- 433 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
-KOD ADI İPSİLANTİ DEME DE DUR ŞİMDİ-(1)
Kod adı neyn neyn deriz de, tarihsel gelişimin nasıl sarmal yaptığını kaçırdığımızın resmidir bu. Bir de bakarsınız duygu ve düşünceler sarıp sarmalanır zihnin köşe bucağında. Öyle ki, bazen siyasi askeri tarihe hayır, medeniyet tarihine evet deriz de, ikisi birbirini besler destekler tatbikatta. Monarşi çağlarının medeniyet/uygarlık anlayışı kendine hastır mesela. Sanat mimari, inanç ve değerlerin kültürel siyasal izdüşümleri, bilim algısı, felsefesi hepsi kendine göre biçimlenir. Dolayısıyla o çağların siyasi sistemlerini anakronik çizgide olumsuz nazarlarla süzerken, ilgili sistemler içerisinde üretilen uygarlık birikimine yakınlık duymak tutarlı bir değerlendirme şekli olmasa gerek.
Bilakis ülkelerin birbirleri üzerindeki fetihleri kanalıyla kültürel ögeler de bir yerden bir başka yere, uzak diyarlara taşınmaktadır. Bir bakıma rüzgârlarla çiçek özlerinin, minerallerin farklı coğrafyalar arasında taşınması, beraberinde tarımsal üretimi desteklemesi misalidir. Ne ki, ülkelerin birbirleri üzerindeki istilaları ve bunun doğurduğu yıkımlarda akla gelebilir. Bu da bir yönüyle çöl tozlarının rüzgarlarla taşınmasının bitkiler üzerinde olumlu ve olumsuz neticelerini anımsatabilir de
Yine devletler birbirleriyle harp ediyor, akabinde kültürel toplumsal etkileşime giriliyor. Bir bakıyorsunuz galip mağlubun etkisi altında kalıyor, dümen suyuna karışıp gidecek neredeyse.
Söz gelimi Türkler Anadolu’yu fethedip yerleştikçe, yurt edindikçe bu coğrafyayı, Bizans, İran ve Arap’ın etkisi altına girmekte tarihin belli dönemlerinde. Bir yanıyla doğal bir çizgi. Askeri siyasi düzlemde hakimiyet kurarken karşı taraf yok olup gitmiyor ki. Kız alıp vermelere varıncaya kadar sosyokültürel ilişkiler bekliyor galibi. Demem şu ki, falanın filanın etkisi altında kaldık, kültürel vesayeti altına girdik diyerek kestirilip atılamayacak kadar girift bir hal almakta. Elbette ilişkilerin, etkileşimin niteliği, kimyası, ne ölçüde karşılıklı olup olmadığı sorgulanır. Yoksa kültür emperyalizmi kavramı da neyin nesi dünya yuvarlağında? Değil mi?
Tam da bu noktada medeniyetlerin, devletlerin yükseliş ve çözülme, çöküş dönemlerinin o ülkelerde uyandırdığı psikolojide farklılık arz eder. İmparatorluk çağlarında, imparatorluğun yükselişte olduğu evrelerde hinterlandındaki kültür, uygarlık motiflerine karşı daha müşfik bir bakış gelişebilir de. Mevsim ilkbahar çünkü sonbahar değil. Güçlü olmanın getirdiği özgüven vardır. Bin yıl önce Müslümanların genişleme alanlarındaki eski uygarlıkları da özümseyip bünyelerine kattıkları görülür söz gelimi. Son asırlarda ise buna müsait bir iklim söz konusu olmamakta. Bu kez güçlünün kendi kontrolünde olan değil zayıfın bir başkasının nüfuzu altına girmesidir mevzu bahis. Buna karşı gelenekçi çizgide defansif bir damarın açılması kontrolü kaybetme endişesine bağlı olarak şaşılası olmasa gerek.
Öte yandan bizde kimi çevreler Arap’ın, bazı kesimler Yunanın Avrupa’nın, kimisi İran’ın Bizans’ın kültürel vesayetinden yakınır da; bir yanıyla bu coğrafi temelde kıtalar arası geçiş yeri parantezine, Avrasya koridoruna bağlı biçimlenen zenginliğimize delalet, diğer yanıyla ise postu kaptırdığımızın resmi olsa gerek.
