- 752 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
izdüşüm
İZDÜŞÜM (KİTAP 1 )
‘Umutsuz olma! Olmaz deme. Umutları var eden, sebepleri yaratan, olmazları olduran Tanrı var. O varsa herşey var. ‘ Yaşam dediğimiz umuttan öte nedirki !
Haziran 1978 . Elvada dogdugum şehir ben seni çok sevdim ama şimdi çekip gitme vakti .Seninde bana kal demeye niyetin yok gibi .
Bu yazılanlar benim hikayemdir.Ama bilinsinki benim hayatım degildir.Çünkü ben bir çoğumuz gibi kendim için yaşamadım.Yoksul göçmen bir ailenin en küçük ferdi olarak hep suskunluğu ve durumu kabullenmeyi uygun buldum.Böyle olunca o yaşadığınız ömür sizin hayatınız olamıyor !
Kendimi bildiğimde Diyarbakırın bağlar mahallesinde demir yolu kınarında bir toprak damlı evde yaşıyorduk Anam teyzesinin yanında büyümüştü . Babam batum göçmeni maviş gözlü demiryolcu bir türk insanıydı.Onları erken kaybettim.Evet yaşları ilerlemiş olmaları onların erken kaybedildiği gerçeğini değiştirmiyor. Nerden bilebilirdimki damda besledigim güvercinlerin gökyüzünde dolaşırken benden daha özgür olabildiklerini .Ben özgürleşememiştim. Ailesi insanın kaderi oluyor onları sevmeniz bu kaderin iyi olduğunu hissettiremiyor.Yinede sevgi her şeyin üstündedir diye düşünebiliriz.
Sanılanın aksine inançta bilimin içselligine sahiptir .Üzerinde düşünülmesi gerekir ! Herşeyin iyi olduğu bir anda ölüm gelir kılıcını çeker. Orda sığınılacak tek olgu inanç oluyor. Durum bundan ibarettir.
Kolay yaşamak isteyen bireyler sorumluluğu pek benimsemezler. Kimseye karşı sorumlu olak istemezler. Buna rahatlıkla tanrı olgusunuda katabilriz.Tanrıyı kabullenmek birazda sorumsallıktan yada yetmezlikten kaçmak gibi bir durum oluyor.Mademki tanrım var o benim adıma kaderimi belirleyecektir !
Tanrıyı yok kabul edince sorumlulukta olmuyor. İbadet etme günahlardan sakınma anlamsızlaşıyor.Mademki tanrı yok sonrası şöyle bir duygu beyni zorluyor ben varım ve güçlüyüm Kendi yolumu çizebilrim .O zaman beyin kendine şu sorunun girdabına düşüyor Tanrı ben olabilirim ! tanrı benmiyim .Yaşam ilerledikçe bunun böyle olmadığı anlamış olsakta Tanrının varlığı gücü sınırsızlığı mekanı belirsiz muğallak yönü daim inançla birlikte ruhumumuzda kendine yer buluyor.Tanrı imanla önemselleşiyor. Bizi mekanında kendi iradesiyle yaşatıyor.İrademiz bir yere kadar bize bağlı görünsede mutlak güç varlığının gücünü nefes aldığımız her saniyede hissettiriyor ! Tanrı bizi korusun !
İnsan yığınlarının çoğunluğu güçlü fikirlere sahip değildir. Bu durum hepimizi başarısızlığa mahkum ediyor. Bilmiyoruz öğrenmek istemiyoruz ve sorgulamıyoruz.Sonra buruygan dikenlerin yolculuğumuzu tökezletmesinden şikayet ediyoruz.
Haydi bekliyorum yanıma gel ,o dut ağacının altına çiçek ekelim.Nar ağaçlarımız olsun biz göçünce dünyada kalsın onlar .Kırmızı kırmızı çiçekleri olsun geç kalma tüm ölümler vakitsiz olur bilirsin. Anlamsızlaşır her şey. Bir yârin hasreti kalır yakar iliklerini yanlızlıgımın.Özgürlük nedir biliyormusunuz. Kabullenebilmektir ölümü .Bir hikayeye izdüşümü bırakabilmektir. Sevişmektir esmer umutları ile zamanın.
Yaşamın ana birikimi kültürdür.Kültürde bir aktarım olduğuna göre kültüründe bir geçken olduğunu varsayabilirmiyiz. Öyleyse kültürü oluşturan ana genlerin içselliginde ne bulunabilir. Aktarımın başlangıcı ve yolu yada yolları nedir. Davranış bilimlerine girdiğinizde kalıplarla karşılaşırsınız. Bu etkileşimin ve devinimin ana gerekçelerini oluşturan ortamı sağlamış olur. Örnegin Binyıl evvelde ebeverinin akıllı olduğunu düşünen bir birey günümüzdede aynı sonuçla düşünebilmektedir. Bu bir kültürel aktarım degilmidir. Kalıtımın daim yer değiştirmesine kültürel gerekçede ne öncül olabilir. Doga ,ihtiyaçlar, veya organizmasal yaşam ! Kültür yaşamın ta kendisi degilmidir. Daim evrilir var olanla devam eder. biçim değiştirmez. Varlıgı öteye taşır. Varlık kendi kendini inkar etmez sadece geliştirir. Etkileşimin en önemsel yansıması kültürel öznelik olarak görülebilir. ‘ Bizim kültürün genlerinde bu var ‘ Örneginde olduğu gibi ! Bu süreç bireysel yansımada karekteri ortaya çıkartır. kültür ekinselligindede bu yansımaya ekol adını rahatlıkla kullanabiliriz. Bu nedenledirki bir kültür emektarı mahalifligi kendi için bir gereklilik görebilir. Aslında görmemelidir. Kültür kalıplara idolojilere sığmayacak yada açıklanamayacak kadar bir çok alana açık bir sonuçtur.
Şiir öykü deneme yazı tüm bu süreçler kalıplarda olmayı içine sindiremez .Özgürlük belkide kültür için daha bir vazgeçilmez gerekliliktir.
Aslında kazanan kimse yoktu .Herkes kazandığını sanıyordu. Sonra gök yüzü karardı şimşekler çakmaya başlamıştı. Sokaklar boşaldı esmer sıska kadınlar kafası deli erkeklerle sevişmeye mahkum bırakıldılar. Siyah saçlı bir kadın sentetik boyalarla sarışınlaşmayı tercih etmişti. duşa girdi saçlarını sabunladı .Saçları onun saçları değildi. Bir öğretmen okulda ders anlatıyordu . Sözcükler onun sözcükleri olamamıştı.Ticaret odası başkanı o gün ilçenin kaymakamıyla yemekte buluşup Ne kadar büyük bir iş yaptığının önemli oldugunun hazzını duyacaktı ansızın damarlarındaki yağ pılakları kopu verdi kalb denen organ kansız kalmıştı dokularda ölümcül yitiklik başlamıştı . Özel pilakalı cipi restoranın önünde kalakaldı .Ticaret odasının başkanını ilçedeki araştırma hastanesinin acil servisine zor yetiştirmişlerdi. Durumdan baş hekimin haberi oldu .Lacivert deri makam koltuğunu bırakıp koşar adım acile yöneldi. Acil serviste oda başkanına bir şey olsa hastanenin saygınlığı rencide olabilirdi . Öyle olmadı Kasıktan damar yolu açıldı ince bir telle ultrason marifeti onlara kalp damarına ulaşma şansı veriyordu. Ticaret odası başkanı doktorların yüksek ilgisiyle kendine gelmişti. Makam sahibi olmak iyi bir şeydi .Aklına gelen şu köylü sözü diline dolandı ‘ olda soğan Başı ol ‘ Sonra uyanıverdi uykudan gördüğü bu rüyayı anlamaya çalışıyordu .Anlamsız gereksiz saçma bir iç dünya onu rüyasında mahkum etmişti.
Bana sen bu sütü içebilirsin dediler ,Sonra sütü önüme koyup içmemi izlediler. Sonrada beni sütü içtim diye suçladılar .Ben nasıl miyavlamıyayım. Bir kedinin günlüğünü yazma şansı olsaydı bu dizeleri okuyabilirdik. (mayıs 2021
Miliyetçilik (ulusalcılık ) ,Dindarlık ,sekülerlik tüm bu kavramlar hepimizi etkileyen birbirine geçmiş alanı oluşturmuş kavramlar olarak dengeye muhtaç varsallardır. Bu içsel varsalları ne yok saymak yada tek amaç olarak görmek gerçekçi olmayacaktır. Herşey gerektiği kadar !
Edebiyat yaşamdan kopuk bir hayali uğraş olmamıştır. Yaşamın sadece bir yansımasıdır. Toplumsal kültürün kökeninde toplum ve insan yaşamının ortak yansımasını görmezden gelmek bir yazın emekçisi için büyük bir yanılgı olur. Kimbilir bu yazılanların arka pilanında yaşama karşı bir izdüşümü yansıtmanın gerekliligide öncülleşmiş olabilmiştir.
Ah ben bu ruhlamı gideceğim tanrının karşısına .Hani toprağa saldıkları kefenler içindeki bedenimi nasıl koruyacağım. karıncalardan. Yoksa ruhum yıldızlardamı olacak .Orda hak yiyen insanlarımı kime şikayet edeceğim. Bak o açık giyinme dediğin karını bırakıp ölümün kollarına gittin. Şimdi kim koruyacak o güzel bakışlı yoldaşını. Kim kapatacak akşam üzerleri o köhne evin pencerelerindeki seten perdelerini umudun. Ah sabah kim çay demleyecek .Kim ekmek alacak o yokuşun başındaki fırından. Kim okşayacak o esmer tellerini saçın. Ölüm hiç bunları düşünmemiş olacakki aldı götürdü seni. Yine ezanlar okundu yine kilise çanlarını çaldı. Yine bir akedemisyene profesör oldun dediler.Ölümü unuttu o anlık onun yârinin saçları siyah değildi.
Oturup büyüdüğün çocukluğunun geçtiği ev ölüm gelince soğuttu kendini biliyorum. şimdi sokaklarındasın yanlızlıgın. Hani çağırsan gelebilirmiyimki bilmiyorum. Tenin utangaçlanır tenimde. Mavi bir suda ıslanır sensizliğim. Sakın çekip gitme öyle .
Ah tanrının melekleri gelin bahçemdeki çiçeklerin kokusunu içinize çekin. kardeşim olun benim. Ben sizin kardeşiniz olmak istiyorum. Mademki Tanrı beni yarattı çok sevinmeliyim biliyorum. Güneşe ulaştımmı her sabah evin faturaları geçim derdi herşey tanrının istemediği bir düzenin yansıması biliyorum. Ah bu ülke niçin sevmez insanlarını .Niçin dut ağaçları temmuzda meyvesini vermiyor. Agustosta incirler niçin yetişmemiş oluyor. Genç bedenler ölümle yoldaş .Yok bu işlerde bir teslik var biliyorum.’ Çok paralar harcayıp mabedler yapıyoruz sonra fakir insanlar için dualar ediyoruz içinde. ‘Böyle diyor bir düşünür.
Hergün agaca tırmanıp balkona gelen kedi ,bugünlerde küskün olacakki bize gelmez oldu. O gelmeyince bende küstüm kendime. Niçin gelmiyor neye küstü anlamıyorum. Ama bir duruşu var kedinin helal olsun kerataya.
Tanrı mabedlerde değildir ,Tanrı içimizdedir. Günahlarımızda öyledir. Bir varlık olarak insanın en büyük yanılgısı başkalarına gereksiz değer vermesi olmuştur. Degerinde bir sınırı olduğunu ötesinin sizi değersizleştireceğini bilmeniz gerekir. Akraba ilişkilerindede durum böyledir. Menfaat içten içe zehirini akıtır. Siz o zehrin yaptığı tahribatı anladığınızda herşey çok geçtir.
Gece zordur .Karanlıktır çünkü .Bir çok görünmezi içinde saklar. Günaha ve acıya arkadaştır gece. Onun içindirki yaralarımız gece bir başka acı verir. Sabah hiç olmayacak gibi bir türlü olmazındadır zamanın.
Agaçlar özgürce büyürler insanlar korkarak .Çünkü insanlar doğal değildirler. kalıplar ruhlarını baskılamıştır . İsimsiz tutarlar yüreklerinde umudu. Ölüm kurtuluştur belki onlar için .Kimbilir anlamsızdır tüm sevdaları gecenin
Tüm cahiller mutlu yaşar! Hayatı agır olan düşünmeyi becerebilenlerdir. Düşünmek bu hayatta en meşekkeşli eylem oluyor.
Kimseler anlamaz çogullar arasında yanlız olmayı ,el otaklarını yurt bilmeyi kendine,karanlıgı öteleyip ışıgı aramayı kimseler bilmez,bir çukur kazılır ölünce ,bir kaç insan yanılgılı hüzünleri ile ,son görevde ölüm saçlarında umudun ölüm içimde misafir.bir gün belki anlaşılır olur aşk ,kadın kahkahalarının hüzünlendirdigi ömür gelir bulur seni ,en red edilen sevişmeleri ile yanlış tutku olur gizlerine,ne şiirleri anlatır dizelerin,ne şairligi anlaşılır şirinin oglu serdal kendince tutkulaşır yanılgılarınında.
Düşünüyorumda gençlikler hep başkalarının cenderesinde tükenmiş yasaklar ve ayıplar özünü amacını kaybetmiş ahlaksızlıga maske olmuş ,işte edebiyat toplumun çıkmazlarında bir ışıktır yarınların varoluş harcının özüdür ,edebiyatta insan ve toplum vardır ,ve ruh edebiyatta yansır özlem biraz ötelerdede olsa edebiyat yanı başımızdadır ,olanı degil olması gerekeni yansıtır edebiyat esen rüagara degil gerçege egilir başı ,edebiyatın özünde insan olunca aşkta ben varım der en gizsel dürtüleri ile burdayım der,bu temmuz gecesinde yanlızlıgım ölüm gelip beni bulana kadar sürecek gibi niçinlere dogru bir yanıt bulamamanın hüznü gözlerimi perdeliyecek ölümümde ,ve asla bir kadın aglamıycak arkamdan benim sevdalarım ölümümde tükenecek ,işte yaşamın dokusundaki çelişki bu yaşıyamamak hep üşüncü şahıslara göre biçimlenmek ,acaba düşünüyorumda toplummu haklı gönlünce yaşamak istiyen insanmı.
Bir sıcak çaya hasret ruhum ,en heybetli dagların ötesinde ,bir ölüm buldu bir ölüm,girilmezdi artık o evlere ,toprak damlı bir evdi yaşadıgımız ,toprak damlı evde yaşıyanlar toprak olmuştu işte.
En lacivert maviler okyanuslarda olur ,özgürlügü hatırlatan esintiler okyanuslarındır ,çekip gitmek istersiniz bir yelkenliyle ,akdenizi geçip uzak doguya açılmak ,taylantın sokak pazarlarında çekik gözlü dişiliklerden gelen sıcaklıkları yudumlamak, kobra yılanlarının heybetini kıskanmak.,yunus balıklarına inad sevişmek ıslaklıklarla ne otopark sorunu ,ne kökten dincilik,hücrelerinize inad özgür olmak. Ayıp ötelerde günah uzaklarda bir siz varsınızdır birde yüreginiz,o öyle bir yelkenliki atlasında ankara sokakları .ipleri yarin saçlarına toka.
özgürlük avuçlarımda artık özgürlük korkulardan öte. ürkek bakışlı kadınlardan uzak en ateşli umudlara yakınsındır artık,
o can alıcı lacivert ,dizelerinde gorki,dizelerinde nazım hikmet,kimbilir bende yazmış olurum suya,ilk okulda sevdigim kızın adını,belkide yoktur öyle bir şey ,yalandır kulak memelerini öptügüm umudun,sevmelerim yalandır ,uzak çok uzak larda ölüm gelip beni bulsa ne çıkar ,sevda bu sevdadırki,okyanuslar kadar ıslak umud kadar lacivert.
Dünya cografyasında var oldugumuz kültürle Anadolu topraklarında yaşıyoruz,aldıgımız kültürel veriler geçmiş kuşaklardan bize yansıyan dönelerin bir yogunlugu olsa gerek ,düşünüyorumda bizler bu topraklarda yaşarken kendimizce görkemli ama kainatça bir zerreden öte degiliz,dünyadaki bütün toplumların ana amacı insanca yaşıyan toplumlar olmak olduguna göre duyguda düşüncede inançta kendimizi önde görmemeli ,yaşamı ölüm dairesi içinde çogulca tüm insanlıkla algılamalıyız .belki o zaman bizi kısır döngülere sokan vazgeçmezlerimizin dogal dialektikte bir anlamı olmıyacagını kavrıyacagız ,belki ozaman yazdıgımız şiirin bir anlamı olacak belki ulaşılmaz aşklar bizi bunaltmıyacak çaresizliklerimiz sadece bizi üzmiyecek ,insan olma bilinci bizi uçsuz bir okyanusta misafir edeceki ,belki ozaman erkekligimizin ,kadınlıgımızın tütsüleri sevgiyi yakalıyacak ,yüregimizin odak noktasındaki çocuklarımıza belki ozaman umud edilesi bir dünyayı sunabilecegiz.işte Anadolu bu duyguları yoguran toprakların adıdır bu topraklarda sınıf, etniklik anlamını yitirmelidir ,insanlık hepimizi evrenselligine taşıyabilmelidir.
‘Edebiyat(yazın ) edeptir’derdi hocamız . Yazının ulviyetidir. Bence şiir edebiyatın ruhudur. alır sözcükleri göklere çıkartır. Ordan toprağının derinliklerine kök salar ötelere taşır yaşanılanı.
Özlediklerimiz hiç hatırlamıyorlarsa boşa sevmiş yüreğimiz .yaralarımız boşuna kanamış. Üzülürmüydün bilmemki ölüm bulduğunda beni. Yoksa bir sıgara yakıp gülümsermiydi gözlerin. Huysuzun tekinin biriydi deyip .
Benim kahramanım sensin köhneliğimi yıkacak olanda sen .ülkümü koruyacak olanda. Ellerini öperim ben büyüklerimin. Büyükte büyük olacak hani. Azgın dalgalarda yol yürümeyi öğretecek ruhumun yelkenlisine. Temelleri rutubetten çürümüş anlamsız geride kalmış kavgaların içinde közlemeyecek ömrümü.
Tüm kadınlar ve tüm erkekler köylüler ve kentliler azgınca düştükleri şehvet çukurunda mal mülk peşinde koşa dursunlar .Mirasları hep kanlı olmuştur göçüp gidenlerin. Ah o geride kalan mal mülk eğmesin gönül terazinizin kaplarını çok sevinmeyin atanızdan kalan mala mülke gidenlerin gerisende kalsanız dahi gelenlerin ilerisinde kavuşacaksınız ölümün karanlığına. Ah nasılda güçlü bir ülkenin halkı olmuşuz.Atların üstünde kınından çıkmış . kılıcımız. kalemi yontmak için .Yazmak için taşların üstüne tarihin yiğit soyunu.
Önderler enerjidir durulgandan eyleme geçirtir halklarını.Eger halklarda birikim oluşmamışsa önderin devrimci ülkülerinin hareket eylemselligi olamaz.Burada ülkü öne çıkar (amaç. ideal ) eger amaçsızsanız zaman sizi çabuk harcar .Birikimsel kültür kendine yol bulamaz. Günlük yaşıyan canlılar gibi ilerleyişi, olamaz kültür oluşturamaz alışkanlıkların bireyi ve toplumu ileriiye taşıma şansı oluşamaz. . Birçok halk kütlesinin uluslaşamamasının altında bu yanılgıyı görmek yanlış olmayacaktır.
Şüphesiz her soyun kahramanları vardır.ve yüce bir ruha sahiptir.Ama ruh yoldaşını bulamadıkça mahzun kalır . Bilmeliyizki kahramanlarda büyük milletlerin hamurunda mayalanırlar. yüreği pak erkekler yüreği pak kadınlarla hoşnutlaşırlar ömür denen hikayelerinde.
Diyarbakır tiren istasyonu benim dilan sinemasıyla birlikte içime işleyen mekanlar olmuştur. kuşetli vagonda Ankara yolculuğumuz bizim yaşam dönencemizin ana dönemecidir diye düşünmüşümdür. Demiryolcu bir babanın oğlu olunca tiren garları bizler için mabed gibi kutsallaşıyor. Bu durum benim için Ankara garı içinde geçerlidir.Bazılarımız şehirlerde deniz arar sahil kentlerini severler deniz nehirler gibi anlam katar şehirlere bence demir yollarıda öyledir .Bir şehrin tiren garı yoksa o şehir eksik şehirdir.
kimseler anlamaz çogullar arasında yanlız olmayı ,el otaklarını yurt bilmeyi kendine,karanlıgı öteleyip ışıgı aramayı kimseler bilmez,bir çukur kazılır ölünce ,bir kaç insan yanılgılı hüzünleri ile ,son görevde ölüm saçlarında umudun ölüm içimde misafir.bir gün belki anlaşılır olur aşk ,kadın kahkahalarının hüzünlendirdigi ömür gelir bulurseni ,en red edilen sevişmeleri ile yanlış tutku olur gizlerine,ne şiirleri anlatır dizelerin,ne şairligi anlaşılır şirinin oglu serdal kendince tutkulaşır yanılgılarınında,bir kadın burdayım der en can alıcı cinselligidir dişiligin ,ne amansız hastalıklar gelir usuma ,gece boyu yaban bedenlerde sevişilen ölümüne tutkudur bu hikaye, nedeni bilinmiyen.
3 temmuz
Bu Selçuklu hatırası beldeye geldiğimiz ilk günler .Polis memuru suat abim görev yaptığı ankaradan gelip bize damlataşta bir eski alanya evini kiraladı .O zamanlar oldukça pahalıydı bizim için .Bu belde yıllarca bize pahalı geldi ısıtmadı içimizi taki babamızı burada toprağa verene kadar. Batumun kedasından ülkeye hicret etmiş Malatya Adana Diyarbakır ve onu Alanya otağı sonsuzluğuna misafir etmişti. Zaten göçer bir kavimin mensubu degilmiydik.
Bugün hava çok güzel.Çünkü seni düşünüyorum.Saçların dolaşıyor rüzgarlarında yanlızlıgımın.Bir ışık beliriyor penceremde.Kırmızı patili bir kedi miyavlıyor duyuyorum.
Ah o çaresiz umutlarımız yokmu. Olasılıgı zor bir ömrün saçakları buzlanmış köhne kulübesinde ömür tüketmek . Ben çok özlüyorum .Biliyormusun. Bir çay içelim hadi içimizi ısıtsın.
Sana nasılsın dedi yüreğim. duymadın. yolun farklıydı .çoluk çocuğa karışımış yorgun yollardan geçmiştin ben gibi.Biliyormusun ölümümde gelme olurmu .Üzüldüm deme sakın. Sadece hatırla ve gülümse yaşanamıyan ne varsa. Hayat böyle bir şey işte bizi yalnız bıraktı.
Toprak damlı evin taş duvarlı orta odasındayız. Annem erkenden uyanmış kuzune sobada kömür yanıyor. Dışarda karların ayaza dönmüş buzul hali var. Beyaz benekli kar kuşları yaprakları dökülmüş dut ağacının dallarına tünemişler. Bahçesin köşesindeki kümesin içinde tavuklar birbirine sokulmuş soğuktan korunmaya çalışıyorlar. Adana kökenli annem mavi gözlü batum göçmeni babamın sakinliğine inad oldukça sinirceli bir kişilik. Uyandıgımda annemin bayram için karakuş tatlısı yaptığını bunu pişirmek için kuzunenin fırının ısınmasını beklediğini fark ediyorum. Odada yenice ısınmaya başlamış gibi. Posta memuresi fidan ablam bugün işe gitmeyecekmiş .Resmi tatilin başlamış olduğu konuşuluyor .Karakuş tatlısı oldukça keyfli bir lezzettir. tatlının hamuru maharetle açılır yufkalar seri olarak üst üste getirilirken bol cevizle desteklenir. onar santim kesilerek yağda kızartılır .Hafif ılıyınca şerbeti dökülür.Sonrası beş on dakika fırında harlandırılır. Bu tatlı annemin oklava burması tatlısıyla yoldaş her bayram bizim evin vazgeçilmezi olur .Siz hiç bayramlarda anasız babasız ablasız kardeşsiz açıkçası tatlısız kaldınızmı !
Özlediklerimiz hiç hartırlamıyorlarsa boşa sevmiş yüreğimiz .yaralarımız boşuna kanamış. Üzülürmüydün bilmemki ölüm bulduğunda beni. Yoksa bir sıgara yakıp gülümsermiydi gözlerin. Huysuzun tekinin biriydi deyip . Bırakı verelim tüm inançları sınırları olmasın özgürlüğün .Mutlumu oluruz kesinlikle hayır Sadece kendimizi kandırmış oluruz .Doganın şerefli canlısı olmaktan feragat etmenin ezikliğini kime anlatabilirizki .Böylesi bir durum insanca hissetmenin olgunluğunu terk etmek olmazmı .
Düşünsenize tüm ömürce dikkatli yaşamış . Kendini tanımış kor ateşlerinde yanmış hasretin. İsyankarlaşmamış. Tanrıdan geleni kabullenmiş çünkü Tanrısını kabullenmiş fâniliğinin bilincine erişmiş bir yaşamın sonucundamı olmalı ölümümüz. Yoksa çatışkılı kavgalarında doymayı becerememiş Boş aptal sürüncemelerle geçen bir sondamı bulmalı ölüm bizi. Hangisi doğru kabul edilmeli ! Birincisi diyorsak inançkar olmaya mecburiyetimiz var demektir. Yaşamı biçimlendirmek özde mutlak güce teslim olmak .
Eger bir yerlerden yanlışlara bulaşmısanız doğrulara ulaşmanız dahada zorlaşır.Birde şöyle bir durum var ‘dogru ‘denilen neye göre neyin doğrusu !
Fidan ablamın kansere yakalanması : 1977 de bir ankara kışında karşılaştık ,kanser denen gerçekten amansız hastalıkla. o zamanlar ülkemizde kapitalizm bu kadar egemen degildi ,tabi herşey parada degildi.cebecide karşılaştık Erdogan ışıkman hocayla gerçek bir hekim tam bir beyefendiydi.onun kontrolunda günde ikiyüz dozdan elli dörtgün ışın aldık. sonrası tam kansayımı akciger girafigi radyoloji şimdiki gibi gelişmemişti..yıllar geçti 1992 de bu sefer memede duktal karsinomla karşılaştık. yine ankara tıbbın yolunu tuttuk, bizi cebecideki genel cerrahi poliklinigine yatırdılar.ilgilendiler.orda tam mastoktomi yapıldı sagolsun atiila törüner hoca yaptı. bir hastası olarak bizimle ilgilendi ,ne özel muane ücreti aldı nede bir şey. sagolsun. yıllar geçti 2004 te bu sefer beyinde bir sıkıntı oldu .ankara başkente gittik ,orda da karşımıza iyi bir hekim çıktı. hakan caner ,hoca ,bizimle ilgilendi ,baktı . yıl ikibin beşti ,hastalık artmıştı. yaşadıgımız bölgedeki ünüveriste hastanesine gittik,o zamanlar yardımcı doçent olan . mustafa özdogan hocayla karşılaştık, pozotif insancıl bir doktordu, umudsuz gitmiştik, bize umud verdi...
Yirmibirinci yüzyıldada kanserde ciddi gelişmeler olmakla birlikte erken tanısı oldukça zor bir hastalıklar gurubu olarak güncelligini koruyor. özellkle pankreas ,akciger ,mide maligin melona daha bir çok kanser türünde erken tanı oldukça zor tespiti olan bir ilerleme sürecinde oluyor. sonuç böyle oluncada bir çok kanser türü ileri seviyelerde fark ediliyor çünkü erken belirti vermiyor ! ortaya çıkıncada bu hastalık yapısı geregi kan ve lenf yoluyla vucuda dagılmış oluyor (metestas ) günümüzde yeni çıkan ilaçlar kanserin tedavisinde olumlu olarak umutvari olsada buna ulaşmak kolay olmuyor ! ileri evre kanser hastaları destek tedavisi dahi almakta zorlanır oluyorlar.
sonuç olarak bir kanser hastası ülkemizde çok özel durumlar hariç kamu hastanelerini tercih etmeli ! sabırlı olmalı ve imkanlar dahilinde tedavi olmaya çalışmaldır. umutsuzluk hepimizin için bir büyük sonuç olsada ,sebeplere yapışmalı var olana tedaviye enaz maliyetle ulaşmanın yollarını aramalıyız.hayat herkes için kolay olmuyor.
İkindi vakitleri uğradığım ibadet hanenin esmer bakışlı hocasının uzun sayılacak tesbihini çekerken bilmiş edayla süzdügü cemaatinin sessizliğindeki haykırışı anlamış olması mümkün olamazdı. Ey hayat üzerimize yüklediğin ölüm yanılgısının ağırlığı yetmiyormuş gibi birde güncel var olmanın kavgalarına mahkum ettin bizi.
Güneş her dogdugunda nefes alıyorsak yaşam bize bir umut veriyor diye düşünmeliyiz.
Nerelisin demeyi çok önemseyen bir halkın memsubuyuz .kimsenin dünyanın bir parçası olduğumuzdan haberi yok. Her yerde ezilen bir sınıf olduğunu bir kaymak tabakanın bu sınıfa tepeden baktığını bilmez gibi davranıyoruz. Ben türküm demekten dilimde tüy bittti . birileri beni hep başlkalaştırdı. Ne yapalım herşey yüzeysel bir kaypaklığa mahkum.
Bu sabah oldukça canı sıkıldı haklıydıda yine buruygan kararlar alınmış uygulamaya konmuştu. Ortak akıl bu evde hiç önemsenmemiş hep kaybedilenden kendisi sorumlu tutulmuştu. Tam on yılı geçti dedi yoksullugumu kemiklerimde hissetmeye başlıyalı. Ama kimselere anlatamadı çekip gitse gideceği yerde onu bekleyende bu içsel yorgunlulugu olacaktı. Bavulsuz hazırlıksız yolcu gibiydi.
Ah birde şu yazma hevesi olmazsa yaşadığına kendiside inanmayacaktı. Hayat bu olmassa gerek !
Alman sosyolog karl markın ‘ din halkın afyonudur ‘ sözü çok bilinen bir söz olmakla birlikte aynı pragrafta ‘ din kalpsiz bir dünyanın kalbidir ‘ sözünü söylemiştir ! Bireyler dinin kendilerini sakinleştiren bir huşu olduğunu kavramış insanlık tarihinde din hep var olmuştur. Sovret devrimin önderi Leninin kominist bir düzenin devamı için özellikle islam dinini toplumda oluşturmayı düşündüğü ifade edilmiştir. Sosyalist doktirinde dinin kapitalizimin son aşamasında gerekli olduğu ifade edile dursun .Din insanlık tarihinin her döneminde var olmuştur görünürdede olmaya devam edeceği var sayılmalıdır. Din belkide gerçekten kalpsiz dünyanın kalbi meçhuliyete mecbur insan denen varlığın umududur. Din toplum özgürlük yaşam hepsi birbirinin içinde olgular olarak etkileşimi oluşturur. Din nükleer santral gibidir. Korunaklıdır korunmalıdır. üreteçtir. !
Yirminci yüzyıl insanlık adına oldukça yogunsalı olarak tarihteki yerini aladursun bu yüzyılı anlamak yorumlamak insanlığın içsel gelişiminide anlamaya katkı verecek bir varsalı karşımıza getirmiş oluyor. İki büyük dünya savaşı sonrası yirminci yüzyıl bir çok gelişmeyide sonuçsal olarak karşımıza çıkırdı. Ülkelerin yeniden yapılanması çağdaş devlet kalıplarının ortaya çıkışnın olgunlaşması .Sanayi devriminin getirdiği sınıfsal katmanların tolumsal etkileşimi tüm bu sürecin yansımaları olarak insanlığı etkiledi. Süreç dinsel etkenin yanına milliyetçi kavramlarıda oturtmuş oldu. Günümüzdeki ikiyüze yakın siyasal örgütün (devlet ) ortaya çıkmasında ve ortak değer üretmesinde yirminci yüzyılın yüksek bir yogunsallıgını görmek gerçekçi olacaktır diye yorumlanabilir.Bırakalım tarih kendi yolunu çizsin .Biz insan davranışlarına bir ayna olmaya çalışalım.
Bir ülkenin geleceği önemlidir,Dün bugün ve yarın milletlerin kaderinin yol haritasıdır.Bu durum bireyler içinde söz konusudur.Dün geleceğinizin rotasını oluşturur. Bu gerçeği bilmek durumundayız. İnsan denen canlının yaşam beklentisinin şansı olsa dahi belli bir sürede olduğu malum olduğuna göre bireyden topluma uzanan hayat döngüsünde toplumun isteklerinin hadi daha geniş düşünelim milletin yurttaşlardan beklentisininde sırırlı olması gerektiği zorunsal olmazmı.Daim size görevler yükleyen bir yapının içinde tanrının nasipledigi sınırsal ömürde nasıl özgürleşecebilecegiz.Bu karmaşık varsalın sınırlarını Nasıl belirleyeceğiz.
Ben yorgun bakışlı insanları severim bilirim orda hüzünlerin sakladığı bir müchever yüreklerinde gizlenir.Yaralı kalplerinde bir acımtırak sevgi paylaşmayı besler. Bir bakarsınız yakın gördüğünüz insanlar küçük hesaplar peşinde ilkelleşe dursun .Irak tanışlardan bir sıcak rüzgarlar eser yüreklere sizde aşıksınızdır artık nar çiçekli bahçelerin kıyısında yaşayan yüreği sevda dolu güzelliklere.
‘Herkes elini taşın altına koyacak demiş evin küçük uyanık kızı’ yani koymalı tabi şimdilerde doksanını yaşıyan yorgun bedenini iflasında ruhunu hoşnutlamalı bu kısa boylu yörük kadının . Evet evlatlar olarak sahiplenilmeli ! Ama şöyle bir durum var iyi zamanlarda çınarların gölgesinde otlayan tavuklar çınarın dökülen yapraklarını çöp olarak görmemeli kaçmamalı bir zamanlar altında sahiplendikleri gölgeliğin birgün yakıcı alevlerle yoldaş olacağını anlayabilmeli. Herkes elini taşın altına koymalı .Ama taştan konaklar yapanlar siz biraz önde olsanız daha bir hakkaniyetli olacak yaşanılan.
Bu rutubetli yaz çıldırtıyor beni .yol boyu kırmızı zakkum çiçekleri .Çorapsız tüylü kadınlar ve korkunç kimsesizliğim dolaşı vermiş çalı misali yoluma. İnsanlar çok hastalar hepsi bıkkınlığındalar ömürlerinin .Hani sofralar yalnız kalırya mahzun olur yetim çocukların gözleri .Onlardan biriyim bende. Kimse bilmez öksüzlerin hikayesini.
O begonya çiçekleri teneke saksıda şimdi nerdeler kim bilir. O kadim şehirde anne annemin mezarı . Dagıldık tesbih taneleri gibi bizim diyeceğimiz bir güneşimiz yok. İşte yine sabah ezanı okunuyor bir çok mabedden .Sözleri karışıyor gök yüzünün gizemine. Şimdi tüm kadınlar uyuyordur ihtimal. Hastanelerde gece zor geçer bilirim. Haydi tanrıya yürüsün yanlızlıgım.
Artık yapılabilecek bir şey yok her sabah güneşten evvel ölüm içeri girecek gibi .Böyle oluyor ileri yaşa gelince .kapıda bir ses arıyor insan. Bir nefes istiyor. İşçi mahallelerinde daha bir sıcak oluyor yürekler ölümü erken tanıyan köhne yaşamlar görüyor gece. Sabah hiç gelmeyecek gibi.
Devletlüm dedi sen bu ailenin pirisin ışığısın askerisin heybetli dağısın .Hasta yatağından şöylece bir bakış çevirdi gitmeye mecbur yolcu bakışı gibiydi tiren garlarından bildiğimiz. Artık bu aile benim özerk ülkem kendi kendine yeter dedi .Kendinize bir reis aramayın kimsenin karanlığında yitmesin güneşiniz kendi dünyanızı kendiniz kurun .Sofrada oturduğunuz gibi aklın heybetindede yakınlaşın dizleriniz birbirine değsin. Siz kendi hükümdarınız olun bu tahta kapılı evin içinde . Önünüze bakın geçmişinizi bilin bugününüze el uzattırmayın siz açın perdelerini evinizin.Güneşi sevin ısının bilgeliğin ateşinde. Sonra kapadı gözlerini çekip gitti. Dönüşü yoktu bu gidişin kim bilir belki adaleti burdu tanrının .Ölümdü çekip götüren kavgalarından ömrü.
Yirmibirinci yüzyılın kölelik düzeni şüphesiz küreselleşmiş kapitalist düzendir. Bireyin ticaret hakkının çok ötesinde ulus devletlerin tüm kazanımlarını sömüren ve halk kitlelerini yokluğa mahkum eden ‘ bırakınız yapsınlar piyasa kendi işlevini oluşturur ‘ mantığı büyük kitleleri sömürü gırdabının içine atmıştır. Bu süreç bir dönem sonra ulus devletin özgürlük (bağımsızlık ) varsalınıda tehdit eder bir düzeye gelmektedir.
Bir ahalinin uluslaşması kolay bir süreç değildir .Bu sürece insanlık yirminci yüzyılda içsel olarak kabul görür düzeyine taşırken .Ulus bilincinin çözülmesi kapitalist sömürünün ana hedefi olmaya başlamıştır.
Kutsal kitap kuran şöyle der ‘Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık.’ Irksal üstünlük yanılgısına kapılmadan millet olma bir kökten gelme aynı kültüre tabi olma ötesi onu benimseme doğal bir sonuçtur. Farklılıklar devinmi getirir .Bu süreç fikirler içinde geçerlidir. Farklı düşün ve doğruya iyiye ve güzele ulaş .! Dogada her şey farklıdır ama birlikte doğayı oluştururlar. Doganın bir parçası olarak insan denen canlı bunu niçin gerçekleştiremiyor bunu anlamakta zorlanıyoruz ! Ömür denilen süreç bir bisikletin tekerleği gibidir kendi içinde döner durur. Bunu farklılaştırmak başarıyı oluşturuyor. Kapitalizim bireylere nefes hakkı tanımaz üretir üretirken sömürür tükettirirken yine sömürür .Bunun içindirki dünya üzerinde milyarlarca insan yoksulluğu ve fakirliğini kaderi sanmaktadır. Yaşamımızın büyük yanılgısı bu olsa gerek .
Aldıgınız kararlar sizi etkiliyor oluyorsa o kararların hükümdarı siz olmalısınız. Birileri kararlarınıza hükmetmemeli bunun için en gerçekçi duruş eşiniz dahi olsa mesafeyi koruyabilmektir ! Bunun özselini kişilik duruşu olarak kabullenebiliyiz.
Her şartta herkes saygıyı hak etmez .Hele parası olana saygı duymuş görünmek igrenç aptalca bir durumdur.
Sabaha ulaşmak hoş bir şey .Yaşam un değirmeni gibi bizi darmadağın etsede , Yaşamak umutlanmaktır çünkü.
Bizim hüzünümüz büyük hayelerimiz olduğu için değil küçük umutlarımızı tüketen bir ömrün mahkumları oldugumuzla ilgili bir sonuçtur.
Kırsalda yaşamak isterdim. Daha özgür olursunuz. Baharın gelişini kuzuların meleyişini .kiraz çiçeklerinin güzelliğini görürsünüz. Ölüleriniz daha bir sıcak karşılar toprağı. Ruhunuz ceviz ağaçlarının esintisinde közletir ateşlerini hasretinin. Kırsalda sınıf farkını pek az anlarsınız.! Feodal rüzgarları yoksa yaşadığınız ülkenizin. Bahar çiçekli basma şalvarlı kadınlar yufka açarlar güneş karanlığı yırtmamışken .Ocakta bir çay demlenir. İşsiz yıldızlar saklanı vermiştir gökyüzünün maviliğinde. Sonra erkence namaza durur umut .Tanrı esirger ve bağışlar ruhumuzu .Ölüm sevinçletir çaresizliğini bu rezil dünyanın .
Hergün erkenden gelirdi köşedeki fırının önüne .Fırındaki ekmek kokularına arkadaş ederdi kendini. Sonra hasır bir çantaya gizlerdi aldığı iki ekmeğini. Beklerdi kimi beklediğini bilmeden. Dediklerine göre kocası ayyaşın tekiymiş otelde çalıştırırmış kadını temizlik işlerinde sonra parasını alır içkiye verirmiş. Olsun bazen saklarmış parasının bir bölümünü çocuklarını alır lokantaya götürürmüş bu esmer korku bakışlı kadın. Fırın onu bilirmiş o fırını . Ah o tıpkı dikenler içinde bir kırmızı gül . Anlaşılmaz yanlızlıklar içinde bazı geceler seviştigide olurmuş erkeğiyle. Sonra günahlara bezenmiş aforoz edilmiş Katolik kadınlar gibi bir korku salarmış ruhuna. Tepeden tırnağa yıkanırmış bedeni. Ah o ruhu hiç kirlenmeyecek kadınlardan- mış .
Ezildim ama kızmadım tanrıya vardır bir bildiği dagları yürüten gücün. Kimseler bilmezken o biliyor günahlarımı sevdiğim kadınları kirli şiltelerini aşkın hastalıklarımı .Ben mecburum artık ölüme.Kırmızısından bir perde asılı o göçmen sokağındaki kireç badanalı evde .Baglarda toprak damlı ev. Güvercinler gök yüzünde.
Tanrı toplumda kendini dinle temsil eder .Din nedir sorusuna yanıt verirken bu gerçegide göz ardı etmemelidir. Din kültürü etkiler görünsede aslında dinin kendisi özerk bir kültürdür. Bu süreçte bilinmesi gereken din olgusunun halksal kültüre katkı vermesinin dışında bizati kültürü oluşturma iddasıdır. Bu süreçte dinin masum inanç kulvarından öte siyasal bir tercihe dönüştüğünü gözlemliyoruz !
Laisizim dini red etmez sınırlarını belirler .Bu belirleme gerçekçi bir temele oturur görünmektedir. Dinin başlangıcını tanımlıyabiliriz ama sonucunu tanımlamak tarih boyunca mümkün olamamıştır. Bunun için çağdaş medeniyet birikiminde dinin laisizimle sakinleştirildiğini kabullenmek gerçekçi olacaktır . Din bireyi iyiye güzele doğruya ve ilahi bir nizama yöneltmekle kendini görevli kılmıştır. Din bireyi sakinleştirir !
Bir edebiyat çalışmasında din üzerine düşünmeyi sağlamak birazda sosyolojik bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Din sosyolojik bir durumdur ve görmezden gelmek size ilerici bir karektere götürmez .Hangi düzeyde olursak olalım din bizden bir adım ötede durmaktadır. ve ölümlü yönümüzle bizi kendiyle barışık olmaya zorlamaktadır. Din inançla yoğurulduğu bireyi etkilediği evrensel yaşam gerçeğiyle çatışmadığı bir yapıyı içinde beslermi bu birazda yorumla ilgili bir durumdur. Belkide laisizimin gerekliliği burda ortaya çıkmaktadır. Yaşamın sömürü düzenini kapitalizm emeğin uluşturduğu artı değer bu katkının sınırlı bir gurupta toplanması halk kitlelerinin yoksulluğunu ilahi takdir olarak algılaması dinin bu süreçte sömürüyü perdeler görünmesi dinin kendi varlık gerekçesinden öte düzenin dine yüklediği rol olarak algılanması olarak görülmelidir. Dinin kendisi sömürünün kaynağı değildir .Sömürgen sınıfın dine yüklediği bir sonuç olarak yorumlanmalıdır. Din değişkendir kaynağı sabit olarak görülebilir. Burdaki değişkenlik fikri kültürel yansımayla ilgili bir sonuçtur. Din gereklidir .Bu gereklilik baskıncı bir sonucu dogurma özsel (milliyetçi ) kültürün yerine geçme yetisine ulaşmayı zorunsal olarak görmemelidir. Din kadar kavimsel (özsel kültürde öncüldür ve dinin önünde durmaktadır.
İster dinsel ister ırksal topumu etkiliyen tüm kültürel etkenler bir denge üzre olmak durumunda olmalıdır. Toplum bir deniz gibidir . Her nehirden beslenir onu içinde homejenleştirir . Din ve milliyetçilik olgusu tuz gibidir dozunu iyi belirlemek lezzete katkı verir !
Yirmibirinci yüzyılda tüm insanlık tarihinde olduğu gibi bireyin sosyalleşmesinin temelinde yine aile kavramını görüyoruz. Ailenin sağlıklı özgürlükçü bir yapıda oluşabilmesi içinse doyuma ulaşmış bireylerin varsalıyla bir anlam kazanıyor. Kadın ve erkek kendi kişilik olgunluklarında aileyi oluşturabilirlerse ailenin oluru kabul görüyor ,ötesi çatışkıya bir gerekçe olarak bireyi dolayısıyla toplumu zorlar bir sürece yöneltiyor.
Aile : aralarında evlilik ve kan bağı bulunan, karı , koca , çocuklar, kardeşler vb.nin oluşturduğu, toplum içindeki en küçük bütün.. Aile bir kuralcı yapıyıda kendisi için zorunlu görür .Toplum aileye baskın bir rol vermiştir .Günümüzde bu rolü kabullenmek kapitalist sömürü düzeninde oldukça zorlaşmaktadır .Aile kurmak önemlidir aileyi ayakta tutmaksa büyük çaba gerektirmektedir. Burda aileyi oluşturan bireylerin yeterselligi önemli bir etken olmaktadır. Aile kurmak için oturmuş kişilikler gereksel bir zorunsalı kaçınılmaz kılmaktadır.
Yanlış bir hayatın içindeyiz biliyoruz ve elimizden hiçbir şey gelmiyor !
Sen benim devletimsin .Beni koru pamuktan hayeller içinde yeşert beni. Yagmurların içimdeki çöllerde vahalar oluştursun. emeğimi çarçur etme olurmu. Bende yaşadım yorgun bıçkın kavgalarımla.Devrimler geçti tümen tümen gençliğimin üstünden. Bende hastalandım hasret kaldığımda esmer bakışlı kadın tenlerine. Sonra özgürlüğü gördüm gökyüzünün mavilerinde. Biliyorum çokça fedakarlıklar yaptım büyüsün diye gurbeti diyarlarda tohumları umudun .Olmadı bir ölüm geldi bırakıp gitti umut geride ne var ne yok ağladı güllerin dikenleri kırmızıydı gülün adı .Hiç anlamadı soysuzca çaldı çırptı yıkık nefesleri vardı rutubetli umut duvarlarının yılgın bıçkın bir kadın bıraktı utanmayı koştu günahlarının peşine. Çalılar takıldı ayağına bırakmadılar özgürce koşmasını . Ömür dedikleri bir yalan hikayeydi.
Rüyamda güvencinlerimi basledigim damda eski günlerdeki gibi yıldızlara bakıp uyumaya çalışıyordum. Çok ötelerdeki yıldızlar kum taneleri gibi dağılmış bana eksikliğimi hatırlatıyorlardı. Kafkas göçmeni babam şirin usta batumun keda sında bıraktığı annesinin ölüm haberini gecenin önceki sabahında almış bunun hüznü tüm evi tusunami dalgası gibi içine almıştı. Böyle bir hüzünü posta memuresi ablamın hockin lenfomaya yakalandığını öğrendiğimiz hastanenin patoloji servisinin elimize tutuşturduğu kagıtlada yaşamıştık .Yaşam her zaman laylaylom olmuyor.
Madem yaşıyoruz kendi kaderimize kendimiz hakim olmalıyız. Yaşamı biçimlendirmeyi tanrı bize bırakmazsaydı bize akıl verirmiydiki !
Ah şu toplum yokmu nasılda buruygan yasalarını koymuş bizi kendi cenderesinde ezip duruyor .Siz kendinizin özgür olduğunu sanıyorsunuz . Bilmeliyizki sokaklarda dolaşabilmek özgür olmak demek değildir .Özgürlük farklı bir şey suya şeker katmak gibi Her sabah erkence uyanan Geçmiş zamanları hatırlatan sokaklar gibiyiz. Terk edilmeye müsait kaldırım taşlarında yorgunluğun izleri bulmuş papuçlarımızı. Kimselerin tanımadığı önemsemediği köhne ışıkları olan üfleyince yıkılmaya aday kargir köylü evlerinin erken kalkan umutları olmuşuz. Ah bu ülke böylemiydi gençlerinin gözleri Atatük kokuyordu .Işıkları aydınlatıyordu parlak kadın saçlarını .Şimdilerde bir garip hüznü var geceleri sokağı aydınlatan ışıkların .
Geç vakitlerde bir yerlerde evlerin ışıkları yanıyorsa bilinizki bir tasa bir hasta vardır muhtemel .Yada ansızın gelivermiştir ölüm. Daha kimseler varamadan yaşamanın tadına .Yorgun bakışlı kadınlar dul kalıvermiştir yanlızlıklarında. Güneş her sabah doğar görünsede her sabah farklıdır bir diğerinden. Kapılar açılmaz olur. Girilmez her vakit girilen eve. Köşede bekleyivermiştir o kara cüppeli ezrail .Nasılda alı vermiştir nefesini nasılda kaskatı kesilmiştir o heybetli beden.Nasılda çaresiz kalmıştır umut. Ölüm bu olsa gerek .Sadece meçhuliyet.
