturmanın imkanı yok, evet evet o ses, Kemal Derviş’i dile dolayan sesler, Imf sesleri… Lakin yine aynı şey oluyor Merkez Bankamızın başına ABD’ den ithal bir kadın getiriliyordu. 1990 lardan bu yana dolar dur durak bilmeden yükseliyordu, faiz konusunda yüzlerce manşet zihnimin derinlerinden seslenirken, Anadolu’nun bir şehrinde bir taksi kamyonla kafa kafaya çarpışıyor ve 3 kişi ölüyordu.
Sonra soruyordum kendime hiç alakası yokken, beni etkileyen ilk romanın konusu neydi? Toprak Yeşerince mi yoksa Merhaba Söğüt mü? Kitap okuma alışkanlığım olsa da hapsin benim için en güzel yanı bol bol roman okumaktı, içeride uzun süre kalanların okuduğu roman ve kitap sayısını hatırlamıyorum ama tek pişman olduğum şey ise İnce Mehmet serisini hep es geçmek olmuştu, Oysa Yaşar Kemal Cumhuriyetin yetiştirdiği en büyük romancı diye hatırlıyordum, lakin tarih veya maziye ait zihnimdeki seslerden bıkmışlıktı beni okumamaya iten. Balkanlarda Türk Şiiri Antolojisi ni 1,5 ay boyunca durmadan isteyerek ancak alabilmiştim kütüphaneden, Balkan Türk’lerinin şiirleri, oradaki dil ve Türkçe üzerinde yapılan baskılar, Balkan Şairleri ekseriyetle hep çocuk şiirleri yazmıştı, çocuklarına Türk’lüğü ve Türkçeyi unutturmamak için, hiç beklediğim şiirler çıkmamıştı karşıma, hece şiiri yok denecek gibiydi, tek tek okumaya özen göstermiştim. Biz burada yeni devleti kurmaya çalışırken orada sonradan duyduğum mübadele şartlarının etkisinde, çocuk şiirleri ile hasret şiirleri ön plana çıkıyordu. Bir ara şiir analizleri ve çözümlemeleriyle ilgili üniversitelerde okutulan birkaç kitap almıştım sanırım 2014 lerde olmalıydı, şiir bilgimi dikkate alarak Balkan Türklerinin şiirleri okuduğumda benim için çok basit geliyor aynı zamanda klavyenin olmadığı zamanlardaki edebiyatın zorluğunu da iliklerime kadar yaşıyordum. Çocuk Şiiri ne demekti, çocuklara nasıl şiir yazılmalıydı? Bir çok soru işaretine cevap bulmak şarttı. Abdulhak Hamid Tarhan’ın Makber’ini bitiremeden kitap geri isteniyordu, sonra tekrar istiyor, başkalarına da yazdırıyordum o kitabı Kütüphane istem fişlerine, elime geçince oku oku doyum olmuyordu, lakin o dönemde bir çok eleştiriye konu olmuş şiir benim Tanrı düşüncemde daha çok domino etkisi yapıyordu. Tanrı veya Allah 2013 sonlarından itibaren zihnimde dalga konusu olmaya başlamışken Makber’in içinde Tanrıyla veya kültürümüzde adlandırıldığı şekliyle Allah’la Kaygusuz Abdal’dan öte kaygusuzluk güderek hesap sorma serüvenim renkleniyordu. Aslında Şathiyelerde asıl favorim Ormanda Büyüyen Adam Azgın’ı ile Kazak Abdal olmuştur.
Hani bazı şairler seslenirken kitap özetlerinde veya ideolojilerinde, ben bu kelimeleri kalemimle kanımdan çektim ey gençlik diye haykırırlarken, size bu yolu tavsiye ediyorum, kah vatan sakarya, kah din kardeşlik, tek yol islam, Turandır bizim vatanımız, halkların kardeşliği diye inim inim inletirlerken zihnimi, ben ise tüm yazı ve anlatım kurallarını göz önünden tekmeliyor ve zihnimin aktığı gibi deryanın tabanına ve tavanına bin bir küfür etmek istiyordum.
