- 269 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİRİCİK, CANIM KARDEŞİM
Benden dört yaş küçük olan kardeşim, küçüklüğünde çok ağır hastalık geçirir, öldü zannettiğimiz bir anda yeniden hayata tutunup kurtulur ve babaannem pekmezle nişastadan helva yapıp köylülerimize dağıtır.
İlkokuldan sonra ortaokula başlar, matematik öğretmeninin kafasına vurmasıyla da "okumayacağım ben" diye okulu bırakır.
Öğretmenin dövdüğünü de başındaki yarayı anam farkedince söyler, öyle hemen herşeyi söyleyivermez, ağzı çok sıkıdır ve çok da gururludur.
Babam minibüsle köyden şehire yolcu taşır, o da yanında muavinlik yapmaya başlar.
Ergen olmaya başladıkça, geceleri köy kahvesine gider, arkadaşlarıyla eğlence olsun diye oyun oynar.
Bunu gören aşırı baskıcı babam, kumar oynatıyor diyerek kahvenin camlarını yere indirir, bir daha kahveye göndermez.
Bir gün, yeri engebeli olan pamuk tarlasında sulama yaparken ikimiz, sular durmadan kandakları bölüp akıp gider, birini kapatırız diğeri açılır, bir türlü başa çıkamayız, en sonunda Pancar sulama motorunu durdurup soluğu köyümüzde alırız.
Onsekiz yaşına geldiğinde gönlünü köyümüzün güzel kızlarından birisine kaptırır, istenir, verilir ve nişan yapılır.
Köylerde adet üzere şu kadar sarılira dediğimiz altınlardan ve şu kadar da bilezik takacaksınız diye pazarlık yapılır. İstediklerinin hepsi çok büyük bir yökün tutacağından traktörünü satar babam.
Birkaç ay geçtikten sonra, nişanlımdan ayrılacağım, istemiyorum diye tutturduğu halde sebebini söylemeyişi babamı çılgına çevirir, düzeltmek için habire hacı hoca dolaşılır.
O ara ben de nişanlanırım ve hafta sonlarında bize gelen nişanlımın yanında babamla kardeşim bir kavgaya tutuşurlar, sanki kıyamet kopar ve yerin dibine giresim gelir.
Ben evlenirim ve kızıma dört aylık hamileyken, günlerden kurban bayramı arefesi, kayınbabam hastalanır, anam, babam ve kardeşim ziyaretine gelirler.
Gece olup da geriye dönecekleri sırada kardeşim bizde kalmak istediğini söyler. Babam da ertesi günü bayram olduğu, adet üzere arkadaşlarını toplayarak nişanlısı nın ana babası ve akrabalarının elleri öpülmek için dolaşilacağindan dolayı bırakmak istemez.
İllaki "kalmak istiyorum" deyince ben de "erken kaldırıp gönderirim " deyip razı ederim.
Sabah erken uyandırıp göndermek istediğimde de yine gitmek istemeyip,biraz geç gider
Sonra arkasından da biz gittiğimizde bir bakarız ki sanki kıyamet kopmuş evde.
Babam, kardeşimi ellerinden ve ayaklarından çarmıha gerer gibi karyolaya bağlar, habire dayak atar, elinden alamayan anacığım koşuyla babaannemi çağırmaya gider "oğlun oğlumu öldürüyor yetiş" der.
Babaanneciğim, "emzirdiğim sütü helâl etmem sana, çabuk onu bırakıp beni bağla onun yerine" der de öyle bırakır.
Bir bakarım ki bileklerine bağlanan ipin izleri hâlâ bellidir.
Sanırım kardeşimin niyeti, "bayramda gitmeyecek olursam nişanı atarlar, ben de bu şekilde kurtulurum" du da bunu ne babama,ne de bizlere söyler.
"Şimdiki aklım olsa bırakın o haldeki kardeşimi alıp da dünürlere gitmek, belki de babamın katili olurdum diye düşünürüm aklıma her gelişınde" Ne kadar gözümüz körmüş, ne kadar korkarmışız ki babamdan artık, yine de o haldeki kardeşimi alıp dünürlerle bayramlaşmaya gideriz.
Sonunda evlenirler ve birkaç ay sonra da kardeşim askere gider, gelinimiz anamlarla birlikte kalır. Askerden döndükten sonra beş yıl olmasına rağmen hala çocukları olmayınca, "tek oğlumuzun çocuğu olmazsa bizim ocağımızı kim tüttürecek" telaşı başlar, yine hacı, hoca ve doktor dolaşılmaya başlanır.
Tedavi gördüğü esnada hamile kalıp bir kızları, bir yıl sonra da oğlanları olur.