Denge ve merkez sosyolojik açıdan farklı şeylerdir. Merkezde olmak size suni bir güvence verebilir ama saygınlık kazandırdığını idda edemezsiniz. Merkezde olmaya kabullenir yada tercih ederken kendimize şu soruyu sorma cesaretini gösterebilmeliyiz. Neyin merkezi. Denge farklı bir kavramdır dengede siz karşıtıda dikate alırsınız. Karşıtında bir içsel yansıması olabileceğini kabullenirsiniz. ben olmakla biz olmanın ardışık olduğunu bilmiş olursunuz. Kalıplar sizi boğan bir dar alanda mahkumlaştırmamış olur..
İşte o öldü .artık kimse ona yardım edemez. O şimdi arşın altındaki o düzlükte. .Neresi o düzlük arafta bir yerdemi .Agaçlar kuşlar nehirler varmı orda ruhlar orada cennetin rüzgarlarındamı serinliyor. O grünen toprak altı çukurların ötesinde bir sonsuzluk ordamı şevk ediyor ruhları !
Orda üretim araçları sahipleri ve toprak sahipleri büyük ceviz masaların ardında deri kaplamalı koltuklarda oturan makam sahipleri yine imtiyazlımı oluşacaklar o düzlükte. Yada kırmızı ampüllü odalarda kirli şiltelerde rezil erkeklerin histerik cehaletine mahkum olmuş kadınlarmı güneşte kurutacaklar ıslak esvaplarını. Yoksa ordadamı korkulacak kadın sevinçlerinden yaşamın .En fedakar erkekler ordadamı yanlızlaşacaklar umutlarında. Ah o rüyalarında hatırladığı çocukluğu. Adananın yüzük çorbası bakır sinide. sanki o zengin köşklerine hiç ölüm uğramaz. ayakıbıları konmaz kapı önüne. Gövercinler uçmaz bir daha bu gök yüzünde. Ölümün geçtiği sokaklarda duyulmaz şen kahkahaları sevdanın .Biliyormusunuz sevdalarda anlamsızdır aslında. Yorgun işçi bedenlerinde sevdanın ne işi olabilirki .Sevda züppe ruhları seviyor.
Her şeyi görebilmek için yüksek düşünmek gerekir .Nehirler kilometrelerce akarlar insanlar bir su birikintisinde boğulur. Kadınlar ürkek kadınlar sizleri kardeşçe sever yosma tutkuları gecenin siz anlamazsınız bunu.
Kutsal ayda çekti gitti bu dünyadan , Hiç günahlara girmemiş bir ömre sahip gibiydi. Topragın kucağında ana yavrusu çocuk gibi bırakı verdiler katı bedenini. Biz görmedik sizde görmediniz ama varsayım melekler onu kucakladılar.Tanrı onu biliyordu. Hiç mal mülk peşinde olmadı .Hiç emek yutmadı karanlığı hiç bilmedi o. Mumince yaşadı .Azla yetindi aza kanaat etti . Ütülü beyaz gömlekleri vardı onun . Tanrısıyla barışıktı. Topragın özgürlüğünde içselleşti bedeni .Ruhu ötelerde çok ıraklarda yıldızlar ülkesinde içinde nehirler akan cennette bir yerdeydi ! İnançkar yaşadı ve öldü !
Ruhum boş bırakmıyor .Beni mahpuslarda süründürecek .Ölünce kara kazanlarda ziftler içinde eritecek bedenimi tanrı . Çünkü ben özgürlük istiyorum. Korku başa belaymış .Ecel dersen tanrının takdiri. O zaman geç kalmayalım koşalım tanrının bize nasipledigi sofraya. Esmer buğday ekmeğinden bir katık olsun ömrümüze hayat.
Saçlarını boyayıp kırmızı rujlar süren yalan benim yatağıma girme olurmu. Her şeyi bırakıp gitti o kırmızı çatılı köşkün efendisi.
Demikrasi seçimler değildir .Seçimler beyaz önlük giydirilen tıbbıye öğrencilerinin ayak izleri gibidir sizi başka yerlerede götürebilir. aslında gidilecek yer gerçekçilik yoldaşlığıyla ilgili bir durumdur .Orda halk vardır .Düzen vardır adalet vardır. Hepsinin ötesinde paylaşım vardır .Bunu başaramadınızmı beyaz önlükler kirlenir. Üzerinizde kirli bir şilte olur.
Siyasetçiler kirli çuvallar gibidir. Sizi karanlığın içinede salar. Özgürlügede ulaştırabilir.Siyasetin içerigindede uzlaşma kültürünü görmüyormuyuz.Demikrasi halk egemenliği eşitlik hukuk gibi değerleri içselleştirmiş siyaset anlayışı topluma huzur getirir. Ötekileştiren gerilimlerle toplumunu kutuplaştıran anlayışlarsa baskın bir hükümranlığı yaşama dikta eder. Siyaset aslında bir uzlaşı sanatı olmaldır diye düşünülebilir. Siyaset topluma olumsal katkı sunabilmek için aktörlerinin denetlenebilir erdemli kişilikler olmasını gerekli kılar. Egitimli halkla barışık azınlığın hükümdarlığını red eden katılımcı bir siyaset motifi kanaviçelerdeki kırmızı güller gibi topluma hoşnutluk getirir. Korkunun egemenleştirildigi yapılarda siyaset algısı ilkel bir yozlaşmayı topluma egemen kılarki böylesi toplumlarda bireylerin huzur ve refası oldukça zor bir uğraşıyı kaçınılmaz kılmaktadır.
Yaşam daim davam eder. ama sokaklarda gördüğünüz kalabalıklar aynı insanlar değildir ölüm ve doğum kendi çarklarında nesilleri yer değiştirtir. Ögrenileni ötelere taşımak ne ögrenildigiylede ilgili bir durumdur. Geçmişin kazanımları gereklidir.Gelecekse bugünün algısıyla şekillenmektedir. Dünü ve bugünü harmanlamak iyiye güzele doğruya ulaşmaya çalışmak eşitcil bir dünyayı aramakla mümkün olacaktır .Çaba biraz daha çaba iyi olacak gibi !
Sanki her yeni yıl daha bir ilkelleştiriyor iliklerini kemiklerimin.Bir yorgunluk bir hüzün .Hani tapınaklarda dualar ediyoruz tanrıya. Sonrada günahlara yoldaş oluyor yetimleri ağlatıyor yalanlarımız. Öksüzlügümüz ruhumuzu kanata dursun. Biz impartorlugunu kurduk yalanlarımızın. İsimsiz bir hasta gibiydik bir köşede yitik ardıl bir çaresizlik yüreklerimizde. Bak şimdi sabah oldu birazdan o geyikli gece kaçıp gidecek . Hoyrat bir sevinç çalacak bakracına köylü kadınları. Ömür seninle anlamlıydı .Sendin yıldızları gecenin. Devrimler senin sütünde mayalanırdı .Şimdi güneş ısıtmıyor ayazlarını kış tohumlarının.
Ekim ayındayız biliyormusun ekim ayı bana seni hatırlatıyor.Ankara hafiften soğuyor akşamları ben sensiz bir farklı üşüyorum Ankara akşamlarında. Seni düşünmenin özgürlüğünü yaşıyorum .Biliyorumki özgürlük tuz gibidir tadta verir acıda.
Bir ağaç düşünün ağacı devlet kabul edelim köklerini kültür (devlet aklı ) dallarını şehirler kabul edelim yapraklarını aileler. Devlet tüm kazanımlarını ağacın kökleri gibi eşit dağıta bilmeli. Yapraklarına yaşam hakkı verebilmeli. Yaprakların doğanın bir parçası olduğunu unutmamalı . Dogal ve sevisel yaşamın özgürlükle yeşerdiğini bilmeyi başarmalı. Yaşamak umut demektir bu umuda ulaşabilmeliyiz.
Her şeyin kirlendiği bir zaman dilimindeyiz .Önemsedigimiz herşeyin anlamsız olduğunu nasılda göremedik. Büyük baskıncalıgın içinde oksijensiz kaldık .. Her şey amacın çok ötesinde. Ruhumuzu öldürdüler farkında değiliz.
Her şey o müdüriyet odasında emekli dilkeçesini vermesiyle başladı .Nerden bilecektiki bu ülkede çalışıp ömür tüketenler emekli olduklarınla yoksulluğun girdabına düşüyorlar. Şimdi kaybettiklerinin değeri bir başka anlamlaşıyordu. Hani onyıllarca hastane koridorlarında kendisine refaket ettiği ablasıda göçüp gitmişti bu dünyadan .Ülkenin güneydoğu bölgesinden akdeniz bölgesine gelmişlerdi. Ayakta durmaya çalışıyorlardı .Kader onu Torosların Karakoyunlu yörüklerinin içine itecekti. Ne vardı burda belirsizlik ,öngörüsüzlük ve ötekileşme!
Gök yüzünde kasvetili bir hava var. Tanrı oldukça kızmış gibi kullarına. Yok yanlış söyledim tanrı merhametlidir.
Tanrı tüm evrene hükmeder biliyorum. ‘ (hz )Muhammed gördü onu. Yüregini zemzem sularında yıkadılar melekler. ‘ Muhammed söyledi tüm ümmete ‘ işçinin alınterini kurumadan verin ‘ diye. O hurma çuvallarını dağıtmalı tüm garip serçelerine .
Kimse ne istediğini bilmiyor. Bende bilmiyorum. Kısık bakışlı iç güveysi erkekler hoşnutlanmadılar senin bilgeliğinden.
Kim izin veriyor bu karanlık kısık bakışlı cehalete. Ne istiyor niçin korkuyor yeni düşüncelerden dinin simsarları. Tüm isteklerinden vaz geçip ruhumu manastıra kapatacağım . İSA ve Muhammed sıralıca birlikte kovaladılar giri bulutlarını gök yüzünün. Gökyüzü aklandı paklandı tüm insanları korudu bilinmeyenlerden.Ülkücüler ve devrimciler aynı tanrının kulları oldular sevmeyi öğrenince yetim bakışlarını özgürlüğün.
Çok uzun yaşamak istemem biliyorum. Sonra korkarsın geçen her saatten. kapı çalınsa ölüm geldi sanırsın. çorak bir toprakta susuzlugu yaşarsın.
Ben en dipte olanlarla birlikteyim. Artık yıkılıp devrileceğim bir yer yok benim için.Yolunu şaşırmışlara yoldaş oldum ben.
Seni görmeden ben kendimi özgürüm sanıyordum . Öyle değilmiş durum .Ayaz kış gecelerimde sevmek isterim kırmızı papuçlu kadınlarını hiçliğimin.
Hücresel hastalığa muzdarip birinin yakınıysanız sizin omuzlarınızdada çöküntüsü oluyor umutsuzluğun .
Beyaz önlüklü hekimler çaresizliği açıkça hissede dursunlar kuytu köşelerde ruhunuz tanrının rahmetine mahkumlaşır oluyor. İnsanın kendisini yarattığını düşündüğü tanrısına dahi muhtaç olması hüzün verici olsa gerek !
Özgürlük yaratıcılık bir devletin varlık gücünü tehdit edermi. Etmez diyebiliriz ! Burda bilmemiz gereken devletinde örgütsel olarak devinime açık olması gerekli oluyor. Bu durum sanat olgusunu bireyselden toplumsala taşırken yörüngeyide oluşturan bir tercih olmuyormu.
Tüm kurallarını çöpe atmalı bu hayatın kurt sürüleri bile bizden özgür gibi. Yasaklar korkular ve görevler. olacak işmi .Baksanıza gökyüzüne milyarlarca yıldız var birlikteler ama aynı zamanda bireysel .Toplumcu bir ahenk içinde güneşin ışıklarını ortakça paydalaşmışlar. İnsanlar öylemi insanlar mutsuz. bir yanda sınırsız mal mülk sahipleri öte tarafta derinsel bir yoksulluk .İşin tuhafı yoksulluğa yaşayan milyarlarca insan. Eşitlik sadece eşitlik olmalı dünyada. seçtiklerimiz dahi bizlerden üst bir konumda görüyorlar kendilerini bizleri kendilerine oy vermeye mecbur makine dişlileri olarak yağlayıp duruyorlar .Demikrasi bir imtiyazlılar rejimi olmamalı .Özgürlük farklı bir durum.
Yaşanabilecekler sizin kontorölünüz dışındaysa onun için üzülmeye gerek . Bırakın hayat sizi istediği gibi yoğursun. pamuklara sarmasını beklemeyin dikenlere hazırlıklı olun. Ozaman acılarınız daha bir katlanılır olur.
Gülmeye hasret ulusun çocukları olduk .Çiçekleri kopartılmış dikenleri can acıtan gül ağaçları gibiyiz.Yorgunuz kavgalarından hayatın.
Ben türküm dedim özgürlüğü severim. Atlarla gezerim umutlarında zamanın . Sonra bir kız severim bin umut doğurur gecemde. İzdüşümü kalır gidenlerimin.
Ömrümün onlarca yılını geçirdigim bu şehir beni çok sıkıyor. Bir hoşnutlandıgım eski bir devlet yolu olan Atatürk caddesi. Birde Torosların yukarıları beni kendine çekiyor. Ama oraları dolaşmam yoksulluğumun engeline takılıyor.
Dagları anlatın bana yüreğimdeki volkanlar gibiğ ateşler içindeki dağları .Kocatepeyi anlatın dumlupınarı .Sarıkamışta üşümem ben ısıtır şehitlerimin uykuları. Uzunca özenir olur göçüp gidenler.
Tüm dünya bir bütün aslında herkes neye üzülürse dünyanın bir köşesinde öteki köşesindekide aynı üzüntülere ağlar. evlat acısı vakitsiz ölümler yoksulluk.Tüm fabrikalarda işçiler aynı çarkın mengenesinde ezilirler. Tüm ibadet hanelerde yoksullar doldurur kalabalıkları .Zenginler öylemi onların bakışları bile küçümseyicidir.Onları anlatmaya sözcükler yetmez .Kirlenir tüm yazılan çizilenler rezilliklerinde. Onlar sevmez şiirleri kadınları soğuk ve karanlıktır. Sokakları sevmez perdeleri kapalıdır yüreklerinin.
Biliyormusun kadınım çok bir vaktimiz kalmadı üzgünüm seninle pembe pancurlu bir evde hanımelleri açarken bahçesinde şöyle gönlümüzce gülümseyemedik. Hiç olmadı hayellerimizde öyle evler . Olsun bizde kendimizce yaşadık bu dünyada. Kendimizce sevdik bu ülkeyi. Biz çok şey istemedik aslında hiçbir şey yoktu bize ait olan. şiirlerden başka.
Tüm zamanlarda insan denen varlık iki kıyısı olan denizin dalgaları gibi kıyıdan kıyıya savrulur durur . Bu kıyılardan biri din diğeri yine dindir. İkinci dini dinsizlik olarakta düşünebiliriz.Yada bu ikisinin ötesinde üçüncü bir kıyının olabileceginide düşünebiliriz. Düşünmek sizi yelkenleri açık bir gemi gibi ileri götürür görünebilir ama bir rotanız yoksa sizi hiçbir güç hedefe götüremez .Hedef önemlidir. Hdefin ne olduğu önemlidende önemlidir. Önemliden önemli olmayı üst önemsellik olarak düşünebiliriz.Her birimizin bir üst önemselligi mutlak vardır. Bu inancımız olabilir aile işin içinde olabilir. Daha geniş bir açısallıkta millet olabilir ötesi tüm dünya hatta tüm evren ilgi alanımızda olabilir. Bu süreçte neyin ne olduğunu anlamaya çalışırken gelin önce kendimizi anlamaya çalışmakla işe başlayalım. İnsan denen varlık çok akıllı bir varlık değildir .Sadece akıllıdır ve bu akıl sınırları olan bir akıldır.
Bir şeyin sınırları varsa orda mutlak bir yeterlilikten söz edilemez. Bunun içindirki bir çoğumuz görülenle bir çok şeyi anlamaya çalışırız.Buda çoğu kez anlamayı başarabilmemize engel olur.
İleri yaştasınız ve hastalıklarla karşılıyorsunuz belki bir dakika sonra yada birkaç hafta sonra hadi irimser olalım birkaç yıl sonra ölüm sizin için kaçınılmaz olacaktır .Okudugunuz okullar eşiniz çocuklarınız torunlarınız hepsi çemberde sizden gerideler ölüme yakın olan sizsiniz. Çok iyi biliyorsunuzki ne dünyayı düzeltebildiniz ne kendinizi. Sadece hepimiz şartlara uyduk .Bize uygun görüleni kabullendik.Buna kader dedik. Sonra şöyle düşündük kaderimizi tanrı yazdırsa biz niye sorgulanıyoruz. Hayır tanrının bizim için ne düşündüğünü bilmiyoruz biz o yetkenlige sahip olamayız.Olmuş olduğumuzu düşündüğümüzde tanrının paydaşı olmuş oluruzki bu tanrının mutlakıyetine karşı bir başkaldırı olur. Tanrı esirger ve bağışlar bunda bize sunduğu akıl gücünün gerçekliği esastır .Tanrı aklımızla bize güç verir .Kendimizi yönergelemede bize şans vermiştir. Hiçbir zaman her şeye sahip olamayız.O zaman bırakalım aklımız bizi fırtınalardan korusun bize pusula olsun.
Rasyonel ölüyorum ben. Yinede üzülüyorum. Beni kendine mahkum eden tanrı muhtaç olmamak için yalvardığım tanrı. Hayıflanıyorum böyle düşündüğüme kendimden korkuyorum.
Köleleriyiz varlığımızın .Yani tanrı bizi yarattı kendine kul etti (köle) şükürler ettik biz tanrıya bizi yarattığı kalıplara soktuğu için. Geçiciydik bu görünen evrende. Üst canlıydık herşey olabilirdik ama insan oldurulduk .Güzel bir sonuç bu.
Sonra mekandan ve bilinenden öte tanrı bize hükmetti. Yönlendirdi. Akıl verdi (us ) Hiçbir şey yoktu tanrı vardı o hiçbirşeyin olmadı yoklukta .Tanrı bizi ölümle dizginledi. Korktuk hizaya getirdi bizi.
Sonra doğayı tanıdık elementleri atomu ,çekirdeği. çok şeyler başardık .Bir insanca yaşamı başaramadık . Kastlara ayrıldık. Dogdugumuzda bize röller biçtiler. Aile kaderimiz oldu. Köylü olduk. İşçi olduk .Her şey olduk insanca yaşamanın mimarı olamadık. Birileri hep üstte olup ezilmemize buruyganlık etti. Sonra ölüm geldi o meçhuliyete gidildiğine tanık olduk. Öyle düşündük. Cennette ölüme mahkumlaşan yakınlarımızla buluşmayı umut ettik. Başka ne yapabilirdikki.
Sincaplar ülkesinde saka kuşlarıda konmalı dallarına o ceviz ağacının . Ekimde üşümemeli askerleri gecenin. Perdeleri kapalı bir evde hırçın pislik bir erkeğin karısı kaçıp gidince gökyüzünün en uç noktasına gök yüzünü tanıdı o zaman yer çileklerini. Sordular kimsin diye ben askerim dedi silahsızım. Hiç kadın tanımadı gözlerim . Şehit oldum ben toprağın koynundayım.Kirletme olurmu o toprağı üzülürüm ben.
Sana bir sır vemenin güncesindeyim. Biliyormusun düşünmeninde bir sonu var. Sevmeninde öyle .O bırakıp gidenlere sorsanız istemezlerdi gittiklerini. Kim güneşli bir sabahta toprağın altında olmak ister. Kim yazdırmak ister kabirlerde taşlara adını . Filan üniverstenin bilmem hangi bilim dalı hocası hiç bilemediği anlıyamadıgı ölümle göçü vermiş. kara toprağın ardına . Onun içindirki elfabe bilmez benim üniveristelerimin hocaları .Kapısından sokmaz bizi içeri kırmızı yakalı sarı simli cüppeleri ile buruygan sitatiko .Bahçesinde kediler dolaşmaz o üniverstelerin ,kedilerin olmadığı yerde bilimmi olurmuş!
Sonbahadayız sonbahar hüzündür tıpkı hayat gibi .Hazan yaprakları gibi dağıtır bizi.
Hiçbir canlı yokturki özgürlüğü sınırsız olsun bu biz insanlar içinde geçerlidir. İnsan denen varlık umutları ile gerçekler arasında arafta bir ömrü tamamlar ve erkence bırakır gider görünürlüğünü . Artık yapılabilecek bir şey yoktur. Kimbilir böylesi kısa ve meçhuliyete mahkum bir ömre sahip olmazsaydık ölümün yitikliği üzerine böylesi yorgun kalmazdı yüreklerimiz.
Çok şey istedi yüreğim çok şey .Tanıdıgı yoksunluğum oldu. Ürkek yaşadı gözlerim dünyaya bakarken Özlediklerimiz geri gelmezdi biliyorum.Yanımdakilerde çok ıraktı bana. Özgürlük istediğini düşünmekle ilgili bir durum degildir.Kimseler düşünceye kilit vuramıyor. Duvarları aşıyor hayeller . Biliyorum kadın ve erkek aynı sudan yaratıldı ayrı kaplarda duruldular. Hiç bütünleşemediler .Bir küçük tohumda iletilen aşk değildi. Anlamadılar.
Yakınınızdayken katlanamadığınız insanlar ıraklara gidince yoklukları içinizi kanatıyor. Bu insan kalbi değişik çalışıyor ! Sonra yokluğun mahkumiyetine giriyorsunuz. Sözde özgürleşmiş oluyorsunuz.
Özgürlük çak farklı bir kavram .Günahlarla beslenen bir dag çiçeği o .Bulvarlar binalar vitrinler .Tirafik ışıkları dört çarpı dörtlerin direksoyunda baş örtülü yeni yetme ince ten çoraplarından vaz geçmeyen kırmızı rujlu kadınlar.Sizinle sevişmekte özgürlük değil.
Duvarları yüksek sitelerin müdavimleri korkmayın bu özgürlüğün olmadığı duvarların ötelediği sokaklardan. Kendinizden korkun .Niçin farklı yaşamayı seçtiniz nelerde biriktirdiğiniz sizi mahkumlaştıran histerik duyguları.Kadınlarınız mutlumu onu sorun kendinize. Tanrı sizi cennetinde agırlıyacakmı.Kaç yıl yaşıyacaksınız siz bu yobaz hayatınızı hastalıklarınız hatırlatacakmı tanrıyı size. Kaypak bakışlarımı olacak sokak çocuklarını görmezden gelen yüreğinizin.
‘seni seviyorum ‘ demenin bir hikayesi yoktur.Pazardan onun sevdiği bir meyveyi alıp eve getirdiğinizde o bunu anlar.Anlamak sevmenin ilk başlangıcı degilmidir.
Uzun zaman oldu yağmur yağmıyordu .Neyseki yağdı sevindim. Bir virgül koydum hüzünlerime kadınım ırakta şimdi annesi hasta ona bakmaya gitti. Bende hastayım kendimce onun için gökyüzümde bulutlar giri.
Tüm tanrının meleklerine merhaba demek isterdim . Bende onlar gibi dertsiz tasasız ve hüzünsüz olmak isterdim. Çok şey olmak isterdim ben ileri evre bir onkolojik hastanın gözlerine bakıp hadi iyileşiyorsun diyebilmek. Çocuklara mavi önlükler giydirip hayatı anlatmak isterdim.
Bazen gözlerine bakamazsınız insanların.Tanrı o an acıyı uygun bulmuştur derinliklerinde ruhun.
Öfke patlaması yaşadı sen gidince yoksunluğum.Çizgiler belirdi alnımda.Çay bardağım kirlendi. Tüm kuşlar çekip gitti penceremden.Özgür değildik bunu sen anlamadın kaldırım taşları anlamadı . Biliyordum camların kırık dökük odalarda sakladıklarını .Haklıydın gitmekte . Çekip gitme sakın demenin bir anlamı yoktu artık.
Bir toplum düşünelimki herkes aynı giyiniyor ! sıkıcı bir durum olur. Tüm toplumun düşüncelerininde aynı olması sonuç olarak farklı değildir. Bırakalım insanlar farklı düşünsünler. Yeterki düşünceler ipotik bir hiçiligin içinde sarmalanmış olmasın. Birde itici güç kavramını bilmek durumundayız. Bizi çağın gerçekleri ile barışık kılan .önceyle öteyi buluşturan. Vucudumuzdaki dirimsel elektirik gibi herkesin rölü olduğu ama kimsenin ötekini baskılamadığı bilim öncülünde bir arayışın yolcuları olmak . Yetim kalmamak gerçeğin aydınlığında onu bir ana kucağı gibi güvenilir bilmek .
Ah görülüyorki hiçbir şey mümkünlülk dahilinde değildir ! Biz öyle sanıyoruz bu durum insan yaşamı içinde gerçerlidir.Yaşamı herhangi bir sert idolojiye bagımlama büyük bir yanılgı olur diye düşünülmelidir. Ortak bir bileşkeyi oluşturmanın yollarında yürümeyi başara bilmeliyiz. Zaten bu yol öyle uzun bir yolda olmamaktadır ! Hepimiz ölümle nişanlıyız ve düğün çok uzakta değildir.
Nerden geldiğimizi bilmiyoruz işin yükü nereye gittigimizinde meçhuliyetini yaşıyoruz. Savaşlar yapmışız ölümlere ağlamışız sonrası papuçlarımı toza çamura boyayıp sömürünün çarkına bırakmışız.
Birileri, emek aş iş demiş eşitlik demiş ,Öyle olmamış ama yine farklı yaşatmışlar birilerini. Sonra ötesi gelmiş sevgi yurt vatan .Herkes kendi yurdunu kutsamış doğal olarak doğal olmayan karşıyı düşman belletmişiz kendimize ! Tüm duyguların insana özgü olduğunu görmezden gelmişiz. Red etmişiz bir çok şeyi sadece boyun eğmeyi öncül yapmış tüm kurduğumuz düzenler. Yanılgı burda başlamış sürüp gitmiş.
Şu rutubetli köhne duvar bir insan ömründen daha çok dayanıyor. açlar ve toklar aynı havayı teneffüs ediyor. Yıldızlara bakıp aşkı arıyorlar. Aşk hastalık olduğunu anlamadan.
Şiir daim dudak bükülen küçümsenen bir yazı dili olmuştur. Siz bakmayın birkaç şairin göklere çıkarıldığına şiir hep diplerde bir yerde kendince nefes almaya çalışır.Şiir pişmanlığı kendiyle getirir yazarsınız sonra terk edersiniz yazdıklarınızı kökleri ruhunuzda kalmaya devam etsede .Şiir ölümü gecikmiş çokça yaşlılık gibidir yük olur nefese umudunuzu törpüler. İçsel dürtülerinize bir aralık olsada çok şeyi saklar şiir.
İstemek lazım çok şeyi eger ısınmak istemezseniz güneşin sıcaklığını hissedemezsiniz. Donuklaşır duygularınız.Bakışınızda içtenlik bulunmaz.Köhne bir ömrün garip yoldaşı olur ruhunuz.
Soguk mermer merdivenlerden çıkılan o kasvetli evde hiç gülücükler açmadı dudakları kadınlarının.Çocuklar anlamadı çocukluklarını Şöyle bir somun ekmeğe salça sürüp sokaklara koşmadı çocuklukları. Umut hiç uğramadı kapılarına köşkleri yalıları sarışmadı onlarla .
Ölmenin sonu yok. Bir gerekçesi vardır ölümün. Acı çektirir size yitirilenin özlemi. Rüyalarda karşılaştığınızda olur o hüzünlü gidişin müdavimlerile.Sonra hüzünlenir gece.
Tanrısız bir dünya düşünemiyorum.Nasıl katlanabilirizki ölümün karanlığına zihnimizin derinliklerinde ahlaksızlığı nasıl hizaya getirebiliriz. Yaşamı çarmıha gerip. Ürkek korkuları nasıl işleriz güneş doğumlarında her sabah o yorgun köhne evlerin odalarında.Az olanlar mutlu yaşıya dursunlar çoğul kalabalıklar nasıl ışıklatacak yüreklerindeki umudu.
Düşünmek eylemsel olamadıkça sizi köhne bir yorgunluğa mahkum eder. Niçinlerinize yanıt bulamazsınız. Korkularınız sizi otoritenin polis kelepçesinden daha derin bir mahkûmlukta tüketir.Siz bunun farkında bile değilsinizdir. Her güç sınırsız görünsede sınırsal bir içsellige sahiptir. Para unvan bir çok şey. Siz sadeliği ve mütevaziliği tercih etmelisiniz .Bugün sizi güçlü gösteren ne varsa yarınlarda size pranga olabilir. Sadece içinizdeki sevgiye güvenin .Ansızın hücreleriniz isyanlaşabilir .Siz bunun farkında bile olamayabilirsiniz. Yitikliktir artık sizi bekleyen. Güneşin sizsizde dogabilecegini unutmamalısınız.
Bu yalan dolan çalıları kim süpürüp yolunu açacak insan denen varlığın.Kim saracak yaralı kalplerin yarasını .
Seni düşünüyorum niçin düşündüğümü bilmeden .Melekler bekliyor gecede karanlığımı .Yorgun bir günah seçiyorum kendime. Perdeleri kapalı umudun.
Çokmu gerekliydi bilmiyorum.Benim seni özlemem. Yada yetememem kendime. Seni dikenli güllerden korumaya çalışıp kırmızı güllere benzetmem varlığını. Sensiz ölecek olmak çokmu zor olacak bilmiyorum. Unvansız sitatüsüz ve meçhul bir toprağın ardında sonsuzluğa ulaşmak.
İnsanın ailesiyle gurur duyması güzel bir durumdur. (tabi bunun için gurur duyulacak bir aleniz olmalı ) örnegin pilaton yakın akrabalarından ailesiyle gurur duyan bir bilgenin olgunluğuyla söz eder. Herkesin ailesi kendince kutsal olduğu bir yana çoğumuzun ailenin gurur duyulan bir yönü olduğunu bırakın başkalarını kendimize dahi anlatamayız.Çogumuzun ailesinde demikratik bir katılımcılıktan ziyade olagarşik kuralcı bir baskın dünyanın izleri mevcuttur. Böyle ailelerde yetişen bizler nasıl özgürlükçü bir ruhu taşıyabilirizki.
Kimbilir beni hiç bilmeyecek o gedada bir köylü kızı o küçük akarsuyun üstündeki köprüde bekleyecek sevgilisini. Mavi gözleri olacak gök yüzünün. Ah ilerde Tiflis var üniveristede bir genç kadın saçlarını okşuyor sözcüklerin.Şiirler okuyor karanlığa o da bende kimsesizim.
Agacın dalları nasılda ulaşırsa gök yüzüne fikirlerde öyle olmalı . Kökleri aynı olsada düşünce farklılaşa bilmeli.Belki o zaman özgürlükten vaz geçip despot otorik buruyganlıklar gölge olmaz ruhlarımıza. Özgürlük köklü bir arayışın uzunsal yolculuğu degilmidirki.
kapitalizim daim artı değer ister ve onu kendi sınıfında olgunlaştırır. Bu süreç küresel düzeyde etkenleştimi (emperyalizim ) ilk tehditkarlıgını özgürleşmede gösterir. Ortak aklı toplumun kendini yönlemesini kabullenmez.Yirminci yüzyıl savaşlarla insanlığa derbe vurmuş olsun .Yirmibirnci yüzyılda otoriter yapılar demikrasiyi erozyana uğratır oluyor. Sonuçta yanlış yerlerde yanlış uğraşların içinde tükenip gidiyor ömürler.
Ölüm yanı başımızda bizi yemeden içmeden keser .Sonra heybesine katılır kefenlere sarılır kaskatı kesilmiş beden belki bir tabutla toprağa verilir tüm özlenen hikayeleri ömrün.
Ben sevmem yapay gülücükleri biraz hüzün katmalı bahçesine hanım eli çiçekleri Kırmızı güllerden bir demet yapıp koşmalı özgürlüğün yamaçlarına umut. Anladımki her kabir bir izdüşümüdür çekip gidenlerin.
Biliyormusun zamansız oldu herşey. ölümde zamansız gelir zaten heybemizde günahlarımız. yitikleşiriz toprağın altında
Nasılda kaçtılar korkularından kediler. kimseleri dinlemediler utanmadılar ve yaşadılar aşkı.Anlattılar miyavlamanında aslında özgürlük olduğunu .Biz insanlar öylemiyiz. giridir bizim söylevlerimiz. Mavi denizlerin mavisini anlatmaz sözcüklerimizde kahverengi toprağı hatırlatmaz.Soysuzca buluşuruz karanlığımızla.Güneş her sabag doğar her sabah cehalettir devşirdiğimiz yürüdüğümüz patikalardan.
Hani yıllar onyıllar geçmiş kırılgan kemiklerimiz incelmiş gözlerimizin feri gitmiş.Tamam artık gelebilir ölüm. Kara bir utançtır aslında hani ölüm gelince geride kalanların malmülke çöreklenmesi ‘Neymiş efendim ölüm hak miras helalmiş ‘ Yok böyle bir şey çekip gidenlerin gittiği yolun yolcularıyız. kalanlarla hoşnutlanamyız.Ölülerin arkasında ısınmaz kemiklerimiz .Gözlerimiz gülümsemez. Yitik yorgun bedenlerle sevişmez umut. Vaikitsiz olur herşey birde bakarsınız o önemsenen tüm duygular önemsizleşir ömrün bir dönemecinde. Birde bakarsınız en hüzünlü zamanında ömrün çekip giderler .Çekip gitme sakın diyemezsiniz. Gök gürültüsünün uğultusudur duyulan melekler ağlamazlar yok öyle bir şey. Haydi gel neyi yanlış anladıysak onu yanlış sevelim .Sevgi zaten hiç doğru gelmez kapısına yanlızlıgın.
Beş haziran 1992.Tuhaf bir güne başlamış gibiydim.Korku endişe ve belirsizlik.Posta memuresi ablam koltuk altında bir şişkinlik hissedince içimizi bir huzursuzluk kapladı. Yıllar evel yaşadıklarımız gözümüzün öüne geldi .Yine aynı şeyler tekkerürmü edecekti. Hücrelerin azgınlığına muhatapmı olacaktık .Yine tıp fakültelerinin onkoloji kılıniklerinde yorgun bedenlerimizle yaşama tutunmayamı çalışacaktı umudumuz.
Sizce bir erkek kadınları nasıl yazmalı ! Sözcükler kadını nasıl yansıtmalı .Şiddetli bir fırtınamı olmalı dizeelr. Yoksa ürkek kuzular gibi sevimli ve sarışmaya müsait bir yoldaşlıkmı yapmalı .Yada içimizdeki şehvetin uslu çocuk olması nasıl başarılalı. Tanrının ayetleri ne diyor bize Karanlıgımızı nasıl anlatmalıyız.Saçları mahpuslandırılmış kadınlara. Hani dedimya tuhaf bir güne başlamış gibiyim. Korkuyorum. Nasıl korkmam en bilinmez yerlerinde isyankarlaşmış hücreler çaresiz bırakırken umutlarımızı .
Tüm bahçenin meyvelerini toplamış kıçlarını yağlandırmışlar. Bunu yaparkende kimseleri umursamamış .Heybelerini haramla doldurup. sıska kıç kemiklerini domuz yağlarına mahkum etmişler..Sonrada toplanı vermiş kara rezil ruhlarını saklayıp .’Herkes elini taşın altına koyacak diye ortaya çıkmışlar. Bu bahçe hepimizin çöpünü dikenini birlikte toplamalıyız. Herkez bu kadının kızı o zaman bu yaşlı zavallı hüzünlere gark olmuş kadını birlikte sahiplenelim. Çorak susuz ve yorgun talan edilmiş bir bahçesinin efendisiydi bir zamanlar bu kadın !
Sevmelerim yalandır ,uzak çok uzaklarda ölüm gelip beni bulsa ne çıkar ,sevda bu sevdadırki,okyanuslar kadar ıslak umut kadar lacivert.
Dünya cografyasında var oldugumuz kültürle Anadolu topraklarında yaşıyoruz,aldıgımız kültürel veriler geçmiş kuşaklardan bize yansıyan verilerin bir yogunlugu olsa gerek ,düşünüyorumda bizler bu topraklarda yaşarken kendimizce görkemli ama kainatça bir zerreden öte degiliz,dünyadaki bütün toplumların ana amacı insanca yaşıyan toplumlar olmak olduguna göre duyguda düşüncede inançta kendimizi önde görmemeli ,yaşamı ölüm dairesi içinde çogulca tüm insanlıkla algılamalıyız .belki ozaman bizi kısır döngülere sokan vazgeçmezlerimizin dogal dialektikte bir anlamı olmıyacagını kavrıyacagız ,belki ozaman yazdıgımız şiirin bir anlamı olacak belki ulaşılmaz aşklar bizi bunaltmıyacak çaresizliklerimiz sadece bizi üzmiyecek ,insan olma bilinci bizi uçsuz bir okyanusta misafir edeceki ,belki ozaman erkekligimizin ,kadınlıgımızın tütsüleri sevgiyi yakalıyacak ,yüregimizin odak noktasındaki çocuklarımıza belki ozaman umut edilesi bir dünyayı sunabilecegiz.
Hepimizi kahreden yaşamımızı kendimiz için yaşamamış olmamız oluyor. Hep birilerini mutlu etmek için kahredici bir hayata mahkum oluyoruz.Hayellerimizi gerçeklikle yoğunlaştırdığımızda görüyoruzki hayat denen komedinin sonuna gelmişiz.Her şey gerektiği kadar.
Bence bir babanın gölgesinden bir annenin bakışından daha sıcak bir yer yoktur.İnanın ana babanız yanınızdaysa orası dünyanın en güzel yeridir.Bunun için ülkenin dicle nehrini kucağına almış kadim şehrini bırakıp bu kasabaya geldiğimizde çokl fazla hüzünlenmeye fırsat bulamamıştık .Babam şirin usta bu göçer hüzün dolu hayatın müdavimi olduğundan batum malatya adana Diyarbakır her otağda ayakta durmaya çalışmış bir emekçi olgunluğunu sofrasındaki onurlu ekmeğine taşımayı becerebilmişti.Biliyordukki birileri üst perdeden yaşıyorsa o yaşanılanda bir çok hayattan çalınmış haram o kişlerin sofrasına boca olmuştur. Birde Ankara var cebecide demirlibahçede kırmızı tuglallı ev.1977 DE Ankara tıf fakültesi hastanesinin radyasyon onkolojisinde giri badanalı duvarın altında ankara arazında bir ocak günü insanlar yeni yıl sevincini evlerinde yaşamaya çalışırken bizler bilinmezligin ve çaresizliğin kıskacında yağan karların ayaza çevirdiği ankara kışını içimizdeki acının kor ateşine yoldaş yapmıştık. Kızılayda kuyumcu dükkanlarının birine girdik.Ablamın çalışırken aldığı üç bilecekten birini bozdurup paraya çevirmeye karar vermiştik. Şimdi umut zamanıydı.
Yıllar geçti daha sonra memurluğumun ilk yıllarını yaşıyacagım Ankara beni daim kendine özlete dursun .Biz bu Akdenizin rutubetli beldesinde kendimizce var olmaya çalıştık .Yıllar geçti bu şehir benim için hala bir egelti dikiş gibi bana hiç umut veremedi .Belkide kaybedilenler bu şehirde kaybedildiğinden hep ayazlarını yaşattı bana .Aslında sevilecek bir yerdi bense sadece alıştım bu şehre. Tıpkı evliliğime yaban cehaletlere yetmezliğime. Irak çok ıraklardaki hayellerimin umutsuzluğa dönüşmesine alıştığım gibi.
Ah ne olurdu herkes herkesin hakkına sayglılı olsa şeytansı mal edinme hırsına yenik düşmezse yanlış zamanlarda sokağa çıkmış kadınlar gibi yılgın yorgunluklarda korku yaşamazsa.
Biliyoruzki toplumsal yaşamın mekanizması devletle olgunlaşır. Devlet enerjisini toplumdan alır. Günümüzde evrensel değerler yüzyılların arınmışlığıyla olgunlaşmış yaşama katkı vermiştir. Kültürel yansımalar birbirine direnç göstersede temelde insan gerçeğine dayanır. Günümüzde ortak ölçü evrensel kültür olmalıdır. Medeniyetler bir birlerinin karşıtı değil tamamlayıcısı olmak durumundadır. Günümüzde ütopik olsada gelecekte sınırlar gökyüzünün ufuklarından oluşacaktır Gök yüzü özgürlüktür orda kimse size kimlik soramıyor. Bir serçenin özgürlüğüne insan denen varlık ulaşamıyor !
Edebiyat yaşanmışlıkların toplumsal içerikte yoğunlaştırılıp yansıtılması olayı olduğuna göre. Edebiyatın toplumun içeriğinde kendine yer bulması kaçınılmaz bir sonuç olmaktadır. Yaşamı anlayabilmek ona katkı vermek sorgulanmasını sağlamak edebiyatın ana gerekçellerinden bir olmaktadır.
Ortak kültürün gelişmesi sonraki kuşaklara aktarılması kültürel varlığın gelişmesi edebiyatın önemli sunumlarından biri olduğunu bilmek gerçekçi olmaktadır. Bu süreçte edebiyat evrensel kültüre açık olmakla birlikte milliyetçi bir içselligide benimsemiş olduğunu düşünebiliriz. Ulusal kimlikte toplumculuk edebiyatın bu yönünü görmemize engel olmamalıdır. Görülüyorki edebiyat geniş bir izdüşüme sahiptir. Bu süreç bir edebiyat emekçisi tarafından göz ardı edilmemelidir.
Ögretilerin büyük çoğunluğu yenileşmeyi kabullenen bir konumda olamıyorlar. Bu durum öğretinin ortaya çıktığı zamanla kendini bütüncelemesiyle ilgili bir durum olarak kültleşiyor. Yaşam doga birey toplum içsel olarak gelişmeye müsaitken özelikle hepimizi etkileyen dogmatik olguların geçmişle kendilerini bütünleştirdiklerine tanık oluyoruz. Dünyanın bazı topumlarında radikalleşen yansımaların içeriğinde bu sürecin sonucunu görmek hepimizi endişelendiriyor. İnsan doganın bir paydaşıdır doga gelişmeye açık bir özsele sahipken birey ve toplum etkileşiminin devinimin dışında kalmasını beklemek pek gerçekçi olmayacaktır.
Sınırlar çok önemlidir .Düşüncede kavrayışta yaşamı algıda. Birey yaşamın geçici olduğunu kabullendiği sürece (yaşamsal misafirlik ) duruganlaşır .Çırpınan bir ruh çabuk yorulur.Burda dengenin öne çıktığını kültüre etken olduğunu görmek durumundayız.
Yaşam basite alınacak bir yolculuk değildir. Üzerinde köşkler oturtacak bir zeminde bulamazsınız. Her şey oldugu kadar.
Yaşamak için bir gerekçeniz yoksa mücadele size anlamsız gelebilir. Gitmeyi arzulayabilirsiniz. Bilinizki gitmenin geri dönüşü olmuyor.
Cehalet öylesi bir bataklıktırki size yönetilen her şeyi gerçek sanırsınız.Karanlık sizi içine gömer !
Mutlu insanlar ülkesi olabilirmiyiz sizce .Hiç bunu düşündünüzmü .Bu ülkenin insanları niçin karamsar. Niçin aç umutlar ülkesi bu ülke !
Nasılda korkuyordu ölümden ‘vakitsiz ölümden tanrıya sığınırım ‘ derdi. Ölümün vaktimi olur Tanrı aşkına ! Evet olur yaşamı devam ettirecek bir bedene sahip değilseniz ölüm olmalı .Hani bazen ölüm kurtuluş olur. Gelince bir yük kalkar geride kalanların üzerinden yerini
Ülkücü,Devrimci geçmiş onyıllarda ülkede karşıt görüşler olarak ortaya çıkan bu kavramlar birbirinin zıttıymış gibi algılandı. Sağ yada sol düşünce arayışında karşıtlar olarak toplumsal yaşama girdi. Tabiki bu haliyle bir yanılğıydı .Ülkücü yada devrimci görüş aslında birbirini tamamlayan fikirlerdir. Birisi ulusu ve onun yüceliğini öncül görür. Digeri tüm halkların eşitliğini ve birlikteliğini öncüller. Bu iki kavramda kendi içinde tutarlılık gösterir.Karşıt değildirler tamamlayıcıdırlar.Günümüzde ulus kavramanı ve onun idaal arayışını görmezden gelmek pek gerçekçi olmayacaktır .Vatan töre inanç bağlılık hepimizin özsel içeriğidir denilebilir. Bunun yanında emeğin kutsiyeti hakkın ifası eşitlik insanca yaşamsal katılım görmezden gelinebilecek değerler olmamıştır.Toplum tüm gereksellerini dikate almak durumundadır.Çagdaş yaşamın enerjisi bu gerçek üzre olgunlaşır .Toplumun kültürel sürekliliği kültürle oluşur.ortak amaçla belirginleşir. güncel halkın yaşamsal gerekçeleride değişime açık olmakla ilgili bir durumudur.Devrimci bir mayası olmaldır. Kabullenelimki böylesi bir sonuçta devrimve ülkü birbirini tamalayacaktır.Hepimiz bir ülküve devrim etkenseliginde varsallız diye düşünmeliyiz.Toplum çok geniş bir kavramdır kalıplarını geniş tutmak sağlıklı olacaktır diye yorumlayabiliriz.
Bulvarın üzerindeki en eski resmi bina olan postane binasının önünden geçerken daim içimi bir hüzün kaplar.
Kanserden ölen ablam bu kurumda çalışıyorken bu kurumu hayatımıza girmişti. Sonraları bende aynı kurumun emekçisi olunca beşkatlı giri boyalı bu bina ) bizim mabedimiz gibi bir saygıyı içimizde yaşamımıza sebep olmuştu.
Hangi şehirde olursanız postane önlerinde kalabalık insan yığınlarını görürsünüz. Orda şehirlerin gizli buluşma renkleri insan yüzlerindeki çizgilerde daha bir belirginleşir.
Şehre yakın bir kırsalda dar bir konutta ömür tüketmek ne kadar anlamlı olabilirdi. Etrafında birkaç meyve ağacı olan yetecek suyu olan elektirige güneşle ulaşılan bir kırsal yaşam. Kapıda bir Anadolu çoban köpeği (yada kangal ) evin içinde size yoldaş olan bir kedi . Bahçede dolaşan kümes hayvanları .Mavi boyunlu tavuş kuşları. Ve sizin ruhunuzdaki sıcaklığı daha bir alevlendiren bir yol arkadaşı. Çok değil sizi ekmeğe ulşatıracak kadar bir maddi güç . Evin kapısının girişinde küçük ahşap bir kitaplık. Birkaç kitap hiç kullanmıya gerek olmazsada birkaç kâğıt ve kalem . Öğlen sonraları kapınızı çalan gök yüzü kadar aydınlık yüzlü birkaç arkadaş. Hayat bu olsa gerek.,
Yüksek sıtandlarınızı sizin mali gücünüz değil ,usunuzdaki bilgi ve donanım belirler. Araştırmak sorgulamak sunulanı değil olması gerekeni kavramak .Evrensel düşünmek ve katılıma açık olmak .
Demikrasi birilerini seçmek değildir. Demikrasi yönetimde paydaşta eşitçe hak bulmak olarak görülmelidir. Çogulcu demikrasi katılımcı bir içeriğe sahip değilse orda çoğunluk despotçası gücü zehirleyebilir. Bilgi kıttır ama gereklidir. Cehalet çoğuldur ama katkısı yoksundur !
Her şey paylaşmayı becerememizden oluyor. pastayı birileri kendi sofrasında tutuyor.
Tanrı gereklidir çünkü biz yorgun ve bezginiz yaşam bize rahatlık vermiyor. Halk kitleleri düzenin sömür çarklarında tanrıya sığınıyorlar ! Tanrı onlara cenneti vaad etti. Onlarda bu dünyadaki tüm umutlarından vaz geçti. ve ölümü bekledi !
Özledim bag bozumlarında umut salkımlarını yüreği sevgi ateşinde kadınları aradı gecem. Yitik ömürlerde ardıl kalan bir hasretindi senin . Onuda kabullenmeye takatim yetmedi. Sen beni hiç sevmedin biliyorum. Haklısın bende sevemedim kendimi .Yorgun hırçın ve çulsuz bir ömrün sahibi oldum hep. İçimde devrimci özlemler . Artık anlamalıyızki ilkel bir sömür çarkının içinde ömür tüketiyoruz.
Ah şu makam sahipleri ölüm sizide bulacak .Unvanlarınız mevkilerinizin basitliğinde ruhlarınızın ızdırabını sizlerde yaşayacaksınız.
Düşünebilmek ve merak etmek .İkisi yanyana gelince bilim öncülünüz oluyor. Bu birazda istemekle ilgili bir durum.
İyi olmak amacın ana gerekçesi olmalıdır. Duygular bizi aslında hep iyiye götürür: Şartlar ve toplum o iyiyi törpüler geriye birey ve toplum çatışkısı kalır.
