- 295 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
İSLAM DERLEME VE EKLEKTİK BİR DİN Mİ? Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ
Bugünlerde inanç karşıtlarının iddiası İslam’ın, “derleme ve eklektik yani diğer din ve mitolojilerden toplama bir din” olduğu şeklinde. Bu iddia doğru mudur? Ne dersiniz?
İlerlemeci zihniyetin ürünü bir iddia. Benzerliklerden yola çıkarak ve parçacı bir yaklaşımla oluşturulmuş zihinsel bir kurgu gibi görünüyor. Bu şekilde benzerliklerden yola çıkarsak söz gelimi kadın aslında erkektir bile diyebiliriz. Çünkü aralarında çok fazla benzerlikler vardır. İşte bu şekilde düşünenler esaslı farklılıkları gözden kaçırarak sadece benzerliklerle bir yargıya varıyorlar. Bu yaklaşım son derece sıkıntılı ve yanıltıcıdır. Bu yöntemi neye ve kime uygulasanız benzer sonuçlar elde edebilirsiniz. İşte halkımızın “elmayla armudu, sapla samanı karıştırmak” diye ifade ettiği husus tam da bunların yaklaşım yanlışlığını dile getirmektedir.
Bu iddiaların kaynağı ve dayanağı ne olabilir?
İlerlemeci anlayışı savunanlar bu tür yaklaşımla sosyolojide pozitivizm, biyolojide evrimcilik, psikolojide Freud-
culuk ürettiler. Bu anlayışlar doğrultusunda dinlerin de ilkelden gelişmişe doğru bir evrim geçirdiğine inandılar. Bunlara göre ilkel insanlar taş ve ağaç gibi şeylere taparlardı, sonra gökyüzündeki güneş, ay ve yıldızlara tapmaya başladılar, sonra tek tanrılı dinleri geliştirdiler ve en son pozitif çağa yani inançsızlık evresine ulaştılar. Bunların akıl hocaları olan Auguste Comte kendine göre bir din bile kurgulamış ve adına “insanlık dini” demişti. Yaman bir çelişki. Hem bütün dinleri reddedeceksin hem de bir din icat edeceksin. Bu bile insanların dinsiz olamayacağının bir göstergesidir. Zaten bugün ateistler ve deistler, dinlerin karşıtı bir inanç ve din oluşturmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Nitekim bunların düşüncelerinin altından dinleri çekin boşlukta kalırlar.
İyi ama bir benzerlik var. Bu benzerliklerin araştırılması ve sorgulanması gerekmez mi?
Tabii ki araştırabilirsiniz ve sorgulayabilirsiniz. Buradaki sorun sadece benzerliklerden yola çıkarak toptancı bir yargıya gidilmesidir. Bilimde genelleme yapılır ama bu kadar ayarı kaçık, ölçüsüz ve rastgele bir genelleme safsata boyutunu bile aşacak düzeydedir.
Bu benzerlikler nereden ileri geliyor?
Dinin kaynağıyla ilgili ilerlemeci anlayışın karşısında bir başka anlayış bulunmaktadır. Bu da dinlerin ilkelden karmaşık ve tek tanrılı dinlere doğru bir gelişme değil, tam tersine tek tanrılı dinlerden basit ve ilkel dinlere doğru bir seyrin olduğu tezidir. Bu teze göre insanlığın başlangıcında tek tanrılı din vardı. Zamanla insanlar bu tek tanrılı dinleri bozarak basit ve akıl dışı totemcilik, putçuluk ve göksel varlıklara tapınma gibi sapmalara gittiler. (Mircea Eliade, Dinin Anlamı ve Sosyal Fonksiyonu, trc. Mehmet Aydın, Ankara 1990, s. 50-51; Günay Tümer, Din, DİA, İstanbul 1994, IX, 312-320.) Çünkü insanlar kaybettikleri değerli kişilerin veya eşyaların yerine onları hatırlatacak şeyler koyma ihtiyacı hissederler. Aynısını koyamadıkları zaman benzerini koymaya yönelirler. Artık göremeyecekleri kişileri hatırlamak veya anmak için onların resimlerini veya geride kalan eşyalarını hatıra olarak tutarlar ve zaman zaman bakarlar. Bazen de sanki resim veya hatıra eşya o kişinin kendisiymiş gibi bir algıya gidebilirler. Nitekim İslam tarihçileri putçuluğun ortaya çıkışını böyle bir tezle anlatmaktadırlar. Bazı topluluklar önderlerinin veya değer verdikleri kişilerin ölmesi üzerine onları hatırlamak için önce resimlerini veya heykellerini yapmaya başlamışlar, ardından gelen nesiller ise hatırlama amacını unuttukları için atalarının bunlara taptıklarını zannetmişler ve tapınmaya başlamışlardır. Çünkü somut şeylere birtakım anlamlar yükleme tavrı insanda her zaman var olagelmiştir. Nitekim soyut ve duyu ötesi olgu ve olayları anlamak çok kolay değildir. Putçuluk ve inkârcılık aslında insanın kolaya kaçmasıdır. Zorluk tabii ki iyi değildir ama insanı sapkınlığa götüren bir kolaycılık da tercih edilmemelidir.
Buna dair yaşanmış olaylar var mıdır?
