- 212 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GANDHİ.
GANDHİ KİMDİR?
Gandhi (Mohandas Karamçand Gandhi). Devlet adamı, Hindistan’ın millî lideri. Mahatma (Yüce Ruh) lakabı ile tanınır. (D. Batı Hindistan Gucarat Prensliği Porbandar 2 Ekim 1869 – Ö. Delhi 30 Ocak 1948)
Gandhi ailesi bir Brahman tanrısı olan Vişnu’ya tapıyor, Vişnuculuğun şartlarından olan şiddete karşı olma, yaşayan hiçbir şeye zarar vermeme, et yememe ve çeşitli inançlara saygılı olma ve evrendeki her şeyin ölümsüzlüğüne inanma gibi ilkelere inanıyordu. Babası soylu bir âiledendi. Aynı zamanda Porbandar şehrinin başpapazı olan babası, Gandhi’ye disiplinli bir ilk tahsil temin etmiş ve 13 yaşında evlendirmişti. Gandhi 18 yaşında Londra’ya tahsil için gitti. İngiltere’de zamânını İncil ve diğer din kitapları ile bâzı tanınmış batı felsefecilerinin eserlerini okuyarak geçirdi. Gandhi’nin fikirlerinde bu felsefecilerin tesirleri görülür.
Hindistan’a döndüğü zaman, Bombay’da avukatlık yapmayı denedi. Başarılı olamayınca müslümanların elinde olan bir Hindistan firmasında çalışmak üzere Güney Afrika’ya gitti. Orada başarılı bir meslek hayâtı olmasına rağmen, Güney Afrika’daki beyaz azınlığın, bölgedeki yerli Güney Afrikalılara ve Hindlilere uyguladıkları fenâ muâmele ve ırk ayrımı, onun bölgedeki Hind toplumunun sosyal ve siyâsî haklara kavuşmaları için mücâdeleye başlamasına sebeb oldu. Gandhi kendisini Hind milletine adadı. Hindlilerin hakkını korumak için şiddete başvurmaksızın Güney Afrika hükümetine karşı mücâdeleye girişti. Bunun sonucunda birçok defâ tutuklandı, işkenceye mâruz kaldı. Fakat bunlar onu yıldırmadı.
Güney Afrika’da yerli Afrikalılarla Batılı beyazlar arasında ırk ayrımı yapan İngiliz ve Hollanda siyâsetinin çok büyük bir düşmanıydı. Gayretlerinin sonucunda 1914’te Güney Afrika Birliği hükûmeti, Gandhi ile Hind toplumunun haklarını arttıran bir anlaşma imzalamaya mecbur edildi. Daha sonra kendisine çok para getiren işinden ayrılarak mücâdele için tekrar 1914 Temmuz’unda Hindistan’a döndü.
Gandhi’nin Güney Afrika yılları düşüncelerinin netleştiği, siyasi mücadele metodunu belirlediği ve kitleleri yönlendirme deneyimi kazandığı dönem oldu.
Ruyalar/gandhi” 177″ 198″
Gandhi, Hindistan’da siyâsete atıldı. Güney Afrika’daki ününe rağmen burada şiddete baş vurmaksızın uyguladığı fikirleri radikal Hindliler tarafından önce tutulmadı. Ahmedâbâd şehrinde yerleşerek Hind halkına kendi kendini yönetme fikrini aşılamaya başladı. Jalianvalla Bagh katliamının, şahıs haklarını kısıtlayan yeni kanunları ve İngilizlerin Pencap eyâletinde alacağı bâzı şiddet tedbirlerini duyunca, bütün arkadaşlarının devlet hizmetinden çekilmesini ve sessiz bir mücâdele, pasif bir direnişe geçmelerini sağladı. Çıplak vücûduna bir beyaz bez sarıp, yanında bulunan keçinin sütü ile geçinerek pasif direnişi sürdürdü.
İngilizler ona önce güldüler. Ancak zamanla ideâline candan inanan ve memleketi için her şeyi fedâya hazır olan bu adamın, böyle sessiz mücâdelesinde bütün Hindistan’ı arkasından sürüklediğini hayret ve dehşetle gördüler.
Gandhi 1922’de hapse atıldı. Şubat 1924’te apandist ameliyatı müteakip serbest bırakıldı. Aynı yıl “Bütün Hindistan Millî Kongresi”nin başkanı seçildi. Bunu tâkib eden yıllarda sık sık hapsedildi. 1927’ye dek şiddet aleyhtarlığını yaymaya çalıştı. 1930’da başlattığı, tuza konan yeni bir vergiye karşı protesto yürüyüşünü kendine katılanlarla birlikte 24. gününde Hint Okyanusu kıyısına vardı. Sahilden avucuna aldığı bir avuç tuz köylülerin yasadışı yollardan tuz üretmesine başlamaları için işaret sayıldı. Çok etkili olan bu kitlesel eylem sonrasında Gandhi’nin de içinde olduğu 60.000 aşkın Hintli tutuklandı. Bir süre sonra Hindistan’daki İngiliz Genel Vali’sinin görüşme isteği üzerine serbest bırakıldı. 1931’de toplanan Londra Yuvarlak Masa Konferansı başarısızlıkla dağıldığında, Hindistan’a döndü ve yeni bir pasif direniş organize etti.