Kimbilir belki bu ülkede özgürlük çiçeklerinin açacağı günler yakındır ,benim ölümümüm yakınlığı gibi . Özgürleşecektir ruhum. yoldaşlarım gülümseyecektir ölümümde özgürleştiğimi düşünüp.Bir kızıl elmanın yolunda yeşerecektir ülküm.
Nasıl özlüyorum bir bilseniz. bir sabah vakti bir yufka ekmeğin bulunduğu çay sofrasını .Toprak damlı bir ev düşlüyor ruhum damında güvercinler besledigim.
Kültür ortakça yaşamdan beslenir .Yanlızlıkla olgunlaşır . Sende öylesin önce çoğulumsun benim. Sonrası olgunluğum.
Her şey geçicidir .Geride bir üzdüşümü kalır yaşanılanın ! Birde kök hücreler kalır toprakta .Esmer kadınsı şehvet balık eti bir köz olur tende. Gülmek acılarına kavganın devrimci bakıştır ölüm geride bırakıktıklarını mahkumlaştırır.
Çekip gidince bitermi sanırsınız dertler. Heybende asılıdır derin karanlığı beklenenin. Çok kadınlar sevişir umutla çok erkekler mazlum dolaşır o köhne emekçi kahvelerinde. Ülkem acılı ve yorgundur bilirim. Sisler kaplamıştır yüreğimi ülküdaş hüzünlerin. üregim beni terk etti.
Yaşamın tüm kötülükleri kendimizden kaynaklnıyor. Tüm sömürü düzenlerini biz insanlar kurmuşuz. Unvanların makamların paranın gücün kölesi yaradılışımızın değil .Kurdugumuz rezil düzenin bir sonucu . Böyle bir rezil hayatı yaşıyorsak kaderi değil kendimizi suçlamalıyız.
Tanrının tüm buyruklarını yüreğime nakış gibi işledim. Yüregim beni terk etti. Sonra bir akşam alacasında bir yosma belirdi usumda kılçık gibi sözleri vardı yosmanın geçmişten gelmiş gibiydi. Bana aşkı sordu .Anlamadı hastalığımı benim. İnce topuklu kadın askerler gökyüzündeki kara bulutları kovaladı .. gökkuşağı kayboldu yağmurların arkasında.
Fabrikalarda kara gözlü kadınlar hayeller kurdular süt akıyordu memelerinden umutlarının. Bir üzdüşümdü yaşam.Öncü olanlar düşünmeyi öne çıkartanlar olmalı ,ömrü uzatamaya çalışanlar değil. Ne derece ömür uzarsa uzasın yine eksik ve kısa olacaktır. Ozaman düne takılmayalım yarına bağlanmayalım günü avuçlarımızın içine alalım. Sonsuzluk beyinde başlıyor. Düşünceniz kalıplar içinde değilse siz demirparmaklıklar ardında bile olsanız özgürlüğünüzü yaşıyorsunuz demektir. Gelin beynimizi özgürleştirelim renkli izdüşümler düşürtelim sözcüklere.
Tanrı insanlardan vaz geçmiş gibi .Koca dünyada herkes kavgalı herkes mücadelede. Açıkça kabullenelimki Türk kültürü hızlı bir düşüşün sıkıntısını yaşıyor.Deger verdiğimiz her şey çatırdamakla meşgül. Artık sakınılacak bir yanımız kalmadı denilebilir.Yinede biz türklerde içimizde bir yerlerde yeni tohumları yeşertmeye kurak toprağı ıslatmaya müsait öz varlık saklı duruyor gibi. Görüyoruzki okullarımızda öğretilenlerin bir çoğunun gereksizliği bilinmekle birlikte öğretilmeye devam eder durur. Çünkü karşı koyacak bir eylemi hiçbir görüş ortaya koymaz. Düşünmeyi öğretmek gerekliliğini anlatmak bataklığa adım atmak gibi bir riski taşır.Herkesin herşeyi görmezden gelmesi bu sürecin sonucu olsa gerek . Kabullenelimki putları yıkamıyoruz. Özgür değiliz çünkü.Bu dünya gözle görünür olsada karanlıktadır.
Tanrı inancın odak noktası .Yaratıcı ,mulak güç,büyük enerji tasviri mümkün olmayan varlığı her zerrede hissedilen. Tanrıyı bize tanıtan (arapça Allah. ) kuran,dır kuranı okumak anlamaya çalışmak ondan istifade etmek temiz akıl sahipleri için bir zorunluluk olmaktadır. Ölüm var .inanç var.
05 ocak 1977 .lenf bezleri normal yapılarını kaybetmiş lengron tipi dev hücreler oluşmuş. ! Hoş geldin çaresizlik.Ankara tıp cebeci radyasyon onkolojisi . Posta memuresi fidan ablamın hüzünlü hayatı başlıyor.
29 mayıs 1978. Endüstri meslek lisesini bitirdiği yıl yaşamın başladığı yıl oldu . üçgün sonra çimento fabrikasının çarkları arasında bulmuş oldu kendini . Karşıda mardin şehri taş evleri dar sokakları ve yüzyılları önüne bir sofra gibi koyan kültürel devinimi. Hani şu karşıdaki yola devam etsen diclenin kıvrımlarında çekip varsan karabazal taşlı evlerin misafirliginde Diyarbekir olsan surların dibinde bir kürsüye yumulup bir çay yudumlasan belkide kaybettiklerinin acısına bir melhem olur. Yada azgınlaşır duygular. Ankara olur ruhun sıhhıyede bir simitçi kaldırım kenarında yorgun devlet memurları geçmişten kalan kara ruhlar gibi bezgin.
Düşünsenize birlikte yaşadığınız. sohbetler ettiğiniz .Yaşamı yorumladığınız.Bir tanıdığınızın öldü diye haberini alıyorsunuz. Yaşam anlamsızlaşıyor . Aslında ölüm aniden gelen bir sonuç değildir.Dogumumuz bizim ölümümüz olmaktadır . Süreç doğumla başlıyor . Aslında kutsal kitaplara baktığınızda odak noktası yaşam oluyor (incilin yaratılış bölümü ) kutsal kitap kuran,da yaşamı yaşamın nasıl yaşanılması gerektiğini açıklayan öğütleri içiriyor. Peki tüm canlılar niçin ölümlüdür. Yeni doğanların ruh kimliklerinin onlarla bir bağlantısı olabilirmi. Bireyler dogup yaşayıp ölürken ruh yeni bedenlerlemi dünyadaki varlığına devam ediyor . İfade etmeliyizki islam bilginleri böyle bir görüşü kesinlikle red eder. İslama göre ölüm gerçekleştiğinde ruhun bu dünyayla irtibatı söz konusu olamaz. ruh ara bir alanda kıyametin kopmasını (ahiret ) gününü bekler. Kutsal kitabımız kuranda yeniden dünyaya dair dirilişle ilgili bir yoruma götürecek herhangi bir ayet söz konusu değildir.Ölümde ne olur ? beden tüm reflekslerini kaybediyor ! Sonrası beden çürüme boyutuna giriyor. Toprak o çürümüş bedeni bağrına alıyor. Sonuçta ölümü bir dönemeç olarak kabul etmemiz lazım .Ölüm inançkarlar için bir düğündür denir. Bilinmezligiyse bir facia !
Şiir nedir şiirin romandan farkı çok keskindir. şiir rijittir. direk konuşur sizinle romansa kahramanlarını konuşturur. Roman önemlidir şiirse gerekli.
Yaşamak büyük bir kavganın adıdır. Bilinç ister .Işik ister. İzdüşümdür yaşam bazen kara bazen kırmızı bir sıcaklıktır.
Kahverengi bir kadın sevdim toprak gibi beni koynunda saklıyan. Ekmeğini paylaşan. Adı anne olan . Bıraktı gitti beni sonrası açmısın diye soran hiç olmadı .Hiç ısınmadı yüreğimin ayazları.
Keskin esmer bakışlı bir umuda tav olmuş tüm acılarına kült kimsesiz ama çoğul bir kadın.
Bana hikayesini anlattı nar çiçeklerinin çokça açtığı bir köyde dogmuş.
Orta avrupada bir yerde . dedeleri anadoludan göçmüş oralara sonra tifliste bir okulda öğretmenlik yapmış .(yada yok öyle bir şey benim uydurmam olmalı )
Ankarada bir kadındı o . cebecide bir sokakta kırmızı bir şemsiye başının üstünde onunla dikimevi postanesine kadar yürüdük. Ömürce sürdü bu yüremek ruhumda.
Biliyorum ankara üniversitesinin hastane koridorlarını cebecide radrasyon onkolojisi ve bent deresinde kerhane
Karşıda bir giri kapılı magiros dolmuş. Vakit akşam üzeri ölenler ve kalanlar aynı yer yüzünde.
Gece geç vakit bir tiren geçiyor demir yolundan. Kırmızı kiremitli apartmanın dar balkonları ve yıldızları gökyüzünün ortalıkta salınan. Bir polis otosu köşe başında yorgun yüzlü ünüformalı memurlar. Ve ışıkları yanıyor cebecideki genel cerrahi kıliniginin .ışıklar ağlıyor yanlızlıgıma.
Toplumun dayatmalarından kurtulabilmek için kendimce çözümüm hayal kurmak oluyor.
Yaşamda zaten bir hayal yansıması degilmidir.
Bana hiç aşık oldunmu diye sorduklarında yanıtım gerçekçi oluyor. Evet zaman zaman kendimi hasta hissetmişmidir.
Azla yetinmeye alıştığınızda çıkarca bir bolluğun size sadece ızdırap vereceğini daha iyi anlıyorsunuz. Buna yaşamsal bilinç yansıması diyebiliriz.
Ölümler varya ölümler keskin bir kılınç gibi yaralıyor ruhunuzu. Bu yaranın bir melhemide yok. Ne yapabilirizki bizde zamanını bekliyoruz içimizdeki korkuyu tökezletecek o meçhul yolculuğun.
Tıbbı onkologa pankreas problemli bir organ dedim ! onun hücrelerinin isyankârlığı zor oluyor ! Öyle düşünmediğini söyledi. Sonra birlikte çalıştığı hematoğ pankresının azizliğine uğramış ! Üzüldüm keşke hayelleri gerçek olsaydı o tıbbi onkologun. Öyle olmadı .
İki + iki = 5 Bunu kabullendinizmi siz kalıpları kırmış bir entelektüel bir insansınız. Ne demek entelektüel toplumun genel kültür yapısının ötesinde birşeyler düşünebilen görüş açısına sahip kişiler olarak düşünülebilir.
Birey kendini bilen kendini tanımlayan beklentilerini pilanlayan .Kendini toplumun bir paydaşı olarak gören. içsel olarak kendi olan fert. Bizlerin sıkıntısı gerçek anlamda birey olamamakla ilgili bir durum. Herşey oluyoruz ama kendimiz olamıyoruz. Birşeyleri ya red ediyoruz yada sorgusuzca kabulleniyoruz .Bizden istenenin mahkumu oluyoruz. Toplumsal çatışkının ve sömürünün beslendiği içsel durum bu olsa gerek.
Yaşamı tek bir idoloji ifade edemez,yeterlide olmaz. Bu durum sizi yaşam boyu arayışa mecbur bırakır. Bu durum sizin dik bir duruşunuz olması gerektiginide ortadan kaldırmaz. Herkesle uyumlu bir kişiliğiniz varsa sizde kişilikten sözetmek mümkün olamaz. Yaşam çatışkıların bir bileşeni degilmidir.
Yaşamın tek hükümdarı ölümdür. Ölüm aklı baştan alır. Çaresizligin derin çukurunda sizi bilinmezliğe taşır. Ölümün olduğu bir dünyada malmülk peşinde ömür tüketmek kadar ilkelce bir dürtü yoktur insan denen varlığın ruhunda. Düşünsenize ihtiyaç fazlası bir mülkiyetin size verebileceğini sadece hiçlik.
Yaşlanıp ölüme yakınlaştıkça içinizde bir korku olur. Üzülürsünüz geçmişe bakınca yanlış yaşadığınıza. İyi çocuk olmak için birilerini memnun etmek için bir ömrü harcadığınıza . Mutlak bir işiniz olmuştur .Ekmeginizi kazanmak için .İhtimal yılgın bir evliliğiniz. Kirasını ödemede zorlandığınız o kireç badanalı iki oda bir mutvak ev. Basmadan perdelerini kapatırdınız gece olunca. O zamanlar işten dönnüce akşamları yorgun ve mazlum. Burguldan bir aş gelir önünüze yer sofrasında. Erkence uykunuz gelir serilir yer döşeği. Kapıda köpeğiniz fındık bekler gece boyu karanlığı . Karşıda ışıkları yanar sarı apartmanın avizeleri parıldatır odayı .O sarı saçlı esmer kadının cilveleri bir başka olur erkeğine. Erkegi bir bankada şube müdürü. Hediyeler alır doğum gününde sarı saçlı yosmasına.
Hani özgürlük tüm insanlar içindi . tüm karabakışlı çocuklar severdi çikolatayı. Lastik tokalı genç kızlar nakış işlerdi penceresinde hayatın. Sonra ne oldu biliyormusunuz rezil kapitalizm ve doyumsuz yalanları sokakların. Kaçıp gitti esmer bakışlı sarı saçlı yosmaların elinde hayat. Biliyormusunuz kadın olmak zordur. Erkek olmak olabilmekte.
Sabah yine balkona geldi bizim o yoldaşımız kıl kurruk kedimiz. miyavladı içeri girmek istedi balkon kapısından .Tüyleri dökülüyor diye alamadım içeri .Miyavladı anlattı bana sitemini geldiği gibi balkana komşu yeni dünya ağacına atladı ve indi aşağılaya. küsmüştü bana benim kendime küstüğümü bilmeden. Hersabah işe giderken küfürler ederdi anasını sattığı kaderine.
Kabirliklerde sessizce yatan ölüler .kemikleriniz kalmıştır şimdi toprağın altında. Siz yokkende ışıkları yanıyor şehirlerin . Politikacılar nutuk atıyor. Yine yosma kadınlar histerik bakışlarını gezdiriyor korku belası . Özgürlük sözda kalan bir yalan. Yine yorgun sözcükler yanlış hikayeler anlatıyor.
Bilirdikki ölüm geri gelmez acılar bırakır yürekte. Yapılabilecek başka birşeyde yoktur kabulleniş ruhunuza sinsi bir rutubet gibi yavaş yavaş siner. Artık ötede bir yerlerde sizi bekleyenizi vardır mutlaka. Tüm ülkelerim bag bozumuna uğramış gibidir. Ölüm gelince otağa. çiçekli tül perdeler saklamayı beceremez acıları o loş odasında yanlızlıgın.
Herşey bir gece ansızın uyandığında karanlıktaki o beyaz bulutu görmekle başladı .Bulut odanın karanlığında usulca duvarda yer degiştiriyor. Yavaş yavaş odanın tavanına doğru yükseliyordu. Gözlerini kapadı tekrar açtı tekrar kapadı tekrar açtı .Gördügü o karmaşık meçhul beyaz bulut kümesi daha bir belirginleşmiş dağınık halceden bir top gibi yuvarlanmış öylece duruyordu. İçinde bir güç var gibiydi. Sanki bir ruh yada tarif edilmez bir durum. korkuyla endişe yerini merak duygusuna bırakırken . kendini toplayıp yataktan çıktı kapının girişindeki elektirik düğmesine bastı . Beyaz bulut yerinde yok gibiydi herşey normal görünüyordu. Gözü pencereye iliştiginde beyaz renkte dumansı bulutsal olguyu gördü .Sanki ordan kendisine bakıyordu .Birkaç dakika geçmiştiki o beyaz dumansı bulut gerilere çekildi . ve gözden kaybolup gitti. Neydi bu niçin odasına misafir olmuştu. dakikalarca niçin kendi izler görünüyordu. Nerelerden gelmiş nerere gitmişti. Odanın ışığını kapatıp yatmaya çekindi . İçinde anlatamadığı bir korku yeşermişti. Odadan çıkıp salona geçti. Evde kimsenin olmadığı bir anda bu neydi ne olabilirdi. Herşeyin maddeyle anlaşılmaya çalışıldığı bir yaşamda bu yaşananların içsel devinimi ne olabilirdi. evin girişindeki aynalı dolabı açtı . ordan gözüne kestirdiği bir kitap aldı. orta yerinde bir sayfadan okumaya başladı .Elindeki kitap belkide beşinci kez okuduğu bir deneme kitaptı. kitabı okumaktan vazgeçti kitabı masanın üzerine bırakıp mutvaga geçti su ısıtıcıyı çalıştırdı . kendine bir çay demledi. Pencereye baktı dışarda gün ağarıyor sabah oluyordu. Bugün bir mayıstı işçi avuçlarını bir müddet inceledi. altmışlı yaşların yorgun yolcuları gibiydi elleri .Dört atın çektiği bir toprak yolda yürüyen posta arabası gibiydi ömür. Nerede duracağı belli olmayan bir göçer yolculuğa mahkumdu yüreği. Belkide zaman yaklaşıyordu beyaz bir bulut olup akıp gidecekti umut.
Birey sevilmeyi arzular tabi ,önemsenmek ister. Yinede bilirizki derdimiz sevilmekten öte anlaşılmak arzusunda beliriyor.Kendini ifade edebilmek. Genelde menfaat çatışkıları size bu şansı vermeye biliyor. Asalak hamam böcekleri sinsice sizin nefesinizi kesmeye çalışıyor.
Kendime bir yol çizmeliyim . Bu yol düz bir yol olmamalı .Alışkın değilim ben su gibi akan bir huzurun yeşettigi ovalarda gezmeye .Ben kıraç dağların deli dolu suların taşlı dikenli yolların yoldaşı olmalıyım. Yoksa daha bir incinir üregim. sözcüklerim daha bir acı verir umuduma.Seni özlememiş olurum ozaman . Baharı hiç tanımamış .Kadınlarla hiç yatmamış olurum . loş odaların kirli şiltelerinde. Paytonlara binip dar küçelerdem gizlice kaçıp ürkek yüreğimi herecanlandıran Diyarbekir kerhanesinde .Bir cümbüşün tellerinden çıkan o sevda dolu tınıları hiç duymamış olurum.
Her gece sen varsın yanımda .Kırmızı bir ruj havluya sürüklenmiş. Bir şiir yazmış bırakmışssın masada . Kapıda bir yanlızlık var. gitmiyor.
Birini kaybetmenin korkusunu düşünün. Artık onu göremeyeceksiniz .Onunla konuşamayacaksınız. ona birşeyler anlatamayacaksınız. O sizi bu koca dünyada tek başına bırakıp gitmek zorunda kalmıştır.
En nefret ettiginiz kişilerle kuzu sarmaşı yakıncalaştıgınızı düşünün .Bundan daha büyük ızdırap olabilirmi. Ah keşke benimde sığınacağım bir köyüm olsaydı. Babamın küçükken bırakıp geldiği o zamanlar sovret sınırları içinde kalan batumun kırsalındaki kedayı merak eder olmaya başladım. Gidip orda kendine küçük bir arazi alamak .Ölüncede o tarlanın kenarına gömülmek. Ama öyle bir cesarete sahip değilim.Şimdilik etrafımdaki solucanlara serçe kuşu muammelesi yapmak daha uygun olacak gibi. Ömründe bir kitap okumamış dag gibi cehaletlerinin ardında tünemiş barkuş gibi yaşayanlarla aynı gökyüzüne bakmanın zorunsalını kabullenmek mecburiyetindeyim.
Hayatta sizi mutlu edecek yada felaketi yaşatacak olan ne yoksulluğunuzdur nede gurbet.Size bu hayatı zehir edecek sadece yanlış insanla yaptığınız evliliğiniz olabilir. Bu kadın yada erkek olmaklada ilgili bir durum değildir.
Orda bir ağaç yoktu oturduğum apartmanın şöyle elli yıllık bir taş konmamıştı sokağına herşey benimle gelmiş gibi eğreti ve ilkeldi. Çok namuslu gözüken erkeklerin çok namussuzca yanaştığı kadınlar dolaşıyordu kaldırım taşlarına arkadaş olup. Bir fabrikalarda çalışan işçi kadınlar kalmıştı utangaç ve ürkek.
Herşey insan varsa anlamlıdır. Özgürlüğüm sana bağlı olmakla başlamıyor. Sana elvada ben yokum diyebilmeyi becerebilmeliyim. Yada sana koşmalısın benim günahlarımın ardından . Tüm tabularını yıkıp duvarlarından atlayıp özgürlüğün ovalarında buğdaylar yetiştirebilmeliyiz seninle.
İnsan denen canlının katlanmak zorunda olduğu en büyük mahkumiyeti şüphesizki ölümdür.Düşünüldügünde ölmün katlanılması zor bir sonuç olduğunu kabullenmiş oluruz.Yaşamın içinde birl ikte olduğunuz bir yakınınızın bir arkadaşınızın ölüm haberini duyduğunuzda ne hissedebilirsinizki. Kaskatı kesilmiş bir ben ve çürümeye oldukça hevesli ayazda duygularla sizi çaresizliğe mahkum eden bir sonuç.Birlikte yaşanılan bir dünyayı istemeden terk edişin agır tıramvası .Bir ömrün bitişi toprakta çürümeye terk edilişi.İşin ilginci bu gerçekliği yaşamda sık sık gözlemlemiş olmakla birlikte bu dünyayı sonsuz gibi algılamak. Makamlar sitatüler isimlerin önündeki unvanlarla kendine haz yaratmak. Yaşanılanı kıyısından köşesinden devşirip sözcüklere tutturabilmenin umudu olsa gerek yazmak .Edebiyat bunun için olsun gerekli degilmidir. Çorak bir toprağa tohumlar atmak duyguyu ötelere emanet etmek .
Tüm kadınlar ve tüm erkekler günahlarında yıkanıp daha bir kirlendiler. Sonra kendilerine röller biçtiler. Çok korunaklı kadınlar erkekleri ölünce yalnız kaldılar bu dünyada. Agızların tanrı hiç eksik olmadı birilerinin çaldılar tüm umutlarını güneşin.Tanrı onlarla baş edemedi. Acaip şeytansı bir şehvetti yalanları . Tüm devrimler cesaretle yaşayabilenlerindir. Korkakların değil. Tanrı biliyor onları onlara görevler veriyor. Sonra nehirler ıslatıyor toprağı dünya denen bu geçici cennette. Şeytan cehennemleştiriyor.Biliyormusunuz bir kar kuşuna sorsanız hiç anlam veremiyordur makamlarına unvanlarına insan denen varlığın.Neyseki gece var tüm umutlarını saklıyor o ak memeli anaların tülbentlerinin altında.
Daim bir arayışın sisleri arasında olan toplumların bireyleri ‘olmak ‘ filinin kıskacında takılı kalırlar. İyi insan olmak iyi dindar olmak iyi eğitimli olmak iyi yaşamak.iyi görünmek .Bu iyiler hiç bitmez. Çöp tenekelerinden dökülmüş bilgilerle alimleşen cehaletin rutubetinde tükenip gittiğimizin farkında bile olmayız.Ömürler böyle geçer.
Güneşin kendini göstermediği bir zaman diliminde sabah yakın olacakki minareden ezan sesleri misafirim oldu. İhtimal şehrin kabirliklerindede sakinceliklerinde rüzgar hışırtılarını saklıyan selvi ağaçlarının altındaki ölü ruhlarıda ezanı dinlemişlerdir.Yaklaşık kırk dakika sonra dünya mekanının güneşle hoşnutluğu ihtimal yeniden başlayacak .Yorgun kadın bedenleri tümce namuskar zırhlarına bürünüp doğan günü karşılayacaklar.
Büyük bir sessizlik var bu dünyadaki kahredici haksızlıklara karşı ,Artık suskun ve yorgunuz !
Öldü tüm bilgilerime göre öldü. Ya bilmediklerimiz ne.Topraga verdiklerimiz ne oluyor. Tanrı onları hesabamı çekiyor. Ah o varlık halimiz her daim görecelimi. Yaşam dedikleri ne olabilirki..bana söyle sen.
Sınırsız kapitalizim sovretler birliğinin dağılması sonrası kendini dünyanın tek hakimi gördü. Sömürünün doruklaştıgı emeğin yerlerde süründüğü. bir dünya düzeninde camları kırık evlerin ayazlara mahkum bıraktığı yetim çocuklara döndü insanlık . Sovretlerin yıkılması sınıfsız toplum iddasının çözülmesi Dinin yoksul kitlelerce ölümlüğünün gerekçesinin ötesinde sömürü çarkına döndürülmesi .Din milliyetçilik ulus devlet emek sermaye ilişkisinin karmaşık bir olagarşiyle harmanlanır olgusu ülkeleri ve bireyleri yılgınlığa öteledi. Şimdi mutsuzuz kapitalizm bedenimizi doğamızı sömürmekle kalmadı ruhumuzuda tüketti.Bizi biz yapan tüm değerler aşındırldı.Para saygınlık aracı oldu.Kişiliksiz ruhlar öne çıkar oldular.Ülkemize baktığımızda dış sıcak paranın besledigi üretimin emeğin ve toplumsal gerçekçiliğin yitikleştigi bir belirsizlikle kitlelerin yorgun ve bitkin düştüğünü rahatlıkla gözlemlemiş oluruz. Hiçbir din hiçbir yöneliş böylesi bir sömürü düzenine çimento olmamalı diye düşünmeliyiz. Ezilen horlanan ömürleri sınırlı bireylere kanatkarlık telkin etmek doğanın kendisiyle çelişen bir durum olmuyormu. Yaşamak böylesine çetrefilli olmamalı.
Kendini düşünen tüm elmaları kendi sepetinde görmek isteyen insanlar kötüdürler.Birde rezil bir cüretkarlıkları vardır.
Zaman afaki bir kavram ömrün büyük bölümünün geçtiğini hatırlata dursun.Gecegi bilemiyoruz. Ülkede güçlü ve keyfli azınlık nüfusun onda biri .Unvan ,para ,mülk sahipleri. Bu kişiler en cüretkar kümelerin başına çöreklenmişler. Halk kitleleri günlük yaşam mücadelesinde .Dört çeker milyonluk ciplerle dolaşanlarla belediye otobüs duruklarında bekleşenler aynı ülkenin yurttaşları. Ömürse geçip gidiyor.Gülümsemeyi unutmuş bu ülkenin çiçekleri.Kadınları yorgun. Mahçuplaşmışlar kadınlıklarında Analar köhne kaderin mahkumiyetindeler. Yaşamak bu olmamalı.
Mantık sezginin önüne geçer. Yanılgıyı nötürleştirir. İnsansa her şeyi kendi arzusuna göre yorumlar. Tanrı bizi kutsayacak .Hesaba çekecek . Toprakta iki melek gelecek bize sorular soracak .Tanrı azaplarla bizi kabirde közleyecek ! Bu varsayım (inanç ) içsel olarak bizi bu geçici yaşamda etkileye dursun. Kutsal kitabın bildirdiği (kuran ) hesap günü ölüm gelincemi başlıyacak . Yok ölüm sonrası ruhlar beklemede kalıyorsa hesap günü öncesi mükafat yada azap olasımıdır. Ruhlar kabirlerle içselliklerini nasıl oluşturacak .Ölüm ruha özgürlük verebilirmi.Yoksa onu kıskacamı alır.Fakirlik kadermidir. Toplumsal sınıfsal farklılıkların tanrısal buryugu ne olabilir. Kader sizi yokluğa hastalığa mahkumlaştırmışsa ve siz buna engel olacak iradeye sahip değilseniz yanılgı nerde başlıyor .İnanç bir gerekçemidir yoksa bir avuntumu.
Düşünce öne çıktığında akıl bize ölümü ötesini önemsemek yaşamın sınırlarını anlamaya çalışmak .Evrenin yüksek ahenginin gerekçesini görmek gibi görevleri önümüze koyabiliyor. Mükemmel yaratılmış olan insan denen varlık. ölüm sonrası kendine bir çizgi belirliyorsa bunun adınada inan ve metodunada din diyorsak .Dini görmezden gelmek güneşe perdeleri kapatmak gibi olur.Burda şu görüş öne çıkar maddesel dünyayla mana alemini nasıl içselleştirebiliriz.Burda süreç dengeyle ilgili bir durum.Bireyin toplumsal yapıda yaşamını kolaylaştırmak eşitlik hak paylaşımda arayışa geçmek kendi varsalının bir gereği olacağına göre ölüm sonrası anlamaya çalışrken yaşamı örselemek yaradılışada ters olmuş olacaktır.Bireyin insan olarak en önemli özelliği düşünme yetisidir.Düşünmek ve düşünceyi eylemleştirmek. İnançkarla bu gerçekle davranamadıkları sürece ömürler hep hüzünlü ve yaşamlar yetim kalarak var olacaktır.İnanç gereklidir inancında özselinde düşünme becerisi var olmalıdır.Sorgula ve gerçeğe erişmeye çalış.
Dogrusu düşünmekte tek başına yeterli olamaya bilmektedir.Düşünme doğru olmayı içine sindirebilmelidir (mantık ) sezgi arayış ve olasılık .Yaşamı nehirlerde yalpalamadan götürecek güvenli sağlam kanolara benzetilebilir. .
O bazal kara taşlı şehrin esmer kadınları. O umutsal uçurmaları güvercinlerin damlarda .Özgürlük bir haykırıştır dağkapı meydanında .Biliyorum ben seni sevdim kavun içi bir sıcaklığın renginde adın şiirdi senin. Yagmurlar yağıyordu ölümlerin üzerine.
Biliyoruzki bugün dünden farklıdır bugünde gelecekten farklı olacaktır. Bu farklılık teknolojik bilimsel ulaşılabilen yeniliklerle zorunsal bir sonuç olarak ortaya çıkmaktadır.Günümüz toplumu dünün toplumundan farklı bir konumdaysa yaşam algılarınında degişimsel olması kaçınılmaz görünmektedir. Özellikle kutisyetini önemsediğimiz dünden gelen verileri güncel zaman bileşkesinde yorumlamak gerçekçi olacaktır.Öz sabit kalabilir kaynak baki olabilir ama öne çıkanın güncel metoda katkı vermesi esas olmalıdır. Burda anlatılmaya çalışılan görüş dinsel köktenci uygulamaların sorunlu olabileceği düşüncesidir.Kaynak özgün ve kabul görür olmakla birlikte yorumsal yansıma heleki zaman süreçte uygulama şablonlarları günümüzde kabul görür bir gerçeklikle olamamaktadır.İnsanlık her bilgiden kendine bir değer katar. Ama insanlığı ilerleten muhafaza etmenin ötesinde yeniliğe açık olmasıdır.Hayatın her alanında olurluluk içselinde yenilenme medeniyetin ana dinamigidir.Bir kez daha anlamalıyızki her şey gerektiği kadar.
Sürekliligi olduğunu düşündüğümüz zaman dönencesi dün,bugün,ve gelecek olgusunda bizi yönelte dursun dünün (geçmiş )arayışları içimizi hüzne boğuyor. ‘ bir zamanlar birlikte olduklarımın hasreti kemiklerimin iliğini yakıyor ‘ diyen bir islam alimini hatırlıyorum . Evet kemiklerimizin iliği yanıyor yitip gidenlerin yokluğunu düşündükçe. ‘Zamanı tanrı yaşar insan oglu ölümü yaşar ‘ der bilge kağan. Nazım hikmetin dediği gibi ‘ mektup yaz telgıraf çek ölüm uslandır beni ‘
Yanlış olmak nedir. toplumun yapı taşı olan birey (insan )nasıl yanlış olur ! Yanlışlığını nerden alır.Birey toplumla şekillenir toplumu şekillendirir ikinci durumu biraz pasifizedir. Aynı amaca ve aynı arayışa uyumsallaşmış bireyler kümeleri oluştururlar. Partiler ,cemaatler ,daha geniş bir açıda tarikatlar (takipçiler izleyiciler ) Birde seküler durum vardır.Tüzel yapılar bunların başında devlet gelir. Kurallar yaptırımlar metodlar.Biz burda birlikte bireyi anlamaya çalışacağız.
Birey tolum içinde ihtiyaçları olan arzuları olan beklentileri olan işin kötüsü güçlü bir ‘ben ‘ e sahip olan canlı bir varlıktır .burdaki canlı deyimi biyolojik yapısının ötesinde hareketsel eylem algısı öne çıkmalıdır.Birey çok şey ister .Toplumda az şey vermeye göre kurgulanmıştır. Her bireyin temel ihtiyaçları arzuları istekleri vardır.Toplum bu istekleri biçimlendiren baskılayan ve yaşamı sakinleştiren kurallar armanisini bize yansıtır.Bireyin toplum içinde gönlünce yaşamak istemesi oldukça doğal o derecede çatışkılı bir sonuçtur.Doganın bir parçası olmakla birilikte birey günümüz toplulmunda doğal varsalının çok ötelerine taşmıştır.Günümüz insanının bireysel yanılgısının temelinde bu gerçeği görmek durumundayız.Evet medeniyet dediğimiz olgu hepimizi makineleştirdi. Toplumda bundan hoşnut gibi duruyor.
Düşünme beni olurmu .Ben hazırım üşümeye yokluğunda kar taneleri üstüme yağsın .ırak çok ıraklarda bir köy evinde kestaneler közlesin yüreğimdeki yangın.İşçi kadınlar sevişsin umutla vardiyalarında hüznün.Sen düşünme beni.Ben alıştım üşümeye aralıkta. Üzerime üzerime geliyor ölüm .Aglama bana yolculuğumda.
Tanrı,ya kayıtsız bağlandım. Bunu nasıl başardım onun bana nasipledigini sahiplenerek. Tanrının (arapça Allah ) insan varlığına en önemli lütfu akıl olgusu olduğuna göre (çünkü diğer canlılarda iç güdüyle yaşamlarına devam ederler.)Akıl yetisi insana aittir.İnsan bu konumuyla doğanın efendisi durumundadır. Evet tanrıya koşulsuz bağlanmak bizi sorumluluktan kurtarmıyor.Bilakis sorumluluğu artırıyor.Düşünsenize yaşadığınız yerde bir deprem oluyor siz bu durumda çaresiz görünüyorsunuz Aslında durum öyle olmuyor. Siz tanrının verdiği aklı kullanmış olsaydınız doğanın bu kendi içselinde karşınıza çıkan filiyatta endişeye kapılmazdınız. Saniyeler içinde bulunduğunuz binanın yıkılma olasılığı sizin çaresizliğiniz bunun tek sorumlusu sizi değerli kılan akıl gerçeğini kullanmamak olmuyormu. Eger aklın bize getirdiği verileri (teknoloji bilgi ) kullanmış olsak böyle çaresiz kalmış olurmuyduk. İşte gerekeni yapabilmeyi tanrının verdiği iradeyle gerçekleştirip sonra mutlak güce teslim olmak gerçekçil olmayacakmı. Yada toplumda yoksulluğu garipliği ortadan kaldıracak yapısal verileri olgunlaştırmak gerçekçi olmayacakmı. Tanrının verdiği aklı yine o mutlak gücün iradesiyle kullanma becerisini göstermek yaşamın yaradılışının gereklili olmuyormu. Aklımda deli sorular.
Varlık işin ana çimentosu bu oluyor. Varlık nedir maddeylemi sınırlıdır. Düşünsenize katı bir ruha sahipsiniz.Yada duygu yüklüsünüz. Ruhunuzu tartabilirmisiniz. Yada onu biçimlendirebilme .Saklıyabilme. Varsınız o var olmanız sizi bireysel bedeninizle doğanın bir parçası (madde ) yapıyor.Ama biliyoruzki biz insan denen varlıkların konumu maddeyle sınırlı olamıyor.Düşünüyoruz.En büyük eylemi bu düşünce becerimizle yapıyoruz. Ama düşünceyi ölçemiyoruz ağlıyoruz,gülüyoruz,hissediyoruz,acı çekiyoruz.Tüm bunları ruhumuzla gerçekleştiriyoruz.Ruhu hissediyoruz. Burda işin içine sezgi giriyor.Sezinlemek. sezgiyi akılla anlamlaştırmak ve var olmak. Bu var oluş serüveni insan denen varlık için ruh gerçeğiyle ölüm ötesine geçiyor.Aslında sonsuzluğun içindeyiz .Tek yanılgımız dünyayı önemsemek .
Birey kendi değerlerini kendi oluşturur.Bu süreçte toplumun baskın kültürü etkiler görünsede kültüre boyun egen ruhlara sahip olan biz bireyler degilmiyizki. İnsan kendi yaşamını kendisi şekillendirme şansına sahip olabilir. Tanrı yaradışışında ona bu şansı vermiş görünmektedir.Ama nedense insan denen varlık kendi tanımak iyiye güzele olması gerekene ulaşmaya çalışmayı bırakıp yapay kurtarıcılara mahkum olabilmektedir. Yirminci yüzyıl bu yanılgıyı toplumlara fazlasıyla ödetmiş görünsede bireyin kendiyle kavgası devam eder görünmektedir. Yaşam yaşanılanı kabullenmeden öte bir kavram olsa gerek.
Bir şeyin başlangıcını bile bilsek sonucunu anlama şansımız olabilir .Ama bilemiyoruz.Dogum öncesi durumumuzu kim yorumlaya bilirki. Belirsizlik her yerde.
Ebediyet yolcusu zamanını bekliyor uzunca yaşadı .Kendince doğruları oldu büyük yanlışlarıda .Önemsedigi her şeyin önemsizliğini çok geç fark etti. Geçen her saatten korktu ölüm denen bir belirsizliğe götürecekti zaman onu. Kimbilir kaç nefesi kalmıştı. o evin köşesine diktiği dut ağacı ondan daha çok kalacaktı bu hayatın içinde. Gök yüzüne baktı gözleri yorgundu toprağı arıyordu. Artık anlamı kalmamıştı dededen kalma arazilerin yavan gülüşlerin anlamsız iç çekmelerin. Gelen ölümdü çünkü.
Ben önce ağladım göçüp gelince yaban ellere belki hüzün devşirmişti son bahar yüreğimden ben anlamadım.Tüm yalnız kadınlar yorgun bakarlar yataklarında umudun.Erkekler askerleşirler gecesinde zülümün.Yıkık kuytu evlerin bahçe duvarlarında yıkılırdı hayellerimiz bag bozumlarında. Nerelisin dediler bana gök yüzünün kapladığı her yerdendim.Biraz korkak biraz acemice yaşadım sandığımız ömür beni yetim bıraktı hikayesinde. Her şeyi yanlış yaşadık biz.Köhne gölgelerinde kaldık yalanın .Yanlış umutlara sevdalanmıştık .
Saat sabahın altısı damlataşta köhne apartmanın oturduğumuz dairesinde ahşap yuvarlak masanın üstünde ki masa üstü bilgisayardan internet marifetiyle yabancı gazeteleri okumayla meşgulken sarsıntı binanın pencerelerini çatırdata dursun yoğunluğuyla korkuyu üzerime geçirtti. Akdeniz açıklarında olduğunu öğrendiğimiz deprem yaşamın korkunç sürprizlere açık olduğun bize gösteriyordu. Bir depremde yaşadığınız binanın çökebileceği gerçeğini bilmek kötü bir duygu. Kader tedbirlerinizi alma şansı varsa sizede şans verir. Tanrı mutlak olabileceği bilmenin kudretindedir .
Çoraklaşmış bir zaman dilimindeyiz. Gök yüzü girimi giri. Yaşamaktan korkuyoruz.Düşünceyi çarmıha gerdi korku!
Demikrasinin en büyük gerekçesi eşitcil bir anlayışa sahip olduğu düşünülmesidir. Üretileni eşitçe paylaşma.Çagın gereksinmelerine kolayca ulaşma şansı .Çagdaş yaşamla barışık olma.Tüm olasılıkların ve dünya üzerindeki kavgaların gerekçesi ortak olanı paylaşamamanın yanılgısıyla ortaya çıkmaktadır. Yaşamı güvenle yudumlamak isteyen halk yığınları ulusal değerleri ve evrensel işlevselliği harmanlama becerisini gösterebildiklerinde kendine düşman aramaktan vaz geçecektir. Yaşam doğanın hükümdarlığında ülkeler oluşturur. Doganın bir parçası olduğumuzu unutmak büyük yanılgı olsa gerek.
Niçin dedi böylesi haksızları katıp heybeye tanrının önüne çıkmanın gafleti ne !
Nasıl oluyorda birde sorgulama hakkını görüyorlar.Rezil cehaletin bocaladığı ince kemikli akıllarında.Anlamak mümkün değil.
Sonra uzun bir ömrü geride bıraktığını anladı.Böyle olmamalıydı.Tanrı böyle affedermi onu bilemiyordu. Ama hep böyle olmuştur Yorgun yılkı atlarının özgürlüğü ıraklarda kalmıştır.
Çok özlemişsin anladım ,kıyısında beklediğin o yorgun teknenin hayalini.Korktum ben inceydi sözcükleri aşkın.Hastalandım.Tüm günahların içinde şarkılar dinledim devrimci şarkılar . Atlara binip giden türk akıncıları kimbilir nerelerde otağ kurdular. Daglarında katran ağaçları kurtlar uludu izlerinde ömrün.
Korkuyla merak arası bir duygu .Tüm sevdiklerim ölümle tanışmıştı .Bilmiyorum orda görüşecekmiyiz. Bekliyorlarmı orda bir yerlerde.Ruhları nerelerde. Ah üşüyorum sarılacakmı annem orda ısıtacakmı ellerimi. Maviş gözlü babam gülümseyecekmi umutlarıma.abim ablam tüm sevdiklerim. Karşılayacakmı beni oralarda.Yoksa ordadamı devam edecek yanlızlıgım.Issızlıgım karanlığım.
Agaçtan tekerleği olurdu .tek atın çektiği arabanın. Üzerinde sekiz köşeli şapkasıyla sürücüsü. Ötelerden gelirdi umut.Çocuklugum ağlardı gençliğimde. Ellerimde yorgun emeklerim. Beklerdim güneş dogsun memlekete.
Ben düzgün insanlara mahkumum. Seviyorum onların gölgelerini beni yakıcı yalanlardan koruyor. Cömertçe açılıyorum içimi onlara . Boşa geçmiş ömürler acı versede içime.
Bir yakınınızı kaybettiginizde hayatınızı kaybetmiş olursunuz.Ama bunu anlamanız yıllar alır.Sizi hayatla tanıştıran büyükleriniz tek tek yaşama veda edince bir an gelir en büyük siz kalırsınız .Önünüzdekiler sizin ardıllarınızdır.Geçmiş sizsinizdir artık. Koca bir yaşanmışlık yitip gitmiştir.Arasıra uğradığınız kabirliklere siz ölünce uğrayacak kimse olmayacaktır.Geride kalanlar hayatın içindedir şünkü.Artık muhafaza edecek bir şeyleriniz yoktur. Sele kapılmış bir tahta parçasıdır ömrünüz.
Merhamet sadece merhamet istemeliyiz,Merhamet tohumlarını toplum yüreğinde büyütebilrsek düzen nederece vafasız olursa olsun insanlar kendi yaşamlarında umudu beslemeyi başarabilirler. Aslında formül gayet basit kendin için istediklerinin başkalarınında hakkı olduğunu bilmek.
Makam ve sitatüler ruhunuzu satın almasın.Özgürlük sadelikten geçer.Dag başında bir çoban düşünün koyunları köpekleri ve özgürlüğünü yaşamı ona huzur verebilir.Ama makam ve sitatü size sadece itiat etmeyi baskılar.Sizi o makama getiren güç sizi özgür bırakmaz.Sizde bunu isteme cesareti gösteremezsiniz.
Susuyoruz tüm yapılan haksızlıklara ilkel kişiliksiz suliyetleri görmezden geliyoruz bunun tek nedeni daha fazla kirlenmemek için çirkefe taş atmanın anlamı yok. Bir şeylerden vaz geçmeyi başarabildikmi kendimizi kazandığımız görürüz.
Birgün sen gittin ben kimsesiz kaldım Sonra anladımki bende gitmişin seninle. Konuşamadım saksıdaki annemiden kalan begonya çiçeğiyle. Güneş pencerede bekledi senin dönmeni.Soyunup sevişti ölümüm sen gidince kendiyle. Biliyorum toprak kokardı aşk kahve bir köpüktü seni öpüşüm nerde kaldı söyle bana o cebecideki kırmızı tuğlalı evdeki özleyişin.
Bence sen bir bag bozumu gibisin. Vaktini bekliyorsun. Seni bir daha göremeyeceğimi bilmek öylesine acıki. Bir cahille sohbet etsem öylesi kanamazdı yüreğim.
Sosyal demikrat düşünce liberalizimin baskınlığında çöküşle yitikleşer görünsün.Bu sürecin toplumsal travmasını yoksuluk sarmalına batan halk çekiyor.Kapital düzenin sınırsız sömürüsü hepimizi yordu.borçlandırdı .ve umutsuzlaştırdı.Modern devlet koruyuculuğu öncül yapar .Bireyin diğer bireylere karşı can güvenliği .Sınırlı mülkiyet hakkı. (tekelci olmayan feodalizime yol açmayan sınıfsal baskı oluşturmayan ) ve paylaşımcı işlevi günümüz devletinden bekleneni oluştura dursun.Demikratik yönelişte sosyal demikrasi katkı verir bir etkiye sahip olamamanın sıkıntısını yaşıyor.Peki niçin böyle oldu. Halk kitleleri liberalizimin kıskacında ezikliğe nasıl mahkumlaştırıldı. Emegin değeri niçin göz ardı edildi.Kapitalizimin sınıfsal baskınlığı toplumu niçin cenderesinde tüketti.Kabul etmeliyizki demikrasi bilinçli bireylerin olduğu toplumlarda olgunlaşıyor.Bu bilincin özündede sınıfsal gerçeklik gelir. Bir emekçi bir kapitalistle aynı dünyanın insanı olmadığının gerçeğini bilmek zorundadır.Bunu anlayamadığımızda toplumsal gelişme emekçi kesimler için (halkın ezici çoğunluğu ) mümkün olamayacaktır.kapitalizim devletin yetkenliginde kontrol altına alınabilir.Sınırsız bir kapital yapı devletide aşındırır.Amacının dışına çıkartır.Ortak gerçekliği yozlaştırır.Bütünceyi sarsar.Devlet bütünceyi hukuk ve gerekçel boyutuyla sağlamayı esas edinir.Özgürlük paylaşımla başlar hukukla biçimlenir.Burda bir gerçeğin altını çizmek olumlu olur diye düşünmeliyiz.Bireyin yurt sevgisi ve milliyetçi duruşuda kapitalizimin sömürüsüne karşı olmayı görev bilmelidir.
Korku çok tehlikeli bir duygudur .Ruhu tüketir.Mucadeleyi yitikleştirir.Korku sizi yetmezliğe mahkum eder.Adım atmanızı engeller.Cenderenizi kıramazsınız.Yeni bir kapı açabilmek için bizi yoran eski kapıları kapatmayı becerebilmeliyiz.
kimseler anlamaz çogullar arasında yanlız olmayı ,el otaklarını yurt bilmeyi kendine,karanlıgı öteleyip ışıgı aramayı kimseler bilmez,bir çukur kazılır ölünce ,bir kaç insan yanılgılı hüzünleri ile ,son görevde ölüm saçlarında umudun ölüm içimde misafir.bir gün belki anlaşılır olur aşk ,kadın kahkahalarının hüzünlendirdigi ömür gelir bulurseni ,en red edilen sevişmeleri ile yanlış tutku olur gizlerine,ne şiirleri anlatır dizelerin,ne şairligi anlaşılır şirinin oglu serdal kendince tutkulaşır yanılgılarınında,bir kadın burdayım der en can alıcı cinselligidir dişiligin ,ne amansız hastalıklar gelir usuma ,gece boyu yaban bedenlerde sevişilen ölümüne tutkudur bu hikaye, nedeni bilinmiyen.
Düşünüyorumda gençlikler hep başkalarının cenderesinde tükenmiş yasaklar ve ayıplar özünü amacını kaybetmiş ahlaksızlıga maske olmuş ,işte edebiyat toplumun çıkmazlarında bir ışıktır yarınların varoluş harcının özüdür ,edebiyatta insan ve toplum vardır ,ve ruh edebiyatta yansır özlem biraz ötelerdede olsa edebiyat yanı başımızdadır ,olanı degil olması gerekeni yansıtır edebiyat esen rüagara degil gerçege egilir başı ,edebiyatın özünde insan olunca aşkta ben varım der en gizsel dürtüleri ile burdayım der,bu temmuz gecesinde yanlızlıgım ölüm gelip beni bulana kadar sürecek gibi niçinlere dogru bir yanıt bulamamanın hüznü gözlerimi perdeliyecek ölümümde ,ve asla bir kadın aglamıycak arkamdan benim sevdalarım ölümümde tükenecek ,işte yaşamın dokusundaki çelişki bu yaşıyamamak hep üşüncü şahıslara göre biçimlenmek ,acaba düşünüyorumda toplummu haklı gönlünce yaşamak istiyen insanmı.
Bir sıcak çaya hasret ruhum ,en heybetli dagların ötesinde ,bir ölüm buldu bir ölüm,girilmezdi artık o evlere ,toprak damlı bir evdi yaşadıgımız ,toprak damlı evde yaşıyanlar toprak olmuştu işte.