Bu durumun modern çağlardaki versiyon atması batılılaşma ya da bunun daha masum, o ölçüde de sinsi, kaypak kavramlaşmasıyla modernleşme, çağdaşlaşmadır. Arka planda Yunancı bir dünya vardır oysa. Yakın devirlerde sesini duyuran Türk/Yunan dostluğu bile bunun izdüşümüdür. Efendim! Yemeklerimiz, müziğimiz aynı, asırlarca komşuluğumuz, kız alıp vermişliğimiz vs. Niçin bu dostluğun Türk Rus, Türk Bulgar, Türk Acem ya da Arap olanı yok demeyiz beynelmilel çizgide. Yunan, batı dünyasının ürettiği uygarlığın beşiği mitine bağlı olarak bitlendirir muhatabını çünkü. Bulgar, Rus, Arap ya da Acem’de tüm yeryüzünü kapsayan böyle bir dayanak noktası yok ki.
Ya peki başlıktaki İpsilanti neyin nesi? İki asırdır yaşadığımız üstte arz ettiğim problematiğin şifresi elbette. İpe sapa gelmez hallerimizde hep bu parantezi açık tutmalıyız kanımca. Yunan için simge, bizim içinse imgedir bu. Yunanistan’ın iki yüz yıl önce Osmanlı’ya karşı istiklal mücadelesini organize eden Rum aile karşımıza çıkar tarihsel olarak. O dönem kâh yener kâh yeniliriz de, 1829’da bağımsızlıklarını kazanırlar. Sonraları dönem dönem mağlup ettiğimizdir Yunan. Tüm bu süreçlerde içimizden biri halini alır kurgusal düzlemde. Elbette Yunan için somut bir isim, bizim içinse Don Kişot’un Dulcinea’sı misali bir imgedir artık.
Mesela Osmanlıcı edip ve şairlerimizden Yahya Kemal ilk gençlik yıllarında Paris’te geçirdiği tahsil hayatını müteakip yurda dönüşünde bir Nev Yunanilik tutturur. Problemlerimizin çözümünün Yunan, Latin temelli bir edebiyat ve düşünce hayatı inşa etmekte olduğunu öne sürmektedir. “Biz medenîler, Akdeniz etrafında bir havuzun kenarlarındaki kurbağalar gibiyiz” der mesela. Devrin Türkçü ve Osmanlıcı ediplerinden sıkı bir zılgıt yemesiyle hevesi kursağında kalacaktır üstadın. Konuyla alakalı olarak Cemil Meriç “Yahya Kemal’in Yunancılığı çevrede makes bulabilse Yunancı olurdu Yahya Kemal” demektedir. Bir müsteşrik Osmanlıcılığı şeklinde tabir ederek ondaki oryantalist damara işaret etmektedir. Dekoratif bir dünya kurar Beyatlı. Bir medeniyetin kartpostallarını verecektir şiir ve yazılarıyla. Dinsel geleneksel motiflerin belirli bir çağdaki izdüşümlerini baz alarak, neon ışıklarıyla süslemeli bambaşka bir dünya kuracaktır özünde. Akidevi ögelerden bağımsız akide şekerleri üretir üstat kendi iç dünyasından ilhamlarla yüklü.
Örneğin “İstanbul’un öyledir bahârı; Bir aşk oluverdi âşinâlık... Aylarca hayâl içinde kaldık; Zannımca Erenköyü’nde artık, Görmez felek öyle bir bahârı.” Derken gerçekte olmayanı, belki hiçbir dem yaşanmayacak olanı resmetmektedir.
Ya Mohaç Türküsü?
“Bizdik o hücûmun bütün aşkıyla kanatlı; Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı.
Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle, Canlandı o meşhûr ova at kişnemesiyle!
Fethin daha bir ülkeyi parlattığı gündü; Biz uğruna can verdiğimiz yerde göründü.
Gül yüzlü bir âfetti ki her bûsesi lâle; Girdik zaferin koynuna, kandık o visâle
Dünyâya vedâ ettik, atıldık dolu dizgin; En son koşumuzdur bu! Asırlarca bilinsin!
Bir bir açılırken göğe, son def’a yarıştık; Allâh’a giden yolda meleklerle karıştık.
Geçtik hepimiz dört nala, cennet kapısından; Gördük ebedî cedleri, bir anda yakından!
Bir bahçedeyiz şimdi şehidlerle berâber; Bizler gibi olmuş o yiğitlerle berâber.
Lâkin kalacak doğduğumuz toprağa bizden; Şimşek gibi bir hâtıra nal seslerimizden.”
Mısralarıyla karşılamaz mı bizleri?
Şöyle ki, yağmur sonrası ışığın kırılmasıyla birlikte meydana gelen gökkuşağı misali normalde olmayan müstesna bir güzelliğe kavuşmamızdan farkı var mıdır bu anlatımın? Bu, tarihsel olanın gerçekte olandan bağımsız olarak bir ressamın fırça darbelerine bağlı aldığı şekildir hakikatte.