II. Dünyâ Savaşı esnâsında Hindistan’ın bağımsızlığı garanti edildiği için, İngiltere’nin desteklenmesine karşı durdu. Bu sırada teklif edilen bâzı çözümleri reddetti. Tam bağımsızlıkta ısrar etti.
II. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında İngiliz sömürgesine karşı uzun yıllar bağımsızlık mücadelesi önderliğini şiddete başvurmama ve pasif direnişe dayanan mücadele yöntemiyle sürdüren Gandhi’nin bu başarılı siyasetiyle, II. Dünya Savaşı ardından İngilizler Hindistan’da bağımsızlık mücadelesinin ulaştığı boyutu da görerek Hindistan’ın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı.
Ölümüne kadar Hindistan’ın tartışmasız millî lideri sıfatını korudu. Babası ve kendisinin servetini bu yolda harcadı. Bu arada İngilizlerin yaptığı pekçok baskılara karşı durdu.
Ünlü Hint şairi Rabirdranath Tagore tarafından ona verilen Mahatma (Yüce Ruh) adı kısa zamada herkesin benimsediği bir ad olmuştur. Hayatı boyunca ve ölümünden sonra da bu adla anılmıştır.
Bağımsızlık yolundaki savaşı sırasında Hindistan’da bulunan sınıf farklarına karşı çıktı. Aynı zamanda azınlıkların haklarına saygılı olmayı savundu. Dinlerin insanlar üzerindeki etkisini çok iyi anlayan Gandhi, İslâm dînini ve Kur’ân-ı dikkatle incelemiş ve Müslümanlığa hayran olmuştu.
Bu hususta şöyle demiştir:
“Müslümanlar en azâmetli ve muzaffer günlerinde bile mutaassıb olmamıştır. İslâmiyet, dünyâyı yaratana ve onun eserine hayrân olmayı emretmektedir. Batı, korkunç bir karanlık içindeyken, doğuda parlayan göz kamaştırıcı İslâm yıldızı, azap çeken dünyâya ışık, sulh ve rahatlık vermiştir. İslâm dîni yalancı bir din değildir. Hindlilerin bu dîni saygı ile incelediklerinde onlar da benim gibi İslâmiyeti seveceklerdir. Ben, İslâm dîninin peygamberinin ve O’nun yakınında bulunanların nasıl yaşadıklarını bildiren kitapları okudum. Bunlar beni o kadar ilgilendirdi ki, kitaplar bittiği zaman bunlardan daha fazla olmamasına üzüldüm. Ben şu kanâate vardım ki; İslâmiyetin çok süratle yayılması, kılıç sebebiyle olmamıştır. Aksine her şeyden evvel sâdeliği, mantıkî olması ve Peygamberinin büyük tevâzuu (alçak gönüllülüğü) dâimâ sözünü tutması, yakınlarına ve Müslüman olan herkese karşı sonsuz sadâkati sebebiyle İslâm dîni birçok insanlar tarafından seve seve kabul edilmiştir.
Müslümanlık, ruhbanlığı ortadan kaldırmıştır. İslâmiyet başından beri demokratik bir dindir. Yaratan ile yaratılan arasında ayrı bir müessese yoktur. Kur’ân-ı (yâni onun tefsîrini ve İslâm âlimlerinin kitaplarını) okuyan herkes, Allah’ın buyruklarını öğrenir ve O’na tâbi olur. Bu hususta Allah ile onun arasında bir mâni yoktur. Hıristiyanlığın birçok eksiklikleri olduğu için türlü reformlara tâbi tutulmak zorunda kalmışken, Müslümanlığın ise, ilk günlerindeki şeklinden hiçbir şey değiştirmemiştir. Hıristiyanlıkta demokratik ruh yoktur. Bu dîne demokratik bir veche vermek için Hıristiyanların milliyet hislerinin artması ve buna göre reformlar yapılması gerekmiştir.”
1946’da İngilizlerin tahrikiyle de Hindularla, Müslümanlar arasında çarpışmalar başlamış, daha sonra bütün Hindistan’a yayılmıştır. 15 Ağustos 1947’de Hindistan istiklâlini elde etmesine rağmen, Gandhi son aylarını, bu çarpışmalardan, İngilizlerin Hindistan’ı bölüp, bir kısmını Pakistan olarak ayırmalarından ve milyonlarca insanı, özellikle Müslümanları İngilizlerin Pakistan’a göçe zorlamasından dolayı üzüntü ile geçirmiştir.
Gandhi 1930’lardan îtibâren ülke yönetiminde söz sâhibi olmuş ve Vallabhbhai Patel, Mevlânâ Ebul Kelam Âzâd ve Jawaharlal Nehru gibi seçilmiş idâreciler kendisiyle pekçok meseleleri istişâre etmişlerdir.
Gandhi’nin en önemli başarısı Hindistan’ı bağımsızlık yıllarından alıp, kararlı bir idâre kurmasıdır. 30 Ocak 1948’de, Hindistan’ın bölünmesinden onu sorumlu tutan bir fanatik bir Hindu tarafından vurularak
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.