En lacivert maviler okyanuslarda olur ,özgürlügü hatırlatan esintiler okyanuslarındır ,çekip gitmek istersiniz bir yelkenliyle ,akdenizi geçip uzak doguya açılmak ,taylantın sokak pazarlarında çekik gözlü dişiliklerden gelen sıcaklıkları yudumlamak, kobra yılanlarının heybetini kıskanmak.,
yunus balıklarına inad sevişmek ıslaklıklarla ne otopark sorunu ,ne kökten dincilik,hücrelerinize inad özgür olmak.ayıp ötelerde günah uzaklarda bir siz varsınızdır birde yüreginiz,o öyle bir yelkenliki atlasında ankara sokakları .ipleri yarin saçlarına toka.
özgürlük avuçlarımda artık özgürlük korkulardan öte. ürkek bakışlı kadınlardan uzak en ateşli umudlara yakın sındır artık,
o can alıcı lacivert ,dizelerinde gorki,dizelerinde nazım hikmet,kimbilir bende yazmış olurum suya,ilk okulda sevdigim kızın adını,belkide yoktur öyle bir şey ,yalandır kulak memelerini öptügüm umudun,
sevmelerim yalandır ,uzak çok uzak larda ölüm gelip beni bulsa ne çıkar ,sevda bu sevdadırki,okyanuslar kadar ıslak umud kadar lacivert.
Dünya cografyasında var oldugumuz kültürle Anadolu topraklarında yaşıyoruz,aldıgımız kültürel veriler geçmiş kuşaklardan bize yansıyan dönelerin bir yogunlugu olsa gerek ,düşünüyorumda bizler bu topraklarda yaşarken kendimizce görkemli ama kainatça bir zerreden öte degiliz,dünyadaki bütün toplumların ana amacı insanca yaşıyan toplumlar olmak olduguna göre duyguda düşüncede inançta kendimizi önde görmemeli ,yaşamı ölüm dairesi içinde çogulca tüm insanlıkla algılamalıyız .belki ozaman bizi kısır döngülere sokan vazgeçmezlerimizin dogal dialektikte bir anlamı olmıyacagını kavrıyacagız ,belki ozaman yazdıgımız şiirin bir anlamı olacak belki ulaşılmaz aşklar bizi bunaltmıyacak çaresizliklerimiz sadece bizi üzmiyecek ,insan olma bilinci bizi uçsuz bir okyanusta misafir edeceki ,belki ozaman erkekligimizin ,kadınlıgımızın tütsüleri sevgiyi yakalıyacak ,yüregimizin odak noktasındaki çocuklarımıza belki ozaman umud edilesi bir dünyayı sunabilecegiz.işte Anadolu bu duyguları yoguran toprakların adıdır bu topraklarda sınıf, etniklik anlamını yitirmelidir ,insanlık hepimizi evrenselligine taşıyabilmelidir.
‘Edebiyat edeptir’derdi hocamız . Yazının ulviyetidir. Bence şiir edebiyatın ruhudur. alır sözcükleri göklere çıkartır. Ordan toprağının derinliklerine kök salar ötelere taşır yaşanılanı.
Özlediklerimiz hiç hartırlamıyorlarsa boşa sevmiş yüreğimiz .yaralarımız boşuna kanamış. Üzülürmüydün bilmemki ölüm bulduğunda beni. Yoksa bir sıgara yakıp gülümsermiydi gözlerin. Huysuzun tekinin biriydi deyip . Çocuklugumda güller daha özgür açardı
Özgürlük kalın taş duvarların korunaklı gizlerinin açığa çıkmasımıdır. Bir ölümün arkasında bıraktığı boşlukmu. Yoksa devşirme çiçeklerinin koparıldığı o bag bozumlarının kenarlarındaki vakitsiz açmalarımıdır gelinciklerin.
Bana anlatırmısın hikayeni .Kim çözdü saçlarının özgürlüğünü niçin karanlıklaştı ışıkları sabahın. o yedi numaralı tahta kapıyı niçin çalmadı. Neden ağladı yokluğuna göz yaşlarım.
Hikaye emekçi evlerinde yaşanan bir ömrü anlatır daim. Kırmızı örtülü bir mutvak sofrasında yörük çaylarının kara çadır kokularında aşk neyse odur işte.
Kimbilir ölüm nezaman bulacak bedeni. kaskatı kesilip çözülecek bir beden hiç sevişmeyecek umutla. Kadınlar esmer saçlı kadınlar benide katın olurmu .Bu ülkenin hikayesinde yorgun sözcükleri ile şiirler okuyun mavi gecede. sonra gülümseyelim ölüme hep birlikte.
Baglarda toprak damlı ev .Benzemez tekirovadaki o kırmızı çatılı taş eve. Hüzünleri başkadır birbirinden umutlarıda öyle. Ünüverstelerde bir kavga bir çığlık . Aranılan özgürlüktür başka bir şey değil. belki toprak damlı evde ,yada kırmızı çatılı taş ev. Yorgun hikayeleri vardır bu ülkenin.
Gün gelir ararsın belki. o lacivert gökyüzünün altında ikimizin sevdiği yıldızlara kanıp. Ölülerimi hatırlarsın .yanlızlıgında. Üzülme olurmu bu dünya böyle işte. o çok sevdiğim emekçi kadınlar .Senin avuçlarında yaşatır sıcaklığını yaşamanın .Hep yaşa olurmu böyle bakkıp lacivertlerine gök yüzünün gülümse.
Özgürlügü kimse sizin için getirmez .Özgürleşmenizi uygunda bulmaz.Özgürlük kendinizin kazanması gereken bir kavramdır.Bu süreç önce rurunuzda başlar kişiliğinle olgunlaşır.aileyle biçimlenir .Toplumsal yaşama katkı verir.
Güneş dogdugunda daha bir açlaşır umutlarım.Yıldızlar kaybolur .Saçları ıslak kadınlar hep benden ırak. Bir simitçi durur kızılaya giden yolun kaldırımında. Ankara olurum ben her güneş dogdugunda.
Çekip gitme sakın demiş olsakta .Hiç gelmedilerki gitsinler. Hiç sevmediler. Anlamadılar gün batımlarında mahzunlaşan yitik ömürleri.
Yaşam çelişkilerle dolu öngörüsüz bir yolda tükeniyor. Bakmayın kalabalıkların aymazlığına halk kitlelerinin bir çoğunda bilinçten mahrumluk kendini öne çıkartıyor.
Bireysel olarak dünyayı düzeltme şansımız olmazsada kendi yaşamımızı daha düzsel bir gerçeklikle yaşama şansımız olabilir. Bunun başlangıcı gereksiz fedakarlıklardan vaz geçmek olmalı !
fadakarca davranış sadece ömürleri tüketiyor. Kendiniz için yaşamamış oluyorsunuz. Tanrı böyle bir yaşama bizleri mecbur etmeyeceğine göre sınırlarımızı iyi çizmeyi başarabilmeliyiz.
Aşk sınırsız olmamalıdır,sınırsız bir aşk hastalığımız olmuş olur. Fedakarlıgın ,aşkın ,katlanmanın bir sınırı olmak zorundadır.
Kimbilir yaşam bizi ölüme mahkum etmekle kendi gerçekçil düzenini kurmuş oldu.Ölümün sınırladığı bir yaşamda dönemce gelene kadar canhıraç bir kavganın içinde olmak hayat olmamalı .Bu başka bir şey belkide yaşam yanılgımız olmuş oluyor.
Kült bir ahlak bize katkısı yorgun bir ahlak anlayışıdır. Ahlak dürüstlüğü içinde yaşattığı ölçütte bireye ve topluma katkı verir. Aksi yapkınlıklar ahlakı kutsallaştırır. Buna gerek yoktur. Kutsal olan yaşamdır. Yaşamınsa içsel yörüngesinde denge öncül olmaktadır. Denge kabul görür bir ahlakıda içinde besleyebilir.
Yazmak yemek içmek gibi nefes almak gibi.Aynaya bakmak gibi .seni yanında görmek gibi bir durum. Yazmak kuraaları olan bir işlev olmamalıdır.yazmak özgürlük. Bir izdüşüm. Çekip gidenlere gitme diyebilmek .
Vakitsiz ölümleri vardır hayatın. sizi ömür boyu mazlum bırakan. kemiklerinizin iliğini sızlatan. Yaşamı mahzunlaştıran. Bilirizki geri dönüşü yoktur o günlerin. Artık hazan mevsimidir zamanın. sağanak yağmurlarda sızi ıslatan yorgun yoksunlukları ruhunuzda besleyen .Sizi günahlarla arkadaş eden.
Bir elmayı bölüşmeyi becebilmek istemezmiyiz. paylaşmak istemezmiyiz yaşamın güzelliklerini .Birilerinin değil herkesin mutlu olmayı umut edebileceği bir toprakta buğdaylar ekmiş olmak istemezmiyiz.Herşeyin sahipi olmayı istemek hiçbirşeye sahip olamamak olmuyormu. Umut hepimiz için olmalı.
Birgün anlarsın beni kadınım.Ben ogün olmayacağım yanınızda.Önemsediklerimizin bir önemi olmadığını belkide anlatır sana o yorgun yanlızlıgın. Kimbilir yine bahar gelir bu memlekte biz hatrlanmamış oluruz. Birileri erken ölür bilirsin. kimileri yaşarken. Bense kalabalıklarda kimsesiz. Yorgun bir geyik gibi ruhumun dağlarında. yorgun bitkin ve sensiz.
Hep böylemi olacak .Hep gidenler olacak bizi mahzun bırakıp. genç kadınlar ve genç erkekler günaha girecekler utanmasız.Belkide ölüme hazırlanacak bu günahlar. Artık kimse yıldızları saymayacak .İbadet hanelerde yorgun bedenli yaşlılar ölüme bir perde çekecekler belki.
Ben ölümce oturup bir sofranın başına şiirler okuyun umuda dair. Yırtık kadınları anlatın hikayede. Günahkarlandıgımı hatırlayın.
Şimdi kalkıp gideceğim .Nereye gittiğimi bilemeden. Sokakta kadınlar olacak hiç tanımadığım hikayelerde aşkı anlatacak köşedeki tırafik ışığına. Yitik bir bakışı olacak zamanın. Özgürlükmü yok öyle bir şey. unvanlı silik ruhlu erkekler çirkefçe gülümseyecek yalana.
Bana bir çay demle olurmu. şöyle kadın kokan anne kokan bir gecede. Bana kendini anlat adı Anadolu olsun hikayenin.
Kendimden hiç memnun değilim. Yaptıgım herşeyden memnun değilim.Memnun olmam için bir şeyler yapmalıyım.Seni düşünmek gibi. şiir okumak gibi. Geçmişten kurtulmak gibi.
Hayatı beraber paylaştıklarımız şimdi toprakta yatıyor.Ne kadar hüzün verici bir durum.Bir bakıyorsunuz sadece siz varsınız karanlığınızda. Küçükkken tek katlı toprak damlı evin damında yıldızları saymaya çalışırdık yaz gecelerinde.Kuru Diyarbakır sıcağında damlarda yatmak bir tercih oluyordu.Düşünsenize gökyüzünün yıldızlarını saymaya çalıştığınız.Küçük ayı büyük ayı kümelerini. Gök yüzünün sonsuzluğu size ötelerdeki ışıkları hatırlatır.Çekip gidin der buralardan.Göçer bir hikayenin mazlumu olun.
Özgürlük sınırlıdır.Sınırlı özgürlüğün en gerekçeli hali ekonomide kendini gösterir.Toplumsal işlevde en önemli kurum olan (iskelet ) devlet ekonomide denetleyiciliğinin ötedinde sınırlı uygulayıcı olmak durumundadır. Karma ekonomi olarak yorumlanacak bu olguda devlet ulaşım barınma enerji sağlık gibi ana gerekliliklerde denetlemeden öte uygulayıcı ve tamamlayıcı olmak durumundadır.Devletin tek göreji güvenlik değildir.Devleti bir bütün olarak düşünmek gerçekçi olacaktır.Bu modelde devlet özel sektörü önemser onun çalışma şartlarını oluşturur .ama ipleri ona bırakmaz.! Bu modelde devlet denetleyici olmanın yanında asgari tedarikçi durumundadır. Kamu iktisadi teşebbüsleri ,devlet üretme çiftlikleri ,kamu hastaneleri ,enerji yapıları devletin toplumsal sorumluluğu bilinciyle sosyal devleti oluştrur.Devlet birbaşka kulvarda yoksullugu önlemek önlemekle sorumlu olduğunu bilmek durumundadır.Devlet tüm bunları topladığı verigyle gerçekleştirebilir. Burda devletin vergi toplamadada gerçek üsüle dönmesi zorunsal bir sonuçtur.Dolaylı vergiler tüm toplumu bağlar .Toplumun yoksul kesimide o vergiye tabi olur. Bu sosyal devlette büyük bir yanılgı olmaktadır. Şöyle düşünelim aylık geliri on tl olan bir aile ve aylık geliri yüz tl olan bir aile yada aylık geliri bin tl olan bir aile markete gittiğinde aldığı bir kilo gıram pirince ödediği vergi aynı oranda olmaktafır.Bu durumun sosyal adaletle uyumsallıgını savunabilirmiyiz .!
Devlet yoksulluğu önlemekle mükelleftir. yoksulları geçici beslemeyi imaret hanelerle sağlayabilir Ama hedef yoksulun olmadığı insanca yaşamın mümkün olabildiği bir düzeni kurmak olmalıdır.
Çagdaş toplumun bir başka olgusu hukuk ve eşitlik kavramlarıdır. yetki ve mevki saihipleri yurttaştan üstün değildir yuttaşın huzuru ve güveni için yetkilendirilmiş olmalıdırlar. Buda için hukukta temelini oluşturur.
kadınların özgürleşemedigi bir toplumda yaşamın özgürlügü mümkün olmuyor.bir şeyler eksik kalıyor o bir şeyler güneşin yoklugu gibi yagmurun yagmaması gibi umudun yitikleşmesi misali . Dogada saygıyı hak eden en önde canlı şüphesizki kadındır. Kadın yaşamı doğuran tanrısal bir lutüftür.
Yıllar geçti on yıllar ömrün yoldaşları tek tek yitip gittiler bu dünyadan Artık bu çekip gelinen yerleşkede kar yağan bir coğrafya yok. Mikroplar karda ölür derler. Şimdi rutubetli bir yılgınlık üzerimizde.( o şehir farklıydı biliyorum )
İslam öğretisinde özellikle Cuma günleri kabirleri ziyaret ettiğinizde ruhun sizi gördüğü tanıdıgı varsayılır.Ruh daim kabirdemi durur yoksa sınırsızlığında gezip dolaşabilirmi. Anadolu kültüründe bir evde vefat gerçekleştiginde o gece o odanın ışığı sabaha kadar açık bırakılır.Merhumun günü birlik giydiği ayakkabısı kapının önüne çıkartılir. Üç günün sonunda soyka denilen geride kalmış giysileri evden çıkartılır ! Geriye bir acı kalır. An gelir o acı kemiklerinizi sızlatır.
Babamdan kalan köstekli demir yolu saatini göz önünde tutup zaman zaman kurmaya çalışıyorum,çalışsın bozulmasın diye. saatler çok ilginçtir. mikro sayılacak küçüklükte vidaları zembereği ve o muazzam mekanikleri size teknolojiyi hatırlatır. saatler insan yaşamının vazgeçilmezi gibiler. Göreceli bir zaman kavramını adeta meşrulaştırma görevini üzerlerine almışlardır.
Merkez bankası politika faizini yüzde ondörde düşürdü fili olarak dört kez ciddi düzeyde faizi indirdi , politika faizi bilindigi gibi merkez bankasının bankalara para verirken aldıgı faiz oranıdır. şimdi gelin olana bakalım. Bu faiz indrimi sokaktaki insan için hiçbirşey ifade itmiyor. ihtiyaç kıredileri faizleri düştümü düşmedi ! kıredi kartı faiz oranları düştümü düşmedi ! Bu iki gösterge faiz indiriminin piratige yansımadıgının bir göstergesidir. İnsanlar ellerinde tl varsa biraz temkinli olan altına yatırdı bir başkasıda dolara. Peki dolar nasıl düşecek euro nasıl düşecek. Hata şudurki ülkeye özelleştirme ve banka satın almalarla sıcak para girdi halkı sömürüp dışarı kaçtı .Siz gider türk telekom gibi bir kuruluşu yabancıya satarsanız oda sömürür sonrada paralarla kaçar ! İhaleleri gidip dolar üzerinden yaparsanız kendi çıkardıgınız paranın degeri olurmu !
(2021 )Alanyada ev kirası üçbin tl kişinin asgari ücretle çalıştıgını düşünelim geriye kaldı 1250 tl. Dört kişilk bir aile bu para ile nasıl geçinecek .Devlet ekonomide vurguncuya kapitaliste teslim olmamalı karma ekonomi modele geçmeli .toki altmışar metre karelik evler yapıp . insanlara makül fiyata belediyler aracılıgıyla kiraya vermeli .İşin bir başka yönü küçük ölçekli işletmeler yükseltilen asgari ücreti nasıl ödeyecek .bunun sigortası var vs. Devlet asgari ücretle çalışanların küçük ölçekli işletmelerde on kişinin altında eleman çalışan yerlerde kendi karşılamalı. Birde devlet dolarlı vergileri azaltıp gerçek üsülde vergiye geçmeli adam evini dükkanını dolar üzerinden kiraya veriyor parayı elden alıp vergi kaçırtıyor Sorsan hepimizden miliyetçi ! .Miletin tüzel omurgası devletin tek görevi vardır yurttaşlarını huzurlu ve mutlu kılmak ! İşin özü emek hak eşitliğin olmadığı düzenlerde sistemin yozlaşıp çarklarının çatırdaması doğal bir sonuç oluyor.
17 Mayıs 1992 ‘Duktal karsinom filtran özelliği mevcut !
Hastaya mastoktomi yapmak gerekli amelyat gününü tesbit edip size bildireceğiz . ‘
Ankara Tıp cebeci genel cerrahi kilinigindeyiz. Bekliyoruz.
14 haziran 2005. Akdeniz tıp hastanesinin h bıloktaki onkoloji kıliniginin turanç renkli pilastik sandalyelerinde doktoru bekliyoruz. beklerken öyle vakti geliyor. yani ara tatil. Ablam söylenmeye başlıyor ‘Saygısızlar bizi burda bekletmenin ne anlamı var .Hastanede ögle tatilimi olurmuş’ Hasta yakınlarının anlamak istemediği konu sağlıkçıların güncel rutin işlerinin bizim hayatımızın ölüm kalım meselesi olduğunun hizmet vericilerin farkında olamaması oluyor her halde. Hani deriz ya sonunda ölümmü var diye evet efendim bazı sorunların sonunda ölüm var bedenden önce tüketenilen çaresizlik duygusu !
30 agustos .Koca yazı hastanelere gelgitlerle geçirmiştik. Ne yapabilirdikki patoloji sonuçları pet çekimleri kemoterapi seansları .Her şeyin bir gün bir mucizeyle düzeleceğini hayal ediyorduk. Bazı günler umutlanıp bazı günler çaresiz kalıyorduk. Eylül geldiğinde hazan yaprakları sokaklarda bir hüzün oluşturuyordu. Bizse hüzünleri yaşamak için eylülü beklemiyorduk . Tüm bu hangemede otuz ağustostaki doğum günümüde kreması bol muzlu bir pastayla hatırlamıştı bizimkiler. Yaşam devam ediyor.
Dışarda bir ayaz var bu ayaz kışın olması gereken soğuk havasından daha derin bir kargı oluşturuyor.Emekçi kitleler kapitalizimin cenderesinde nefes alamaz haldeler. Bize tanrıda yardım etmiyor. Hukuk eşitlik demikrasi paylaşım katılımcılık pilanlama artı değerin halkça paylaşımı ütopik bir umut bile olamıyor. İktisat bilimi çöpe atılmış gibi .Piyasa ekonomisi denilen sistem sistemsizlikle dış sermayenin dalgalarında ülkeyi fırtınalardaki gemilere döndermiş .Toplum savruluyor.( İktisat kavramı nedir?İktisat; ekonominin işleyişini, piyasa süreçlerini, devletin ekonomiye etkilerini ve piyasaya müdahalelerini inceleyen hem sosyal, hem de teknik bir bilimdir.) Toprak emek sermaye girişim bir sistemsel gerçeklik içinde olmalıdır. Piyasa kendi şartlarını oluşturur demek emekçi sınıfı buna mecbur bırakmak yaşamın gerçekleri ile çelişkili bir durumdur. Yaşam hukuk paylaşım güvenlik ve bilimsel bakışla toplumsal gerçekliğe oturtulmalıdır.Günümüz küresel yapı bu süreci görmezden gelmektedir. Bu durum ulus devlet kavramınıda aşındıran bir sonuç oluşturur.Düşünsenize sınırlarınızı askerler bekliyor içerde dış sermaye halkınızı sömürüyor. Günümüz dünyası böyle bir şey. (kapitalizimin küresel hali ! )
‘Necisin dedi seni tanımak istiyorum’ Haklıydı çoğumuz ilk tanıdığımız birini görünce onu anlamaya çalışırız. Hele siyaset konuşuluyorsa !
Neyim ben kendimi nasıl tarif ede bilirim. Emegi önemseyen işçi sınıfının bir neferi. Tipik bir dindar.Yada milliyetçi bir ülküdaş.Aslında savunmaya çalışıp kendimi bulduğum durum gerçekçilik olmalı diye düşünüyorum. O nedenle insana dair her şeyin bir içselligini kendimde bulabiliyorum.
Her şey farklı olabilirdi ,eger kendimizi için yaşamış olsaydık .Bunu yapamadık Elmaları dagıttık dediler herkes elmasını aldı ondan hoşaflar yaptı verdik dedikleri bize ait elmayı kendi avuçlarında tuttular. Kul hakkı varsa bunlar o hakkın yükünü taşıyacaklar.
Sizin hiçbir kanser hastası yakınınız oldumu ! Benim oldu.Çaresizlk zırhını üstünde taşıdı ömür.Her an gidecek gibiydi kara ziftli tirenin yolcusu.Daim istasyonda bekleyen ebediyet yolcusuydu o.
Kanser hücrenin kontrol dışı çagalması kan ve lenf yoluyla etrafa yarılması (metestas ) kontrol edilemzse ölümcül hastalıklar gurubunun genel adı.Çile.
İşte biz onyıllarca bu çileyi yaşadık .Umutlarımız döküldü yılgınlaştık.Tanrıyı en çok biz hatırladık.
Tüm zıt renkleri aynı tuvalda görebiliyorsak o resme demikrasinin tohumlarını ekmiş oluruz.Farklı olmak ayrı olmayı getirmemeli toplum denen resimde tüm renklere yer verebilmeli fırçamız.
katran ağaçları ardında çökük omuzlu bir geceyi yaşadı o köhne köy evinde. Karşıda Toros dağlarının ardında bir ova vardı içinde keçi sürüleri dolaşır. Kadınları saçlarını örgü yapardı. Çok ıraklarda bir yanlızlıgı vardı o gecenin. Kapısını açtı girdi o evin kasvetli içeriğine. Kimseler yoktu ölüm alıp gitmişti onların gelenlerde ayaz bir soğukluğu katmıştı heybelerine.
Özgürleşebilmek için kendimiz olmalıyız. Başkalarının memnuniyetini değil kendi hoşnutluğumuzu amaçlamalıyız. Bunu başarabildikmi yaşamımıza sahip olmayı başara bilmiş oluruz.
Bagımlı olmak mahkumiyettir. Kısa bir ömrü mahkumlaştırmaksa büyük bir gaflet olur. Özgürlük duruşumuzla başlıyor .Adımlarımızla anlamlaşıyor .
Kaldırımda yüzlerce güvercin kanat çırpıp yemleniyorlar.Özgürlükleri var onların kanatları var gök yüzü onların ülkesi sınırsız yasaksız ve ışıklı.
Biz insanlar öylemiyiz. Köleleriyiz toplumun yasaklar içindeyiz. Heybemizde günahlarımız. Zamansız yaşıyor gibiyiz !
Gökyüzü tüm dünyayı kaplıyor. Bu bize tüm dünyanın tüm insanlara ait olduğunu anlatmıyormu.Tüm ulusların ortak hücresi insan denen canlılar degilmiyiz. Ozaman niye özgürlük çiçeklerini barışla sulamıyoruz.Biz Türkler ,Çinliler,Araplar Avrupalılar,Afrikalı sevgi bakışlı yürekler. Hepimiz yaşamak istiyoruz insanca eşitçe güvenceyle. o zaman yüreğimizi sevgiye açalım.
İsmini okuyorum uykularımda gidişin bir başka acılatıyor kirpiklerimi.Ah o karanlık gece bir türlü bitmiyor. Aglamalarım eski resim süliyetlerinde. Kabirlerinde garipliği haykırıyor sevdiklerimin. Bende sevdim bu ülkeyi nehirlerini dağlarını yüreği pak kadınlarını sevdim.
Hani geliverse o günler. Bağlarda toprak damlı evde kışa hazırlık yapılsa yine, biber kurutulsa salça yapılsa gülümsese genç erkekler önlerindeki hayata, anam bir ‘meftüne ‘ pişirse sumaklısından. İşçiler tok olsa ülkede. Yıldızlar ışıl ışıl özgürlük saçsa yer yüzüne. Biliyormusun çok özledi yürek seni. Yıkık bir duvar oldu bize ömür üzerimide sen hiç aç uyudunmu kapısında umudun.
Katlanılması gereken tek şey sevgidir. Örnegin korkuya katlanılmaz.Korkuyu yenmek zorundayızdır.Zülüme katlanılmaz karşı koyma cesaretini göstermek zorundayızdır.Güçlü olduğunu düşündüğümüz ne varsa unutmamalıyızki biz o şansı verdiğimiz için güçlüdür.
Mutsuz insanlar ülkesi olduk. Yorgun bir hayata mecbur bırakıldık.Kültürel donanımdan mauf insanların müktedir olduğu bir düzenin içindeyiz. Özgürlügümüz sonu yaşıyor.
11.ocak 2022. Gecenin ileri bir vakti saat 04.07 önce camlardan bir çıtırdama sesi,sonra kuvvetli bir sarsıntı saniyeler dakikalar gibi uzun ! geçer görünen sarsıntı tekrar şiddetleniyor .Tanrı koru bizi !
Akdenizde Kıbrıs adası açıklarında olduğunu öğrendiğimiz depremin şiddeti richtere göre 6.1 bizim yorgun yılgın apartmanı yerle bir edecek bir şiddet.Doga insan çaresiz ve zavallı olduğunu hatırlatıyor.İnsan kendine yetse tanrıya gerek görmeyecek ama yetmezlik içindeyiz.Zavallılarız. Tanrının mahkumuyuz.
Bilinç altımızdaki çöpleri süpüre bilsek belki daha özgürleşeceğiz. ruhumuzun isteklerinin günahkarlaştırlmasına red edişi başarabileceğiz.Toplumla barışık olmaktan öte kendimizle barışmayı becerebileceğiz.Tüm isteklere set çeken toplumlar bireyi baskılaştırmayı kendi otiriter varsalının bir gerekliliği olarak gerekli görüyor olacakki. Bu süreci insanlık tarihi boyunca beslemeyi otoritesinin gerekçesi görüyor. Birey ve topum birbirini tamalayan özsellermi olacak yoksa dişlilerinin çarklarında ezikliğimi müktedir kılacak. Birey ne derece özgür toplum ne derece haklı.
Ah aglama yüreğim bana şiirler oku belki rahat ölürüm. Kendimizi tanıma istiyorsak yanlızlıgı sevmeyi başarabilmeliyiz.Birileri daim bir şeyleri götürür sizden. Siz yaşadığınızı sanarsınız.Belki sözcüklere sığınmak bu tükenişligi red etmekle ilgili bir sonuç oluyor.Yaşamınızda.
Hayatımızı karanlığa mahkumlaştıranlar kendi hayatlarından vazgeçmiş hatta farkında olamayan yol arkadaşlarınız olmuyormu. Düşünsenize evlenmiş yuva kurmuş çoluk çocuğa karışmış kişilere bakıyorsunuz hala geçmişin boyunduruk duygularında hiçleşmeyi yaşıyorlar sevmenin ötesinde bir zorunsal mahkumiyet onları yitikliğe mahkum ediyor. Bu durumu ben en yakınında görmenin hüsrana içindeyim.
3 .mart 1987 .Yaşamda kendime çizdiğim yolun ilk adımları.Kemer Tekirovada bir köylü ailenin kızıyla yollarımız bütünceledi. Kendimce uyumsal bir yoldaş bulduğumu düşüne durayım .Yanılgı orda başladı. kısa minyon bir kadındı eşimin annesi .Kendince mucadeler etmiş yaşamla savaşmış.Feodal bir yapıda kendini varlığına tutunmaya çalışmış.Bu yönüyle kızlarının üzerinde oldukça yoğun bir baskın olagarşiyi oluşturmayı başarabilmiş. Her baskın konumun bir ilkelliği mutlak içinde beslenir.Burdada öyle olmuş.kısık kişilikli suliyetler asalak yapılarını kadıncagazın üzerinde oluşturu vermişler. Bu süreç ailede haksızlığı ve ilkel sömürüyü öne çıkardı.’ çocuklarımın annesi ‘ kıral çıplak’ demeyi beceremiyor . Kıramadıgı bir cenderenin içinde soytarı bir komedyayı hep beraber izlemenin hüsranı içindeyiz. Tek söylediği ‘benim anam çok akıllı ‘ evet o akıllı ana köhne sünepe kişiliklerin kıskacında koca bir ömrü tüketti gitti. Kimbilir tanrı ona neler soracak .Önemsenen ne varsa önemsizliğini anlamanın acısını yaşayacakmı bilemiyorum. Şimdilik hükümdarlık cehaletin kucağında gibi.
Yine yağmur mevsiminde Alanya, geçmiş yıllardaki gibi. Akdenizde balıkçı tekneleri yok. yığınca yük var insanların omuzlarında. Beyaz önlüklü doktorları onkoloji kıliniklerinde karşılarındaki korkunun bilince değiller gibi. Bagışıklık sistemleri yerler bir olmuş yorgun hastaların umutlarının. Ah ölüm öylesimi acımasız olursun.Söyle hadi bizi nereye götürüyorsun.
11 0cak 2022. Binanın önündeki elektirik şirketine ait lokal dağıtım panosunun gelen elektirik kabloları ihtimal ark yapıp kısa devre olunca sık sık kesilen elektirik arızaları kaçınılmaz oluyor. Ohm kanunu, kirşof kanunundan bi haber birileri panonun başına toplanmış arızayı anlamaya çalışan elektirik şirketi elemanlarına bilgiçce fikir vermekle meşgüller. Mevcut bıçaklı sigortalarla oynayınca sonuçta bizim binaya gelen fazlardan biride kesilmiş olunca aşağıya indim. Elektik akımını ana panodan kesen çalışanlar kendileri için rutin olan arıza bulma çabası içindeler. Teknolojinin ana faktörü olan elektirikle ilgimin Diyarbakır endüstri meslek lisesinde olgunlaştığını hatırlıyorum.Sonraları mardin çimento fabrikasını yağlı kesicileri kumanda panoları sonraki yıllarda ptt nin (sonraları türk Telekom ) zayıf akım haberleşme alt yapısındaki emekçi yorgunluğum.Arızanın bulunmasına katkı vermeye çalışıyorum. Ne mümkün herkes elektirik uzmanı .Yogunca bir sağanak elektirik iş görenini sırtındaki muşamba yagmurlugu adeta test ediyor. Karşıda kaldırımda kahve renkli bir kadın geçiyor yoldan. Herkes kendince önemli bu yorgun yaşam kavgasında. Elektirkler şimdilik kesik .Tıpkı çaresiz umutlar gibi. tekniksiyen yöncem edebiyatçı sözcüklerin içselinde yitikleşmiş gibi .Ben bile unutmuşum varlığını.
13 ocak 2022.Kült bir kültürün içindeyiz.Nefes alamıyoruz.Rutubetli duvarların arasında tükeniyoruz. Dogru olan ne olabilirki.İnançsızlıkmı.Hiçbirşeye inanmıyalım yurt,devlet,tanrı din ,ahiret, sonuçta daha beter boşlukta olmazmıyız.O zaman doğanın diğer canlılarından ne farkımız olabilir. İnanç devlet toplum yaşam herşey bizi baskıladığı gibi aynı zamanda beslemiyormu.Düşünsenize tüm bizi kurallara sokan var olan değer olgularımızı yok sayalım.Sonuç ne olur. Tek düze amaçsız bir yaşam. Burda çatışkının gerekçesine inmek lazım.Yaşam tüm bu çatışkılardan devşire bildiğimiz bir bütünceye ulaşmaya çalışmak degilmidir. Gelecekte sınırların olmadığı bir hayali ruhlarında yaşatabilmeyi başaracakmı insan denen varlık. Günümüzde böyle bir şansı yok. Ulusal kimlkili devletlerin ortaya çıkması 1789 fıransız devrimiyle olduğu var sayılır.Buna birde fodal yapıdan kapitalist üretim yapısına geçmeyide eklersek günümüz dünya işlevselliğinde arayışların devam ettiğini .Yaşamın yeni bir sürece siyasal olguda evrimleşeceğini öngörebiliriz.Dünyadaki devletleşmiş ülke sayısının ikiyüzlerde olduğunu düşünecek olursak bu süreçte ya yeni lokal devletçikler oluşacak yada eskiden olduğu gibi çok uluslu kültürel yapılanmalarla büyük devletler kendini oluşturacaktır. (İmparatorluklar. ) İkinci sürecin daha bir olasılık içinde olduğu görülebilir bir sonuç olmaktadır.(Avrupa birliği örneği ) Yada bağımsız devletler topluluğu kavramı gibi yada uzak doğudaki yapılanmalarda bu sürecin içinde olarak görülebilmelidir.(şengay işbirliği örgütü. )
Ortadogu cografyasına baktığınızda bir kopukluk olduğu açıkça belli olmakla birlikte bu coğrafyanın külktürel birlikteliğinin bile sanılanın aksine oluşturulamadığı gerçeğini görmezden gelmemeliyiz. Buralarda kadim kültürler olarak acemler ,Türkler ve mısırlılar öncül görünsede .Arap kültürününde dinsel motifsellignide harmanlayıp coğrafya üzerinde etken olmaya çalıştığı düşünülebilir. Köklü bir alfabeyle yazımsal boyutu oldukça derin olan arap kültürünün aynı zamanda bir gerici yönü oldugunuda gözlemlemek mümkün olmaktadır. Burda açıkça sormalıyız İslamiyet gibi büyük bir kültürün ortaya çıktığı arap coğrafyasında demikratik çagdaşsal bir kültürel yansıma niçin ortaya çıkamamıştır. Yedinci yüzyıldan günümüze kadar kültürel boyutta Din olgusunu bir yana bırakacak olursak arap kültürünün sorunlu bir kültürel boşluğu yaşadığını tesbit yanlış olmayacaktır. Büyük Osmanlı devletinin çöküşü sonrası bu durum daha bir vahimsel tabloyla önümüzde durmaktadır.
Günümüz avrupasının geçmiş serüvenide pek parlak ve umut verici olamamıştır Birinci ve ikinci dünya savaşlarını bu kıta avrupasında ortaya çıkması bu coğrafya için tırajedinin zirvesi olmuştur.Günümüzde avrapa uluslarının bir çok yanılgıyı aşıp daha gerçekçi bir siyasal yapılarla daha özgürlükçü bireylerin yaşam alanı olduğunu tesbit yanlış olmayacaktır. Ülkemiz için durum çözümlemesine geçecek olursak .Türkiyemizin büyük Devrimci Mustafa Kemal Atatürkün Osmanlının gelişim çabalarının devamı niteliğinde ama çok farklı ve gerçekçi bir yönelişle ülkeyi ileri taşıma kararlılını meşrulaştırdığını çizginin ulusal karekterde milliyetçi dengeyle özdeşleştirildiğini ve ulusu çağdaş bir sürece yönelttiğini görebilmek durumundayız.Kurucu kadro yüksek öngörü ve çabayla Ülkeyi bulunduğu coğrafyanın çok ötesine taşımış olmakla birlikte devrimin üstten gelmesinin alt katmanlarda ilkel tortuların oluşmasının çatışkılarını ulusça yaşanmasınıda içselinde tutmuştur.Büyük cumhuriyet kavramı halka kısa sürede kazanıldırılmış olmakla birlikte içsel ilkel bir karşı duruşun günümüzdede var olduğunu görmek yanlış olmayacaktır.
Türk devletinin varlığını oluşturan kavram türk islam ülküsüyle temelinde özgürlükçü demikratik halk egemenliğine dayanan emek paylaşım ve eşitcil katılımcı bir demikrasi arayışının içselleştirlmesi olacaktır .Günümüz dünyasında insanlığın arayışı devam etmektedir.ve bu süreç uzunca bir yolculuğun ilk izleridir.
Birileri sizden farklı yaşıyorsa çok akılı olduklarından değil .Çığırtkan sömürücü ükela ve çirkef olduklarından,siz emeğin kutsiyetini anlatmaktan asla vazgeçmeyin.
Çık bir dışarı dedi bırak şu sırça saraylarını yalanın.Özgürce tozlara tünesin üzerindeki kürk.Bak sokaklarına memleketin. Orda kendin olacaksın belki bir izdüşümün olacaktır umuduna bu ülkenin .
Kimler çekip gitmediki bu dünyadan .Geriye baktığınızda geleceğin bir anlamı olmadığını anlıyorsunuz. Kan hastalıkları uzmanı hekim kendisi lesomiye yakalanınca bildiklerinin yetmezliğini daha iyi idrak etmiş olurken isminin önündeki prefesör unvanının ne kadar boşlukta olduğunu ona hatırlatmış oldu. Bildiklerimiz bilmediklerimizin yanında öylesine ilkel ve yapayki bunu anladığımızda çok geç oluyor.Ne yazıkki çoğunluğumuz her konuda bilge olduğumuz yanılgısını ruhumuzda taşıyoruz.İnsan denen varlık her şeyden vaz geçebiliyor cahillikten asla !
Çok ağaçlar büyüdü gökyüzüne doğru çok başaklar boy attı.
Özgürlük aradı utangaç yolcuları gecenin maviydi gece gökyüzüydü.
Ovada türk akıncıları atlarını sürüyor ortalık toz duman şimdilerde
Anlat diyor Anadolu benim nehirlerimi ıslansın yüreğin sularında
Yaz hikayesini umut etmenin ,buğday başaklarını devşir bu ülke senin.
Kimbilir belkide yanlış yaşıyoruz yaşamı .Bizden içinde olmamız istenen kalıpları kıramıyoruz.
Güncel gerekliliğimizde yaşadığımız bir çok olgu bize çapraz yansıtılıyor
.Anlamak sorgulamak istemiyoruz sadece uyumsal olmak istiyoruz.
Sonrada ezikliği yaşıyor ruhumuz.Kalıplar sitatüler ve onun oluşturduğu baskın düzende sadece Tanrıya yöneliyoruz.Cenneti bekliyoruz.Tanrının verdiği koruyucu kılıcımız olan aklı kullanamıyoruz.
Uslu çocuklar olmaya çalışıyoruz. Eşitligin olamadığı yoksulluğun üzerimize yapıştığı niçinlere yanıt bulunamayan bir düzeni kabullenmiş görünüyoruz. Sonrada mutsuzluktan söz ediyoruz.
Yaşamın daim devinim olduğu bir dünyada durulgan kalmaya çalışıyoruz.
Yaşamı idrak etmeyi ona sahiplenmeyi başaramıyoruz.
Yalnız kalmaktan korkuyordum ben . Sonra kalabalıkların bana verdiği yanlızlıgı tanıdıım.Anladımki yanlızlık çok kötü bir şey değilmiş.
Şimdi ben yokluğuna alışmaya çalışıyorum. Başka hiçbir şey değil yaptığım .
Gecenin bu satinde dışarda yağan yağmuru dinliyorum. yüreğimde özlemin.
avuçlarımda toprak kokusu. Sen çekip giderken hani . Bırakırken bu yalan dünyayı avuçlarımda kalan hasretti bu senden devşirdiğim.
İşte ezan okunuyor dinliyorum. Ruhumda birşeyler oluyor. Hüzün yanlızlık ve sen.
Birde tanrım var beni esirger. Yagmurları yağdırır pencereme .Bir koyu kahverengi gözlerin vardı .Kimselere benzemezdi bakışların. Sevişir günaha girerdi umut.
Sonra namaz kılardı kendince. Saganak gibi günahları omuzunda. Aglardı gece onu görünce. Bak şimdi birazdan sabah olacak. Kadınlar işe gidecekler .Erkeklerde öyle .Bir sen kalacaksın yanımda. Seninle şiir konuşacağız.
Anlamsız bulacaklar ikimizi ahlaksız bir hikayede bizi bulacaklar.
Güya özgürlükler ekecektik toprağa. Gittik mahkumlaştık birbirimize. Anlamadık o mavi geceyi. Yüksek bir dağın yamacında belki tahtalı dagı. Günlerce günaha girdik.
Sonra cahillk okudular üniverstelerde .yüzleri kıllı erkekler. Kadınlar beyaz önlükler giydi kimsesizliklerine.
Özgürlük çekip gidince başlıyacaktı. Öyle olmadı ama . Huysuz kadınlara mahkum oldu umut. çünkü geceydi gelen.
Oldukça yorgunum biliyorsun. içimde bir yerlerde sızlanıyor yokluğun.Kim bilir nasılda kırıldı kanatları içimdeki serçenin.Güneşim karartmıştı yüzünü sen gidince. Her akşam göçüp giden yabancı hayellerim. Aralık ölüm ayıdır bilirim .Yıkar umutlarını beklenenin.Adını saklarım kimseler bilmez .Bende unuturum ötelerdesindir sen. Ah yaban yataklarda ağlattığın kadınlığın.Vakitsiz sevmek var işin içinde. Ankara ben seni özledim cebecide o kiremitli apartmanın ikinci katı .Tıp fakültesinde beyaz önlüklü umutlar.Ölümler gece boyu aşık yıldızlarına . Oldukça yorgunum biliyorsun yaşamaktan. Belki Haziranda yağmur yağacak .Belki özlemeyeceğim seni.Belki gideceğim kimselere söylemeden. Karanlıgım aydınlatacak beni.
Antalyadaki (Akdeniz ) üniveriste hastanesinin radyasyon onkolojisi bölümüne yönlendirilince Sekreterligine müracaat etmek için ilgili kılinige geçtik. Hücrenin kontrolsüz çoğalması bir yana birde kan ve lenf sistemi yoluyla vücudun başka bölgelerine sıçrayıp (metestaz ) oralarda sistemi bozmaya yöneliyor .Belkide hastalığın böylesi riskli olmasının tek nedeni bu özelliği olmalı diye düşünmeden edemiyorum. Üniveristenin radyasyon onkolojisi yetkenleri bize gelecek hafta gelmemiz için randevü veriyorlar. Sekiz gün ötelemek bu hastalık için riskli olmazmı diye soracak oluyorum .’Hoca öyle uygun gördü’ deniyor. Biz bu problemi yıldız mahallesinde yeni açılmış bir özel hastanenin ilgili kıliniginde aynı gün tedaviye başatılarak aşmış oluyoruz.Bu durumdan oldukça rahatsızım. Koca üniveriste hastanesi bizi sokaklara salmış oldu. !
Sabah kalkıyorsunuz oldukça zengin olduğunuzu var sayalım.Mükemmel bir kahvaltı odanın sıcaklığı yada serinliği tam istediğiniz gibi.Arzu edilen her şey elinizin altında. İkametgahınız oldukça ihtişamlı. Yediginiz önünüzde yemediğiniz ardınızda.Dünya size güzel .İstediginiz an seyahetlere çıkıyorsunuz .Kahvaltıyı bir ülkede öğlen yemeğini bir başkasında .İkindi çayına süt koymassanızda keyiflice içiebiliyorsunuz boğaza nazır manzarasında o köşkün. Eger bir inancınız yoksa bir amacınız yoksa dünyanın en zavallı insanı sizssinizdir.Ne söyleseniz çevrenizdeki dalkavuklarca alkışlanıyor. Bu halinizle fabrika vardiyasında mavi önlüklü bir emekçi kadının hayellerine bile ulaşamaz sizin para güçseli ömrünüz. Yaşamak inanmakla ilgili bir durumdur. Güneş boşuna doğmaz yer yüzüne.
Yaşamın odak noktası sevgidir.İnsan denen varlık egosuyla öylesine ilkelleşirki sevgiyi karanlığa iter.Bir çoğumuz bir şiir bile okumamışızdır.Babadan kalma arsaları satıp binaları dikince altınıza birde dört çeker aldınızmı. kıytırık kadınlığınız sizi kıraliçe yapar. Cehaletin kıraliçesi.Birde karşı cins var. Karılarının mallarına çöreklenmiş soytarı yüzlü piçler. Ah siz onları bilmezsiniz onları ben iyi tarırım . Onlar ölümüde hatırlamazlar neyse şimdilik yaşıya dursunlar. Onları kabirde iki melek bekliyor.Sorgulanacaklar .Niçin yetimin hakkını yediniz .Niçin insan olmanın erdemini anlamadınız.İnsanların büyük çoğunluğu tanrının kendilerine nasipledigi onurun farkında değillerdir.Rezilce yaşamayı kendileri için tercih ederler.İnsan olarak doğmak şanstır.İnsanca davranabilmek ise emek ister.
Ruhunu tüm tozlarından arındır yalanın.Gülümse kadın bakışlarının sıcaklığına. Buğday tarlalarındaki kırmızı gelinciklerini özlemekten vaz geçme. Bak akşam oluyor. Kapıda bir ayaz.Mevsimlerden kış.
16 ocak 2022
Birgün her şey geride kalacak .Unutulacagız Gittigimiz yerden geri dönüş olmayacak. Makamlar,unvanlar ,evler ruhumuzdaki o boyunduruk şehvet hepsi köhnemiş közlere dönecek .Bizi toprağa verecekler. Her şeyin anlamsızlığını anlamaktan mahrum kalacagız o gün.
Bizim sokakların insanlarını arıyorum.Hani çekinmeden evine alabileceğin,Kimsenin ötekini küçümsemediği.Bir sofrada oturup sıcaklandıgmız insanları.Ben bu şehrin yapaylığına alışamadım gitti.Demekki bizim sokakların insanlarından önce bizim sokakları bulmamız gerekiyor.
Sabah bir sofra olsun demli bir çay. Yağda kavrulmuş un kokusu mutvakta. Kırmızı bir oje sürmüş hayellerim.Karşımda uyuyorsun gençliğinle.Haydi anlat bana ne olur oldu yokluğumda.Kesme şeker gibi tatlı bir hüzün yaşadı yüreğim.Sana ne oldu söyle bana.Kimler üzdü seni Kimler öldürdü gözlerindeki o sevinci.Özgürlügünü kim aldı yüreğinden.İşsiz erkeklerine hikaye olmuştu gece. Sen o gecede yoktun biliyorum.Özledi seni yüreğim sen gidince. Biliyormusun bu sömürü düzeni ve ayazları kar yağışlarının daha bir üşütür oldu beni. Sorguladılar örümcekleri o köyde .Köhne yıkık bir evdi taş duvarlı. Bana toprak damlı evi hatırlatan .Sen yüreği kor ateşlerde yanan bir yoldaş tanıdınmı hiç .Üşüdümü yüreğin ölüp gidenlerin ardından. Gülümsedimi dudakların ölümlere.Sen hiç yaralı kalplere sıgındınmı söyle bana.
Risk daim yanımızdakilerle oluşur.Iraklardakiler sadece deprem dalgaları gibi sizi korkutur.Yıkımı yanımızdakiler becerir. Tüm yükün omuzlarında olduğunuzu anladığınızda bırakıp gidesiniz geliyor. Yanlızlıgın güç aktarımına .Sonra yanlızlıgında bir mahkumiyet olduğunu görüyorsunuz.Sizin infaz koruma memuru olduğunuz bir puslu varsalda.
Bu ciğerlerimizdeki sitokin fırtanası yokmu. Oksijensiz bırakıyor umudu ( sitokin hayvan ve bitki hücrelerince üretilen, hücrelerin birbirleriyle iletişimini sağlayan protein ve peptidlerin bir grubudur. Hücre yüzeyi sitokin reseptörleri aracılığıyla görevlerini yaparlar.)
Memlekete bahar gelmedi.Yagmurlar yağıyor şehrin üstüne yosma bir gülüş çakıyor yıldırımlar gökyüzünde. kapıda bir sokaka kedisi bekliyor .Niçin bekliyor bilmiyoruz. Hastanelerde yorgun hastaları var hücre isyankarlıklarının.Hani yaşamak için muhtaç olduğumuz bedenimizi tehdit eden.Bir kadın doktor topuklu ayakkabıyla dolaşıyor hastalarını o odaya girmeden ayakkabının tiz topuk sesleri kulakları tırmalıyor.Zengin hastaların tek kişilik odalarında daha bir önemsel oluyor doktorlar odada kalmaya .Esmer bir hemşire kitap okuyor gecenin geç vaktinde bankın arkasında tünediği sandalyesinde gözlerinde bir mahmuluk var.Dışarda arasıra geçen polis otolarının mavi kırmızı ışıkları yansıyor sokaklara . Gece lacivert hükümdarlığında sabaha ulaşmaya direniyor gibi.Ben seni anlamıyorum niçin böylesi geride duruyor umutların .Niçin asalak kazların çığırtkanlığına boyun eğiyor yüreğin. Yaralı bir ceylanı içinde ağlatıyorsun. Sen beni hiç sevmedinmi.Sen mezepotamya sümerlerin dev nehirlerinin sularından beslendin.Saçların diclenin sularında yıkandı ruhumun kadın hükümdarlarının.Sen benim korkularımdan öte büyük tahtların yolcusuydu umudun.Kim derdiki güvercinler uçarken dam pinlerinde kadın özgürlüğü aradı.Uçsuz bucaksız gök yüzünde umutları vardı gecenin sabaha dönük.Tanrı sevmişti onu bekliyordu o muazzam düğününü ölümün.Daglarda kuzuların dolaştığı mevsimde bir türk ocağının dumanında aradı .Yalan konuşan kadınları kovdu hep otağından bekledi gülümsesin güneş. Ey bu rezil çağın çığırtkan asalakları korkuyorsunuz biliyorum .Askerler tanıdı tarih mavi gözlü gözüpek askerler gölgesinden korktuğunuz !