Kendimi çok sıkıyordum ne zamandır, dişlerimi sıktığımı ve uyurken gıcırdadığını da hapiste öğrenmiştim, belki de sonradan böyle bir diş gıcırdaması peydah olmuş olabilirdi, bilmiyorum, sanırım hala geçiremedim. Zaten dişlerimle aram da hiç iyi olmamıştı, süt dişlerimi veya ortaokul çağlarında kımıldayan-sallanan dişlerimi kendim çekerdim elleye elleye, kanırta kanırta, bir ara oda kapısına ip bağlayıp ipi de dişime bağlamıştım, lakin şimdi hatırlamıyorum ne olmuştu o an. Ya ip kopmuştur ya diş çıkmıştır herhalde.
O şiir bu şiir derken bir de Yeiku Sanat diye bir şeyler düşünmüştük bir ara. Bir şiirde olması gereken tüm aktarımların olmasını içeren 5 mısralık bir teknikti. Hala daha Yeiku Sanat’ı geliştirmek istiyorum. Hem heceye hem serbeste gidebilecek bir teknik. Rubai desem değil, kıta veya dörtlükten öte, sone sonat ve haiku gibi de değil. Her bölüm 5 mısradan oluşmalı, son mısrasında Tanrı, 4. Mısrasında doğa, 3. Mısrasında matematik olmalı, ilk iki mısrası şairin girizgahı. Şiirlerde matematik çok eksik çünkü. Bir kaç şarlatan çıkar şiirde matematik mi olur demezse şaşmak lazım aslında. Arkadaşlarım çok güzel Yeikular yazmıştı, Atatürk’ün hayatını anlatan bir Yeikumuz bile vardı. Aklıma ilk gelen niyeyse o oldu. Şairine de buradan bir hürmet göndermeliyim unutmadan.
Dünyadaki kır hayatının birbirinden farkı yok aslında. Kıpçak Bozkırıyla, Orta Asyanın, Mısır Çölü ile İngiltere kırsalının vb vs. Dünyaca ünlü Rus yazarların 1750 lerden sonra verdiği eserlerin konusunu Anadolu’ya uyarlayabiliriz, bir bakıma Çin ve Hint coğrafyasına da. Nehir ismi değişir, halk kavim boy ismi, tapınak isimleri ve kutsal kitap atıfları değişir ama değişmeyen tek şey toplumdaki insan ilişkileridir.
Ben yazarken biraz yoruldum, zihnim biraz öne doğru yığılmaya başladı, aslında arka tarafa doğru yaslanacağını bilsem devam ederim lakin; Tanrı bir çok hata yapmış diye bitirelim bu yazıyı.
Tam yazıyı bitirmişken Covid salgını sırasında ölen Anayasa Hukukçusu geldi aklıma, uyuşturucu baronuyla haberleri çıkmıştı. Ne alakaysa işte aklıma geldi birden, covidden mi ölmüştür yoksa haberler doğru mudur baronlar mı öldürmüştür kendisini.
Dünya garip gelen gidiyor ya, hayatın önemi pek kalmamış sanki. Tanrıya duyuralım. Kim kimi neden öldürüp duruyor durmadan dünyada, Yapay Zeka ömrümüzü uzatacak mı, yoksa dünya yönetimini ele geçirip insanlıkla dalga mı geçecek... Ömrümüz yeterse göreceğiz. Hayvanlarla bitkilerle doğayla bir şekilde yaşamayı başardık binlerce yıldır, lakin robotlarla, zekalı bir başka canlıyla ne yapacağız? Belki de iyi olur hani, tüm dünya insanlığı tek bir düşman karşısında insanlığın kaderini yeniden düşünür ve tarih boyunca süren bir çok saçmalığa son verirler.
Unutmadan, asıl bir diğer konumuzda borsalar. Borsalardaki al veri, hisse değerlerini, altın ve basılı paralarla birlikte kripto paraların da işleyişini çözen aslında bu dünyanın neden köhnediğini anlamaya başlar sanki.. Belki de hep köhneydi?
Son şiirimin son kıtasını da ekleyelim de tamam olsun.
Kurban Pazarı
.
.
.
Ticaret büyük ilim mirasta büyük parsa
Devlet millet ve dünya din diyanet hep borsa
Şiir roman hatıra alfabede ne varsa
Ta ezelden ebede tomar tomar satalım
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.