- 306 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
İnancın kendisine iyilik kazandırmadığı kimse
“(İnanmak için) ille de kendilerine meleklerin gelmesini veya rabbinin gelmesini ya da rabbinden bazı işaretlerin gelmesini mi bekliyorlar? Daha önce inanmamış yahut inancı kendisine iyilik kazandırmamış kimseye, rabbinden bazı işaretler geldiği gün iman etmesi fayda sağlamaz. De ki: “Bekleyin! Şüphesiz biz de beklemekteyiz.” En’am 158
İnancın insanın kendisine iyilik kazandırmasına dair Rabbin söylemine dikkat ettiğimizde (En’am 158), insanların haz, heva ve hevese dair kendilerini alabildiğine kaptırdıkları bir dünyada, sıradan bir yaşamla böyle bir neticeyi elde edemeyeceklerini söylemek, hem Kur’an ve diğer kutsal kitaplar, hem de tüm peygamberlerin mücadelelerine baktığımızda varacağımız sonuç olacaktır. Herşeyi bu dünyaya indirgeme gibi hakikate ulaştıran yoldan sapmalara meyledişler, aslında insanlığın kadim tarihi boyunca zihin ve göze odaklanmış bir illüzyonun sinsi manevralarına boyun eğişten başka bir şey değildir insan için. Lakin bu halin en çetrefilli noktasının, insanın hakikati hem düşünsel olarak zihninde yerine oturtamaması, hem de çaba ve gayretin karşılığını, ücretini peşin olarak bu dünyada alamadığından özümseyememesi olduğunu söyleyebiliriz.
İnancın “insanın kendisine iyilik kazandırmadığı kimseye” ayette geçen çarpıcı ifade de görüleceği üzere, Rabbinden bazı işaretler geldiği gün iman etmesinin kendisine bir fayda sağlamayacağı belirtilmekte, nihayetinde de “De ki: bekleyin, doğrusu, biz de beklemekteyiz” denilerek, hakikatin ne olduğu tüm çıplaklığı ile ortaya konulmaktadır.
İyiliğin insana kazandırdığı çeşitli hasletler olmasına rağmen, bu hasletlerin neticesi her zaman müspet bir sonuca çıkmadığı gibi, kimi zaman yapılan iyiliğin insanın önüne bir engel olarak çıkması ve en önemlisi bu engeli dahi görmesini engelleyecek bir yanılsamayı da beraberinde getirmesi ömrü boyunca her daim söz konusu olacaktır. Aslolan insanın kendine bahşedilen donanımının farkına vararak, yaşam çizgisine oturtmaya çalıştığı kazanımlarının kalıcı olduğuna ikna olması ve yaptıkları ile müspet bir hal içinde olunduğuna dair vicdani bir kanaate sahip olabilmesidir.
“İnancın kendisine iyilik kazandırdığı” düşüncesine yoğunlaşamayan insanın çoğu zaman fikir ve eylem olarak durağanlığa ve eninde sonunda da, yanlışa meyline rağmen, insan yine de kendisini doğru bir yol üzerinde görmeye devam eder. İşin en vahim yanı ise, bu hali özümseyen bir ömür sürecinin, kesintisiz hayatın nihayetine kadar böyle devam etmesidir. Öyle ki, insanın yüreğine işleyen ülfet ve ünsiyet yani kanıksama hastalığı, insanı yaptıklarının güzel olduğuna ve hatta bu yolun hakikate vardığına kendisini ikna edecek kadar baskın gelir. Ta ki, “Rabbinden bazı işaretler geldiği gün” hakikatin anlaşılmasının bir faydasının olmadığına dair o ana kadar.
Oysa ki, hakikatin mecrası Rabbin kuluna merhamet etmesiyle belli iken, Kitap, Rasul ve ilim gibi hazineler insana büyük bir lütufla bahşedilmişken, gafletin bir mazeretinin olabileceğine dair, şeytan ve nefsin ömür boyu vesvesesinin neticesinde insanın varacağı yer ise, “Bekleyin! Şüphesiz biz de beklemekteyiz” ayetindeki uyarı ve telafisi imkansız bir bir hal olacağında hiç şüphe yoktur.
Öyleyse…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.