Yaşamak acı ve dikenli oldu bu ülkede. Gülmeyi unuttu kadınları hikayenin.Sessizce bırakıp gideceğiz artık yalanlarını bu dünyanın.
Seninle hiçbir şey konuşamıyoruz.Sen dikenlerini seviyorsun gülün.Ben naifliğini. Sen anlamıyorsun bu değirmen nasıl dönüyor.Nasıl çarklarında kırılıyor ömürler.Eger seninle yeniden başlamak mümkün olsaydı ötelerdim kısık yalanlarını o köyün. O köy senin köyün olsada. Biliyorum ayaz bir soğuk var havada. Sisleri var korkunç yalanların. Yıkık duvarlara rastlanmış ömürler.Özgürlük boyun eğmemektir karanlığına günün.
Tanrı dünyayı ve içindeki varlıkları yaratmadan önce ne yapıyordu ? Oldukça tehlikeli bir soru olsa gerek.Yada tanrı kötülüklerin insanlığı kahretmesine niçin musade ediyor.O ‘esirgeyen ve bagışlıyan ‘degilmi. Nasıl oluyorda milyarlarca insan yoksul ve mazlumken azınlıkta guruplar dünyanın nimetlerini kendileri topluyorlar. Gerekçe ne olabilir.! Bu sorulara yanıt aramaya çalışırken ya kolayına kaçıp iman sorgulanmaz ya inanırsın ya red edersin gibi bir bakış açısı sizi bulur.Yada yorumların içinde helak olma tehlikesi sizi kendine çeker.Şöyle düşünebiliriz tanrı bizim algıladığımız zaman kavramından muaftır.O nedenle tanrının öncesi ve sonrası yoktur.Evren dünyadanda ibaret değildir. Dünyanın yaşının yedimilyar olduğunu kabul edelim yedi milyar yıl öncesi tanrı yoktu diyebilirmiyiz.Tabi birde tanrının tasviri söz konusu olurki yorum şansı biz kulları için mümkünlülügü olan bir sonuç olmayacaktır.Tanrı vardır ve yüksek bir muktedirliğe haizdir.İman bunu emreder.Var sayalımki tanrıya inanmayalım. Ölüm meçhuliyetini nereye koyacağız.En yakınlarımız ölümle (görünürde )hiçleşirken nasıl bir kabul boyunduruğuna ulaşacağız.Ölüm bize bir şeylerin mecburiyetini omuzlarımızda yükletmiyormu.
Büyük devrimci Mustafa Kemal.Atatürk Çagdaş türk devletini kurduğunda Diyanet işleri başkanlığını gerekli görmüş başkanlık bindokuzyüz otuzlu yıllarda (elmalılı hamdi yazırın) kuran mealinin yayınlamış bindokuzyüz altmışbir yılındada yeniden bir kuran mealini topluma kazandırmıştır.Cumhuriyet yobaz ilkelliğin ileri sürdüğü gibi din gerçeğini görmezden gelmemiş onu toplumun gerekseli olarak kültürel varlığın bir özseli olarak görmüştür. Çagdaş türk devleti dini (islamı ) önemsemiş onu bireyin ruhsal alanına bırakmıştır. İzlenmesi gereken yol din realitesinde çağdaş özgür düşünce olmalıdır.Geçmişi görmek ondan faydalanmak ama mantığı din olgusunun temel varsalı bilmek çağdaş inançkarların (müminler ) gerçekçi olacaktır.Dinle ilgili Atatürk,ün şu sözünü hatırlamak gerçekçi olacaktır.’Din vardır ve lazımdır .’Düşünce bizi meteryalizime (madde ) mahkumlaştırırmı.Yoksa düşüncenin yansımasımıdır madde dediğimiz somut veriler. Peki bu süreçte açıklanamayanları nasıl anlatacağız.Birey toplumsal yada özsel kimliğinde nerde duracagız. Madde yada mana birbirinin zıttımı ortakça bir içsellik yaşamın odağında bize ilham vermiyormu.Bireyin varlığını maddeyle sınırlıyabilirmiyiz. Duygular ne olacak umut ne olacak özlem ne olacak. Yaşamak zor iş yaşamak gerçekten ciddi iş !
Nedir bu hüzün . Bu korku bu yokluğa mahkumiyet.Bizi böylesi çaresizliğe mahkum eden ney. Korkumu olacak yaşamdaki izdüşümümüz.
Kendimizden başka her şeyi önemsiyoruz .Unvanları sitatüleri makamları parayı .Gereksiz olan ne varsa ! Sonra bir ölüm geliyor Yitikleşiyor her şey. Bana umuttan söz et olurmu başka bir şeyden değil.
Farkınnda olabilmek ne güzel bir şey. BirileriniN çöktüğü karanlıktan ırak olmabilmek. Köhne duvarların yıkıntısından ırak olmak .
Birgün hatırla beni Diyarbakır.Esmer kadınların umutlarında hatırla.Agla yitip gidenlerine ömrün. Korkularına agla mahkûmluğunun. Sonra bir yörük kızına bağladığım kaderime acılar ek olurmu.
Onkoloji yorgun kalplerin kılinigi. Çaresizlikle umudun harmanlaştıgı puslu ayazların otağı. Ah O lenf bezlerinin hücresel misafirliği. Metastik sıçramaları korkunun.ışın tedavileri onkolojik neşterleri yorgunluğun. Sür kırmızı rujlarını ölüme meydan oku olurmu .
Devlet beni koru bana huzur ver.Benden çok şey isteme.Çünkü zamanım yok. Ben varlığım senin var oluşundur.Hizmet et bana papuçlarımı kirletme. Görevlilerin benden üstün olmamalı. Egemenligim senin egemenliğindir.Unutma. Toplum varsa (halk millet ) devlet vardır. Toplumun siyasal örgütlerinin çatısıdır devlet. Bize buğday başakları verir.Ekmegimizi paylaştırır. Korkularımızı öteler.Devlet halk olmak zorundadır. Tarih sınıfsız bir topluma şahit olamamıştır. Ama eşitliğe yaklaşabilir. Paylaşmayı paydaşlara hakça bir düzende sağlayabilir. Ozaman yaşamın bir anlamı olabilir. Halk adına ve halk için.
Sokaklarına kar yağmış o şehrin. yıllar evelde yağmıştı yıl bindokuzyüzyetmişyedi. Yıl çaresizliğin doğum sancılarının doruklaştıgı zaman.
Yitip gittiler ne yapabilirimki. Ölüm böyle bir şey Yıkar umut şatolarını. Şimdi Alanya ayazlarda üşüyor umutlarım.
Çok sinirliydi annem benim.o derece anneydi işte .yüzük çorbası yapardı her cuma bize .Adana olurdu yüreği.Şirin usta deyince babama şirinlenirdi gözleri gözlerinde .Benim annem anneydi işte.
Herşey apaçık ortada ekmeklerimizi çaldılar bizim. Sonra kendi kötü ruhlarını kutsamanın peşine düştüler. Melekler saklandılar meçhuliyetin gizlerine .Alevden yaratılmış cinler tayfa tayfa koştular bu razil bag bozumuna yalanın.
Özgürlük çok özel bir durumdur kadınım.Özgürlük namustur. Beklenilen güneşidir sabahın. Çoluk çocuk bir sofrada ekmeği paylaşmaktır Özgürlük ölümden kaçırabildiklerimizdir biliyorum.
Ben sevilmek istemem yok öylesi hayellerim,anla beni yeter.Anlaşılmak sevilmekten öte bir sonuçtur.
Yanlızlıgım ellerimde hikaye.lacivert öpüşler kulaklarımda.Yoklugunun izidir içime vuranSenin kavgalarından yüreğimi ağlatan.Her şehir anlık yaşar bilirim.Günler ekmek kavgasına yoldaş.Bana hikayeler anlat olurmu.Dicleden fırattan seyhandan ondan bundan.Utandı doğan gün.Bastıgım toprak.Saklandıgım gece.Penceremde yaprak ıslak yağmurlardan Hüzünlü öğlen sonlarında. Türküler dinler özgürlük ağlaşarak.
Bir gece karanlık ürkütürse yüreğini.Bir rüzgar ulaştırsa saçlarına.Ürkekleştirse gözlerin geç vakitte.Islak bir kuytusunda olmak istediysen umudun.Açıksa kapısı otağının özgürlüklere.Gece lacivertse hele pencerende.Seninle konuşmalarımız vardı bilirsin.Devrimler yapacaktık emekten yana .En cömert parklarında özgürlüğün sevişp ağlaşacaktık umutlarda.Bir kalpak girecekti özgürlük .Kimselerin geçmediği yollardan geçecektik.Uykusuz kalacaktık binlerce yıl .Ne varsa yalandan kalanı öteleyip uyandıracaktık umudu gece boyu. Belki mercimek gözlü bir çocuk.Dolaşacaktı umudunda özgürlüğün.Ne demiş şair – Kadının hayali minnacık bir evdi ‘ O evde açacaktı çiçekleri gençliğin.Dar bir etek giyecekti cinsellik.Soyunup dökünecekti gece.
Büyük kayıplarım var benim.Sıcaklıgında ısındığım gözlerinde umutlandığım yürekler.İşçi sofrasında olurdu doyumluğum.Tahta kapılı toprak damlı evde.Biz yaşadıkmı bu ülkenin sokaklarında ölümün öksüz bıraktığı yolculardık biz.
Közleşmişti korku güncesinde.Kısıktı özgürlüğün nefesi.Bir tutam başak kopardı ömür.Yitenlerin ardında yandı umut.Hani aradık ekmeği tuzu.Tanrıyıda tanıdık biz mecburduk ! Özledik saçlarını aşkın hiç olmamışken para pul biz çıplak sevdik özgürlüğü.Biz yolcusuyduk kavgaların Emekten eştlikten senden benden.Bir hikaye oldu ömür.Biliyormusun tükendi umut.kör kütük sarhoştu hayat.Hani gördü ölümü ruhum.Yitik donuk bir umuttu kavgam.Atlıları vardı bu ülkenin göçtü gitti.Birde yalan kadınları ömrün.Şundan bundan.
ölüm karanlıktır.Giriler çalmıştır uykularını Hiçtir artık kadınların ömründe.Renkleri giridir cinsel dürtülerin.Bilirim ölüm karanlıktır.Hani yağmurları ıslatmıştır tutkularını.Ankara senin benim şehrim.Deli savruk bir aşk kalmıştır sokaklarında.Dikim evinde öpüştüğüm gençliğim.Sen değilsindir.Hani soyunup dökünürken baharı memleket .Ben fakir insanları severim Yalanı bilmez yalın insanları.Gelmiş geçmiş tüm inançlara inat yalandı seni sevmediğim.Hani giriler çalmıştır uykularını .Bilirim ölüm karanlıktır.Yitenlerim oldu sen yokken.Ardında tükendiklerim.Ah bilsen korkunç kavgalarım oldu benim.Elleri bağlı sonumu bekledim.Sanki tüm ölümler bana misafir.Sanki bakire kavgalar içindeydim.Penceremde sensizliğin çıglıgı.Tüm evli kadınlardan korkan çocukluğum.Ben hiç büyümedim.Haydi gel sabah kalkalım bir çay içer içelim.Seninle sensizliğimle.
Gün yine dogdu çiçeğim.Yagmur sensizde ıslattı kasıp patıları.Huzursuzlugumda hiçliğin öncül.Biliyormusun ne olur sen gidince.Bir ölüm gelir bir ölüm girilmez her vakit girdiğin eve.Acı şiirlerini eker bu toprağa.Bizde yaşadık kendimizce bu alemde .Kadınlar sevdik devrimci kadınlar.Yürekleri paktı onların.Öksüzce yürüdük kavgamızın tozlarında.Sokaklarında izlerimiz vardı umudun.Sonra kısık nefeslere mahkum olduk.Ah o kadın yalnız gecelerin durdanecigi. Sevdik bu ülkenin ölümlerini.Halbuki biz lacivert gecelerindekadınımzla sevdalı kır çiçekleri ektik toprağına memleketin.Ne demiş şair ‘ bu memlektet bizim .’
Bir aralık günüydü yitişi.Belki babam annem onu karşıladı.Tüm Anadolu kadının hikayesi.Postanenin en masum tebligat memuresi.Onkoloji kıliniklerinde geçerken ömrü.Dolaştı yanlızlıgın hüznünde gençliği.Belki kendince hayelleride oldu.Ablaydı ruhumun en asil efendisi.
Tanrının bize nasipledigi ömre şükürler olsun.Ölümün gölgesinde yaşamaktan vaz geçmiyoruz bu iyi bir şey .Vazgeçmek yenilgidir derler doğrudur gerçi bu soytarı hayatla baş edilmiyor.
Yıllar oldu bir çok şeyi unutur göründük.Bir çoğunu kabullenmek kaderimiz oldu. Köprülerin altından çok sular aktı neye kızıp neye sevineceğimize şaşırır olduk. Sanki ereti bir beklenti içinde sisli bir geleceğin hiçliğinde gibiyiz. Ne düşünüyorsak eksik ne özlüyorsak yetmezlik iliklerimizi kanatıyor.
Yaşamı biçimlendirmek kendimizi yönergelemekle ilgili bir durum.Sizce bir insan nasıl yaşamalı diye bire soruya muhatap olunsa .Söyliyebilecegimiz tek şey farkındalık olmak olmalı. Farkında değilseniz var değilsinizdir.
Öfke farklı bir durumdur.Korkutur umudu.Kötülüklere yelken açarsınız öfkeyle.Hani liseyi bitirince Önünüze koydukları üniversteyi oku orası farklı derlerya.Öfkede öyle bir şeydir .Rezillktir.Sizi mahcup bırakır.Kurutur yüreğinizdeki akasyaları hanım ellerini.Balkondaki o begonya çiçeği gülümsetmez artık göz yaşlarınızı.
Artık yaşlandık biliyorum öylesine değil ruhen yaşlandık.Hani öemsenen ne varsa ondan vaz geçilirya.Bana dindarmısın diyorlar bilmiyorum sadece ben tanrıdan yanayım.korkularımda ona sığınıyorum. Ötesini bilmiyorum.Ölüm her canlı için cehennem herkese açık .Cennet inançkarlar için.İnançkarlar (müminler ) cennette sonsuz kalacaklar .İhtimal tasviri zor bir hayatta olacaklar.Ben şimdi neyi anlatacağım sana bilmiyorum.Korkunç tecavüzlere uğramış ruhlarımızımı .Erken ölümlerinimi umutlarımızın.Gün içinde uğursuz şeyler söyleme bana .Kötü cinleri kovala gitsin.Kırmızı renkli çiçekleri anlat bana yürekleri hüzünlü kadınlarla yoldaşlaştır.
Benim demikrasim seni sevme özgürlügümdür.Bunu anlaman lazım.Birey toplumun bir pardaça sıdır .Kölesi olmamalıdır.Birileri böyle istiyor.Şöylede bir durum var birey bu paydaşlıkta nerede durmalı.Katkısı ne olabilir.Beklentisi nedir. Neyi ne derece savunma şansımız var. Bizim doğrularımız gerçekten doğrumu.Belkide baştan aşağı yeniden bir arayışa girmeli yaşam yolculuğumuz.
Biliyorum tüm umutlar çıplak doğar. ‘seni niye arayacagımki dedi geçmişim.Bir utandım bir utandım sormayın.
Sonra portakal çiçeklerinin açtığı mevsimde dualar etti tanrısına umudum.Gökyüzü kahverengiye büründü
Toprak oldu tenimin t hücreleri. Dogumum vakitsiz oldu ölümümde.Ben şimdi kimin için nefes aldım anlat bana.Artık öldük biliyorum biz ağlaşırken öldük geceyle.Yagmurları kururdu memleketin .
Özgürlük senin benim için değil gökyüzü için gerekli gökyüzü özgür olursa uçarız sevginin kanatlarında .Bilirsin gökyüzü sarar toprağı .Toprak bedinimiz alır koynuna ruhumuz gökyüzyünden izler geride kalanları. Bak yine yaralar açıyor bu ülkenin umutları.Kanıyor korkuları umudun.Yine isimsiz kavgaları sokaklarda tuzluyor acıyı.Şimdi koynunda olmalı gökyüzünün.
‘Nerelisin? ‘ dedilermi yüreğime bir ok saplanır .Kanar yaralarım bilinmezliğimde.Tüm köyler benim olur tüm kadınlara sevdalı yüreğim.Sonra Türkiyem olur ruhum.Aglaşırım kış yağmurlarında. Islanır sahipsiz ölülerim toprağımda.Biliyorum yaşamak seni düşünmektir başka bir şey değil.
Başlangıçta herşey güzel görünüyordu.Umut vardı çünkü. Bahar mevsimlerinin getirdiği bir gençlik usulca okşuyordu ruhu . Sonra ölümü tanıdı ömür.Tanrının gerekliliğini o zaman anladı .Dip dalgalardan gelen bir kasırga gibiydi ölüm. Alıp gitti tüm yoldaşlarını ömrün .Bu hikaye böyle bitmemeliydi.
Yasaklar korkular ve günahlar .İnsan denen varlığın hayatı bunlardan ibaret. Birde sitatiko var. Siz bakmayın ölümün bizi eşitler göründüğünde eşit yaşamıyoruz.Güçlüler ve ezilenler var. Bizim izdüşümümüz acıdan başka ne olabilirki.
Yaşamda başarılı olmak için başarının ne olduğunu bilmek durumundayız.Başarı zenginleşmekmidir. Yada unvan sitatü makam sahibi olmakmıdır.Tüm bu arayışlarda aslında ulaşmamız gerekenin sadelik dolayısıyla huzur olması gerektiğini anlayamıyoruz.Aslında tüm bunlar için çalışmak aklı kullanmak inanın yeterli olmaya bilir.Tanrının sizin yolculuğunuza musade etmesi gerekir.Yolunuzu siz belirleye bilirsiniz ama o yolda hedefe ulaşmak tanrının takdiri oluyor.Yaşam o musade ettiği ölçüde sizin ellerinizde biçimleniyor. Akıl tanrının bize nasipledigi büyük bir nimet.O nimetin kıymetini bilmek durumundayız.Yaşam ciddiyet istiyor.
Dogru olan neydi bilmiyoruz.Kenara itilen halk yığınları kendilerini ifade edecek bir yapıyı sistemde göremeyince kendi sistemlerini kurdular.Tanrının kutsal kitaplarda vaat ettiği cenneti düşlemek.Yaşanılabilecek herşeyi tabulaştırıp dokunulmaz kılınca cendereye sıkışan ruhlarımızı ölüm ötesine hazırlamayı tek çare görür olduk. Yaşam yaşanması istenmeyen bir büyük felaket gibi gözüktü ruhumuzun içselligine. Sonra olan yine o ötelenen halk yığınlarının üzerinde şakladı o rezil sömürü düzenin kırbacı. Hayat basite alınacak bir oyun değildi.
Düzene egemen değilsek kendimize egemen olmanın bilincine ulaşmayı başara bilmeliyiz.Bu bize aydınlanmanın gerekliliğini zorunlaştırıyor.
Günümüz insanın bir büyük yanılgısıda herşeyi kendi için istemesi.Buna ulaşmak için her şeyi mubah sayıyor. Sömürlen insan olduğuna göre sömürü çarkının mimarınında insan olması oldukça şaşırtıcı bir durum.Hava oldukça soğuk ,umutlarda öyle !
Kimseler yokken biz vardık o şehirde .Güvercinler vardı esmer bakışlı kadınlar ve umut.Şimdi ne
Böylece özlemiş oluyorum seni.Bir bag bozumu güncesinde tüm duygularımı biçiyor gözlerin.Ben seni uzaktan seviyorum.Uzaktan gülümsüyor bana umudum.Irak çok ırak ülkelerden sana şiirler okuyorum.
Üzüldü çok üzüldü.Nar çiçekleri ağladı o üzüldü diye genç kadınların küpelerine mahkum oldu aşk. Kirazlar ağaçta kaldı toplanmadı.Yorgun kadınları karadenizin bomba seslerine mahkum oldu.Bu gece hiç erkek kalamadılar umutlar.Bakir yorgun ve çaresizdi gökyüzü.Sonra birden dikenler yağmaya başladı.Özgürlük ulusça göçüp gitti umutlarımızdan. Atlı akıncılar geride bıraktı sevdayı geceye mahkum oldu.Lacivertti gece sosyalizim puslu bir hikayede kaldı.Buzul bir camdı geçmiş.Acımasızdı.Akşam üzerleri ışıkları yanardı şehirlerin.ölümler unutulur olurdu.
Acı bir bakış fırlatır yaşama ölümü kabullenenler.Kim derki askerler ölmek için varlar. Yok öyle bir şey.Yaşamak asıl amaç olmalı. Çiçekleri açmalı umutların.Bak martın dördü bugün. Baharın ilk günleri.Korkuyorum günaha girmekten yaşamaktan.İbadet hanede merdivenli yüksekçe bir yerde söylevleşiyor imamın sözcükleri.Yorgun bedenli müminler kendilerine bir çıkış arıyor gibi. Dışarda kavgası var hayatın. Bugün günlerden Cuma !
Tanrı meleklerini görevlendirdi yer yüzüne adı anneydi onların. evlatları için çok emek verdi onlar.Korkuları kendileri için olmadı. Küçük sıska umutları vardı onların.Bir akşam üstü ölüm gelip götürdü tüm umutlarını dünyanın ölümdü annenin kaderi.
Ne yapabiliriz söyleyin hadi aç kalmak ağlamak kırmızı gülleri sulamamak kurutmak tüm bahçesini yüreğinin bu acıyı közlermi söyle bana.
Tüm yoksul insanlar bu dünyada tanrının yetim evlatlarıdır.Biliyorum.Kimbilir yaşamak günahları sevmekle başlayacak.Yada felaketimiz olacak yaşamak.
Korkunç rezil bakışlı yosma kadınlar küçümseyecek şehvete mahkum erkek süliyetleri. Karanlık her şey çok karanlık.
Tanrı onu yanına aldı , o şimdi cennette ! Bırakıp gitti bizi hiç tanımadı kendini. Kendi için yaşamadı. Çalıştı mülk aldı gösterişil binekler edindi. Bilemedi gençliğinin tükendiğini ömrünün sonsuz olmadığını.Çok acı çekti baş edilmez hastalıklara muzdaripti hücreleri.Sonra öldü dediler.Anlamı kalmamıştı artık kiliselerin şinagogların camilerin.Sadece o vardı bir dag yamacında bir toprak tümseği adına dualar okundu Bişiler kızartıldı yağda. Konu komşuya dağıtıldı. Askerler son bahar tatbikatındaydılar. Tank paletleri yağlandı top atışları yapıldı .Omuzu yıldızlı generaller her yerde saygı gördüler.Hak ediyorlardı bu saygıyı .Sadece varoş sokaklarında dev şehirlerin sevişmeyi bilmez kadınlar çocuklar doğurdu onlara.Şiirin adı yoktu.
Ülkücülük nedir diye sordu bir arkadaşım. Ülkücülük aslında ülkeni sevmekle ilgili bir durumdur.Kendi varlığını özümsemektir.Günümüzde ülkücülük arap kültürünü din diye dayatanlara karşıda bir duruştur,Alpaslandan Atatürke türk önderlerini anlamak ve yaşatmak duygusudur...Türk ulusunu bir öz kültür olarak var kılma ülküsüdür. Ülkücülük yeniliğede açık olmaktır bu haliyle ülkücülügün devrimci bir yönüde bakidir !
Toplumun önüne çıkabilirseniz o toplumu yönetebilirsiniz.O toplum sizinle bataklıgada gömülebilir düzlügede çıkabilir ! Yönetenlerin büyük çoğunluğu halktan aldıkları gücün içinde zehirlenebilirler.Çevre onlara bu hakkı tanır.Dogru olan onlar için tektir oda kendi düşünceleri olur.Edebiyat emekçileri tarihle pek ilgilenir olmazsalarda aslında yazıya döktükleri tarihin içsel hücreleri oluyor.Ülkelerin devlet yetkenleri iki kulvar üzere giderler.Birinci görüşte esas olan güncede var olan halkın mutluluğu ve refahı .Bu mantıklı bir görüştür.İkincisiyse halk geçidir asıl olan ulustur onun geleceği ve bekası için bugün halkın yaşamı biçimi varlığı riske atılabilir ! Bu ikinci görüş günümezde,de savaşların çıkmasına gerekçe olan hastalıklı bir sonucu karşımıza çıkarır. İşin bir diğer yönü yönetenlerin ulus bütünlüğünün varlığını kendi içsel güçlerinden alması gerektiğini görmezden gelmeleridir.Bu onları kararlarında yalnız bırakmakla kalmayıp halklarının acı çekmelerinede gerekçe olabilmektedir. Yazmak bazen sizi hayellerinize mahkum olmaktan kurtara bilir. Kendi mahkûmluğumuzu yenmeyi başara bilmeliyiz.
Kimsenin kimse için fedakarlık yapma yada isteme hakkı olmamalı ! Çünkü hayat sınırlı! O zaman bizden istenen fedakarlık beklentisinin gerekçesi pek sağlıklı olmuyor ! Kendi yaşamınızı sahiplenmeyi bıraktığımızda başkalarının yaşamlarına meze olmaktan öte bir durumumuz olamıyor. İnanın bunu tanrıda istemez!
Eylül ayında anam ve komşular birlikte gidilirdi şehirdeki toptancı hale .iki sandık domates otuz kilo biber ve patlıcan. Sonra doğranırdı domatesler büyük leğenlere. birkaç gün bekletilirdi. sonra kevgirden geçirilir sinilerde dama serilirdi güneşe. birkaç günsonra küçüle küçüle sinilerdeki domates suyu salçalaşırdı. Bİliyormusunuzki siz mor lastik donuyla kadınlığını yaşayan nazire dokuzçocuk doğurmuştu kırkyaşına gelene kadar. dokuz çocuk ekmek üzre salçayla doyurmuştu acıkan karınlarını. sonra iplere düzülen biberler ve patlıcanlar bahçenin tel çitlerine bağlanıp Diyarbekirin kuru sıcak havasında kurutulurdu. mevsim sonbahardı .kapıda satıcılar dolaşırdı . köşede kırmızı çatılı bir ev vardı .içinde kırmızı entarili bir kadın dolaşırıdı. Zaman genç bir akasya ağacının hüzünlü bir yitikliğini anlatıyordu umuda.Ve sen umutta ürkek bakışlı serçe gibiydin. Haklıydın ürkeklinde .Acımasızdı hayat.
Esmer şiirleri severim ben. Yalın süssüz köylü kadınları gibi sıcak .tozlu topraklı hayatları anlatan şiirleri. Onun için saklanırım şehirlerin kavgacı gürültüsünden. Çok arkadaşım yoktur benim. Kendimde ıraktayım kendimden. Kapıda bir çirkin kedi beslerim yanlızlıgımda. Tüm ölümlerin arkasından eksilirim ben.
Çok Kadınlar özledi yüreğim. şalvarlı tülbentli kadınlar. Devrimci bir bakışları vardı kadınlıklarının. Vazgeçilmez ülküleri vardı doğurganlıklarında. Bana hiçbirşey anlatmadı bu gece. Perdeleri hiç kapanmadı acıların. Hiç ölümsüz geçmedi yıllar. Gülümsemedi gecemde uykularım.
Herşey gerekli olduğu için vardır. umutlar öyle. sadece haset gerekli değildir kibir gerekli değildir. Sömürü gerekli degildir .Bizim için değerli olan sadece sevgidir.
Sumaklı dolma yapmayı bilirmisiniz. hani sumağı suya ıslayıp sonra tencerenin üstüne dökersiniz. ekşimsi bir tadı vardır onun . Eskimiş fikirler gibi dilinizde tadını hissedersiniz. Keşke dersiniz. Keşke hiçbir fikir eskimiş olmazsa. Keşkenin hiçbir dilde anlamı olmazsa.
Hayatımızın büyük bir yanılgısı uyumsal olmakla geçiriyor olmamız.Kendi yaşantımızı kendimiz oluşturamıyoruz.Herkes birilerinin yaşamına hükmetme yetkenligini kendinde görebiliyor. İş öylesi bir boyuta ulaşıyorki hesap sorma cesaretini başkalarına tanıyabiliyoruz. Dizginleri birilerine bıraktığımız hayatı kendimizin sanıyoruz.Bu yanılgı yaşam yanılgısı olsa gerek.Yüramda yeşillkler azgın sular içinde yalpalayıp giden bir karmaşanın içinde buldum kendimi.Üst yamaçlarda tanımadığım insanlar bana bakıyordu.Kimdim öyle bir yere nasıl düşmüştüm.Orası neresiydi.Ölüm ötesi bir gerçekliğimi yaşıyordu ruhum.Yakın çevremde önemsediğim bu değerlidir diyeceğim ruhumu okşayan pek fazla kimse yoktu.Ömürlerini paranın peşinde geçiren asalak kişilikler ortalıkta dolaşa dursun.Ben neyi niçin özlüyordum onun bilinmezliğinde gibiydim.Kimbilir çocukluğuma özlemimin gerekçesi belkide bu hüzünlü geçmişime özlemden geliyordur.
Ülkücü,Devrimci geçmiş onyıllarda ülkede karşıt görüşler olarak ortaya çıkan bu kavramlar birbirinin zıttıymış gibi algılandı. Sağ yada sol düşünce arayışında karşıtlar olarak toplumsal yaşama girdi. Tabiki bu haliyle bir yanlığıydı .Ülkücü yada devrimci görüş aslında birbirini tamamlayan fikirlerdir. Birisi milleti ve onun yüceliğini öncül görür. Diegeri tüm halkların eşitliğini ve birlikteliğini öncüller. Bu iki kavramda kendi içinde tutarlılık gösterir.Karşıt değildirler tamamlayıcıdırlar.Günümüzde millet kavramanı ve onun idaal arayışını görmezden gelmek pek gerçekçi olmayacaktır .Vatan töre inanç bağlılık hepimizin özsel içeriğidir denilebilir. Bunun yanında emeğin kutsiyeti hakkın ifası eşitlik insanca yaşamsal katılım görmezden gelinebilecek değerler olmamıştır.Toplum tüm gereksellerini dikate almak durumundadır.Çagdaş yaşamın enerjisi bu gerçek üzre olgunlaşır .Toplumun kültürel sürekliliği kültürle oluşur.ortak amaçla belirginleşir. güncel halkın yaşamsal gerekçeleride değişime açık olmakla ilgili bir durumudur.Devrimci bir mayası olmaldır. Kabullenelimki böylesi bir sonuçta devrimve ülkü birbirini tamalayacaktır.Hepimiz bir ülküve devrim etkenseliginde varsallız diye düşünmeliyiz.Toplum çok geniş bir kavramdır kalıplarını geniş tutmak sağlıklı olacaktır diye yorumlayabiliriz.
Ciddi bir hastalığa muzdaripseniz yurt dışına gitmek istiyorsunuz ,daha donanımlı hekimler daha alt yapısı güçlü kılinikler. Oralarda sizden çok sigorta poliçenizin önemli olduğunu zamanla anlıyorsunuz. Paranızın olduğu kadar değerlisiniz. Bizim kılınıklerse biraz karmaşalıdır.Unvanlar önemsenir üst düzey hekimler masanın arkasında biraz kasıntı durabilirler.Yinede ruhlarının bir yörüngesinde insan sevgisini hissettirirler size.Siz onlara şiir okumayı denemeyin.Gerçekçidirler şiirse biraz hayalperestir.
Tüm beklentileri o toprağa koyulan ölünün beklentisi degilmiydi.Oda sevmemişmiydi ince pembe topuklu kadınları .Kimsesizler yurdunda yüreğin yalnız erkeklere misafir olmamışmıydı yüreği kırık savaşların yorgun askerlerinin anlattığı hikayenin kadını sen degilmiydin. Kim haklı kim haksız ne önemi var. ölümler yağarken şehirlerin üzerine. Savaşların hükümdarı olmazki .Ölümdür orda hükümdar olan .Camları kırıktır evlerin.Aglatır ayrılıkları yüreği. Bir ölüyü toprağa verdiğinizde bir yaşamı bitimlediginizi bilmek durumundayız.Yaşanmışlıklar duygular umutlar beklentiler.ve meçhuliyet.Tüm düşünülenlerin anlamsızlaştığı ölüm hareketli bir yaşamın içinde sizi bulur.Geride kalanlar için ‘hayat devam ediyor’ sözcükleri gerçel bir olgu olarak sizide sarar.Yine sokaklar doludur.-İnsanlarda geçim telaşı .Devletler askerler generaller siyasetçiler.Devlet memurları okullar Ögrenciler Çocuklar ölümü akıllarından geçirmesi mümkün olmayan gençler. Daima üreten makinalar o makinaların sahipleri.Mülk sahipleri ölümü anlamayı pek beceremeyen insan yığınları.Şuursuz kalabalıklar.Son zamanda yaşamız gereği olsa gerek ölümler bize burdayım diyor. Güneş her dogdugunda umudu yeşertmez acısıda vardır her sabahın.Tümen tümen gelir ayrılıklar ölümler .
Bir yakınınızın ölümüne tanıklık ettiyseniz .Sizin için yaşam çok farklı ilerler.Önem verilen herşeyin önemsizleştiğini anlamış olursunuz. Bu benim içinde böyle olmuştur.Torosların yamaçlarındaki kabirlikte toprağa verdiğim yakınlarımın şimdi sadece soğuk mermer taşlarının izleri var. Onkoloji koridorlarında ömür tüketen ablam için artık patoloji raporlarının kemik metestazlarının kemoterapi seanslarının bir anlamı kalmadı.Artık yaşam meçhuliyetinde o şimdi bir yerlerde bizi izliyordur.Düşünsenize insanlık tarihi boyunca milyarlarca insan bu dünyadan göçtü gitti gitmeyede devam ediyoruz. Yinede içimizdeki egoyu yenemiyoruz.Unvanlar sitatüler makamlar. Ötesi ölüm.
Derin acılar yaşamış insanlar hüzünlü gülümserler. Çaresizce tutunmaya çalışırlar hayata. Korkunç bağımlılıkları olurda anlamazlar.Yılgın duygular içindedirler. Daim bir şeylerin eksikliği vardır ruhlarında.Ölgün bir çaresizlik misafirdir onların güncelerine.Kim bilir belki bizlerde onlardan biriyızdir.Yorgun bıkkın ve yalnız.
Eger kendini doğru buluyorsan o yolda ilerlemekten vazgeçme.heleki yanlızsan sen doğru yoldasın demektir ! Dogru olan yol tek bir yolda değildir.Degişkendir.! O zaman sende değişmekten çekinme istikametin belirgen olsun.Ama açılar farklı ışıkları yansıta bilsin ruhuna.Güneşin doğuşunun bir anlamı olmalı.
Asalak kişilikler cüretkar olurlar .Kendi rezilliklerini örtbas etmek için daim bir suçlayıcı tavrı kendilerine maske ederler. Basittirler.Sade olmak farklıdır basit olmak farklı !
Güneşin her sabah doğupta aydınlatır göründüğü bu dünya bir haksızlıklar panayırı gibi. yoksulluk ve zenginlik kolkola yaşıyor bu keşmekeşte.İşin tuhafı milyonlar yoksulluğu iliklerine kadar yaşarken azınlık zenginliğin şatafatını yaşıyor.Birileri bir şeylerin hükümdarı olmuşlar umut satmakla meşgüller.O birileri egemen gücün temsilcileri olarak büyük kitlelerin yaşamlarına kara çalılar ekmekle meşgüller. Tanrı niçin buna musade ediyor anlamakta zorlanır olmuyormuyuz. Bize cenneti vaat eden tüm inanç kulvarları niçin bu renklerin baharlarda sevinçleştigi umutlarımızı tüketen rezil bir hayata mecbur bırakıyor. Doganın en üst varlığı insan denen canlı niye böylesi bedbah bir hayatı kabullenir oluyor.Tanrının bize nasipledigi iradeyi kullanmayı niçin beceremiyoruz..
Bu öyle bildiğiniz analardan değildi. Evlatları için saçını süperge edenlerden .Bir lokma ekmeği evlatlara eşitçe paylaşanlardan .Korkunç bir sinsiliği ruhunda besliyen bu kadın tanrının kendisine nasipledigi şu uzun ömrünün sonundaki ilahi sorguyu hiçmi hiç düşünmez göründü.Şimdilik yanlızda değildi kan emeci kişiliksiz gölgeler onun gölgelerine karışmış karanlığını daha bir zifrileştirmiş. kısa minyon bedeninin hiç yitiksiz hükümdarlığını cüretkarca kullanır olmuştu.Neydi bu kadını böylesi sinsi yapan .Ana ve sinsilik hainlik yanyana gelmesi zor olan sözcükler degillermidir.Peki nasıl oluyorda bu kısa tıknaz kadın bu rezil ruhu kendi içinde misafir ediyor. Yok bunu sadece cehaletle açıklayamayız.Bir yerlerde saklanmış bir şeylerin varlığını hissediyor gibiyim. Bu kısık mercimek gözlü kadına yinede kızamıyor insan.Hani ana sıfatını taşıyor olması her rezilliğin üstünü kapatır oluyor.Tıpki bir toprak gibi.
Tüm insanlar yemeden içmeden ve içgüdülerinin etkencesinden bir ay için vazgeçer oldular.Güneş doğarken ve güneş batarken kendilerini oraçladılar.Ruhlarını bedenlerinin temizliğiyle arındırmaya çalışacaklar. Tüm içsel kavgalarını köhne bir dehlize koyup saklamaya çalışacaklar. Sonra o bir ay geçecek neyi niçin kabullendiğini bilmez halk yığınları ömürlerini yine tanrının günah saydığı kötülüklerle tüketmeye devam edecekler. Gök yüzündeki yıldızlar ve milyarlarca özgürlüğe koşmuş ruhlar kendi hikayelerini anlatacaklar lacivert gökyüzünde.Akdenizde sular çekilmiş olacak o vakitler .Damlataş pilajındaki dip kayalıklar gün yüzüne çıka dursun .İnsan denen varlık tüm çekingelerine karşın yine saklıyacak içinde bir şeyleri. Kırmızı gözlü siyasetçiler kendilerinin ne kadar düzgün insan olduklarını anlatacaklar lüks otellerin restonlarında verdikleri iftar yemeklerinde.Kuzu kavurma pirinç pilavı ve alaiyenin gülüklü çorbası .Bir nevi pirinç çorbası yuvarlanmış kıyma ve işkembe kıyıgı . İhtimal kızıl saçlı kadınlar türban adını verdikleri baş örtülerini sarmalayıp katılacaklar bu yemeklere. Üniveristelerin rektörleri devlet görevlileri protokol dedikleri bir düzenekte ço k önemli kişilikler olduklarını hissettirecekler ruhlarına. Ekmek fırınlarında pide kuryuklarında bekliyen emekli geçkinler pahalıktan şikayet edecekler. Yinede içlerinin bir kıytısında yaşamanın sevinci var olarak kalacaktır şüphesiz. Tanrı bizleri kutsasın.
İnsan kendi yaşamını nasıl belirler. Bu sürece etki eden veriler ne olabilir. Savaşlar bir yana yaşamınıza etki eden iki ana faktör vardır.Birisi aileniz bir diğeri yurttaşı olduğunuz devlet. Birey millet kavramıyla devlet mekanizmasını farklı anlamak zorunluluğu görmek durumundadır.Devlet bir kavram olarak gereksel bir otorite olmakla birlİkte işlevselliği farklı olabilmektedir.Bireyin devlete olan sorumluluğu devleti hükümdar konuma getirmemelidir.Çagdaş devlet yapısında amaç bireyi ve onun oluşturduğu toplumu hukuk realitisende özgürleştirip eşiticil kabul görür bir yaşam işlevine kavuşturmakla yükümlü olmalıdır.Birey devletinden bunu beklerken kendide iç güdülerinin ötesinde insancıl kültüre sahip olma uğraşından vaz geçmemelidir.Benim toplumum ve benim durumum. Durumun tesbiti çok önem arzetmektedir. Bireyler doğal olarak çağın gereklerini yaşama rahat etme güvende olma hakkına sahip olmalıdır.Birey var olma uğraşında kendisine sunulanı değil gereksinmelerini öncül etmeli.Neden niçin sorularına kendini muhatap görmelidir. Bir çok şeyi herkes ister.Bu durumda hepimiz için doğal bir sonuçtur.Ozaman toplumsal yapı ortak üretileni ortakça paylaşmanın zeminini oluşturmak durumundadır .Teknoloji insanı sömürmeden öte insana hizmet etmeyi görev bilen bir yapıyı içsel olarak hepimize zorunlu kılar.Devlet bu varsalın ana aktörü olarak tüm beklentilerin odağında olmaktadır.Yaşamı kolaylaştırmak çağdaş devlet mekanizmasının işleviyle doğrudan ilgilidir.Bir devletin çağdaş olması yurttaşların toplum bilinciylede ilgili bir sonuçtur.Kültürel donanımı yetersiz toplumlarda devlet mekanizmasıda sorunsal olabilmektedir.Yaşamın ana ışığı bilgi olduğuna göre bilmek araştırmak sorgulamak.Toplumu ileri götürecektir.Edebiyat ve yazın bu sürece katkı verebilirmi .olasıdır.Kabul edelimki edebiyat ekinselligide toplumun üstünde bir sonuç değildir.Toplumun basit bir yansımasıdır.Farklı düşünmek her daim kendine bir yol bulamayabilir.Birey yaşamıyla toplumsal izdüşüme katkı verir ,yada o izdüşümde hiçleşir !
Siz hiç duvarlarla konuştunuzmu .Korktunuzmu perdelerini açmaya yüreğinizin.Odanın yanlızlıgının ayazında ısındınızmı.Siz hiç özledinizmi çocukluğunuzdaki sini sofrasının çökeleğini,yufka ekmeğini.Agladınızmı özlediğiniz kadınların yaban ellere uçmasına. Siz hastane koridorlarında patoloji raporlarının insafını bekledinizmi .Hiç baktınızmı gözlerinin içine yorgun hekimlerin . Ah siz yaşamaktan korktunuzmu hiç. Ölümler çaldımı kapınızı. Yaralımıydı izdüşümünüz .Garipmi öldü umutlarınız.
Hayat sizi hep aynı çarkın içinde tutuyorsa bunu red etme hakkınızı kulanın.Buda sizi karşıt yapar.Tüm taşlarını yerinden oynatmak istersiniz bu köhne dünyanın rutubetli duvarlarının. Dönemeçlerde yolunuzu kaybetiginizde olur geniş meydanlara çıktığınızda. İkincisini tercih etmek için adımlarımızı iyi yollarda sürgelemeliyiz.
Bir yolculuğun içindeyiz bireyiz aileyiz ulusuz koca bir insanlığız.Bunlar birbirini tamamlayan olimpiyat halkaları gibidir.Birbirinden kopamaz.farklılaşamaz.Bizim türklük bilincimiz başka uluslardan üstün olduğu savını taşımaz.Biz insanlığın önemli bir paydaşıyız kendi özsel kültürümüzle var olmalıyız çizgisini yansıtır.Bizler insanlığın ortak kültürünün en önemli mihenk taşalrından biriyiz.Türk olmak bilinç ister. Ulusal birlikte emek odaklı bir toplumsal düzen bizim ana amacımız olmaldır.
Şehrin en büyük mabedlerinden birinin (Cuma ‘ ibadeti için) içindeyim. Merkezi yayınla bir görevli (vaiz) dini görüş sunuyor. İfedesine göre bir Müslüman (islamiyete tabi mümin ) ‘Bana kuran yeter ‘ derse dinsiz oluyor ! Anlatılmak istenen kutsal kitabın sünnet olarak bilinen görüşle desteklenmesi gerektiği .! İlginç bir durum Tanrıdan gönderildiğine inanılan bir kitabı inandığını söyleyenlerin yetersiz görmesi :! bir nevi red etmesi ! ve Hadisleri öne çıkarması (Hadis pergambere ithaf edilen onun sözleri olduğu düşünülen sonradan gelen sözler görüşler). Bu görüşlerin gerçekliği daim tartışıla dursun .Kuranın hadislersiz açıklamayacağını ifade etmek Tanrının mutlakiyetine bir karşı duruş olmazmı ! Tanrı kutsal kitapta neyi eksik anlattıki biz inanlar insan kaynaklı verileri öncül yapma gereğini duymaktayız.Geçmişten gelen kültür o kültürün ana kaynağıyla karşıtlaşırmı olacak işmi,Din farklı bir arayış.Din üzerine düşünmek sırat köprüsünde yürümek gibi..!
Daha dün verdik toprağa sevgiyi.Unutuverdik gökkuşağının renklerini ,Sadece toprağın rengini sevdik.Bizi korudu diye. Olmazsa kimsesizdik!
Birileri bizi üzüyorsa biz musade ettiğimiz içindir. Hani şair demiş,ya ‘ Aysel git başımdan ben sana göre degilim’. Ah o gözlerin ırak dursun uykularımdan olurmu,Bir nehir aksın mezopotamda bana seni hatırlatsın.Yüregimde hüzün.
Papuçları tozlu erkekler ölür savaşlarda üstlerinde yeşil parkaları ölesiye inandıkları ülkülerine tutkun. Bıraıp hayellerine toprağın üstünde göçer giderler kervanına meçhuliyetin.Bu memleket yüreği yaralı anların otağıdır bilirim .Daglarında kara çadırları vardır yörük yiğitlerinin.Saçları örgülü kadınlar umut sagar keçilerinden sabahında.Kalmakta zordur gitmekte bu kervanla. Kaldık dağlar başında .Sisleri dağılmaz nisan mevsiminde umudun.Kim unutur söyleyin lacivert gecenin yıldızlarını .Dogunca sabahında güneş .Kimler ısınır koynunda umudun.Söyleyin bana.
Bana teşekkür etti niçin etti bilmiyorum .Bir sevindimki sormayın ıslandı kirpiklerim o gidince. Sonra anladım bana kırmızıyı sevdiren mavilerdeki bayrak.Birde gelincikleri severim yer yüzünde. Bugday başakları arasından serpilirler yüreğimin bozkırlarına.
Ölüm önemsizdir inanın .Sadece hüzünlenirsiniz dolunayı bırakıp gittiğinize avuçlarınıza almak istediğiniz yıldızları artık göremiyeceginize. umudu geride bıraktığınıza . Yaşamayı işçi mahallelerinde size özleten ruhu bakir insanları özleyeceğinize .Yoksa ölüm yaşamın bir başka dönencesi oluyor. Geride kalanlar onlar şimdilik yaşadıklarını var saysınlar.
Sen özgür değilsin biliyorum. Çünkü sen kar taneleri gibisin dikeysin yaralarına karşı ömrün.Benim gibisin kimsesizsin loş umutkar hayeller yıkık duvarlı köhne közlerin üstünde üşümüş bir türk kahvesisin sen. Özletiyorsun kendini.
Yukarılarda bir yerde gök tanrı yer yüzünde yarattığı canlıları hizaya getirmek için onların kaderinde yaralı çizgiler ekliyor.Hani canlılarda rahat durmuyorlar dogrusu .Unutu vermişler dünyaya geliş gerekçelerini ! İnsan denen canlı dünyaya getirildiyse dünyavi olmak zorundadır.Dünyavi nimetlere şevkimiz bundan olsa gerek.Yani ‘ dünyaya temah etme bünya geçicidİr , Kaderine razı ol.Tanrı burdaki acılarını sonrası mükâfatlandıracaktır ‘ olgusu insan denen canlıyı hizada tutamıyor.Dünyaya geldim o zaman dünya nimetlerinden faydalanmalıyım bunda benimde hakkım var diyor. Dogrusu bunda haklı olduğunu görmezden gelmek haksızlık olmuyormu.Mademki bu dünyaya geldik.İçimizdeki tüm arzuları baskılamaktan öte yaşama hakkına sahip degilmiyiz.Sadece bu süreçte kuralları iyi anlamalı gerçekçi bir taban oluşturmanın yolunu görmeliyiz.İnsanlık buna kültür diyor. İnsanlıgın yüzyıllar boyu yaşadıklarını damıtıp yaşanması arzulananla harmanlamak gerekseli ortak üretmek ortak paylaşmak ! Özgürlügümüzün sınırlarını iyi bilmek ve umudu gerçeğe dönüştürmek. Sosyal bir varlık olarak oluşturduğumuz tüm değerlerinin var oluş gerekçesinin insan olduğunu belirlemek. Bu olgunluğa erişmiş toplumların bireyleri mutluluk denen duyguyu daha çok yaşıyorlar.Güvende olmak .Gelecekten korkmamak yeni nesillerin geleceğinde toplumsal örgütün (devlet )gücünü yanında görmek .Bu süreci tanmlamış toplumlarda ekinsellik bir başka ilerliyor.Sanaat daha bir işlevsel olarak toplumla bütünleşiyor .resim ,edebiyat, müzik, sinema daha bir bütünce gerçekliğe ulaşıyor.Okuma yazma ileriye taşıma bir gereç olarak topluma katkı veriyor. Yeme içme barınma güven duvarlarını örmeyi başarmış toplumlarda yaşam bir başka sevinçleniyor.Birey kendisiyle ve Tanrısıyla daha bir gerçekçel köprüler kuruyor.Zamanı geldigindede ölmümüde bir olgu olarak kabulleniyor.İyi yaşadım deyip Tanrısına teşekkür ediyor. Ne yazıkki günümüzde milyarlarca insan bu çizginin çok altında dipilerde debelenmekten öte bir ömre sahip değiliz. Bu bizim kaderimiz olmamalı.Bir yerlerde yanlışlık var !