Evin tek oğlu olduğu için, evleri ayrı olsa da sürekli birlikte yiyip içip evlerine sadece yatmaya giderler. Gelinimiz çok güzel, becerikli ve iyi bir insandır ki onca yıl bu hayata katlanır. Bu şekilde on yıl geçtikten sonra, babamın minibüsünü satıp bir kişiyle ortak otobüs alan kardeşim, şehirlerarası yolcu taşımaya başlar ve çok yer dolaşır. Küçüklüğünden beri araba kullandığı için de iyi bir şofördür artık.
Bir ara can sıkıntısından geceleri sokaklarda dolaşmaya başlar, kahveye gidip herkese çay söyleyip helâlleşir, borçlarını öder ve 22.Aralık.1989 Cuma günü sıra ortağında olduğu halde, otobüsün direksiyonuna oturur, kesinlikle kaldıramazlar.
Turgutlu Küçük Sanayi sitesinin önünde, havanın çok sisli olması dolayısıyla önünü göremeyip sollayınca karşıdan gelen ve sahipleri Konya’lı olan bir yük kamyonuyla çarpışır.
Kardeşimi Turgutlu, diğer yaralıları da İzmir hastahanelerine kaldırırlar.
Arkadaki otobüste yolcu olan eski belediye başkanlarından Arif Yıldırım’ın oğlu Ali Yıldırım abi arabanın kaza yaptığını görür ve kardeşimin arabası olduğunu anlayınca orada inip hemen hastaneye koşar, anamlara O haber verir.
Ben, sabah saat on gibi mesaideyim, santral memurumuz telefonum olduğunu söyler, hemen koşup o şekilde öğrenirim haberi de öldüğünü söylemezler. Yanımda bir anda enişte dediğim, bir hemşire ablamın eşi Tekin Karakaya belirir ve hemen beni arabasına bindirir yollara düşeriz.
Hem durmaksızın ağlar, hem de "ne olur ölmemiş olsun" diye yalvarırım.
Bir ara yüzümün uğusup, gözlerimin seğridiğini farkedince, "bu araba ne kadar yavaş gidiyor, daha ne zaman varacağız diye feryat etmeye başlarım, yollar bir türlü bitmek bilmez, uzadıkça uzar.
Hastahanenin bahçesine vardığımızda anacığımı feryat figan bağırıır, adeta kuş gibi çırpınır halde bulduğumuzda anlarım hazin sonucu.
Görmek için o kadar yalvarmamıza rağmen, "şimdi olmaz, bekleyin mutlaka göstereceğiz" derler.
Resmi işler tamamlanıp,yıkanıp tabutlanması ikindi zamanını bulur. Anamla ikimizi göstermek için cağırdıklarında, yıkanırken ortalık kan gölüne dönmüş olan yerlerden gecerek tabutuna varıırız. Nasıl kan olmasın ki?Sonradan öğrendiğimize göre kafasının yan tarafı yarılır, bacakları kopar,
Önce şeffaf poşete koyup öyle yerleştirirler ve sadece yüzünü görebiliriz. .Sanki uyuyor gibi görünen kardeşimin üstüne kapanan anacığımı çok zor kaldirabilirim üzerinden.
Köyümüzden duyanlar arabalarına atlayıp gelirler, çok kalabalık oluruz, .kardeşimin tabutunu arabaya koyup yanına da bizler binerek konvoy halinde gelin götürür gibi köyümüze götürürüz.
Eve vardığımızda evin önü kıyamet gibi insan doludur.
Meğer ne kadar da çok seveni varmış yavrucuğumun.
Anacığım sürekli dövünmekten bacaklarını morartıp, "ben de gidip yatacağım yanına" diyerek zaptedilmez olunca sakinleşriciler verip uyutmaya başlarız, sonradan "gelip gidenimi göstermediniz bana" diye bizlere çok kızar.
52.mevlütünden sonra çocuklarıyla birlikte babasının evine giden gelimizin ardından ise iflah olmaz, her türlü hastalığa yakalanır, dövünerek morarttığı yerlerden bacakları kırılır, senelerce çekmediği çile kalmaz, yatalak olarak bakıma muhtaç olur. "Sanki dünyaya geliş anacım hasta bakmakmış" diye düşünen ben de 22 sene devlette çalıştıktan sonra emekli olur, 22 Ağustos 2014 ölüm tarihine kadar anacığıma tek başıma severek baksam da, son zamanlar alzehimer hastalığına yakalandığı için hep geçmişiyle cebelleşir durur.
Babam mı? O hâlâ yaşıyor.ve 87 yaşında. Bir tek ben kalmış olmama rağmen hâlâ değerimi bilmediği için; ölünceye kadar bakım karşılığında evinin tapusunu verdiğim bir aileye teslim ettim.
Bir türlü bağnazlıkla başedemediğim o çevreden uzaklaşarak insanları daha aydın olan bir sahil kasabasına yerleştim. Anacığımın ve 28 yaşında kaybettiğim biricik kardeşimin yaşayamadıkları hayatlarını başkalarının yaşayabilmesi için mücadele vermeye devam ediyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.