Ya peki Nev Yunanilik? Yok olmaz elbette. Benliğinin derinliklerine gömülecek ve ancak sınırlı aydın meclislerde ve özel sohbetlerde ifadesini bulacaktır yer yer. Ya da Biblos Kadınları, Sicilya Kızları misali birkaç şiirinde. Taklidi şiirler olarak eleştirilecektir bu eserler beri yandan. Fransız Parnasyen şairlerinden esinlenmelerine kendisi de vurgu yapar yeri geldikçe. Kaldı ki “Biblos Kadınları” mitolojik esintiyle taçlanıp, kanatlanan şık bir şiirdir de. Şairin “Bitmemiş Şiirler” başlığıyla derlenen eserinde yer almaktadır.
Genel yapısı itibariyle aldığımızda dar siyasi ideolojik koşullanmalardan uzak bir çizgide ilerlemiştir ünlü edibimiz. Klasik musikimizle, Tasavvufla, bin yıllık bir Müslüman Türk tarihselliğiyle, mitolojiyle, Akdeniz çevresinin medeniyet gelişimini okşayan atmosferiyle, İstanbul manzaralarıyla ve onu besleyen kültürel tarihsel damarlarla alakadar olmuş, terennümlerini bu eksende geliştirmiştir.
Peki ya Nev Yunanilik? Sahi o ne oldu?
-DEVAM EDECEK-
L.T.
YORUMLAR
osmanlıyı ekseri sanırım kanuniye kadar daha çok severiz, vur kır parçala bu macı kazan gibi bir serüven. Kültürü, dili, askeri, aşireti, yerleşmesi, aşiretleri bölmesi, balkanlara yerleşmesi falan .... çok fazla hareket olmuş aşağı yukarı 1200-1600 arası.. elbette sen burdan batıya sökün ederken onların da kendi içlerinde hizipleşmeleri onlarca yıl süren savaşları ayrı belki.. ha keza bu tarafta istanbul kahire, istanbul tahran, sonradan sonraya türk rus, türk arap... osmanlı zamanının amerikası sonuçta. orta karaların ve orta denizlerde söz sahibi. okyanuslarda yokuz. kara milletiyiz sonuçta. ufak çaplı korsanlık kültürünün fetih kültürüyle harmanlanması sonucu akdeniz barut fıçısı.
doğunun tarihine ve medeniyetine bakışımız genelde batılı yazarların ve düşünürlerin kaleminden ekseri.
lakin tüm bunlar kültür medeniyet inanç ırk devlet kavramları... önümüze çin seddi, andiran duvarı gibi çıkan yapay zekanın bakış ve düşünce açısına göre ne ifade ediyor.
üstad; dünya medeniyeti veya dünya insanlık medeniyeti belki de ilk defa zihin ve düşünce gücünü kaptırmanın eşiğinde değil mi?
yapay zeka için ne yunan ne mısır, ne hint ne de türk, ne arap ne de çin avrupa vb vs olacak sonuçta.
antik uzaylı teorisi günümüzde en çok ilgi gören düşüncelerden de biri.
adamın biri yapay zekanın yardııyla çok kısa zamanda 100 civarı kitap yazmış. kitapları ve konularına bakmadım incelemedim ama :) bir de burdan yakmak lazım mumu...
yapay zeka üzerine bir yazınız araştırmanız varsa okumak isterim yoksa bekleriz diyelim..:)
saygılarımla eksik olmayın.
Y...'insan-in-san'i:)
levent taner
Harf sektirmemişsiniz yine
Taşkın zekâ sizde, bizdeki biraz aşkın makamda çalıyor
Amacım elbette taassup ya da hamaset yapmak değil
Yaşamın sunduğu o denli farklı boyut ve apayrı kareler var ki
Siyasi ideolojik kalıp yaklaşımlara elbette sıcak bakmam
Faydalanırım ama mesafe ölçülerini de korur, kollarım
Osmanlı'yı önemserim ama Osmanlıcı değilim söz gelimi
Ya da Atatürk ve Cumhuriyet kavramım vardır ama Kemalist yahut Atatürkçü tanımlamam kendimi
Çünkü Kemalizm Ataç'lar, Falih Rıfkı'lar, altmışların Yön dergisi muhiti, vs. büyük adamın bizatihi kendisi değil ki, küçük ve orta boy insanların büyük adamı anlayış biçimi sonuçta
Ya da Osmanlıcılık hele bugünün Osmanlıcılığı aktüel siyasete ayarlı bir rant alanı, tarihsellikle alakası ne, ne kadar?
Öte yandan doğrudur hocam, yapay zekânın yanında temcit pilavı misali eskiler alıp eskiler satmak yapay kaçabilir de
Yine de tarihle bağ kurmak işlevseldir derim
Nihayet Hocam
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Katılım ve katkınız her dem kıymetli şüphesiz
Selam ve saygılarımla