Ah bu kendime yetmez umutlarım yanlış zamanlarda yanlış insanlardan medet umuyor.Benim karanlığımı bilmiyor.Yorgunlugumu anlamıyor .Yaşamla mücadeleden yorgun çıktığımı hissetmiyor. Üzüyor beni.Yaşamınızın bir zamanında sizdede öyle oldumu bilmiyorum .Bırakıp gidesiniz geliyor her şeyi.Sizi hiç tanımayan sokaklarda adımlarınız olsun istiyorsunuz. Çok ıraklarda çok yorgun yürekli insanlarla bakışmak istiyorsunuz.Tüm günahlarınıza yenilerini eklemek yada tam tersi güneşin doğuşundan batışına oruçlanıp bedeninizi ve ruhunuzu arıştırmayıda düşünebilirsiniz.Dogrusu bu ikincisi biraz sabır istiyor.Sonra bir iftar sofrasında tüm yetim ruhlu umutlarınızı misafir etmek .Gülümsemek istiyorsunuz.
Tanrının sınadığı insanlardan biriydik .Tanrı bazı kullarını sınar.Acılara dertlere çaresiz görünen yetmezliklere dayanırmı diye.İnsan oglu herşeye dayanıklıyız.Hani çekilenlere dağlar taşlar dayanmazmışda yüce tanrı sabrını verirmiş derler.Gerçekten öyle.Kapitalizimin eğemen olduğu bir toplumda en diptesiniz.Üstelik düşünme yetisine sahipsiniz.Ne kadar katlanılası zor bir durum.Üstelik çağın en cüretkar hastalığına muzdarip bir fedakar ablaya sahipsiniz.Onun yanındasınız onlarca yıl size çaresizliğinizi hatırlatacak hücrelerin isyankârlığına meydan okuyan bir umuda sahip ablaya sahipsiniz. Tanrıya teşekkür ederiz.Bizi umutsuz bırakmadığı için.Yüregimizdeki kasırgaları sabırla dindirmemize vesile olduğu için.
Esmer bakışlı kadınlar yüreğimizi deler.Hani şair demişya ‘illaki esmer olacak ‘ Evet esmer umuttur topraktır sevdanın bereketidir.Esmer kavuşulması zor sevgilidir. Ah esmer kadınları gecenin.sizi yaşamaya davet ediyorum.Kırmayın beni.izdüşümümde sizlerden bir renk olsun. Mavi yakalı fabrika işçilerinin hikayesini anlatın bana .içinde yalan olmayan hikayeleri.
Birazdan sabah olacak.Uykusuz hastalar yorgun ihtiyarlar Mahkumlukları karanlık gecelerin loş ışıklar altında saklanılan hayatların. Hepsi vazgeçecek mateminden güneş doğacak.Ankarada üniveriste hastanesinin dokuzuncu katındaki onkolojik hastalar bir kış sabahında pencereden baktıkları şehrin suliyetinde yorgun devlet memurlarını görecekler sokaklardaki otobüs duraklarında.Dış kapıda pavyon ışıkları ezik kalacak güneşin o umutcul ışığının gölgesinde.Bense şuursuzca bekliyorum gençlik parkının köşesinde kimi beklediğimi bilmeden ilerde ulusun kadim Atatürk heykeli umutlandırıyor ruhumu.Bir heykel çok şey anlatır.Bunu şimdi anlıyorum. Sonra o kasvetli yolculuğum başlıyor Ankara oluyor ruhum.
Her şeyin yanlış olduğu bir çağda bir sen bana doğru geldin.Aldım seni kabullendim.Sert bir kişilikti yüreğin. olsun ben seni öyle sevdim.Yada sevmedim kabullendim.Sana sözcükler ektim ömrümce kırmızı gelincik sözcükler.Öldügümde mezarıma dik olurmu onları .Öldügümü söyleme bana !
Baharda aşık olmak güzelmiş öyle derler.Birde ölmek var baharda doga canlanırken çiçekler açarken kuzular koşarken sevinçle .Ölüm daha bir zordur baharda. Huysuz erkekler gibi çekilmez olur hayat.Kadınlarında çekilmezi vardır,Ama kadın bir gülümser.Hadi der yemek hazır.Çayda demlendi.Yeniden anlamlı olur hayat. Gülmek kadına yakışır.Şöyle edeplice sevmek gbi.Mabedleştirir kadın bulunduğu mekanı.Ama çekip gitme sakın dessekte gidende olur içlerinden geride kendini bırakır yüreği.Aslında giden kadın hiç gelmemiştir.Sizin olmamıştır hiç. Yinede severim baharı ilki sonu fark etmez.
Onsekiz Aralık 2011 Alanya devlet hastanesinin acil servisinin kapısındayım ,genç bir hekim yanıma geldi, ablanız bize geldiğinde vefat etmişti ,dedi ! bu haberle koca bir ömrü umutları karanlığa gömdüğünü nerden bilecektiki. Eve gitsem artık o damlataştaki alt zemin dairede onu bulamayacaktım, Yanlızlıgım o gün yüreğimi parçaladı.Hangi şiir anlatabilirdi bu acıyı .Hangi hikaye böyle hüzünle koyabilirdi son noktayı.Bir hayat böyle yaşandı.
Altay dağlarından esintiler taşır ruhumuz gelir karaca dag olur erciyes olur,agrı olur. Toroslarda tüter dumanı anadolunun.Saçları boncukla örülür türk balalarının.Anadolu olur yurdun adı.Sevdalara açıktır umut.Gökyüzünde dolanır ay yıldız .Allı bir gelindir adı.Yörük çadırlarında bişer közde kahve.Yüreklerde demlenir acıları. Biliriz türk ahlakı yiğitlik kahramanlık üzre kuruludur.Geçmişten günümüze yiğitler besler koynunda bu topraklar.Gerekliliginde var olmak için.Türk yüksek karekterli ve temiz kalplidir türkün otağının ana odağı türk kadınıdır kuşkusuz. Hiç şüphesiz türk kültürüde diğer kültürlerden etkilenmiş onları etkilemiştir.Türk olmak üst olmak değildir var olmaktır. Dünya kültürünün en önemli kaynak varlıklarından bir kültüre sahip olduğumuzu söylemek afaki olmayacaktır ! Türkleri var eden ana hücre şüphesizki ailedir.Aile türk toplumunun temek varlığı olarak toplumun odak noktasında durmaktadır.Bunu perçinliyen kavram Türkçemizdir.Türkçe türklügün kılıcıdır. onu güçlü tutar.Bu kılıçtırki halk kültürünü ileriye taşır .Var eder. Dünya medeniyeti bir kavimler medeniyeti olduğuna göre bizlerinde bu medeniyete katkı verdiğimiz açık bir sonuç olarak önmüze çıkmaktadır. Bu durum bizi diğer toplumlardan üstün kılmadığı gibi geriyede ötelemez.Biz dünya kültürünün bir paydaşıyız. Durum bundan ibarettir.
Ben karanlığa saklanırım.zulam gecedir benim.Biraz korkarım kendimden çok kadınlar özler tenim.Çok kadınlar kovalarım.Sonra bir ekmek alırım köşedeki fırından öyle sıcak buharı üstünde olmayan en bayatından.Özlerim ben konuşmak istedimmi ölülerimi.Anlatmam kimselere. Para pul ev bahçe ne varsa bu dünyalık benim dışımda. Hikayeler anlatırım sokak kedilerine. Esmer tenli kadınlarla arkadaş olurum.Sonra hastalanırım ben .Kendimce hastalanırım kitaplarda yazılmaz benim hastalıgım.Ürkek ördekler gibi korkarım anlatmaya kendimi.
Korkuyordu niçin korktuğunu bilmeden .Yaşam korkuyla nefes alınacak köhne odalara saklanacak perdeleri kapalı evlerde ömür tüketilecek bir hikaye yaşatmazdı insanlara.Sosyal bir varlıktık .Sokaga çıkıp insanların arasına karışmalıydık.Oda öyle yaptı üzerindeki o mistik çekinceyi bıraktı kendini sokaklara attı.Bir kaç hafta sonra elinde bir kitaplarla dolaşır olmuştu sosyalizim işçi sınıfı .Miliyetçilik türk islam ülküsü birbirine zıt görünen fikirleri taşıyan kitapları koltuk altına sıkıştırmış kendince ortak arayışlar peşine düşmüştü.Çok geçmedi kendisini o kitaplarla tanıştıran o topluluğun arasında kendince bir saygı edinmişti. Gerçi huzursuzdu geçen gece o topluluğun içinden sarı saçlı kara gözlü kısık sesli olan hiç konuşmayıp dinleyenlerden birini polis evinden almış sorguladıktan sonra serbest bırakmıştı. Emek adalet eşitlik hala korkutan sözcüklerdi.İbadet hanelerde kanaat etmeyi telkinleyen din adamlarının kendileride içten içe bir şeylerin yanlışlığını görür gibiydiler.Yinede Tanrının ilahi adeletinin bir gün tüm insanlara huzur vereceği kanati hepimizde mevcuttu.Bunun için bize verileni iyi kullanmalıydık yani aklımızı.
Şarkılar söyledi ölüm,Acı şarkılar perdeleri karanlık bir odanın içinde geçti yoksun ve çileli ömrü. Kor bir ateş vardı yüreğinde gecenin yakar dururdu umudu.Sonra çok geç kaldı her şey .Gel diyordu o yosma kavgaları sabahın.Korktu terk etmişti o tahta kapılı yedi numaralı evi. Sonra unvanlı makam sahipleri kendilerini o makama laik gören otoriteyi saygıyla selamladılar.Şöyle alacalı bir fotoğraf arkalarında gülümsediler yalanlarına kavgalarının. Her şey duruyordu işgaller yırtık papuçlu kadınlar yetim hanelerde yoksul çocukları hayatın.Akrep yelkovan sokak satıcıları ve beyez önlüklü doktorlar hepsi durulgan bir anın içindeydiler.Bir hareket eden Ankara Diyarbakır istikametinde güneydoğu ekspiresi vardı Güneşte parlayan demir yollarının üzerinde esmer bakışlı bir kadın gibi yol alıyordu Anadolunun boz kırlarında. O küşetli kompartumanın yalnız yolcusu.Bırakı vermişti umutlarını Ankara cebecide.Yada hiç umutlanmamıştı hiç sevmemişti seten elbiseli o kadın bakışlı umudu. Neydi kimin nesiydi onu yorgun bırakan ölümleri niçin yalnız karşılamıştı.Sonra bir gün o çıktı gel dedi umudum ol.Korktu gitmedi. Bırakamadı o kırmızı çizgili lokomatifin çektiği kompartumanı .Deri yeşil bir perdesi vardı penceresinde. Hiç açılmadı o perdeleri .Anadolu hiç böyle mazlum bırakmamıştı evlatlarını.
Tanrının istediği vakit çekip gideceğiz bu yalan dolandan Her şeyin bilinmezlkte saklandığı o karanlığa.Geride kalanlar bir müddet daha yaşar görünecekler. Sonra büyük bir acı kaplayacak kemiklerini toprakta. İki melek sorgulayacaklar aç yaşamış bedenlerini yitişin.Tanrı bekliyecek o büyük günü . yer gök dağılacak . Uzakta bir yerlerden kilise çanları ve ezan sesleri gelip bulacak umudu. kefenlerini kabirlerinde bırakıp dolanı verecek tüm ölüleri yitikliklerin. Gök yüzünde bir ışık belirecek.yırtacak karanlığını çaresizliğin.Oruç tutanlar sular içecek zemzeminden cennetin.Bir soytarılar köhne bakışları ile bekleyecekler korkuyla. Kadınlar önce olacaklar orda evlat acısı görenler. Mazlumlar. Şairler sözcüklerden vaz geçecek .İnce narin topuklu özlemleri olacak genç erkeklerin. Bende olacağım orda sende olacaksın.Küçük bakışlı bir kız çocuğu gülümseyecek gök yüzüne bakıp.Gök yüzü başka bir gök yüzü toprak başka bir toprak.
Adalet mahalede komşumuzun karısının adıydı.Sonra anladık anlamını,Eşitlik hak güvenlik paylaşım .Sosyal hayatta oluru beklenen her şeyin kalıplaşmış haliydi adalet.Ama her şeyde bir adaletsizlik vardı .Lüks konutlarda oturanlar mütevazi sığıntı evlerinin kirasını ödeyemeyenler.Unvan makam sahipleri ve makamlara el pençe duran bireyler. Sizce şatavatlı bir makamın koltuğunu işgal edenin o makamın kapısında mesai harcayan bir başkasından neyi üst.!
Kartallar yükseklerde mekan tutar ama karınlarını yerde ararlar ! İnsanlarınsa ayakları yere basmalı hayelleri göklerde dolaşabilir.
İmkan olsa öldüğümde gök yüzüne gömülmek isterim.Orda yıldızların altında yıldızlara yakın.İhtimal gülümserim yer yüzündeki çocuklara .Onlara hikayeler anlatırım belki.Onlara içimizdeki sevgiden söz ederim belki .Esmer bakışlı işçi anneleri anlatırım onlara. Ama toprağın altında korkarım ben kimselere anlatamam hikayemi gecenin olduğunu sabahın güneşini kimselere söyliyemem. Sonra çocukça korkularım depreşir benim ferud piskanaliz uygular ruhuma.Sonra ben kaçarım binip atlı arabalara. O yağmurların çokça yagdıgı kasabalara. Mevsim nisan mevsimidir.Kırmızı bir gelinciktir umut.
Kırmızı güllerin açtığı bir aşkı yaşamak isterdim.aşk hastalıktır biliyorum.senin yanında hastalık neki ölmek isterdim !
Yaşamak zor bir süreç .ekmeklerini ıslatıp sevgiyle bölüşmeyi başarmak gerekir. Yolculuklarını garip yaşadığın kervanlarda kolaymı susuz umutsuz yürümek.
Kimseye mahkum olmadan kendimce yaşadım ben,kendimce ettim ibadetimi günaha kendimce girdim.akdenizi izledim kıyıda bir yerde acıktım biliyorum şurdan bir simit almalı ve çekilmeli bir kıyısına hüznün.
Bir duruşu olmalı kişinin ama bu duruş yaşamdan kopuk olmamalı .yaşamın akıcılığı bir nehir gibidir sular çakıl taşlarının üzerinde akar gider bazen bir kaya set olur önüne bazen sevinç yakınlaşır çoğu kez ölüm merhaba der o yavan açlığında ömrün. Karanlık öne geçer. Yinede varsanız ve ulaşabilmişseniz sabahına gecenin güneşin ışıkları ısıtacaktır sizi umut denen ana kucağında.
Bir düşünceyi bir duyguyu bir kültürü bir coğrafyaya bir bölgeye mahkum etmek aptalca bir durumdur. Bu ulusal kimliktede böyledir. Irksal olmayan kavimsel düşüncede esas güç kültürel birikimdir ve her yerde filizlenir.
Kültür yöresel bir kazanımı evrenselle harmanlıyabilen toplumlarda ilerleme sağlar.
Biz türkler için bu süreç daha karmaşık ama o derece daha net bir işleve sahiptir orta asya bozkırlarından Anadolu ovalarına taşan bir nehiri kalıplara sokmak pek olasılık bir durum olamıyor denilebilir. Türk olmak önemsenecek bir erdemdir diye düşünebiliriz. sizi kadim bir kültürün içinde olgunlaştırır..Görmekten bıktığım çirkinliği ruhuma nakşettirmek istemem.Kimse kusura bakmasın,sizinle kavgam karanlıkla aydınlığın kavgası oluyor.Onun için yiyip içmek ortalıkta dolaşmak yaşamak için yeterli bir yansıma olmuyor. Sinsi sözcüklerinize aşina olduğumu söylemek durumundayım. Biliyorumki içinizde cehaletin verdiği bir şeytanlık besleniyor. Benden ırak durun oldumu.
Akıp giden bir nehri bataklığa dönderen bir cehaletin içindeyiz. Yirmibirinci yüzyıl bu ülke için belirsizlik taşıyor koşar adım uçuruma yuvarlanan bir kaya parçası gibiyiz. Bir yerde durulmamız lazım. Bu ülkenin çocukları yirmiüç nisanları güleş yaşamalı.
İşte yine aynı dikenli Taşı yollar aynı yetmezlikler korkular. Yaşamdan kendine hiçbirşey katamamış insan yığınları.En büyük acı cehaletin egemen olduğu bir kümenin içinde olmak oluyor.
Tüm ağaçlar birlikte ormanı oluştururlar. Birlikte yüksellirler gökyüzünün güneşinin ışıklarına arılar bir çiçekten değil bir çok çiçekten beslenirler bal yapmak için toplumlarda öyledir bir çok farklı görüşü içlerinde yaşatıp harmanlayabildikleri ölçüde toplumlar çağdaşlaşır. Yaşamı içlerinde olgunlaştır. Hayat sizi sürükler kendi yolculuğunda esas olan bir izinizin kalmış olması yaşamda kültür dediğiniz nedirki yaşanılanın izdüşümü degilmi.
İnsan hayatında çaresizlik çok büyük bir ızdıraptır.Ölüm dahi onun yanında masum sayılır.Çünkü ölüm için ‘Tanrının takdiri ‘ denir .Ruh bunu kabullenir ama çareziligi ruhunuz tanımlayamaz.
Derince korkular taşıyor ruhum,çalan her telefon acabalara gebe ,ve sen yoksun .Hücre en isyancı hikayesinde ölümün,soluk benizli yerli gözlerinde,bence her şey yalan olsa ne çıkar ,yalanda bir gerçek degilmi.Düşünüyorumda bu gece kaç milyon çift sevişti bu ülkede ,kaç kadın doyuma erdi kaç erkek utandı histerik yanılgılarından kaç bebek dünyaya geldi,kaç hasta tüketti son nefesini,kaç doçent profesör oldu,kaç anne süt verdi çocuğuna, kaç çocuk annesiz kaldı,sofralarında kaç ailenin zeytin yoktu bu sabah, kaç cahil sırma taktı boynuna, güneş kaç milyar ışık saçtı ögle üzeri,kaç dişi yanlız yıkandı sularında ömrün,kimler hatırlandı bu sabah,şirinin oglu serdal niçinlere kaç kez yanıt bulamadı,hep maskeler taşıdı asalak yüzler ,kardeşce olmak anlamsızlaştı ,ankarada unuttu yanlızlıgımı,Bir sıcak çaya hasret ruhum ,en heybetli dagların ötesinde ,bir ölüm buldu bir ölüm,girilmezdi artık o evlere ,toprak damlı bir evdi yaşadıgımız ,toprak damlı evde yaşıyanlar toprak olmuştu işte.
Gök kubbe tanrının otağıdır.Erişilmezdir tanrı.Dünyaya tohumlarını ekmiştir sevginin.Nefret onu yok etmiştir.Ölümde vaz geçirmemiştir insan denen varlığın o tükenmez hırsını.
Herkesin kendince bir acısı vardır yüreğinde onu olgunlaştıran isimsiz yolculuklarında ona yoldaş olan. Yaşamda iki tip insanla karşılaşırsınız birincisi mazlum ve yerekli ikincisi sünepe ve yozlaşık.Siz birincisine yoldaş olmaya çalışın. Düz yollarda herkesa yürür.Önemli olan tozlu topraklı dikenli yolarda yürümeyi başarabilmek. Her sabah güneş doğar ama her mevsim güneşin sıcaklığını hissedemezsiniz.Yolculuklarda böyledir izleri kalır geride bırakıp gidilenin sizinle geldiğini anlarsınız vakit geçtir artık.Ömür tükenmenin arefesindedir.
Hani o iki küçük odası olan demir yolu lojmanlarında.Her gün camlarını sildirir isleri tirenlerin.Agaçtan bir bahçe kapısı olur daim açık olan.Kırmızıdan bir baş örtü takmıştır umut.
Şimdi hazan mevsimindeyiz eğreti duruyoruz hayatta.Hani ölüm ansızın gelir derlerde bilmezler yanı başımızdadır O .Köhne bir köy evinde saklanır yalan pencerede tahtalı dağının heybetli görüntüsü.Küçük hikayeleri köylü yaşamlarının. Özgürlük işçiler ve çiftçilerin heybesinde mayalanır
Kısrak bir gülüşü vardı hayatın.Biraz alaycı,biraz korku salan.Köhne bir ömrü kendine mesken tutmuş bir sığırcık gibi ürkek yaşadı durdu o kadim şehrin toprak damlı evlerinin saktıgı sokaklarında.Sonra ne oldu biliyomusunuz tüm türk töresini görmezden gelen dişiliği onu günaha sokaktu gitti ömründe hiç ata binmemiş hiç kılıç salamamış bir kara çobana yoldaş oldu anadolu bozkırlarında. Sonra ne yaptı biliyormusunuz koca ömrü bir kara çadırda yörük kızına mahkumlaştırdı.Hiç çıkmadı sözünden .Güneşin saklandığı zamanlarda sevişti umuduyla. Sonra güne karşı uyanıp uykusundan keçilerinin sütünü sağdı.Anadolu daha acımsamamıştı umudunda ruhun. Düşündü bu keçilerin hepsi onun olamazdı .Buna hakkı yoktu . Tüm çocukları içmeliydi bu sütlerden .Sonra buğday başaklarının arasında kırmızı gelincikleri demet demet yapıp baharda tüm daga yamaca dağıtmalıydı sevincini .Gelen bahardı çünkü. Ölüm uzaktı şimdilik.
Çiçekli kahve fincanını ters çevirdi birşeyler mırıldanıp yüz üstü altlığına kapatı verdi. Kimbilir neler çıkacaktı çizgilerinde kahve peltelerinin. Kahve fincanının soğumasını bekledi.Sonra fincanı eline alıp gözleri ile içindeki çizgileri tanımaya çalıştı.Karmaşık çizgilere bir anlam veremiyordu .Falcılıkta gerilerde gibiydi. Bugün iyi geçmemiti günü bir din görevlisinin arapça sevdası onu tartışmanın içine sokmuş.Türkçesini savunmak zorunda bırakmıştı.Türkçe benim ana dilim dedi ulusumunda milli dili. Arapça diğer dillerden Türkçeye bulaşmış sözcükler Türkçenin hükümdarlığını benim ruhumda gölgeliyemezdi. Tüm dinlerde kendine bir yer bulabilirdi onun tercihi mümlümanlık olmuştu. Bu onun Araplaşmasının mecburiyeti olamazdı. Kendi diline kendi kültürüne muhaliflik ihanet değilse büyük bir gaflet degilmiydi.
İnsan enerjisi bireyi yaşama bağlar.üreme gelişme yansıma veri oluşturma (Sanat ) Tüm bunlar yaşamın sürecinin bir doğal sonucu olarak düşünülmelidir.
Libido insan yaşamının temel ateşleyici olarak düşünülüyorsa .Bireyin yaşamının oldukça çetrefilli bir yolculuğa mahkum olmasına şaşmamak gerekir.Kimbilir bizler belkin neslin devam etmesi için gerekli mahkum zavallılar olabilirmiyiz.
Bir şehirin kıyısında tiren yoksa o şehir eksik demektir.Gidenler unutmuştur o şehri. Kapı önlerinde bekler hasret yosma bir acı deşer yüreğin yarasını. Sonrası hüzündür yaşananın.Yalpalar umutlar omuzları çöker gecenin.Bilirmisiniz tirenler önemlidir sizi alır bir yerlere götürür.Zaten ruhlarımızda pek durmayı sevmezler dolaşmak isterler.Nehirler ovalar heybetli dağlar tüm bunlar insan ruhunun sakinleştirici yoldaşlarıdırlar.İnsanlar günümüzde olduğu gibi dev binaların köhne odalarına mahkumlaştıkça ruhlarının kasvere büründüğünü anlamazlar bile.Belkide şehirlerdeki kaba saba insan davranışlarının içselinde bu mahkumiyetin patolojik varsalı yatmaktadır.
Bireyin kendi kavimini sevmesinden kendi kültürünü hoşnutlamasından daha doğal ne olabilirki.Acunda insanlar kavimler içinde yaşarlar .Biz türkler bu topraklarda binlerce yıldır dünyanın bir çok coğrafyasında olduğu gibi varmışızdır.Bizim ulussulugumuz kendimizi diğer kavimlerden üst görmekle ilgili bir şöven duygu degilidir.Bizler Türk olarak dünyanın diğer kavimlerinle eşitiz.Tarihin sarp daglarınında bizim rüzgarlarımız esmiştir.Bizim atlarımızın nal izlerini boz kırlarda görmek zor bir durum değildir.Bireylerin olduğu gibi kavimlerinde karekterleri vardır.Türk kavmi mert fedakar aile odaklı bireylerden oluşur.Türk ulusalcılığı yüksek yurt sevgisi ve milli varlıkla özdeştir. Burda şu gerçeği görmek durumundayız Türk ülküsü ve türk devrim bilinci (yenilikçilik ) birbirine zıt olgular değildir.Bu iki olgu birbirini tamamlayan sosyolojik bir gereksellik olmaktadır. Ulusal varlık ve halkın emeğinin kutsandığı bir ekonomik yapı halksal boyutta adalet eşitlik ve emek gerekselinin öncüllüğü.Toplumsal armonimizde bu ahengi yakalamak bizi çağdaş bir ülke konumuna getirecek olan ana açı olacaktır
Tanrı bilir sevgi yüreğindedir bu toprakların insanının. Nehirleri cömerttir bu toprakların rüzgarlarda özgürce savrulur saçları kadınlarının. Esmer gözleri vardır umudun.Bakışır dururuz hüzününde şu yaşam denen hikayenin.
Dogu toplumları kendilerini bir şemsiyenin altında görmekten vazgeçmez görünüyorlar ! Liderleri (halife,reis,padişah ) onlar adına karar verecek onlar adına ülkeyi yönetecek onlarsa sadece tabi olmayı yeterli görecekler. Hak olanı değil kendilerine uygun bulunanı kabullenecekler. Demikratik bilincin olamadığı yaşam süreçlerinde toplumlar bu baskın yönetsellere mahkum olmaktan kurtulamıyorlar.! Olan biten yanılgıların sadece siyasi aktörlere sorumluluğu olarak görmek yeterli olmayacaktır.Toplum demikrasi kültürünü içine sindirmeyi beceremediği müddetçe hükümdarlıklar (buruygan hukuk dışı ) yöntemler toplumlar için baskıncalarını sürdürür olacaklardır.
Günümüz toplumları iletişim ve ulaşımın bir sonucu olarak içsel etkileşimi birbirlerine yansıtmaktan (evrensel kültür )olurluluga ulaşmaktan norm insancıl değerleri olgunlaştırmaktan biçare olmamakla birlikte süreç seviyesel olarak her toplumda farklılıklar göstere bilmektedir. Demikrasi paylaşım katılımcılık ve ortak aklı mekanizması çağdaş toplumlarda varsallıgı esas olan bir gereklilik olarak karşımızda dururken .Bir çok toplumun bu sürece katkı vermek bir yana tökezleme sürecinde olduğunu gözlemlemek sık karşılaşılan bir durum olmaktadır.Toplumlar ortak iradeyle katılımcı yönetimlerde çağdaşlığa ulaşabilmekte hukuk varlığını olgunlaştırmayı başara bilmektedirler. Bir çok sıkıntının içselinde bu düzeyin gerisinde olmak yatıyor diye düşünülebilir. Demikratik laik sosyal huku devletleri bu değerleri içselleştirip piratige uygulaya bildikleri ölçüde saygınlığa ulaşabiliyorlar diye yorumlamalıyız. İyiyi ve güzeli aramak doğru bilgileri görmek bunu benimsemekle ilgili bir durum oluyor. Tarih bu sürece katkı veren ulusların izdüşümünü daha bir parlak görüyor kuşkusuz.!
Özgür olmaktansa bağımlı olmayı tercih ediyoruz.Özgürlük cesaret ister çoğulumuz bu cesareti gösteremez.Dogrusu çoğumuz özgür olmaktan korkarız.
Bu gün bir mayıs 2022 : Milyarlarca emekçi dünya üzerinde yaşam mcadelesi veriyor .Ne çareki günümüzdede emekçi kesimler köylerde şehirlerde kapitalistlerin insafına bırakılmış oluyorlar.Çogunlugumuz emek mücadelemizde yıkıcı düzenin mahkumiyetini yaşıyoruz.Bir düzen nasıl yıkıcı olabilir. Size insanca yaşama hakkı tanımayan barınma gerçinme öğrenme gezme nefes alma şansı vermiyen doğal sevisel yaşamı ilkelleştiren insanlarını ezmeyi marifet bilen yapılar yıkıcı düzenler oluyorlar. İnsanlık bu çarkı kırmakta pek başaralı olduğunu hissettirmiyor.Bir mayıs emekçilerin dayanışma gününde ortadaki tablo bundan ibarettir.Ben işçi kadınları severim !
Türk ulusunun yazılı olmayan güçlü bir edebi kültürü var.Bunu türkülerde destanlarda kültürün özünde görüyoruz.Türküler türk ulusunun toplumsal kartviziti gibi yüreğimizi ilmek ilmek işliyor. Türk olmanın keyfini yaşatıyor (kültürel boyutta ) ‘isterdim yakın olam ,felek saldı ıraka ..!’ Ah o ıraklar bayramlarda daha bir acıtıyor yürekleri. Birde vakitsiz ölümleri vardır hayatın bir bayram arefesinde bir umudun yeşerdiği bir anda bir kırmızı gülün açtığı bir yaz güncesinde aniden geliverir ölüm. Hazırlıksızdır geride kalanlar bu acıya daha bir kaç dakkika evvel konuşulmuştur Evde yapılacak bayram tatlısına alınacak cevizin miktarı. Ama ölümdür bu tüm dağları ovaları nehirleri gece lacivertinin yıldızlarını burda bıraktırıp alır götürür sizi meçhuliyete. Yaşam gökkuşağında olmayan bir renkle boyamış olur umut penceresini adı karadır kaderin.
Türklük büyük bir kültürün üyesi olmaktır.Değerlerini benimsemek yaşaması için uğraş vermek kanıksanancak bir durum değildir.Ruslar ,Almanlar,İngilizler ,fıransızlar din şemsiyesi altında araplar kendi yaşam biçimlerini dikta etmeyi kendilerince hak görürken biz türklerin türklügümüzün bilincinde olmaması büyük bir gaflet olmazmı.Diger taraftan ekonomik model olarak işçi köylü etkenli bir halksal ekonomik modeli benimsemek kültürel olguyla niçin ters düşsün.Bu süreci anlamamız lazım.ülkesel olarak ulusal bilinç ekonomik olarak emekçi bilinç ortak nokta denge. Ülkenin çağdaşlaşma sürecinde birlikteliği sağlamayı başarabilmeliyiz.
Demikrasi denetlenebilirligi önemser .Bu denetim olgusu hukukla belirginleşir.Bireylerin denetimiyse ahlakla biçimleniyor.Demikratik yapılarda kamu otoritesiyse hukukla kontoral altında olur.Siyasi güç hukuğun çizgileri içinde meclisce denetlenir.Yönetim halkın temsilcilerinin oluşturduğu mecliste kendi meşrutiyetini belirler.Denetimden ve yasların çizgilerinden esnekleşitirlmiş bir yönetim biçimi demikratik ve meşru bir konuma sahip olamamaktadır.Demikrasi biliyoruzki seçimlerden ibaret değildir.O süreçte sadece bir araçtır.Demikrasiyi ve meşrutiyeti hukuk sağlar.Hukuk demikrasinin ahlakıdır diye düşünebiliriz.Neyse bırakalım demikrasiyi ben seni anlatayım sözcükler.Ben seni kırımızı gelinciklerin arasında buğday başaklarının arasında sevmiştim.Nasılda aydınlıktı gök yüzü hatırlarmısın.Her şey diyarbakırdı sanki dicle nehri karaca dag.Saçlarında savrulurdu başakları buğday tarlalarının gök yüzünde yıldızlar ışıltılı bir geceyi müjdelerdi.Sen nasılda gülerdin gök yüzündeki umuda. Ah sonra çekip gitmeler oldu o kadim şehirden.Dönmedim geri pek sevmem geriye dönmeyi bir gençlik gününde Ankara olduk ikimiz bilirsin.Cebecide kırmızı tuglalaı evde ,kırmızı etekli bir kızdın sen.Saçları örülü yeni yetme ünüformalı öğrenciler gibiydin. Hiç sevmedim seni ben.!
Güçlü erkek bence yalnız kalmayı becerebilen erkektir.Ama çoğunluğumuz libidomuzun bizi mahkumlaştırdıgı evliliği tercih etmişzdir.Çocuklar torunlar ihtiyaçlar beklentiler ve toplumun size yüklediği ‘baba ‘ zorunsallıgının yükü. Korkarsınız kendiniz olmaktan kendiniz için yaşamaktan .Olası sorumluluğunuz kutsal bir göreve dönüşmüştür.Günahtır sizin bu görevden kaçmanız .Sınırları çizilmemiştir bu sorumsallıgınızın. Evliligi es geçmiş bir erkeğin kaybedeceği bir şey yoktur .Yada çok şey kaybetmiştir haberi yoktur. Kadınsız kendine uygun bulun erkekler ve kadınların histerik şehvetinde köpekleşen erkekler. dengesi olmayan bir yolculuktur bu. Sizi üzer. Kendi gibi düşünmeyen siyasi aktörlerin ağzını köpükleştirip ilkelleşşensözcükler gibi kalır her şey. Anlamsız ve ilkelce.Çogunlugumuz bunu başaramadık prangalarla bağlandık ömrü tüketen buruygan hayata . Yüreklerimizin diplerinde zulaladıgımız eksik duyguları kiselere anlatamadık.
Çok ölümler gördü yüreği .Çok kadınlar sevdi .Hepsi ıraktı sevgi rüzgarlarına.Kırmızı bir toprakta sessizce tükendi bedeni gözleri yorgun umudun.Biliyorum sevdalarda geçicidir der şairler. Tanrı yorgun bırakır yolculuklarında göçkün serlerini kavgalarımın.Niçin dedi niçin ekemkleri eşitçe bölüşemedik.Tanrı niye bizi sevmedi .!
Esmer sevgil,gözlerini kaçırma benden.Ben senin için nefes alıyorum.Senin için dolaşıyorum boz kırlarda. Bugdaylar ekiyorum ruhumun tarlalarına. Hadi gel özlüyorum.Biliyorum çok kanattı ruhumuzu acılar .Ben özlüyorum seni .Matametik gibisin sen. .Topluyorum çıkarıyorum seni geriye pek bir şeyler kalmıyor.Çarpıyorum bu defa çarpılıyorum.
İnsan denen varlık ölüm onu yitikleştirene kadar şu fani dünyada nelerle karşılaşıyor.Haksızlıklar sömürüler,arzular histerik arayışlar eğo her şey insan denen varlığın beyin içselinde ruhunu törpülüyor.En güçlü olduğunuz anda tanrı size çaresizliğinizi hatırlatıyor.Yada aksi oluyor en mazlum olduğunuz bir anda size bir kapı açıyor.Birey özellikle bu ikincisinde denendiğini sınındıgını anlamış oluyorsa ayakları daha bir yere basıyor.Gerçekçilik sizin hayal kırıklığına ugramınıza set çekiyor.İki saniye sonraki durumumuzdan bi haber yaşarken aylar yıllar sonrasının rotalarını düşünmek pek gerçekçi olamıyor.Yaşamak anlık bir şey !
Soyut yaşıyoruz sıkıntımız bu olsa gerek.İşin aslı somuta ulaşmak için bir çabamızda olmuyor.Acaba tanrı kendisiylemi savaşıyor.Yoksa bizmi tanrıyı anlayamıyoruz.İçimizdeki şeytansı arzuları niçin ruhumuza nekşetmiş bir tanrımız var! Bizi günaha kuralsızlığa mecbur bıraktırıyor.Sonrada biz bunun hesabını vermenin acizliğini yaşıyacagız.Bir kıldan ince sırat köprüsünden geçip keyfe ve rahatlığa ulaşmakta zorlanacağız.Bakıyorumda insan ruhunun sevdiği bir çok şey dine uygun değil.Peki dine uygun olması için biz ruhumuzun isteklerinden vazmı geçeceğiz.Farz edelimki geçtik bunu nasıl başaracağız.Hepimiz istemeden geldiğimiz bu yaşamda insanca hakça eşitcil bir yaşama niçin sahip olamıyoruz.Tanrı niçin bu karmaşık dünya düzeninde bizi yalnız bırakıyor ! Yada tanrı bize yolu göstermişte bizmi görmezden geliyoruz.Adil davranmak lazım gerçi Sokrates sorar ‘adil olan her şey dine uygunmudur ? ‘ yada adil olan her şey dine uygun degilde bir kısmı dine uygun bir kısmı degilmidir ! ‘Tanrı hakkında düşünmek hele konuşmak pek istenilecek bir durum değildir. Çünkü için özünde korku ve çekingenlik vardır .Korkunun olduğu yerde özgürlükte mümkün değildir.O zaman bizim tanrı hakkında konuşma özgürlüğümüz olamaz.Tanrıya inanırız ve onun bizden hoşnut olması için gösterişli mabedler yaparız.Bize doğru yolu gösterdiğini düşündüğümüz din adamlarına saygımızın özünde bu durum vardır.Bu durumu sorgulayamayız. Korkunun olduğu yerde yetmezlik vardır.Utanç duyulur bu utanç tabiki her korkuda ortaya çıkmaz düşünsenize bir büyük hastalığa muzdaripsiniz ama bundan korkar ama utanmazsınız.Hasta olmak sizin elinizde olan bir şey değildir çünkü.
Otoriteye baş kaldırmak sizin cezalandırılmanız için gerekli sebep olabilir.İnsanlık tarihi bu gibi durumlarla oluşmuştur.Düşünen ve sorgulayan insan daima tehlikeli bulunmuştur. Ozaman düşünmeyelim yeyelim içelim seks yapalım sonra her şeyi önemsizleştirelim ! peki o zaman kültür nasıl oluşacak insanlık değerleri nasıl gelişecek.Aynı şeyleri hayvanlarda yapıyorlar üstelik kendi dialektiklerinde bizden daha özgürler.Gök yüzünde dolaşan bir kartala kimlik soran bir polis göremezsiniz.Yada bir tavus kuşu renkli kanatlarını açarken kimsenin koyduğu yasaları dikate almaz.Canı ne zaman isterse o görkemli şatavatını gösterir.Tanrı ona bu hakkı vermiştir.Biz insanlar öylemi evet doğanın en şerefli canlılarıyız.Ama öylesine yasaklara günahlara korkulara açıgızki şeref ruhumuza pranga oluyor. Ah dostum söylediklerinden hiçbir şey anlayamıyorum demek pekte yanlış olmayacak bizler için.!
Sağduyu nedir.Bedeninize teslim olmamak onu denetliyebilmek histereik şehvetin karanlığında tükenmemek. Paylaşmak benle bizi bütünleştirmek.Sizinle olmak olabilmek. Bildiklerini anlatmak ama bildiklerinin doğruluğunda ısrarcı olmamak.
Bu dünyada sevgiye en çok laik olan insanlar annelerdir .Anneler evlatları için her türlü fırtınaya göüslerini siper ederler. Onları babalar takip eder.Aslında babalarda anneler kadar yakındırlar evlatlarına ama bunu çoğumuz anlamakta zorlanırız.Ne zamanki ölüm gelir çok şeyi anlatır yüreklerimize ama çok geç kalmıştır her şey. Geç kalan herşeyin hiçbir anlamı kalmaz!
Size bir şeyler verebilenlerle arkadaşlık yapınız.Sizin enrjinizi alan yalaka sünepelikleri kendi daireniz içinde tutmayın .Kümenin içindede olsanız bir birey olerak kendi duruşunuz olmalı.Kümenin elamanı olun ama kölesi olmayın.İnsan denen yaşamsal gerekçe olarak zaten tanrısına karşı köleliğini (kul ) kabullenmiştir.Tanrının dışında bir şeylerin itaatına mahkum olmamalıyız.Onun için yasaların bizlere nefes alma hakkı vermesi gerektiğini düşünmüyormuyuz.Adalet özgürlük ve sorumluluk hep bunlar birbiri ile bağıntılı olgular degilmidir.Birey yasalara uymalıdır.Yasa yapıcılarda bireyi anlamayı onu kabullenmeyi kendilerini üst olarak görmemeleri gerektiği bilgeliği kendilerine uzak tutmamalıdır. Belki o zaman her şey daha güzel olacak.!
Ahlak her zaman size mutluluğu getirmez.Ama sizi doğruya ulaştırabilir.Ahlaklı olmak içinde bilgelik gerektirir.Birey var oluş bilincinde olmazsa bilgeliğinin yolculuğuna katıksız çıkmış olur.Açlıksa sizi ahlaktan soyutlar.Tanrı içgüdüsel duygularlımızla bizi bedenimize bağlı kılmıştır.Bu yaradılışın bir sonucudur.Mademki biz bu bedene yaşamımız boyunca mahkumuz önümüzde iki yol vardır ya bedenimizin arzularına mahkum olup arsızlaşacağız yada o bedeni olgunlaştıracağız her iki durumdada ruhumuzun incineceğini rahatlıkla söyliyebiliriz. İşin özü yaşamak gerçekten bir içsel kavgayla tükenecek gibi.
Bir çok şeye geç kalmamızın nedenide biraz içimizdeki korkudan olsa gerek .Korkuyormuyuz ? Evet korkuyoruz.Kendimizden duygularımızdan yaşadığımız toplumdan aç kalmaktan hapse girmekten belkide çaresiz bir hastalığa muzdarip olmaktan.Halbuyki biliyoruzki tüm koykularımız yaşamın bu dönemine ait birde diğer yanı var ‘ öldü ‘ dediklerimizin meçhuliyeti bizimde aday olduğumuz o muaazzam ölüm gerçeği !
Nar çiçeklerini bilirmisiniz çok sevilesi çiçeklerdir onlar .Kır çiçekleri gibi hanım elleri gibi sizi aşık eder gülün ettiği gibi tüm yaban kadınlarına gecenin.Tekir ovada eşimin annesine ait evin çitlerine yoldaş bahçede altı yedi nar ağacı vardı anne yan komşuya kızınca tümünü kökleyi vermiş güzelim kırmızı nar çiçekleri artık açmıyor o evde ! Tıpkı yılların dut ağacı gibi onularda yitikleşti artık .Gittigimizde gözlerimiz arasada geriye bir hiçlik bırakmışlar.İnsanlarda böyledir ansızın yiterler geride kalanlarda bir hüzün oda tıpkı sevdalar gibi geçicimidir nedir .Hani deriz ya hayat devam ediyor.Etsin bakalım !
Ah esmer ölümüm yanında olsun isterim ,
ölürken bakma gözlerime bırakıp gidemem seni
kötü olurum ölümden önce !
Tanrıyı kabullenmeyenler ya bu görüşte samimi değillerdir( ! )yada sorumluluk almak istemeyip özgürlüklerini yaşamak isteyenlerdir.Tanrının varlığını kabul etmek bireyi mahkumlaştırır. (kul – köle ) eder.Ölüm varsa Tanrı vardır yada olmalıdır demiştik. Ölüler ya hiçbir şey hissetmezler yada çok şeye şahit olurlar bunu ölünce göreceğiz belkide bu değişimimizden memnun kalacağız. Yinede ölüm sonrası tanrının bizlere eziyet edeceğini düşünemiyorum .
Tanrı aşkına bir insanın suçlanması onun suçlu olduğuna gelmez.Yüksek yerlerdeki hakim kararları önemlidir.Ama tanrının hükümdarlığı dahada önemlidir en üst olan tanrının hükümdarlığıdır.İçimizdeki adalet duygusu tanrının varlığının bir yansıması olarak düşünülebilir.Özgür görünüp ruhunuzla mahkumlaşmışsanız orda zavallılık vardır.Siz düşüncelerinizin sorumluluğunu alabildiğiniz ölçüde özgürlüğü hak etmiş olursunuz. Otorite kendini yukarda tutacak eylemlerden hoşlanır ve ona alan açar.Tüm sistemi ona göre kurar.Olması gereken tabiki bu değildir.M.Ö önce 427 sokratesi mahkum eden zihniyet günümüzdede geçerlidir gelecektede geçerli olacaktır yaşam güçlülerle ona karşı adaleti savunanlar eşitliği arayanlar arasında gelecektede devam edecektir.
Yönetenleri biz seçer görünüyoruz .Ama gerçek öyle olmuyor onlar kendilerini seçtirmek için her şeyi mubah sayıyorlar. Seçilincede kendi hükümdarlıklarını kuruyorlar.Gelişmiş demikrasilerde tüzel varlık bunu sınırlıyor Devlet varlığının yurttaşa bağlı olduğunun bilinciyle örgütlenmiş oluyor.İlkel toplumlarda durumun böyle olmadığını çok iyi biliyoruz. Aslında demikrasi saçları kurdeleli kız çocuğu gibidir büyümeyi bekliyor .Bunuda her zaman başaramıyor.!
Yarın sabah tekrar kılınige gideceğiz diye açıkladı,gideceğiz deyince öyle kapı komşu iki sokak ötesi bir yere gidilmiyor ! tam yüzotuz kilometre yol kat edeceksiniz.Yogun bir mekanda sıranızı bekleyeceksiniz ,tam kan sayımları pet bt çekimleri biyopsi sonuçları birbirini takip edecek.Yogunluktan yorgunlaşmış ruhuyla tabip (yada hekim,doktor ) unvanın verdiği yüksek güvenle dosyanızı gözden geçirecek yada ona bile ihtiyaç görmeyecek size bir iki dakikalık bir zamanla sonuç vermeye çalışacak ! Onkaloji hastaları için zor bir kulvardır tıpkı hayati tüm organların yetmezlikleri gibi sizi çaresiz bırakır.İsyankarlaşmış hücreler sizi hüzüne boğar. Umut etmek zorlaşır.
İsimsiz bir kitap gibi yazılanlar içinde bir bütünlük yok gibi . Birbirinden kopuk kardeşler gibi sözcükler her biri ayrı telden çalan ahengin olmadığı bir karmaşa ! Evet gerçekten öyle tıpkı hayat gibi bir yanda düğün bir yanda yas bir köşede doğum ötede ölüm.Her şey iç içe adına yaşam diyorlar bunun !
Yaşamak ortak nefes almayı becerebilmekle ilgili bir durum.Paylaşmak yaşamı umudu var olanı ,Ben olmanın özgürlüğünde biz olmaya ulaşabilmek. Güneş gelecektede doğacak ama o gelecekte bizler olmayabiliriz. Kalacak olan sadece izdüşümümüz.
Yetmişsekizdi zaman sende yetmiş sekizdin bende gökteki milyarlarca yağmur damlasıda yetmiş sekizdi.Geçen hafta uzmanlığını alan doktorda yetmiş sekiz.Özgürlük yetmişsekize sevdalıydı.Unuttum dedi sende unutmuştun yıl yetmişsekize takılmıştı bir kamyon kasasının ardında yetti gitti hayeller.Polatlının bir mahallesinden yiğitçe ekmeğini aradı tüm göçer umutlar onun gözlerine yoldaş olmuştu.Sonra hiç görmedim onu korkuyordu sevmeye dair konuşmalardan .Hiç harçlık istemez çocuklar gibi sevdalıydı babasına. Babası dağlar kadar heybetliydi yüreğinde.Bekledi çok bekledi çıplak olarak bekledi .Utanarak bekledi ölümü .Hiç yaşatmamışlardı hiç gülümsememişti gök kuşağı yağmurların ardından.Sonra on yıllar geçti özgürlüğü çarmıha gerdiler.Yalanlar ilmeklediler sözcüklere.Sonra liseyi yetmişsekizde bitirdi umut çözüldü yüreğindeki buz . Göçüp gidenler bıraktı yetmişsekizi o karmaşık sevdalarında hüznün.Sonra eski fotoğraflarda gördüm yitikliği. Kırmızı bir eşarp asılıydı bahçedeki dut ağacının altında .Mevsim ağustostu sıcaktı yanıyordu yüreği Anadolunun.