Kur’an’da Yahudilerin iki tavrı buna örnek olarak gösterilir. Birincisi Hz. Musa’ya Yahudilerin “Allah’ı açıkça görmeden sana inanmayız.” (Bakara, 2/55.) demeleridir. İkincisi ise denizin iki yana açılması mucizesiyle Firavun’un zulmünden kurtulan Yahudilerden bazılarının yolda karşılaştıkları puta tapan bir kavmi örnek göstererek Hz. Musa’dan kendilerine aynı şekilde bir put yapmasını istemeleridir. (Araf, 7/138.) Nitekim bu tavır onları Sâmirî’nin ziynet eşyalarını ateşe atarak yaptığı buzağı putuna tapmaya kadar götürmüştür. (Taha, 20/85-89.) Hâlbuki Yüce Allah onlara Hz. Musa ve Hz. Harun’u peygamber olarak göndermiş ve Tevrat gibi bir ilahi kitap indirmişti. Ama onlar, bunları bırakıp bir somut puta tapınmak istemişlerdir. Bu olay bile gelişmenin hangi yönde olduğunu göstermektedir.
Fakat Nuh Tufanı veya Miraç gibi olayların benzerlerinin geçmiş milletlerin mitolojilerinde bulunduğu görülmektedir.
Doğrudur. Bunlar aslında onları değil bizi destekleyen belgelerdir. Geçmiş birçok milletin zihin dünyasında Nuh Tufanı’na benzeyen veya Hz. Peygamber’in miracına benzeyen olayların bulunması İslam dininin getirdiği hakikatleri desteklemektedir. Çünkü Nuh Tufanı bütün insanlığı etkilemiştir. Miraç benzeri olaylar önceki peygamberlerde de bulunmaktadır. “Böylece biz İbrahim’e göklerin ve yerin kimin elinde olduğunu gösteriyorduk ki kesin inananlardan olsun.” ayeti buna işaret etmektedir. (Enam, 6/75.) Bizim inancımıza göre ilk insan Hz. Âdem aynı zamanda ilk peygamberdir. Onun getirdiği din de hak dindir. Bu hak dini temsil eden tarih içinde çok sayıda peygamber gelmiştir. Kur’an onlardan sadece yirmi beşinin ismini vermiş ve hayatlarından kesitler anlatmıştır. Peygamberden sonraki insanların bildiklerini kendilerine göre yorumlamaları, kısmen değiştirmeleri veya eklemede bulunmaları mümkün ve muhtemeldir. Demek ki bu olayların benzerlerinin diğer millet ve kültürlerde bulunması gayet normaldir.
Buna örnek verebilir misiniz?
Hz. İbrahim oğlu Hz. İsmail’le birlikte Allah’ın emriyle Kâbe’yi inşa etmiş ve hac vazifesini yerine getirmiştir. Zamanla Mekkeli Araplar haccın hikmet ve hakikatini unutarak Kâbe’yi bir put mahalli, haccı da kafalarına göre yapılabilecek bir ibadet hâline getirmişlerdir. Nitekim Kâbe’nin çevresinde Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in yapmadığı şekilde ıslık çalarak ve alkış tutarak ibadet yapmaya başlamışlar. (Enfal, 8/35.) Arafat’a çıkmak vacip olduğu hâlde bu görevin kendilerine değil dışardan gelenlere ait olduğunu iddia etmişler ve böylece hac ibadetini bozmuşlardır. Hatta Kâbe’yi çıplak tavaf etmek gerekir, diye bir garabeti bile uydurmuşlardır. Ancak Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.s.) İslam’ı getirmesiyle birlikte hac ibadetinin Hz. İbrahim ve Hz. İsmail tarafından yapılan sahih şekline kavuşması söz konusu olabilmiştir.
Demek ki geçmiş din ve mitolojilerdeki benzerlikler aslında İslam’ın gerçekliğinin belgeleridir, öyle mi?
Tam da öyle. Nitekim Kur’an-ı Kerim birçok ayette “kendinden önce inmiş kitapları tasdik eden bir kitap olduğunu” (Bakara, 2/42,97; Al-i İmran, 3/3.) açıklar. Bu hem önceki ilahi kitapların hak hem de Kur’an’ın onların devamı ilahi ve hak kitap olduğunun beyanıdır. Bu açıklama önceki kitapların tahrif edildikleri gerçeğiyle çelişmez. Çünkü ilahi kitaplar aynı kaynaktan geldikleri için aralarında inanç ve anlayış bakımından çelişki olmaması gerekir. Farklılıklar ancak şeriatlarda olabilir. Eğer böyle bir çelişki varsa son ilahi kitap olan Kur’an-ı Kerim esas alınır ve buna göre değerlendirme yapılır.
Geçmiş ilahi kitapların insanlar tarafından tahrif edilmesi de insanların hakikati nasıl bozduklarını gösterir, öyle değil mi?
Çok doğru. Bu aynı zamanda İslam’a derleme ve eklektik diyenlerin iddialarını da çürütür. Kur’an’ın Tevrat ve İncil ile benzerliklerinden yola çıkılarak onlardan bilgi devşirdiğini iddia etmek ne kadar temelsiz ve çürük ise İslam’ın önceki dinlerden derleme ve seçme yoluyla oluşturulmuş bir din olduğunu iddia etmek aynı şekilde temelsiz ve çürük bir yargıdır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.