Yirmibirnci yüzyıl göçebe yüzyılı dersek yanılırmıyız.Ülkelerindeki baskın kurtayıcılardan kurtulamayan halk kitleleri başka ülkelere göç etmeyi kurtuluş olarak görüyorlar.Bazıları gittikleri yerlere uyumsalllık sağlasada çoğunluğu kendi yavan kültürüleri ile nispetten olgunlaşmış kültürleri dahi tehdit edebiliyorlar. Ülkede milyonlarca göçmen bulunduran Anadolu cografyasıda bu gününde bu sıkıntıyı yaşayacak görünüyor.Sovret devletinin sınıfsız toplum iddasıyla varsallaşıp sonra küresel kapitalizim karşısında çözülmesi kapitalizimi gerekli ve zorunsal bir olguymuş gibi tüm dünyada hükümdarlaştırdı.Demikrasisi gelişmemiş dinsel kurtayıcıları (dini kullanan ) toplumların öncülü olmaya başladılar. Kurtayıcılar biliyoruzki bir ortak aklın yansıması olmamışlardır. Burda ulusların kurucu önderlerinin farklı bir boyutta olduğunu belirtmek durumundayız .Burda kastedilen buruygan olagarşik parti devletlerinin anlatılmaya çalışıldığını belirtmiş olalım !
Günümüzde ülkede bazı kesimler dinin sahipsiz kaldığını ümmete bir önder gerekli olduğunu dünya Müslümanlarının halifeye ihtiyaç duyduğunu ileri sürerler. Demikratik çağdaş laik yapıyı büyük bir tehdit olarak görürler.Tabiki bu bir yanılgıdır.Din kendi içinde gereksel olmakla birilkte toplumsallığı sınırlı olmak durumundadır.Günümüzde dinsel kalıplarla toplumların gelişmesi özgürleşmesi mümkünlülügü olan bir sonuç değildir. Din gereklidir gerekliliği sınırsaldır !
Özgür düşünmeyi başarabilmek lazım,Bunun için özgürleşmiş bir eğitim sistemide kaçınılmaz oluyor..
Ah nasılda önemserler unvanlarını makamlarını unutu verirler yarının ölüleri olacaklarını ! Yüreklerinin atışlarının birgün duracağını niçin görmezden gelirler.Niçin sevmezler türkülerini bu memleketin.
Mutsuzlugumuzun özselinde özgürleşememek var tüm fâniliğimize karşın kendi yaşamımıza sahip değiliz.Birileri bize hükmediyor ve biz buna karşı koymaktan aciziz.!
Yaşamı kurallarla yaşamaya çalışırken yaşamın kendisini ıskaladığımızın kaçımız farkındayız.Kurallar olmalı tabi ama o kuralları kendi içselimizle yönergeliyebilmeliyiz ! Yaşam bizimse kurallar bizi anlamalı bize nefes aldırmalı.Belki tüm kültlerimiz bizi yok edecek yada bizi kurtayacak !
Korkunçtur ölümün götürdüklerinin acısı.Sizi mazlum bırakır .Yüreginizin bir yanında acı hep vardır.Bilirsiniz ‘Yaşam devam ediyor ‘ denir evet ediyordur yaşam devam ama sizi cam parçaları gibi yaralamıştır ölüm. Onun için insanlık tarihi boyunca yaşamak için uğraş vermiştir insanlık bundada kendince başarılar sağlamıştır .Çok şeyler öğrenmiştir sağlığıyla ilgil olarak .Kan sayımları organ nakilleri kök hücre nakilleri hücre isyankarlıklarında vücudun mekanizmasını harekete geçiren bağışıklık yapısalları .Tüm bunlar insanlı ktarihi boyunca hipokırattan günümüze hep üstte tutmuştur toplum hekimlerini onlarda bundan oldukça hoşnutlanmışlardır. Birde yüreklere dokunur hekimler.Gözlerinein içine bakılır hekimlerin dudaklarından çıkacak sözler tanrı buryugu gibidir.Sizi ölümden kaçırır ! Onun için söylenirya ‘Tanrının yeryüzündeki elleridir hekimler.Önemlidirler.
Perdenin arkasında dışarıyı göremezseniz.Işıkları süzgeçten geçen fikirler gibi korkuyla titreşirler. Sonra düşünürsünüz bu dünya denen cenderede niçin mahkumlaşmışz niçin becerememişiz umudun yaşamasını .Niçin hakça bir düzeni kuramamışz.Korkularımıza bizi mahkum eden ne !
Sessizce gitti o .Ansızın değil yavaş avaş sindire sindire gitti.Tüm bildiği şiirleri unutup gitti ,Tüm esmer kadınları kendi yanlızlıgında bıraktı .Sonra en keskin öğretilerine mahkum oldu bilinmezliğin.Yorgun yürekli erkekler işsiz dolaştı bu ülkenin sokaklarında .Bıtkınlıkları kendileri için bir hikaye anlatırdı .Kimselerin okumak istemediği.Sonra özgürlük istediği tüm insanlar mahkum ettikleri yüreklerindeki zincirleri kırmamıştı gece.
Yaralı kalplerdirki acıya melhem olur alır kucaklar sarar sarmalar.Hikayelerinize renkler katar. Yitikliklerinizin sizde yarattığı o fırtınaların kasırgaya dönüşünü engeller.Çogumuz özellikle ileri yaşlarda durulganlaşırızÖnem verdiğimiz bir çok şeyin önemsiz olduğunun farkına geç varır olmuşuzdur.Bedenimizin arzularının miskenleşmesi belkide olgunluğun getirdiği bir sonuç olur.Yorgun bakışlı umutlara sahip olur günlerimiz.Tüm baskın ruhların içinde çocukça bir umut saklıdır.Onu bulup yeşermesine yardımcı oldunumuzmu onun adı sevinç oluyor. Biliyoruzki insan denen varlığın yaşam boyu mutluluğu söz konusu olmuyor.Ara sıra gülümse gözlerimiz.Bir nisan yağmurunda ıslana bilsek .Seve bilsek yetim duygularını köhne evlerin yorgun odalarında yaşadık deriz kendimizce.Yaşadık kimseyi kırmadan hak yermeden unvanların arkasında sünepeleştirmeden ruhlarımız. Topragımızda bir buğday başağı yeşertip bekledik harman zamanını .
İnsanlıgın gelişiminde (devrimler ) din öncül olabilmişmidir ! yada din toplumsal gelişmede hangi noktadadır. Ülke için düşünülecek olursa toplumun büyük çoğunluğunun yaşadığı çoğulumuzun etki alanında olduğu din (ülke için İslamiyet ) devre dışı bırakıldığında toplum bu gerekselini neyle doldurabilir ‘ Dinin olmadığı bir toplumda birey kendini maddeyle mutlu kılabilirmi. Tanrının varlığını kabullenmiş milyarlarca insan büyük bir yanılgı içindemidir.Din ve toplum hangi evrime doğru akmaktadır.Lasizim dinin sınırlandırılması alanının oluşturlması tüzel boyutta mümkünken ve olması gerekirken özde insan ruhu dinin rotasını nasıl belirleyecektir.Daha açıkçası din reforma tabi olabilirmi ! yada olmalımı Ana kaynak kutsal kitaplar (zebur,Tevrat ,iincil ,Kuran )Özsel olarak varlıkıları ile içimizdeyken onları geçmişin değişmez kurallarında mahkumlaştırmak doğru bir olgumudur. Dinlerin Ortaya çıktığı zaman diliminin sosyolojisiyle günümüz sosyolojisi aynı çizgide durmamaktadır.Yaşamlar farklılaşmıştır sonuç olarak algıda farklı olmaktadır.Degişmeyen tek gerçek ölüm olduğuna göre din daim içimizde bir geçreklik olarak varlığını sürdürecek olacaktır.Bu varsal durum algı olarak kesinlikle değişmez değildir.İnsan yaşam ölüm daim arayışla var oluyor.Bu süreç her alanda kendini hissetirecegine göre .Gelecekte dinin farklı yorumlanacağını düşünmek bir yanılgı olmayacaktır.Deizimin etkenleşmeside bu sürecin bir sonucu degilmidir.İnsan denen varlık daim arayış içindedir ve değişime açık olmak durumundadır.Özü benimseyip biçimi yenilemek olası bir sonuç olur.
Kapitalizim sınırsız sömürü hevesiyle insanları mutsuz ediyor. Süreceli bir geleceği içinde barındırma şansı olmayan bir hezeyan !
Emek eşitlik katılımcılık paylaşım ve çağın olması gerekeni huzur ! arayışımız bu olmalı .En çaresizliklerimizi besleyen ana yanılgımız mücadeleci bir yüreğe sahip olamamamız degilmidir.Başkaları için yaşamak bir şeylerin düzelmesi için bir kurtayıcı aramak . ve boşa geçen bir ömür.
Korkunç bir haksızlığı yaşıyor toplum .Ürkek ördek yavruları gibiyiz .Yaşam korkutuyor hepimizi. Yorulmuşuz mücadele azmimiz kalmamış.Çevremizde asalak kişilikler cahil ruhlarını paranın gücüyle pırıltılamışlar.Tabi bu geçici oluyor.Sonra üzerinlerindeki köhne karanlık onları dibe batırıyor.Özgürlük inanın hak edilmeyi istiyor. Çogumuz bunun farkında olmadığımızdan özgür değiliz.Hepimizin küçük dünyaları kendimize büyük görünüyor .Orda hükümdarlaşıyoruz.Korku dizlerimizin bağını çözüyor.Anlamıyoruz.
Tüm kadınlar ve tüm erkekler hasta bir umudun peşinde ömür tüketiyor.Hani şiirlerde olmazsa bu yaşam çekilmeyecek.Yagmurların ardına gizlenmiş gökkuşağı gibidir şiirin sözcükleri içinizdeki tük kara köhne rengi söker atar. Kadınlar anneleşir umutlarında gök yüzünde yağmur damlaları .Irakta çok ırakta kalır ölüm.
Seçildi ve başa geçti artık tüm hükümdarlık onun.Her şeyi o biliyor.Tanrı ona yürü kulum dedi.O da tanrısını unutmuyor kutsal günde şatafatlı araçlarla görkemli konvorlar oluşturup ibadetine koşuyor. ! Tanrı onu üst yaratmış olacakki herkese tepeden bakıyor.Kendiden önceki tüm güzellikleri kara bir çalı görüyorDurum böyle olunca kendi dikenlerini gül diye koklatatır oluyor.Tüm deliler bunun böyle olmadığını çok iyi biliyor .Çünkü onlar gök yüzündeki yıldızları saymanın imkânsızlığını anlamış .Gök yüzünün özgürlüğünü yüreklerinde hissetmiş köhne demir yolu tünelle.rinde gizlenmeyi bilmiş umutlara sahipler.
‘Aglamak için gözden yaşmı akmalı’ der şair ! ‘ ‘benim doğduğum köylerde ceviz ağaçları yoktu’ der ‘ çok kadınlar sevdim zaten yoktular ‘ diye düşünür. ‘Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam ‘ demiştir şair. Ah düğünlerde ağlatma beni demişim niçin demişim nerden aklıma gelmiş. Yüregimin içinde bir yerlerde nelerin hasreti var !
Bazen özgürlükte kelepçe olur ömre .Size huzur vermez. Gülmeyi unutur olursunuz.
köhne taş duvar evleri çok önemserim çocukluğun öyle bir toprak damlı evde geçt, Sonra kiremit çatılı bir evde kiracı oldu garipliğimiz.Bir gün seraların arasında bir taş duvarlı evde kaderim beni sınadı.Ne kadarda rezildi kaypak yürekleri insanların .Üzüldüm böyle olmamalıyıdı.
Yirmibirinci yüzyılda ülke ekonomisi karmaşık bir durumda ,halk kitleleri alım gücü tükenmiş ,barınma ve temel ihtiyaç maddelerini teminde yetmezlik durumuna düşmüşler.Genç cumhuriyet yüzyılını tamalarken yönetim uygulama ve piratikte kuruluş yıllarının ve felsefesinin çok gerilerinde bir konuıma sürüklenimş görünüyor.Çagdaş devleti oluşturan tüm kavramlar pasifize edilmiş pilanlama ve öngörü yetmezliğin içinde kıvranır oluyor! Ülke üzerine düşünürken iki ana dış etkenin ulus devletimizi olumsuz etkilediğini ve temel yapısını törpülediğini gözlemliye biliyoruz ! Bunlardan birincisi neo liberalizim denen ekonomik kuralsızlık kavramının ülkeye etken olması ! Bu görüşe göre sermaye her türlü imtiyaza sahip bir konumu kendinde hak görebiliyor .Sonuçta sermaye sahipleri azınlık olmalarına rağmen kar sınırsızlığında kuralsızlıkla büyük halk kitlelerinin ezilmesine ortam oluşturuyor.Kapitalizimin bu yönü emek eşitlik kavramlarını görmezden geliyor.Devletin sosyal öznesinide yok sayıyor.Kapitalizime göre devlet güvenliği tahsis edecek ve sermayenin sınırsız kuralsız gücüne ortam oluşturacak ! İkinci bir etkiyse devletin pilanlamayı bir kenara itip yönetimsel olarakta denetimsiz yetkinin tek odakta toplandığı bir ilkel yönetim anlayışını öncül etmesi oluyor.Büyük yığınlar pilansız günü birlik uygulamalarla yaşamlarını adame ettiremiyecek bir ortamda tükenebiliyor. Ülke işlevselliğinin böyle bir yapıda hukusal gelişiminide işlemsel yapamadığını gözlemleyebiliyoruz. Sermaye özel mülkiyet kurallar içinde anayasal yapıda işlevselliği oluşturma ortamını bulmalı ama kuralsız ve sınırsız bir kapital sınıfsal gücün topluma baskın olmasının sakıncalarınıda görmek zorunsal olarak bilinmelidir.Yaşam hakkı devletin temel var oluş sebebidir. Devlet ve toplum ahengini eşitcil paylaşımcı ve insanı temel varsal olarak gören yapılanmalarda belirginleştirir.Buna şöylede diyebiliriz insanca hakça bir düzen temel olgu olarak öncül olmak durumundadır. Sanılanın aksine sınırsız kontrolsüz bir ekonomik yapı kaos oluşturur. Piyasa kendi kurallarını belirginleştirirken insan denen ana temayı görmezden gelir daim kar etme amacıyla artı değeri insanla paylaşmadıkça toplumsal barış büyük bir gerilimsel tepkiyi içinde barındırır.Toplum ve insan kendini devletiyle güvende ve mutlu görmek ister .Buda sevisel yaşam beklentisinin doğal bir sonucudur.Toplum ve devlet birbirinden beslenir ve amacı huzurlu bir yaşama katkı vermek olmalıdır. Demikrasi ve toplumsal olgunluk bu sürecin ana teması olmaktadır.
Kurallar ve yasalar gerekli kötülüklerdir.Kötülüklerdir sizi özgürlüğünüzden alır .Gereklidir kaosu önler. Bir özgürlük bitmeden diğeri kendine yer bulamaz.Her birey kendi içselinde sonsuzca bir özgürlüğe sahiptir.Buna en güzel örnek hayelerimizdir. Hayellerimiz tüm kültlerin üstünde bir ortamı bize verir.Ama hayellerinde kültlerden beslendiğinin farkında olmalıyız!
Toplumlar büyük oranda gelişmeye açık bir süreç izlerler .Toplumların yapısında dinamik eylemsellik vardır.İstisnai durumlar olabilir (örnegin kuzey kore olayı )Ama toplum daim dinamizmi kendi içinde besler. Bu süreç bizim ulusumuz içinde geçerlidir.Geçmişimiz olan büyük Osmanlı devletinde mutlakıyet yapıdan meşrutiyete geçiş bu sürecin bir yansımasıdır. Meşrutiyette baştaki yetki meclise devredilmiş yürütme baş taki yetkene bırakılmıştır .(padişah ) Daha sonra dünyadaki gelişmelere paralel olarak büyük asker dahi devrimci vatan perver Atatürk öncülüğünde ulusal yapıya kavuşulmuş .Belkide yüzyılda erişilemeyecek kazanımlar hayata geçirilmiştir. Devrimin yukardan gelmesi tabana inmesinde sorunsal etkiler oluştursada türk aydınlanma devrimi büyük oranda Atatürk gerçekliğinde sonuca ulaşmıştır.Günümüzdeki yalpalanmaların geçici ve küresel etkenli bir varsala bağlı oldugunuda anlamak gerçekçi olacaktır.Tarih geriye akmaz gelecek insanlığın ortak değerlerinde biçimlenecektir.Ulus bir ormanda ağaç dünyaysa bir ormandır.Günümüz toplumunun siyasal yanılgılarını fazla büyütmek pek sağlık degildir.Yarınlar bugünden daha iyi olabilir.Ülkenin karekteristigi bu beklenitiye açıktır.
Oldukça sıcak bir hava var ölülerimizin kabirlerinin üstündeki otlar büyük ihtimal kurumaya yüz tutacak.Akdeniz böyle kıyı kesimleri yağmura hasret kalır bu mevsimde .Sevişmeyi beceremez umutları bu şehrin.Kıytırık cehalet egemenleşir kıytırık sokaklarında bu şehirin. Sözcükler gıri yazar yazdıklarını belirsizdir bu hayatın her şeyi.
Hüzünleniyoruz.Çünkü bilgiye muhtacız.Bilgisizligin karanlığındayız .Bir şeylerin peşinde koşuyoruz ama sonradan görüyoruz her şey aniden gelen ölümle biçimleniyor.Vakit geliyor ölüm alıp gidiyor umutları geride bir sızı kalıyor yüreğin derinliklerinde. Sonra yıkılıp gidiyor devrimci umutları ülkülerimin.
Toprak damlı evleri bilirmisiniz.Taş duvarlı bahçesinde asmalar dut ağaçları ve hayelleri yüreğinde mahkumlaşan insanları.Sizin hiç gurbette babanız öldümü.Siz hiç yorgun düştünüzmü acıların gırdabında.Hastane koridorlarında çaresizce dolaştınızmı.Yüreginizde devrimci umutlar karanfiller devşirdinizmi baharında gençliğin.Siz hiç sevdinizmi .Özgürlüge baş koydumu umutlarınız. Kimsesiz gece kondu sokaklarında topaç çevirdimi çocukluğunuz. Siz agladınızmı yitip gidenlerin ardından.
Şehrin en şatafatlı dükkanı ona aitti .En rezil bakışlarını o dükkandan etrafa gezdirir.Hep bir şeyler anlatır birilerini dinlemesi içinde yanında tutardı.Kıt bir dünyanın insanı gibiydi.Ama kıt dünyaların insanları biraz paracı ve üçkâğıtçı oluyorlar.Buda onlardan biriydi.Daim dinden bahsederdi.Din onun için rütürelleri yerine getirmek ,biçimselleşmek ve bol paçalı pantolon giymekle ilgili bir dünyanın kendi kümesinde yansıması gibiydi. Dükkanın önüne koyduğu masada daim birileri olur o birilerine daim kendisini dinletiridi. Ömrü öyle geçti.Bir gün dükkana gelmez oldu ne olmuştuda kaybolu vermişti kimse bir anlam verememişken çokça laflar konuşuldu arkası önü olmayan laflar. O masa yitik bir hikayesiydi karanlığının.
Aslında düşünceyi ve düşünmeyi sevmiyoruz.İnanmak ve kabullenmek daha bir kolayımıza kaçıyor.Genelev kadınları gibi çabuk ulaşılan rutubetleri seviyoruz.Bu rutubetli duvarların bizi koruduğunu gerçeklerden kaçırdığını anlamak istemiyoruz.Halbuki o genelev kadınlarının gözlerinin derinliklerindede bir şeylerin hüznü var.Bizim korkularımızı besleyen.Bizi mazlum bırakan.
Her akşam bir gölge gibi akıp giderdi sokaktan.Lacivert bakışları vardı .Lakin başını öne eger utangaç bir kadın gibi kimselerle bakışmaz konuşmayı pek sevmezdi.Yıllar evvel birlikte yaşadığı annesini kaybetmişti.Babadan kalma kerpiç evlerinin bahçesinde kül renkli bir kedisi olur.Onun eve gelmesini taş duvarın üstünde beklerdi.Dediklerine göre babası bir hekimmiş sonra bir kadına tutulmuş bırakıp annesini ve çocuğunu o kadınla gitmişti.Hiç aramadı babasını hiç unutmadıda taki bir gün ölüm haberini duyana kadar .Ozamandan beri yüreğine bir acı çömelmiş ruhunu bir derin ızdırap sarmıştı. Annesinden kalan çarşıdaki dükkanın kirası ona yetiyor artıyordu bile. Hiç geçim sıkıntı çekmemişti.Ama her şey o degilki o nunda içinde kasvetli fırtınalar estiren derin çok derin çizgiler ruhunun karanlığını saklıyordu.Bir tek kül renkli kedisini sevince gülümserdi gözlerinin içi.Gök yüzünde yıldızları sabah doğan güneşi hatırlardı.Hani çağırsa koşacaktı yanına hayat. O hep kapatırı verirdi kapıyı. Şimdi gelde kıskanma kül renkli kediciği!
Önce bir karamsarlık çöker.Önemsediginiz ne varsa önemsenmez olur.Hani daim el üstünde tuutgunuz aileniz siz olmayı becerebileceklermidir.Yoksa sizmi abarrtınız kendi varlığınızı.Niçin böylesi yıkıldı dünyanız.Kimselerin aklına getirmeyeceği o hastalık niye kendine sizi hatırlattı.Soguk sandalyelerinde kiliniklerin Beklediginiz umudunuzmu yoksa.Sahipsiz kalmış bir hayatın elinizden kaçıp gitmesinin arefesinde çaresizlik yordumu sizi.Pet çekimleri kan tahlilleri patoloji biyopsileri.Bunların hiçbiri size bu tanı konmadan evvelki o keyifli ömrün güncelerine sizi geri götüremez artık.İstala kaçınılmaz gibi.Bedeninizin hücreleri büyük bir baş kaldırının hükümdarı olmuşlar. Masanın öteki yanındaki beyaz yakalı hekim size ne söylese bir anlamı olmayacağını kendide biliyor. Güneş her sabah doğacaktır mutlak .Ama siz olacakmısınız bu bir meçhuliyet ! Ah her şey yolunda gidiyor diyor genç bir hekim ! Tabi kendi masanın ön tarafında değil.Ah bu fani dünya !
Korkuyoruz alıştığımız şeylerden vaz geçemiyoruz.Yaşama karşı dik duramıyoruz.Bize inanmamızı istedikleri katlanmamızı uygun gördükleri ne varsa kabulleniyoruzYanılgı burda başlıyor.Bu yanılgı ölüm yanılgısından daha karanlık bir belirsizlie ruhlarımızı mahkum ediyor.
Dünyanın milyarlarca yıl evvel oluştuğu yorumlana dursun. Kutsal öğreti dünyanın yaşının yedibin yılla sınırlı olduğunu ifade ediyor ! Bu bir çelişkimidir ! şöyle düşünülebilir zaman kavramı farklı algılanmış diye yorumlayalım yedinibin yıl belkide kutsal ögretlerde milyarlarca yıla tekamül ediyordur ! İşte bu yaşlı dünya bizi kendine kısa süreliğine misafir ediyor .Kim bilir belki bizden sonraki nesiller bizim dört beş katımız bir zaman diliminde bu dünyada misafir kalacaklar .Belki diğer gezegenlere ulaşım şimdiki şehirler arası ulaşımdan daha kısa sürelerde gerçekleşecek.Ölüm yine var olacak iman yine yüreklere melhem olacak ama bir çok değerin farklılaşacağını tahmin etmek zor olmazsa gerek.
Belki tüm korkularımız ortadan kalmayacak .Ama doğru sandığımız bir çok şeyin anlamsızlığını anlamakta zorlanmayacağız. Kimbilir yine güzel yürekli kadınlar şiirler okuyacak bir lacivert gecede .
Basit insanların paralanması bir felakettir.Kapitalizimin en çirkef halide bu tipleri içinde barındırmakta büyük çaba sarfetmesi oluyor. Kimsesiz kabir taşları gibi sessizleşir kapitalizimin egemenliğindeki toplumlarda insan denen varlık.Yaşamın her alanında bir çelişkidir götütü sizi yanılgılarına sizi hezeranların.Belki hiç belenmedik bir zamanda kapıyı çalar ölüm.Çiçekleri kayıptır baharların vakitsiz yere düşer yaprakları ömrün.Yorgun erkekler histerik bir giriligin içinde ömürlerini tüketirler. Ah o çocukluğun çamurlu sokakları .O Sevinçleri anne çığlıklarının.Yosma bakışları cehaletin yüreklere. Özgürlük çarmıha gerilmiş gibi.
Tüm renklerinden korktuların bahar çiçeklerinin onlar kara çalılarda buldular kendi rezil batakçalarını. Tüm günahları boca ettiler hayatlarına sonrada hikayeler anlattılar köhne bakışlarında karanlıklarının. Halbuki atlar koşmayı sever, Çiçekler açmayla mutlanırlar.İnsansa sormak zorundadır Neden ,Niçin ,Nasıl.? Çogu kez yanıtını bulmaz bu sorular Kırmızı kilotlu bir yalan dünyayı mahkumlaştırırda kimseler önemsemez.
Gece lacivert bir öpüş kondurur ruhun acılarına . Korkunç bir yalandır tüm önemsenen çirkince sevişmeleri sömürselin.Haydı gelin ölümü karşılıyalım.Bize kendini anlatsın gecede.
Her yürek deli dolu akan bir nehirdir sakin olması bizi yanıltmasın sadece yatağını bulamamıştır.Derindir bu nehirin gizleri.Çakıl taşları kanatır bağrınızı.Bir köylü kızının saçları ıslanmıştır bu nehirlerin gölgelerinde.Esmerdir sevdiği kadınınların umutları .Hani kadınlar derken kafanız karşımasın hani her kadın biraz annedir ya .Hak eder biraz sevilmeyi şiirler onları anlatır. Her şey daha bir yanlızdır daha bir derindir nehirleri umudun..
Üstekiler taşları yanlış düzdüler. Kaderin kendilerine sunduğu ışansa arkalarını döndüler.Sonra yine aynı kavganın içinde buldular kendilerini.Yine ülkeler kendi dikenli tellerini örmek için birbirlerini suçluyorlar. Kimbilir bir çocuğun yetim kalmasını ,Dogup büyümeye çalıştığı sokakları terk etmesinin acısını. Hangi ulusun bireyi olursanız olun ulusunuzu sevmeniz kadar doğal bir şey olmamalı.Birde şu varki bu sizi başka uluslara düşman olmanızı gerektirmez.Gök yüzü tüm insanlığı sarmalamıyormu.
Görmüyormusun taşları düzenler beceriksiz ustalar gibi.Bizi sürükledikleri yollar ayaklarımızı değil yüreklerimizi kanatıyor.Ah askerlerin hepsinin eve dönebildiğini düşünelim.Kurak bir çölde yağmur yağmak gibi.Bir çocuğun anasının kucağında olması gibi. Sözcüklerin şiirleşmesi gibi.Yaşamak zor iş ölmek daha zor !
Bir gece vakti uyanıp bir kadın düşünürsün,Sıcaktır kadın .Avuçlarında umut vardır.Anadır kadının adı.Erkence göçmüştür her ana gibi bu dünyadan. Hüzünlüdür bir gece vakti gözlerin.Şiirler yazar şiirler okursun eksik kalmış hikayelerinden ömrün.
Nasıl oluyorda önlenemiyor !Her şey iyiye gidiyor derken hücreler yeniden isyanlaşıyor.Durum gerçekten bu .Onkoloji koridorları onun için umutsuzluğu içinde saklıyor.İyiye giden bir sağaltımın aniden karamsarlaşan sonuçları karşınıza çıkabiliyor.Kimbilir bu sakıncayı T hücrelerinin almaçları (resaptör) ortadan kadıracak .Erkence farkına varacak uyarılarına hücre yanılgısının. Bagışıklık sistemi genetik algıları insan bedeninin bu anarşiye karşı büyük başarısını müjdeleyecek gibi ! Şimdilik onkoloji hala sıkıntılı bir bıranç
Ah bir zamanlar’ beyaz zambaklar ‘ülkesinden söz edilirdi ‘ bizden ırakta bir ülke için. Bizim içinse söylenebilecek tek sözcükler artık mutsuz insanlar ülkesi ! O atlarla dröt nala topraklar fetheden at üstünde ömür tüketen bir kavimin evlatları olmayı unuttuk gibi.Yordular bizi. Mutsuzlaştırdılar!
Kavram karmaşasının içinde boğulmuş bir neslin temsilcileri olarak arayışımız devam ediyor.! güncel olarak uygulanmakta olan liberal politikalar büyük halk kitlelerinin refahı için amaçlanmamıştır.
Uygulama bu nedenle devletin ekonomik etkenini sınırlamayı kendi için ana şart görmüştür .Dogrusu merkez bankalarının özerkliği kavramıda bunun bir sonucudur. Merkez bankası devletin ana finans kuruluşuysa devletin onu denetlemesinden yönlendirmesinden daha doğal ne olabilir ! Açıkça belirtmeliyizki merkez bankalarının ülkelerin için özerk olması gerçekçi değildir.Ulusal çıkara hizmet etmesi mümkün değildir. Ekonomik sıkıntıların iki ana gerekçesi vardır.Birincisi kendi artı değerini oluşturamamak ikincisi pilansız bir uygulama alanını geçerli kılmak ! Devlet pilanlamacı olmak durumundadır.İhtiyaçlar imkanlar ve tercihler ! Bu süreç devletin ekonomideki işlevinide belirginleştirmeyi daha bir gerçekçel hale getirir. Nereye gittiğinizi bilmek adım atmaktan daha öncül bir gereklilik olmaktadır.
Kuşların özgür uçtuğu gökyüzüne avuçlarımı açtım .Dua ediyorum Yanımda ol çekip gitme sakın beni bırakıp .Ruhum senin varlığından besleniyor.Sensiz korkunç rüyalarda hiçleşiyorum.Mektup yaz telgraf çek şiir oku beni uykularımdan ötelerde bir yerde sakla olurmu !
İnsanlar gözlerine bakın gözlerine baktığınız insanların size kötülük yapma şansı kalmaz.Gözlerinize
bakabilen insanlar sizde merhamet arar.Başka bir şey değil. Alır sizi insan olmanın huzuruna kavuşturur.Hepimizin aradığı sadece merhamet.
Tanrı tüm yoksulları üzüm bağlarının olduğu bir otağda misafir edecek.Orda kırmızı dilli yalan dolan din bezirganlarını göremeyeceğiz.Hoş kokulu çiçekleri olacak oranın .Narin topuklu kadınlar özgürce haykıracaklar arzularını.Küçük mercimek gözlü serçe kuşları şiirler okuyacaklar umudu anlatan. Kadınlar ve erkekler bütünceleşecekler.Orda tüm günahlar yasaklar ve korkular anlamsızlaşacak. Kabirlerden çıkmış bedenleri ile tüm duygular özgürleşecekler orda. En önde yine anneler olacak.Sonra kediler ve diğer hayvanlar kendilerine iyi muamelede bulunan ruhlara şahitlik yapacaklar.Tanrı biliyor olacak tüm yalanlarını cehaletin.Sonra ölüm anlamsızlaşacak .Büyük bir ruhlar tayfası yıldızlara hükmedecek.Orda silahlar ve ünüformaların bir anlamı kalmayacak.Tüm günahlar mavi bir renge büyünüp akdenizde paklaşacak.Akdenizi biliyormusunuz siz.Tıpkı Mezopotamya gibi görkemlidir .Dicle gibidir fırat gibidir.Nil gibidir.Bir arap kadınını alır ıslatır sevinçletir.Paklanır umutları ömrün.
o vazgeçilmeyen ülküleri gençliğin yiğitçe kılıcını sallar sabahında keyfin.Devrimci bir kadın memelerini açar özgürlüğe. Saçları siyahtır kadının .Geceleri namaz kılar tüm perdelerini kapatıp hayatın. Dışarda zöhre yıldızı vardır şöyle gök yüzüne bakınca tanırsınız onu.Birde asalak ruhlu sünepeler dolaşır köhne bataklığında ömürlerinin .Ben tanırım onları sizde tanırsınız.Çok konuşurlar sinsice anlatırlar o hiç inanmadıkları tanrılarını .Onlar farklılar tabi.Şükürki biz onlardan değiliz..Biz ölümü biliriz.Üzüm bağlarında harmanlaşır umutlarımız. Ak deniz oluruz.
Ögleden sonra tüm kiliniklerinde ülkenin hastaları bir endişe alır.Mesai bitecek hastalaıkları onlara misafir çözümsüz kalacaklar diye ! Beyaz önlüklü genç hekimler masa arkalarında saatlerine baka dursunlar .Çaresiz pet sonuçları giri bir karanlığa sokakacak umutlarını yılgın hastaların.Büyük ihtimal tam kan sayımlarınında bir anlamı kalmayacak .Sedim değeri oldukça yükselmiştir. Turanç renkli sandalyeleri bekleme koridorlarında yalnız kalacaktır umutsuzluklarında söylenenlerin.Kırmızı rujlu bir kapıyı açıp oldukça kasıntı bir buruyganlıkla tüm koridoru aşıp çekip gidecektir o yılgın hasta yüzlerini arkasında bırakıp.Dışarda yakınlardaki hava limanına bir kuş misali inmeye düşünen bir dc dokuz uçağı iç hat seferini tamalamak üzeredir. Bulvarın karşı tarafında dokuz on katlı adaransı zayıf kolonların taşıdığı apartmanlarda genç kadınlar balkonlarında oturmuş kimileri İngilizler gibi sütlü çaylarını yudumlamanın keyfini yaşar olurken .Kimileride fıtratlarına uygun türk kahvesinin köpüklerini kırmızı rujlu dudaklarına misafir ededursunlar.Karşı kilinikteki yorgun hastaları bilmeleri düşünmeleri olası olmayan bir zamanın içinde olmanın boşluğunu yaşıyorlardır.Sanki bu dünya acı olmadımı anlamsızlaşıyor gibi !
Saat sabahın sekizi.Şimdi ankarada cebecide ihtimal esmer bakışlı bir kadın düşünüyordur.Ben onun ne düşündüğünü hissediyorum.İşsiz devrimci erkekler ülkülerinden asla vaz geçmeden yaşlana dursunlar. Sabah umut olmuştur küçük bakışlı pencerelerde.
Özgürlük birazda deliliktir.Akıllı olmanın kimseye bir faydası olmuyor. Sadece korku salıyor kurallar.Sonra ansızın bir ölüm geliyor.Eger başı dik yaşadıysanız bu yaşamda.Kimsenin köpeği olmadıysanız.Menfaatler için boyun eğmediyseniz soytarı rezilliğe.Ölümünüzü selamlamak isterim. Bilinizki bende sizdenim.!
Seni sakladım ben kendimden sakladım,Uykularımdan özlediğimi anlatmadım kimselere.Çoluk çocuk haykırışları dindirmedi sözcüklerini şiirlerin.Şiirleştin sen yazıtlarında umutlarımın.Sonra günaha girdim hiç çıkmamıştımki zaten .Tüm olasılıkları kenara ittim.Seni istedim ben.Ölüm taziyelerinde dağıtılan helva gibiydin.Tadlımı acımı neydin aradım seni ben.
Birgün bu ülkede erkekler gökyüzüne bakıp sevdikleri için yıldızlar toplayacak.Aglamayacak erkence ölümlerinde umudun sevinçAh bir bilsen nerde olacak ölümüm.Toroslarda bir yamaçta sahipsiz olacağım.
Dükkanların ışıkları yanıyor.Şehir kendi şamatasında. yılgın bakışlı kadınlar kaldırımların tozunu atıyor adeta.Üniveriste öğrencileri ne okuduklarını bilmeden’ öğrenciyim’ zamana öylesi bir bilinmezlikte kıyıda şehrin kabirliginde ölüler izliyor bu yalan dolan yaşamı.Kimbilir belkide çalıp çırpanların kırmızı rujlu avratları sürtükçe gülümsüyordur yalanlarını hatırlayıp. Bir genç gülümsüyordur hayata umutla. Hani korkarız kendimizden saklanırız yüreği buruk olur işçilerin.Mavi önlüklü kadınlar vardiya paydoslarında mavi denizlerde yüzmeyi hayellerler. İşçiler yüreği dolu işçiler.Acıdır içtikleri çay sofraları yavandır !
Akşamları paydostan sonra tahta kapılı yedi numaralı evde bir telaş bir sevinç bir umut.O toprak damlı ev hep hayellerimde.
Tüm hastalıklı düşünceler dikenli tel oldu ikimize.İkimiz kendimiz olduk .Kovulduk yalanlarından sokakların.O kırmızı karanfiller yitikleşti .Şimdi zeytin ağaçlarını kesiyor cehalet.Yüregi parçalanıyor umudun.Onlar öldü senin benim sevdiklerimden kimse kalmadı ve büyük bir ateş yaktı yüreğimize. Hiç sönmeyecek olan .Sonra kalıpları kırdık beynimizde ama korktuk anlatmaya hikayesini namuslu mahkumlardık biz. Iraklarda aradık umudu.Siz göçkün hayatları bilirmisiniz.Ben bilirim ben öyle bir ailenin çocuğuyum.Uzak okyanuslarda kulaç attık biz sıcak çöllerin kum fırtınalarında savrulduk.Sonra kaçtık gerçeklerinden korkunun .Tüm devrimci sözcükleri sakladık.Ülkülerimizi anlatmadık kimselere.Sıkıldıkça gök yüzüne baktık.Hani Şair demiş ya ‘ Bir küçük tohumda iletilen aşk ‘ Bir gün akşam üstü gökyüzü lacivetleşirken sen gelmiş olsan o köhne yorgun yüreğime seni bekliyor olacağım.
Tüm emekçiler sevmeyi iyi bilir.Tutunabildikleri tek dal o çünkü ! Özgürlükçü eşitcil çiçekleri büyütmek isterler bu ülkenin bozkırlarında. Hasat zamanı buğday başaklarının arasında kırmızı gelincikler şiirler yazdırırlar umuda. Siz hiç sevdinizmi esmer bakışlı umudu.Ben ona tutundum.
Kediler eşitcil şartlarda yaşarlar .Serçelerde öyle.Kartalar penguenler. Aslanlar .İnsanın dışındaki tüm canlılar.İnsanlarsa eşitcil bir arayışı bulamadılar.İhtimal dinler bunu sağlamaya çaliştıysada real durum farklı oldu.Sınıfsız bir toplum doğrusu sadece teoride oluyor.İnsanlıgın insanca hakça düzen arayışı sonuçlanmış bir noktaya gelemedi.Arayış devam ediyor. Güneş her sabah doguyorsa umutta var demektir.Yaşamak zaten umut etmekten öte nedirki !
Hatırlıyoruz çekip gidenleri kaybedilenleri.Anlıyoruzki hatırlamak terk edilmenin acısını bir kez daha yaşamak oluyor.Yüreginizdeki yaralar kanamaya devam ediyor.Sonra özleyi veriyorsunuz o güzel günleri. Arkasından yitikliğin soğuk ayazı sizi vuruyor.Ayazları zor oluyor yorgun yolculuklara arkadaş yolların.
Gün güneşi misafir ederken umutlaşır yürekler.Koyu bir günah üzerimize abanır hergün .İnançlarımızın mahkumlaştırdıgı yürekler.Biliriz günanahları çok sever içselinde.Sonra en katı zamanında hayatın ışıkları yanarken sokakların yosma kadınlar kaldırımlarda bir bakarsınız ölüm geli vermiştir.Mal mülk çoluk çocuk geride kalanlar daha bir tutunu verirler hayata. Yaşamak birazda ağlamak degilmidir.
Tespih taneleri gibi dağınık bir umudun mahkumlarıyız.Ah nasılda özlüyoruz geçmişi.Kimi niye sevdik bilmiyoruz .Erkence ölümler acıttı yüreğimizi.Bir kırmızı güle tav oldu sevdamız.Bizler çok kavgalara mahkum olduk.Kısıktı yüreğimizdeki çığlık.Biliyorduk böyle olacağını ırak çok ıraklarda esmer bakışlı kadınlara hikayeler uydurduk .Başka ne yapabilirdik .Demir yolu gibi düz bir çizgiydi yokluk biz içinde tükendik.
Birgün uyandım her şeyi yanlış yapmışım.Sevmeyi kovalamışım yüregimden .Esmer korkulara mahkumlaşmış ruhum.Kaçıp gitmişim kendimden!
Bir biyer kendi hayellerinin degilde ebeveyinlerinin hayellerine mahkumlaşırsa o yaşamın bir anlamı olmuyor. Çogunlugumuz bu yanılgının içindeyiz.İleri yaşlarda dahi bu zinciri kıramıyoruz. Acaba ruhumuzdaki bu mahkumiyeten nasıl azad oluruz. Belki işe asil durmaya çalışmakla başlamalı.Bunun için paralı olmaya gerek yok.Kendini tanımak ve anlamaya çalışmak. Kendi yaşamını avuçlarının içinde tutmak. Tüm insanların sorunu burda başlıyor .Başkaları için yaşamaya mahkumlaştırıyoruz. Bu durumu toplumsal bilinçle karıştırmamalıyız.Toplumsal bilince katkı bireysel bilinçle başlıyor.Bu süreçte çoğumuzun tökezlediğini görmek oldukça gerçekçi olacaktır.Ah bu ülkenin emekçileri kapatalizim sizi az şeyden değil çok şeyden mahrum bırakıyor.Tanrı buna niçin musade ediyor anlıyamıyorum !
Cehalet ve para ikisi yanyana geldimi çekilmez oluyorlar.İnsan yığınları toplumsal bilince erişemedimi yanılgı kaçınılmaz oluyor. Ülkede olanda bundan başka bir şey değil .Demikrasi seçimler olagarşi yapılanmalar devlet beslemeli sınıfsal oluşumlar dinsel kümelenmeler ırksal başkaldırılar tüm bunlar çatışkılı bir içselligin dış karmaşası olmaktan öte bir işe yaramıyor. Özgürlük ve temel paylaşımcı bir toplumsal düzen kurulamıyor.Bireyler yurttaşlık bilincinin kendilerine yüklediği sorumsal olgunluğu gösteremiyor.Tarih insancıl arayışların belli bir düzeye ulaştığını bizlere bildirse dahi bir çok ülke çatışkılı bir süreçten kurtulamıyor. Yinede gelecekten umut etmek için çok şeye sahibiz.
Karanlıgı yok edemeye biliriz .Ama varlığını beslemenin bir anlamı olmamalı !
O senin kara gözlerin yokmu.Acılı pul biberim. Bugday başağı yüreğimin.Özgürlük sevinçleri sevdiklerimin.Hani ölürken son kez görmek istediğim.Bilirim acımsıdır umud kırmızı bir ateştir gidişi onun. Bıraktıgım tüm şehirlerde yorgunca yaşar sevdamın yitik kadınları.Kimbilir ölüler ne yapar ne yer ne içer.Böyledir hikayesi yitikliklerin.Herkes kendince içer bu dünyada mey.
Çekip gitmek bir şey ifade etmiyor.Tüm fadakarlıklarınızıda ilkeleştirmiş oluyorsunuz ! Çekip gitmek gerçeklerden kaçmaktır.Kaçmayı kendiniz için seçenek görüyorsanız o zaman bir çok şeye hak etmiyor olursunuz.Tüm Çabalarınız tüm emeğiniz anlamsızlaşıyor.Gittiginiz yerlerde ne kadar yaşıyacaksınız Hayat ne kadar buna musade edecek.Onun için çekip gitmeyi kurtuluş sananlara şunu demeliyiz çekip gitme sakın.!
İnanmak önemlidir.İnandıgınızın doğru olabileceğini kabullenmek daha önemlidir.İnsan denen varlığın her inandığı önemsediği güvendiği bir çok şeyin anlamsızlığını kendisi çok geç farkeder.Onun için şöyle düşünebiliriz.Erkence kabullenmeyelim.Karşıda koymayalım.Bırakalım gerçek kendini bize kanıtlasın ! Dogru diye tutunduklarımızın bir anlamı olsun .Korku bilincimizi perdelemesin.Anı yaşıyalım ama ömrün anın ötesinede taşabileceğini görebilelim. Pes etmeyelim cüretkarda olmayalım çünkü cüretkarlık biraz içimizde kibiri besler.Kibirlilik çok tehlikeli bir duygudur.İnsancıl değildir.Gençleri kolayca suçlamayalım.Onlarda bizdeki yaşam yolculuğunun dikenleri olmamıştır.Bırakalım zaman onlarıda olgunlaştırsın. Dış görünüşüyle insanları kalıplara sokmayalım ilkel bir kıyafetlinin ruhu çok aydınlık olabilir .saçı tokalı bir erkek çok yobazca yitikliği içinde tutabilir.Kadınları önemseyelim.Annelerimizi hatrladıkmı kadınlarımız baş tacımız olur. Kadının olmadığı bir dünya sadece susuz çöldür.
Okudu uğraştı unvanlar aldı önemsel makamların koltuğunda oturdu.Sonra vakitsizce ölüm geldi ! Hüzünlüdür ölüm çekip alır sizi ışıkları yanan dev şehirlerin sokaklarından. Köşede bir yerde hiçliğe ulaşır bedeniniz.Gün olur ağlar gökyüzünde bir yıldız sizi hatırlayıp .Mevsim karpuz mevsimidir.Yakar yüreginizi göçenler.
Ömrünce çalışsa tüm parasını biriktirse sahip olamayacağı dört çeker cip otobüs durağında bekleyen bir emekçi için ne ifade eder ! Önce farklılığı ifade eder birileri bir çok şeye sahip çoğunluk sınırsal bir sınıf kıskacında ! Yasalar bu eşitsizliği tek başlarına ortadan kaldıramıyor.Bunu bize insanlık tarihi açıkça gösteriyor.!
Sizce sınıfsız bir toplum mümkünmüdür ! teoride evet piratkte sorunlu bir durum. Üretim araçlarının toplumun kontrolunda olması bu süreci kolaylaştırabilir görünmekle birlikte bunun olurlulugunu kim saglıyacak .Burda en kabul görür tüzel varlık devlet görünüyor.Biliyoruzki devletin her şeyi kontrolda tutmasıda oligarşik bir yapı oluşturuyor. Burda sınıfsal yapı bir kişinin etrafında kümelenmiş bir azınlığın kontrolüne girmiş oluyor.Yada sovret rusya örneğinde olduğu gibi parti devlete egemen oluyor.Kitleler dipte eşitlenmeye çalışılıyor.Bu yapılırkende maddeci görüş insan kimliğini törpülüyor ! İnsanın yaşamına katkı veren bir çok değer yok sayılıyor.Örnegin aile ülke ortak algı tüm bunlar göz ardı ediliyor.Halbuki yaşamda herşey gerektiği kadar içselde yer bulmalı diye düşünmeliyiz. Burda demikrasi katılımcılık halkçılık eşitcil paylaşım harmanlanabilmeli.Devlet bu olguda etkenleştirilmeli diye düşünülebilir.Ekonomi ihtiyaçlar ve yaşamın temel olguları toplumda belirleyici olduğuna göre bu süreci nesnel bir boyuta taşıyabilmeliyiz.Yaşam sınırlıdır.Bu sınırı ölüm çizer. Bu bize fadakarlıklarında sınırsal olması gerçeğini hatırlatır.Birey ve toplum hücre ile beden gibidir.Özdeştir ve birbirini tamamlar sistem toplumu öncül kılmak durumundadır.Toplumcu yapı içselde bireyide korur.Ama bireyselcilik toplumu koruyamıyor.Halk yığınlarının mutsuzluğunun ana yanılgısı burda başlıyor.
Biliyormusunuz sabaha ulaşmak çok güzel bir şey .Güneşin ışıkları insana umut veriyor.Yüreginiz ısınıyor.Sonra bir bakıyorsunuz çokça bir yitikliğin hüznü ekmiş tohumlarını yüreğinize.O bakır sinide toprak damlı evin bahçesinde dut ağacının altında yapılan sabah kahvaltıları tenekeden alınma bir avuç kavurmanın yağına bandrılan yufka ekmek .Şimdi hepsi hayal ötesi.Korkunç yetmezlik içinde ruhumuz.Hani misafirliğin son demlerinde gibi ömür.
Haziranın ondördü alanyada gök gürültüsünü dinliyorum .Bu mevsimde aşina olduğumuz bir durum değil,Yaz mevsiminde iç kesimler hariç doga bizi yağmura hasret bırakır Akdenizde. Kuraklaşır ruhumuzdaki umutlar. Kimsesiz kediler patilerine havaya kaldırıp uyuşuklaşırlar kaldırım köşelerinde. Genç kadınlar gül kurusu rujlarını sürmez olurlar rutubetli yaz akşamlarında.Sadece ölüm hükümdarlığından vaz geçmez çalar kapısını mazlum yüreklerin .Haziranda ölmek zordur.Hele geride bir izdüşümüzün yoksa !
Siz hiç özledinizmi.Korktunuzmu hiç sevmekten umudu.Korkunç zamanlı bir çağın yorguncası oldumu bedeniniz.Fabrika vardiyalarında gök yüzünü unuttunuzmu.
İnsan denen varlık otoriteye bağımlı gibi.Mutlak kendine kült bulur.Bu buluş gerçekçide olabilir yanılgıda.Korkutur kendini .Sonra sözcükleri kısılır istediklerinden çoktan vazgeçmiştir. Korkunç bir despotluğa mahkumdur ömür. Birgün şarkılar söyler rüzgarları özgürlüğün .Sessiz kabirliklerde ne umutlar mahkumlaşmıştır meçhuliyete.Anlaşılmaz bir hikayedir çekip gidenler.
Tüm kavramların karmaşıklaştığı bir zaman dilimidir ömrün son yılları.’Tanrı varmıdır? ’ sorusu yerini ‘tanrı beni afetsin’e bırakmıştır. Artık durum böyle ruh beden denilen hapishanede kendini zindanda gibi hisseder. Sonrası gerçekten ilginç bir süreç . Önemsenen her şey geride bırakılır.v Nezaman gelirse gelsin vakitsizdir ölüm.
Ah şu kültürel donanımdan nasibini almamış insanlar yokmu.Tek şansları insan olarak yaşama başlamış olmaları ! Ötesi yok. Böyle olunca katülüge açık oluyorlar. Yanlış yapıyorlar.Tabi yanlışa yanlışla karşılık vermemeli saman alevi gibi parlamamalı. Sakin olmalı ! Çünkü mahkemeler sizi çileden çıkaran şartları ve fırtınlaları pek dikate almazlar.Onlar suça bakarlar ve bir çok eylemide doğal kabul etmezler ! Bir çok eylemin suçun maddi unsuruna girdiğini bilmemiz lazım. Kim bilir doğru olan ney sizi kalıplara sokan ahlakmı ,Toplumun kök hücresi ailemi .Vurdum duymazlıkmı.
Hayatta yücelttiğimiz bir çok şeyin aslında gereksiz olduğunu bize yine kendisi öğretiyor. Sevmenin bile çoğu kez anlamsızlaştığını görüyoruz. Böyle olunca bizi sürükleyen rüzgarın esintilerinde üşümekten kurtulamıyoruz.
Hepimiz karanlıktayız ötesi çoğunluğumuz bunun farkında bile değil.Büyük halk kitleleri kendilerini toplumsal içselde olgunlaştıracak kültürel yapıya ulaşmakta zorlanıyorlar dahada ilginci kendilerinin sınıfsal karetkerinden bi haber yaşıyorlar.Kendi gücünün farkında olmayan toplumlar hastalıklı çatışkıları içlerinde taşırlar.Yaşam bilinç gerektirir aksi sizi köleleştiren düzenleri besler. Yitikleşmek kaderiniz olur !
İçtiginz suyu yediğiniz ekmeği oluşturduğunuz tüm maddi imtiyazınızı ruhunuzdaki sevgiyi paylaşmayı bilemedinizmi farklılaşırsınız.Bu farklılık kibir ateşinizi yakar bastığınız toprak sizden ızdırap duyar. Tüm dinler bir tek şeye odaklıdırlar insanın insanı sömürmesini engelemek !
Bireyin en büyük yanılgısı içindeki ben,in kalıplarını kıramaması oluyor. Çogunlugumuz kendimizi tanımayı bir yana bırakıp başkalarının peşinden koşuyoruz. İyi olmaktan ziyade iyi denmesinin peşindeyiz.Kalıplara sığınmak yaşam döngümüzü belirliyor. Yitikleşmenin içsel yanılgısı bu olsa gerek.
Maziyi unutmaya çalışmak nafile bir çabadır.Siz köklerini yok ederek yaşayan bir ağaç gördünüzmü.Bu sizi boşluğa iter hiçleşirsiniz. Biliyorki mazi çoğu kez bize hüzün veriyor.Yaşamsa acıdan ibaret degilmidir.
Umutlarınızı küçük tutarsanız mutlu olma anlarınızda yıldız taneleri gibi ömrünüzü renklendirir. Ama tüm ömrün mutlanmasını beklemek doğanın ahengiyle çelişir.Mümkünlülügü olmayan afaki bir arayıştır ömürce mutlanmayı ummak. Yaşamak zor iştir anlaşılan !
Akıl : Anlama düşünme ve kavrama yeteneği akıl bizi sorguya götürür.Oda bizi bilmeye zorlar.Bilmek kültürü oluşturur.Kültür bilgeliği besler. Sokrates tüm kötülüklerin özselinde bilgisizliğin olduğunu ifade eder. Dogrusu bilgelik davranışa yansır.İlahı varlıklar temelde tanrı insanı biçimlendirmekle ilgili kurallar koymuştur .Yada tanrı adına bir zümre insana hükmetmeye kendini yetkin görmüştür. Birilerinin tanrı adına bizi boğmaya çalışması bizi tanrıdan uzaklaştırmamalıdır.Tanrı gereklidir.
Farklı düşüncelerden korkmamalıyız.Farklılık gelişmeyi getirir. algı bireyin kültürel yogunsalıyla ilgili bir durumdur.Bir resmi hepimiz farklı yorumlaya biliriz.Burda esas olan resmin varlığını kabul etmeyi becerebilmek.Resme bir renk katabilmek. Fani dünyamızda bir iz bırakabilmek Bizde yaşadık kendimizce diyebilmek.
İnsan ruhunun tek melhemi özgürlüktür.Özgürlüge bulaşmamış bir ruh hastadır.Çogumuz bunun farkında değiliz.Kimbilir belkide varsalı olduğumuz toplumun çatışkılarını besleyen güç bizim bu özgürlükten korkan bagımsallıgımız olmaktadır.
Hiç gitmenizin yanlış olduğunu düşündüğünüz bir yolculuğunuz oldumu .Benim oldu.Hani şair sormuş ya ‘ sizin hiç babanız öldümü ,benim öldü ‘ Öylesi zor bir kabullenişti sonu felaketti bu yolculuğun.
Bu hafta sonu birkaç günlügüne gittiğim tahtalı dağının eteklerinde kapitalizimin köylülerin üzerine düştüğü gölgeyi görebiliyorum. Rant para ve cehalet kasıntı tipler oluşturmuş.Köylülerde dededen kalma arazilerini bu oligard tipli kargalara satmakta bir bahis görmüyorlar.Köylere kapitalizimin zehri giymiş gibi.Bir çok insan yaşamlarını bu sürece mahkum etmişler.Özgürlük birazda bilinç istiyor.Bu bilince sahip değilseniz belki paranız oluyor ama cehaletiniz paranızdan öncül ruhunuzu törpülüyor.Bu toplumda bunu görmek ne büyük acı.
‘Bütün sülaleme kurban ol ‘dedi cehaletti konuşan susmaktan başka yapılacak bir şey yoktu.Sonra reyhan hanıma baktım annesinin patlıcan yemeğini iyi yaptığını anlatıyordu kardeşine.! Yapılacak bir şey yok durum bundan ibaret! (01.02022 kemer Tekirova)
Devasa bir dut ağacı oturduğumuz çardağı gölgeliyor.Karşıda karacadag gibi görkenli erciyes gibi hükümdar agrı gibi heybetli bir iç geçiriçi var. İnsanlar dağları önemser .Onların yanında bizler karınca misali hücreleriz. Kendi içimizde saklanmış gibiyiz.Onlar gök yüzüne daha yakın .Özgürlüklerini kokluyorlar.Tıpkı yüzyılardır akan nehirler gibi saygıyı hak ediyorlar.Biyormusunuz doğanın canlıları özellikle insan denen varlıklar yani bizler saygıyı katlediyor. Ah bu yalan dolan arayışlar !
Cehalet sizi kendine çekemedimi huysuzlukla suçlar.Siz buna kanmayın bir kano gibi her gelen derbede sarsılın ama yıkılmayın .Tarihi okuyun ama tarihe takılı kalmayın her çağın zamanı farklı yaşatır insanı farklıda düşündürür.Biliyoruz bize tanrıyı tanıtan pergamberler elektiriksiz yaşadılar . Bizler öylemiyiz eve girince bir düğmeye basıyoruz oda aydınlanıyor !
Milyarlarca göçüp gitmiş insan yığınları arabanın debrajına basmadan göçüp gittiler .İçlerinde şanslı olanlar atların diziginlerini kullanır olmuştur.Oda daha sonraları atların evcilleştirilmesi o çağlarda ulaşımı kolaylaştırmıştı.Tarihin anlı şanlı komutanları at üstünde ömür tükettiler ! Bizler farklı yaşadık ama doğal kalamadık. Kalıplara sokulduk. Yaşam bize bir çok şeyde şans verdi çoğu varsalımızıda yok etti.Basit kaldık evlerimizle paramızla övünen kendini farklı gören kişilikler olduk.Korkunç fedakarlıklara mahkumlaştırıldı.Sonra ölümle olan nişanlılığımız bizi düğünle tanıştırdı.Biliyoruzki bazı düşünürler ölümü kişinin düğünü olarak görür.Tanrının ölümle insanları eştledigini düşünür! Dogrusu bu sağlıkla bir görüş değildir.İnsanlar eşit yaşamıyorki lümde eşitlensinler Ölüm tüm dinlerin aydınlatma uğraşlarına rağmen halen meçhuliyetini koruyor.Ölüm ötesi nedir.Ölüm bir yanılgımıdır.Yada gerçekliğin başlangıcımı. Tüm maddi varlıkların anlamsızlığı ölümle ortaya çıkmıyormu.Köşkler hamamlar fabrikalar taşıtlar görkemli unvanlar ölümle anlamsızlaşmıyormu.O zaman ölüme şunu diyebiliriz İyiki varsın !
Mezopotamyanın kadim şehri dogdugum şehir Diyarbakır.Diclenin sevdalı yoldaşı seni unutmadım.Sende beni hatırla olurmu. Yeni kapıda atlı faytonlar ötede aşağıda nehir, hevsel bahçeleri mardin kapı kabirliginin arkasında ağaçların sakladığı değirmen. Öyle hatırlıyorum.Esmer bakışlı buğday tenli kadınları hüznün.Göçüp gitmek sizi bir yerlerden koparmıyor.İlginçtir daha bir bağımlı oluyorsunuzda bunu kendinize bile anlatamıyorsunuz. İnsanın yaşadığı her yeri sevmek lazım.Sevmek iyi bir ilaçtır yaraları azdırır !
Bu ömrü gerektiği gibi yaşamak için her şeyi dengede ttmk lazım.Çalışmayı bir zamana sınırlamak mümkün olmazsada debisini ileriki yıllarda azaltmanın zararı olmayacaktır.Bunun yanında özellikle kültürümüzdeki sınırsız beklentilerde fedakârlığında bir çizgisi olması gerektiğini hayat size hatırlatır.Neyi niçin istediğinizi neden niçin vaz geçtiğinizi bilmek zorundasınız .Kısa bir ömürde birileri mutlu olsun diye değil kendiniz için bir şeyleri sahiplenmek bencillik olmayacaktır.
Edebiyat üzerine düşünürken rus edebiyatı öncüllüğünü koruyor gibi. Rus yazarlarının en büyük özelliği eserlerinde kendi içsel mücadelelerini yansıtmış olmalarıdır. Bunda ülkenin tarihininde önemli bir payı vardır kuşkusuz.Düşünsenize Lenin gibi bir şahsiyet eylemsel devrimci bir eylemin içinde oluyor onun arkasından sitalin gibi bir buruygan hükümdarlığında sınır tanımıyor ! Bazı tarihçiler sitalinin hitlere rahmet okutacak baskıncılıgına dikat çekmiştir ! Sİtalin devrim karşıtlarının kominst partinin içinede sıza bileceği düşüncesindedir.Metodu ekim devrimine gölge düşürmüştür diyebiliriz. Dahada ötesi sınıfsız toplum iddasındaki yapı kendisi oligarşiyi oluşturmuş halk kitlelerini sefalete mahkum bırakmıştır.Tabiki durumun böyle olmasında sosyalist teoriyi suçlamak pek mantıklı olmayacaktır .Heleki gilobal kapitalizimin sömürü düzenine mahkumlaşınca bu durum daha net belirginleşiyor !
Hani insan bazen düşünüyor incir çekirdeğini doldurmuyacak şeyleri tasa ediyoruz.Sevisel ve doğal yaşamı red eden sözde ahlaklı karanlık ruhlara sahibiz.Ölümlü dünyada önemsiz her şeye kendimizi bağımlı görüyoruz.Birileride bu halcemizde bizleri halı gibi silkeleye duruyor .Yoruluyoruz ve mutsuzuz. Mutsuzlugumuzun tek gerekçesi var onu görmek istemiyoruz.Cehalet ruhumuza işlemiş.İşin ilginci bunun farkında bile değiliz.
Baharda gülmek var şimdi yalın bir Türkçenin zeytin ağacı gölgesinde şiirler okumak ırakta bir köy okulunda saçları örgülü türk kızına dede olup korunsamak var.Biliyorum cehalet acıdır.Yudumlamak kahreder yüreğini insanın.Soysuz kadınlar ve erkekler ölümü unutmuş olurlar.Günahlar sevaplarımıza karışır yaşarsak eger.Hani bırakırlarsa bir ışık bulsak gitsek peşinden Ankarada anıt kabir unutma beni olurmu Ben senin aydınlığında ısıttım yüreğimi beni yaz temmuzlarında zemheriye teslim etme.
Birgün çekip gideceğiz bu dünyadan önemsediğimiz ne varsa geride kalacak . Hani ölüler bizi görür diyorlarya inanmayın. Konuşmayın kırık sözcüklerini yalanın. Gök yüzüne bakın tanrıya anlatın kendinizi. O anlar sizi o varken ağlamayın !
Bir bayram sabahında yine alanya kuyular önü camiindeyim.Cami pek kalabalık değil.Tanıdıgım bir çok sima yok.Bir genç ‘geç dayı diyor ‘ Yaşlandıgımı anlıyorum !
Bayram sabahları çoğumuz için hüzün oluyor.Aynı zamanda huzurun maddi unsuru ! Cami imamı bayram namazını kıldırırken duaları ahenk içinde okuduğunu hissediyorum düzgün bir kişilik intiba bırakıyor. Namaz sonrası eve dönüyorum.İnsan denen varlık maneviyatta istiyor.Ruhunu inancını birilerine sömürtmeden !
Bayramlar kaybettiklerimizin acısına tuz ekiyor gibi.Ruhumuz kanıyor. İşin özü şu kabullenmeyi becerebilmek !
Acı ızdırap eşitsizlik ve korku dolu bir dünya ! Sanki dünyanın ruhu acının kendisi ! Peki tanrı bizi niçin korumuyor .Yada biz öyle sanıyoruz. Yaşamda acı çekenler ölüm sonrası çokmu mutlu olacak .Peki ya bu dünyada çok mutlu olanlar ( yada öyle görünenler ) Ömrü bir fabrikada bir madende geçen bir ansanın aldığı ücreti bir gecede harcaya bilenlerle tanrı arasında özel bir muhabbetmi var. Daha açıkçası bunlar tanrıdan torpillilermi ! Tabiki yok öyle bir şey durum insan denen varlığın kendi eşitcil düzenini kuramamakla ilgili bir durum .’Eşrefi mahluk ‘ Yaratılmışların üstünü olan insan nasıl oluyorda ezklige mahkum bir yaşama kendini mahkumlaştırıyor.İşin özü şu İnsan ne kendini nede toplumu sorgulamıyor.Ona tabi olması isteniyor oda sürünün bir parçası oluyor. ! Burda bireyin toplumcu yanını ayrı tutmalıyız.Sosyal bir varlık olarak toplumculuğumuz doğaldır bu bizi köleleşmeye mahkum edecek bir zafiyette değildir.Denge burdada kendine yer buluyor !
Bir serin rüzgar esiyor açık pencereden içeri giriyor.Sahte gülüşlü insanları ötelerde bıraktım cehalet ‘ tüm sülaleme kurban ol ‘ dedi.’ Kapıda siyah bir kedi bizim kıl kurruk kedimizden farklı oldukça sakin devamlı uyuyor. Devamlı uyuyoruz üzerimizde ölü toprağı var sanki. Güneş aydınlatır görünsede dünyamızı karanlık umutlarımızı yitikleştiriyor. Suçun maddi unsuru insan olmak gibi !
Aslında aranılan öyle ütopik olgular değildi.İstedigimiz insanca var olmak .Ekmegi paylaşmak. İnançlarımızın sömürülmesini red etmek .
Hastane koridorlarında çare aramak nedir bilirmisiniz.Ben bilirim.Yürekleri dağlar çaresizlik.Gözlerine bakarsınız hekimlerin .İyi bir şeyler söylensin istersiniz.Anlamazsınız önceleri onlarında siz gibi yorgundur yürekleri.Onkoloji kiliniginin pilastik sandalyelerinde oturup beklemek. Gök yüzünün maviliğini histtetmeyi istemek. Sonra özgürlüğü anlatmak bu ülkenin sokaklarına . Bir ülkenin sokakları güvenliyse umut var demektir !
Basit insanlar mal mülk sahibi makam sahibi olabilirler ama basitlikleri bakidir ! Bunu çevrenizdede hissede bilirsiniz.İşin ilginci bu ilkel tipler menfaatkarlar tarafından daim şişirilirler.Onlarda kendilerini çok önemsel görürler.Ah temiz akıl sahipleri bilirki onlar aslında yitik ruhları ile boz ayı gibi gibidirler. Kaba ve ilkel !
Büyük ihtimal önce öleceğiz. Bizi öldüğümüzden habersiz beyaz kefene saracaklar .Kefen üç parça oluyormuş ! Bence önemi yok kaç parça olduğu.Sonra ılık suda paklayıp yıkayacaklar bedenimizi.Kadınsak ellerimizde oje varsa silip abdest aldıracaklar. Sonra ihtimal mabede götürecekler.Orda cüppeli bir imam Kendince ölümü anlatacak.Sonra şehrin belediye cenaze aracı alıp gömütlüğe götürecek o yitikleşmiş bedeni. İhtimal bir metreyi geçkin bir çukura gömecekler .Üstüne tahtalar örtecekler.Orda iki melek bizi bekliyecek sorgular soracaklar.Sanki ne olduğumuzu tanrı bilmiyormuş gibi.!
Orda devlet görevlileri olmayacak ihtimal.İktidardaki partinin il ilçe başkanının forsu sökmeyecek.Üniversite rektörünün cüppeside anlamsızlaşacak orda.Kadınların en mahrem gizlerini toprak saklıyacak ihtimal erkeklerinkinide. Bir emekçiler orda huzurla bekliyecekler ilahi adaleti. Fabrika vardiyalarının bir anlamı kalmayacak.Geride şiirleri kalacak umut edilenin adı izdüşüm olan..
Tanrının en büyük gücsel iradesi ölümle özdeşleşir.Ölüm var Tanrı çok büyüktür.Ölümün olmadığı bir dünyada tanrının varlığını kabullenmek ruhun ona sunmak. Kullaşmak inanın hiç birimizin düşüneceği konular değildir.Tanrı mutlak gücünü ölümle perçinlemiştir.Tanrı bizi ölümle dizginliye dursun içimizdeki nefis bizi yaşamla mücadeleye zorlar.Herkesin istediğini istemek sosyal bir zorunsallık gibi içimizdeki sınırları ya zorluyoruz yada mahkumlaşıyoruz. Bilinç burda kendini gösteriyor niçin neyi istiyoruz gerekçemiz ney.Geçici bir dünyada neyin mücadelesini veriyoruz. Akıl sahipleri biliyorki vermemiz gereken tek mücadelemiz var eşitcil hakça adaletçe bir sosyalleşmeyi başarabilmek . Sorgulamak. yasakların anlamını yada anlamsızlığını içselleştirip gerçeği tesbit etmek.
Bu dünyada asalaklar kişiliksizler yalakalar ve sömürgenler kısaca hamam böcekleri daha bir kabul görüyor.Her şey onlara göre pilanlanmış yada onlar bu sürece sinek gibi yapışıyorlar ! Çevremize bir bakalım bir fincan kahveyi riyasız içebileceğimiz kaç kişi var. Kaç kişiye yüreğimizi açabiliriz. Kimlerle paylaşıla bileni paylaşmayı düşünürüz. Merhaba demeyi erdem saydığımız kimleri kabullenir yüreğimiz. Bataklıga mahkum rutubetli bir ömrü yaşıyor ruhumuz.En yakınlarımız bile eşlerimiz çocuklarımız kardeşlerimiz sahi bize katıksız bir sevgiyi besliyorlarmı.Bize kalplerinin derinliklerinde bir bahçe açabiliyorlarmı .Türkülerinde bize bir ses verebiliyorlarmı.Yok öyle bir şey hepimiz sahte bir hayatın içindeyiz. Biz olamıyoruz birileri içinse benliğimizi tüketmiş ruhumuzu inciltmiş oluyoruz. Çekip gitmeli buralardan.Ama çekip gitmek bir şeyleri değil hiçbir şeyi degiştirmezki.Önce ruhumuz özgürleşmeli. Sonra sonsuzluğun içinde bir yer buluruz kendimize. Yaşamak zaten yalan dolan bir hayelden öte nedirki.(temmuz 2022 alanya )
Biliyormusunuz umutta sınırlıdır. Alanı belirlenmiştir.Kaderin dikenli telleri sarmıştır hayelleri.Hak edilmeyen sevgileri arıyor ruhumuz.Yorgun kadın bedenlerinin kavgaları gece boyu saklıyor özgürlüğü.Namahrem günahlar içindeyiz hepimiz.Hiç bilmediğimiz ölüm ötesini yoldaş etmişiz hayatımıza.İşçi kadınları sevmiş yüreğimiz.Daha çok sevmiş herkesten.Biz herkesi saklamışız kendimizden !
Tüm şehir yaşıyor kendince hayatı .Bir ölüler uzak bu keşmekeşten.İsimsiz bir sokak tanıyor bizi yüreği pak insanlar mazlum yaşıyor .Biliyoruz işçi evlerinde umut biraz sıcak olur.Kır çiçekli pazenden bir elbise giymiş olur kadınları sevincin.Bir tiren geçer sokağın ötesinden yorgun bir makinest uykusuzdur.Ah nasılda sevdalara tutulmuş yüreğimiz hastalanmış.Nasılda yanlış otaklarda çadır kurmuş yokluğumuz.Bu ülkede gök yüzü hep ağlamış !
Düşünüpte yazıya dökemediğiniz duygularınız mutlaka olmuştur.Benim oldu .Korktum böyle düşünmekten .Kendime çeki düzen verdim .Sürünün içine karıştım .Kimbilir belkide felaketim burda başladı.Çogumuz aynı yanılgının içinde olmadıkmı ben olmadan biz olmanın mümkün olamayacağının farkındalığına hangimiz ulaşabildikki .
Gök yüzünden melekler indiler.Bu rezil dünyayı düzeltmek için. İlk işleri tüm makamları kaldırmak oldu. Sonra unvanları.Mercimek gözlü çocuklara süt içirdiler.Sonra kadınları fabrika vardiyalarında daha az
çalıştırmanın gerekli olduğunu söylediler ayetlerinde. Günde birkaç saat o da hafif işlerde !
Sonra tüm sincaplara eşitçe dağıttılar cevizi.Sincaplar çok sevindi sincap onuruna yakışan bir düzen kurmuşlardı. Artık baharları daha bir hoşnutlaşıyordu dünyamızın.
Sonra küçük sevimli konutlarda oturmaya başladılar.Yoksul unvansız tüm canlıları doğanın.Aslanlar kaplanlar tilkiler ve kurtlar hepsi aynı ormanın saygın bireyleri olmuşlardı.Ne var ne yok hikayelerinde artık umutla yıkanır olmuştu.Pak beyaz bir sayfa açtılar yüreklerinde.Herkes eşit herkes huzurlu birinin ötekinden bir imtiyazı yoktu.Eksigide yoktu tabi. Sonra yine bir sabah vakti uyandırdı gökyüzünün hükümdarı onu.Rüyası ona bir umut versede rüyalığını hatırlatmıştı.Tüm gördükleri bilinç altında bir sisti sanki.Dünya aynı dünyaydı.Güçlüler ve mazlumlar. Unvanlar makamlar sitatüler.Paracılar paralılar.Hepsi soyunmuşlardı insancıl gömleklerini . ‘Ama kıral çıplak’ diyecek bir cesaret yoktu sürüdekilerin içinde.
Büyük ihtimal ölüm korkutuyordur hepimizi.Bundan doğal bir duyguda olamaz insan ruhunda.Bilinmezlik var işin içinde.İnanmak başka bir durum inanç gerçek başka bir durum.Yada ikiside aynı şey gerçeklikte inanmayla perçinliyor duyguları.Bir güvercin yuva yapıyor çatının pervazında.Bir öğrenci pankreasın yerini öğreniyor beyaz önlük hayaliyle.Bir öğretmen yaz tatilinde şimdi. Bir anne çocuğunu emziriyor. Hayat kendi hikayesini yazıyor gönlünce.
Cam kırıkları arasında dolaşıyor ömrümüz.Dogrusu özgürlügüde pek istemiyoruz.Korkuyoruz özgürlüğün uçuk havai umutlarından. Korku bizi bir şeylere mahkumlaştırıyor. Büyük çogunlugumuz şehirlerin kalabalıklarına mahkumuz sanılanın aksine bundan şikayetçi de değiliz.Tıpkı ailelerimizin bizi hırpaladığı rüzgarlardan şikayet edemediğimiz gibi ! Yanlızlıga alışkın değiliz.Aslında yanlızlık ruhu olgunlaştırıyor. aynı zamanda acıda veriyor. Özlüyorsunuz !
İnsan bedeninin en önemli organı beyindir ! beyin işlevini yerine getiremezse tüm vucud felç olur.Yaşam anlamsızlaşır.Kuşkusuz insan bedeninin her işlevi önemseldir bütünü oluşturur. kalp dolaşım sistemi, beyin ve sinir sistemi, İskelet sistemi ,Hücresel boyut lenf sistemi ,Kan oluşumu ve endokran sistem ,Deri b hücreler t hücreler maligan hücreler duktal hücreler Yaşam bedenin bu işlevsellerinin bütüncesiyle devam eder.Ruh bedenle bu dünyada varsaldır.Bedenin nötürleştigi bir durumda sonuç olarak bilinen haliyle yaşam mümkün olamıyor. Bu bilgilere sahip hekimlik daim önemsenmiş toplumda öncül saygınlık görmüştür. Günümüzde bilginin yayılması toplumun kültürel çizgisinin yükselir olması (enazından nüfusun yüzde otuzunda ! ) Yeni bir toplumsal algı sürecini başlatmış görünmektedir.Dogrusu günümüz toplumu gelgitlerle savrulan ne istediğini kendide bilmeyen doğal sevisel yaşamla kavgalı bir zamanın müdavimi olmuş durumdadır. Kimiz neyiz ve nereye gidiyoruz belirsizliklerle dolu yanıtı olmayan sorular olmaktadır.Kimbilir belki bu patolojik durum yazımla kendine bir pencere bulacak .İzdüşümümüz bir arayışı hatırlatacaktır. Yasaklarla köhnelenmiş bir ömür böyle gitmez. Bir ömür böyle yaşanmaz !
Her şey mutlak gücün kontrolunda ! Çoğunluğumuz tabiki öyle düşünüyoruz.Tanrı bizi kontrol ettiği iradesinde olan hayatımızla ölüm sonrası sorgulayacak .Kutsal kitaplar böyle söylüyor.Tanrı bizi kendi iradesi içinde yaşatırken yine kendi iradesi sonucu yaptıklarımızdan sorgulamış olacak ! Gerekçesi şöye açıklanıyor insan denen varlık diğer canlılardan farklı ona irade yetisi verilmiş .Ona yol gösteren bir kaynak sunulmuş .O zaman tüm yanılgılardan insan adına tanrıyı sorumlu tutmak gerçekçi olmayacaktır !
Sorumluyuz yaşamımızdan sorumluyuz.Mensup olduğumuz kavimimizden sorumluyuz.Umutlarımızdan sorumluyuz.Yanlış sandıklarımızdan yada doğru bildiklerimizden sorumluyuz.Uçsuz bucaksız bir ömre sahip değiliz sınırlıyız o sınırlılığımız bizim içimizdeki kibiri törpülemeyi sağlaya bilirse kamil bir ruhu içimizde yaşatmış oluruz. Çogunlugumuz varlığımızın bir sonunun bulunduğunu görmezden geliyoruz.Yaşamak gerçekten bilgelik istiyor ! Önce kendini anlamak tanımak !
Ah keşke herşeyi meteryalist kalıplarda tutabilsek . Bu durum pekte mümkün olamıyor.İnsan denen varlığın bir büyük ruh hükümdarlığında içsel mahkumiyeti varlığını koruyor.Acılarımız umutlarımız.Ailemiz sevdalarımız.Tüm bunların geçiciliğini anlamakta dahi zorluk çekiyoruz.Hepimiz geçici bir kervanın isimsiz yolcuları gibiyiz !
Tüm kötülükleri tanrı bunlara vermiş gibi .Rezil bir cehaletin içinde yüzüyor kendilerini çok önemli kişiler olarak görüyorlardı.’Hani eğosu tavan yapmış’ dedikleri tayfa bunlar olsa gerek. Ömürlerince yaptıkları yaşlı analarının satıp satıp yediği tarlaların parasına kavuşup ikincisi satılana kadar kıymetli kalçalarını yağlı tutmak .Gerçektende kapitalist bir düzenin içinde miyasyedilik çok hoş oluyor.Yeterki mezhebiniz buna musade etsin.Hani kolaymı kaynananın kıçında dolaşıp adamım diye ömür tüketmek. Yıl milattan sonra yirmibirinci yüzyıl.Nasıl olduysa korkunç bir özlem durdu Köyli bir ailenin içinde olmaya. Her duygunun doğal yaşandığı bir köylü ailesi beklerken Kendini bir bataklığın içinde buldu .Bataklık her yerde ,sizi içine çeker.Kentsel yada köylü kökenli olmak bir şey ifade etmez.Hatta bataklığa kentsel dokuda daha çok mahkum olursunuz.Köyün toprakları şiirseldir .Bugday başakları yonca tarlaları susam ekinleri sizi toprağa yoldaş eder. Ama ya insanlar insanlar öylemi kıçından güldürür düşmanı gözünüzün önünde. Bir karanlık karşılarki sizi nerden gelip nereye gittiğinizi anlıyamazsınız. İşte bu rezil cehalet böyle bir şey. Sizi alır ceheneminin içinde tüketir.
Agladıgı bir geceyi geride bıraktı.İş görenler gece vardiyasını tamamlamış genç kıllı erkekler sakkallarının uzamasına sessiz kalmışlardı.Heybetli bir bedene sahip olan sendika temsilcisi esmer bakışlı anarşist ruhlu bir kadına tutlmuştu.Kadın onu daim kışkırtıyor.Kendileri gibi emekçi bir insan olan fabrika müdüründen uzak durmasını istiyordu.Kadınla yakınlaşmayı iç güdülerinin mahkumiyetiyle çok isteyen temsilci.Mallim bir insan olan fabrika müdüründende vaz geçmek istemiyordu.Ama öyle olmadı kadın dediğini yaptırdı fabrika müdürü ile arasını açtırdı.Sonra bir akşam alacası kadını fabrikanın genç sarı bıyıklı kısık bakışlı hekimiyle bir kır bahçesinde otururken gördü.Oldukça bozulmuştu.Bizim kitapta bir kadının erekginin dışında bir yerlerde görülmesi pek hoş değildi. Yar biri için yardı çoğul için olamazdı.Türk töresi o kısık kısık sesini duyduğumuz tüm içsel duygular böyle söylüyordu.Namus sınırları olan bir hayatın adıydı onlar için.Öylede olmalıyıdı.Sonra bıraktı kadını kendi yolunda o agladıgı geceye koştu.
Sorumlulugu olan insanları sevmeliyiz.Onlarda kimsenin göremediği bir merhamet coşkusu içten içe meyleder.Alır tüm korkularını fâniliğin yüksek bir dağ gibi gök yüzüne taşır.Bir duygu sizi gök yüzüne taşiyorsa kendinizi mutlu sayın.Unutun tüm acılarınızı.Kırmızı kiremitli bir ankara evinde cebecide o köhne kahvede bekleyin yar gelip geçsin şu yoldan .Sevmek neymiş anlatın kendinize
Bu sokak yitip gidenlerin izlerini taşıyor. Gün bitimlerinde bir tahta masada oturup dertleştiğimiz insanların yokluğunda yanıyoruz.Sizdede öyle oluyormu .Ölümler kemiklerin iliğini yakıyormu. Hani derler ya’ ölüm tanrının emri ayrılık olmazsaydı’ Aslında en çoğul ayrılığı ölüm getiriyor. Ölümün getirdiği ayrılığa katlandıkça yaşamın ışıltısı sizin için sönüyor. Ah o bizi bırakıp vakitsiz gidenler yokmu geride kalanlar sizi unutamıyor.Acısı yüreğin dehlizlerinde bir başka deşiyor yarasını !
Hep gittiler bıraktılar bizi köhne şehirlerin sarp dağlarında ölülerimize garip dendi.Yüregimizde hüzünü vardı gurbetin.Sonra şöyle düşünecek olduk.İnsanın yaşadığı her yer bizim bir yuvadır.
Kızılcıkları bilirmisiniz .İlginç bir sevimlilikleri vardır.Hoş kadınları çağrıştırır yorgun erkek bedenlerine. Demikrasi gibi vaz geçilmez bir o kadarda korkunç korkuları vardır kızılcıkların.Size ne vereceğini bilmez derin ormanlar gibi merçhul çiçeklerdir kızılcıklar belkide şöyle yasak ilişkiler gibi acımsı bir tada sahiptirler.Gerçi ilşkiler niçin yasak etik olmayan ney kim kim için yasak bunu pek bilmez yasakçılar.Yada kendileri dışında her şeyin kurallarını sertçe koymayı görev saydıklarından bundan vazgeçmezler.
Kabul edelimki her şey eğitimle başlıyor .Bir ülke yeni nesillere seçkinci elit bir eğitim veremzse görünürde olan eğitim yansımaları ülkenin çizgisini yükseltemiyor.Büyük devrimci önder Mustafa Kemal Atatürk,ün dedi gibi ‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir ‘ gerçeğini göremezsek söylevlerin bir anlamı olmuyor.Toplum aileden başlamak üzre tökezliyor.Güncel geçim sıkıntılarında savrulan hilk kitleleri sanata kültüre yönelemiyor.Ötesi örften gelen doğrulara bile içsellik veremiyor.Ya anlamsızca red ediyor yada kölesi oluyor.Bu seferde tutucu bir muhafazakarlık gelişmeyi hiçleştiriyor.Denge burdada işlevsel olamıyor.
Demikrasi toplumsal içerikte size istediğiniz yaşam özgürlüğünü veremiyor.Bu süreç sizi otoriteye mahkumlaştırıyor.Olagarşinin ortaya çıkışı bunun ilkelleşmesi buruyganlaşıp toplumu ezginleştirmesi kaçınılmaz oluyor.Birey bu sefer kendi hiçliğini mal mülk şöhret para gibi doğanın pek bilmediği yapay varsalarda kendine güç arıyor. Bu durum bireyin ve toplumun düştüğü batakça bir vaziyeti karşımıza çıkarıyor.Bunun tersine dönderilmesi kültürün evrenselleşmesini görebilmekten geçiyor.Bize özgü şeyler bizim felaketimiz olmamalı .Bunun bir başka yolunun olduğunu toplumsal bilinç anlamayı becerebilmeli. Yaşam yanılgılarla sürüklenecek bir süpürge çöpü değildir.
Söyle hangi evrimin hangi sürecine takılı kaldın .Niçin böylesi ıraksın zamanının rüzgarlarından !
‘Evrim, popülasyondaki gen ve özellik dağılımının nesiller içerisinde seçilim baskısıyla değişmesidir. Bazen dünyanın evrimi, evrenin evrimi ya da kimyasal evrim gibi kavramlardan ayırmak amacıyla organik evrim ya da biyolojik evrim olarak da adlandırılır. Evrim, modern biyolojinin temel taşıdır. İnsan dâhil tüm canlı türlerinin doğal seçilim yoluyla bir ya da birkaç ortak atadan evrildiğini öne sürmüş ve o günün şartlarına göre bu teoriyi destekleyen pek çok kanıt sunmuştur.[1] Darwin’in fikirleri üzerine inşa edilen modern evrim teorisi, bugün biyoloji biliminin temeli ve birleştirici ögesidir.
İnsanların Atası kimdir ! tabiki kendi türenden bir özdür.! Her canlı varlık kendi türünün şartlarına göre vardır doğanın birleştirici gücünün etkisiylede yakınsal yada farksal özellikler taşımasıda tabidir.Günümüzde üzerinde yogunlaşılması gereken çağdaş toplum olabilme şartlarına ulaşmaya çalışmak olmalıdır.Yaşamak bir lütüf değildir.Ön koşulsuz insan hakkıdır ! Daha ötesi hiçbir canlıyı yok etme öteleme yetkeni hiçbir güç ve zümdere olmamalıdır.Var edemediginz bir varlığı yok etme hakkına sahip olmamalıyız.
Yıllar evvel istanbulda kartal maltepede askerken karşıda adaları izler ışıklarına özlem duymaktan kendimizi alamazdık .Bu tüm askerler arkadaşlarımın duyduğu bir özlemdi .Bindokuzyüz seksen yılının ağustos ayında adaların ışığı ışıl ışıl aydınlatırdı denizi . Kimbilir o ışıkların aydınlattığı sokaklarda kimler dolaşırdı .Onlar tıpkı gök yüzünün şanslı melekleri olmalıydı öylesi güzel bir yerde yaşamayı şanslamış olmaları onları özel yapıyordu.
Bir türk insanı olarak askerlik benim için bir okul olmuştur.Önemseldir. Bilmeliyizki ordu bir devletin temel çatısıdır.Onu hukukla taçlandıran devlet yapıları çağdaşlaşır. Özgürleşir .Devletin temel nizamının karekteri bilimle gelişir.Yıllar sonra Alanyada askerlik fotoğrafıma bakarken Kartal maltepenin benim için önemsel bir zaman işlevselliğini hatırlamış oldum.Yaşamak birazda geçmişi bilmek hatırlamak degilmidir.
Milyarlarca yıldır seviyorum seni ! Kendim için değil senin için seviyorum. Tanrıya dualar ediyorum özel gecelerinde ömrümün .İsmi unutulmuş ölüler misafirr oluyor ruhuma yokluğunda. Hani delinin teki derlerya ben deli olmadığımı biliyorum. Sadece özlüyorum başka bir şey değil. Buğday bakışlı bir kadın dolaşıyor karanlığımda kimdir bilmiyorum. Sonra yıldızları avuçluyor umut korkunçtur anaların evlat hasreti. Ölümler bir değil bin kez katmerleşir ana yüreğinde. Ankarada bıraktığım gençliğim .Şimdi o da tanımaz beni. Cebecide üniveristenin radyasyon onkolojisi hatırla bizi olurmu. Köhne yüreğimizi horlama . Ah ne çare ömür dedikleri hikaye böyle bir şey işte. Ha varsın ha yoksun .Gidenler kalanlar hepsi aynı izdüşümde.
Kendisi ifade edemeyen şehirleri vardır dünyanın .Hüzünlüdürler.Benim doğduğum şehirde öylesi bir şehir.Diclenin mahzun nakışlı yâridir o yorgun hüzünlü. Bilirim esmer bazal taşlarını ben o şehrin .ayvanında fıskiyenin başında bir serçe o da yaşıyor tabi kendince.Belki oda aşıktır yaban yataklarda küskün bedenlerine umudun. Bilinmezki yaşamak nedir.Niçin yetmezlik içinde ruhlarımız. Anladım bu gittiğimiz yol bize göre değil.Bizde bize göre değiliz kadınım. Yorgunuz.Hep başkaları için yaşamış yüreğimiz.Hep karanlığız. Diyarbakır biliyorum ben seni. İç Kaleden gidilirdi kerhanesine esmer tombul memeli bir kadın şarkılar söylerdi pencereden .Perdeleri hep kapılıydı pencerenin hep saçları siyah kadınlar gülümserdi acı acı toy bakışlı erkeklere .Baglarda toprak damlı evin damında güvercinler Uçardı gök yüzüne. Gökyüzü bizimdi o zamanlar .Dicle bir şiir gibiydi. Ah ben bu dünyanın tüm şehirlerini severim.İnsanın olduğu her yerde bende bulunmak isterim .Bilirim bu afaki bir duygu .Ölümlü ve geçkin benim gibi tıpkı.İçten bir korku yüreğinde sevmeyi düşünüyorum geceyi.Gece zordur.Evet çok zordur gece. Açar yanlızlıgınızın sofrasını o şehir ırakta bir yerde .Yada içinizde.
En korkunç durum ömründe bir kitap dahi okumayı düşünememiş böceklerin size bilgiçlik taslaması oluyor.Ne kadar korkunç bir sonuç. Felaket bir durum.
Ah nasılda üzüldüm bilmiyorsun duydum acı haberini sende özgürlüğü unutup yalanın sürüsüne katılmışsın.Hani sevmek varya aslında çokta iyi bir şey değil. Birisine ölesiye tutuklanmak .Ömrü başkaları için yaşamak . Korkunç bir yanılgıdır bu ölüm yanılgısı .Despot bir baskıncalık verir yüreğine insanın.Halbuki baharıda var bu dünyanın renkli çiçekleri var. Sen varsın.İyiki varsın. Nerdesin söyle bana yanına geleyim.
Hepimizin kendimize sormamaız gereken şey neyin niçin kimin peşinde sürüklenip gidiyoruz.! Kimiz varlığımızın gerekçesi ney.?
Çogunlugumuzun şu yanıtı verir gibi olduğunu hissediyorum. İnsanız tutkularımızın peşindeyiz. Kimin peşinde sürükleniyoruz sorusunu farklı görmek lazım.Yanıtıda farklı oluyor. Belkide soruyu şöyle soralım kimin peşinde olmayı tercih etmeliyiz.Burdaki kim sorusunu kişinin ötesinde düşünebilirsek yanıtımız gerçekçi ve erdemli olacaktır.Bizleri bilimin peşinde olmak durumundayız . Bilim bizi düzlüğe çıkartır. Bireysel ve toplumsal arayışımızın temeli ütopyalar olmamalıdır.Yaşam bilimle biçimlenir bizi düzlüğe çıkartır.Aksi yanılgı ve hüsran getiriyor. Güncel siyasi söylevlerin toplum dialektiginde inanın hiç bir etkenselligi olmuyor. Konuşmalar tartışmalar karşıt söylevler veya ilkelleşmiş yandaş yansımalar bunların hiç biri bireyin ve toplumun özseline bir katkı veremiyor. Yaşamımıza birilerinin gölgesini ipotek koydutmamayı başara bilmeliyiz. Kimbilir belki böyle bir tavır bizi mutlu edemezsede huzura yaklaştırabilir. Eğonun esiri olmadan ‘ önce ben ‘ diyebilmeliyiz. Bu bizi toplumsal içeriktede güçlü kılabilir.Ezilmemize bir direnç göstermiş olabiliriz.
Hiçbir şeyin farkıında değilsin .Kimselerin tanımadığı birisin sen. Arkasından konuşulan kara kuru bir çekirge gibisin. En anlamsız sözlerinle zıplatıyorsun beynimi.Baharı özlediğin doğrumu bilmiyorum.Beni bir bahar günü çağırmıştın yüreğinin yatağına.Mevsim son bahardı İhtimal bağ bozumu yeni bitmişti daha. Sen bir kırmızı şal almıştın omuzlarına.İnce parmaklarında kırmızıdan bir oje. Güneşe kızıyordun .Niçin kızıyordun anlaşılmazdı.Sen bulutlu havaları sevmezdin çünkü .Bulutlar züppe kadırım taşları gibiydi senin için.Basıp geçerdin üzerlerinden !
‘Biliyorum sana giden yollar kapalı der ‘ şair. Ne kadar gerçekçi bir söz. Ölüm gibi !
Güncemde hasret var.Tütsüyor yüreğimde biliyorsun.Kırmızı bir gül açıyor yaralarımın toprağında sen türküler söylüyorsun gidişine umudun.Korkuyorum biliyorsun menekşelerin kıskandığı gözlerine bakmaktan.Devrimci bir duruştur ölüm.Anlamıyorsun.
Çogumuz yaşadığımız ülkenin zgür olmadığını düşünürüz. Kim bilir belkide haklıyız bizi yasaklar içinde boğan bir kültürün yüKünü taşımaktan acizleşmeye başladık gibi. Birde şöyle bir durumumuz var özgürleşemeyen toplummu yoksa bizim beynimizmi ! Biz içimizde özgürlüğü yeşertmeyi başara bildikmi. Donatısız bir yaşamın içinde neyin nasıl iyiye gideceğini düşünebiliyoruz.
Çogunlugumuz bize nefes aldıran dewgerleri yerlerde sürüklemeyi kendimizde hak olarak görüyoruz.Bizi özgürlüğe taşıyan tüm değerleri ötekileştiren geçmişin sisli karanlığında ömrürleri tüketen bir sapmanın yorgunluğunda olduğumuzu görmezden geliyoruz. Tarih büyük devrimci bilge önderleri bize tanıtmıştır.Ama aynı tarih bizi felakete götüren yozlaşmaların sözde önderlerinide önümüze çıkarmaktadır. Neyi niçin istediğimizi bilemiyorsak birilerinin gelip bizi düzlüğe çıkaracagını zannetmmek bir.yanılgının yansıması degilmidir.Tepede her görünen sizi güneş gibi aydınlatmaz zifti bir karanlıkta sizi kendine mahkum edebilir.
Güncel hayata baktığınızda siyasi figürlere ya çok bağlanıyoruz yada düşmanca tavır sergiliyoruz. Anlamak istemediğimiz siyasal yansımada şahıslar bir derece etken olurlar Onları geleceğe taşıyan güçler, değil fikirleri olacaktır.Tarihe bir bakalım Büyük asker devrimci özgün türk milliyetçisi sevgili Atatürk yüksek gerçekçi fikirlere sahip olamazsaydı tarih sahnesinde böylesi parlıyor olabilirmiydi.Diger öncülerde öyledir.Fikirlerinin temel bir gerekçesi olmak durumundadır.Bilmeliyizki pergamberlerin düşünce ve eylemlerinde bir gerçekçel tutumkarlık olmazsaydı onlarda kitlelere ulaşmada başarılı olma şansı bulamamış olurlardı.Düşünceler doğasal ve kültürel bir tamamlayıcılığı içinde barındıra bildikçe anlamlaşıyorlar.
Büyük acıları bize yaşatan yakın çevremiz oluyor.Aile arkadaşlar çevre .İşin ilginç yanı aileyi düşünecek olursak belkide hak edilmeyen bir sevgiyi doğamız gereği ailelerimize boca ediyoruz.Aslında hak edilmeyen bir sevgiye mazhar olmak sevginin acımsanmasını karşımıza çıkarmıyormu.Yorgun anlamsız donanımsız suliyetlere mahkum olmuyormuyuz.Kim bilir ileri zamanlarda ailelerin ayrışmasına bu içsel yanılgının izleri taşınmıyormu. Niçin neye sahiplendiğimizi bilemeden .Cehaletin kıskacında tükenen ömürlere sahip olmanın hüznü içten içe ruhumuzu tüketmiyormu. Çogunlugumuz içgüdüsel arzuların mahkumiyetinden kurtulmayı başaramadığımıza göre geleceğin ışıltılı olacacagını nasıl oluyorda umtlanabiliyoruz.Her şey geçici biz nasıl kalıcı olabilirizki ! Ozaman önce benmi demeliyiz yoksa başkaları için yaşamaya devammı etmeliyiz. Yanılgı nerde başlıyor nereye ulaşıyor !
Çogunlugumuz dogup büyüdüğümüz yerin dışında bir yaşamın olurlulugunu görmezden geliyoruz.Bir çoğumuzda ileri yaşlarda bile ebeverinlerin gölgesinde kalmayı kendimiz için önemsel görüyoruz. Tüm yaşantımızı çizginin içinde tutmaya çalışıyoruz.’şunu anama sorarım ,Şunu babama danışayım ‘ varsalından kurtulamıyoruz.Bir çoğumuz içsel olarak kişiliğimizi olgunlaştırmayı başaramamanın çatışkısını yaşıyoruz.İçimizdeki uyanık cehaletse çoğu kez ebeverini kullanma sonrada onu bir kenara itme ulelalıgını kendine cevher olarak görebiliyor ! Yakın çevremizde bu tipler ne yazıkki çoğunluğa ulaşmaya başladılar.Saygı hürmet sevgi anlamsızlaştı.Menfaatler para güç öncül oldu. Durum böyle oluncada doğal olarak mutsuz kişiliksiz bir hayata çoğunluğumuz mahkum olduk.Kendini mutlu görenlerde içten içe bir şeylerin keskin acısını yüreklerinde yaşar oldular.Sınırsız bir hırs ve sınırlı bir ömür. Bizi bekleyen ölüm denen bir meçhuliyet.
Tanrı seni lanetliyecek dedi .Sen kasabanın en rezil adamısın.Tanrı neyi yasaklamışsa sen onu yapıyorsun.İçki içiyorsun kadınlarala birlikter oluyorsun.Para satıyorsun.Yaşlı anneni kandırıp elinden imzasını alıp ata malı tarlayı satıyorsun! Sen rezilsin.! Sonuç tüm bunları yapanlar şu rezil hayatı kendince keyifli yaşamıyormu .Anam üzülmesin kardeşim kırılmasın diye koca bir ömrü geçirmenin dogrulugu ne. Görmüyormusun Gencecik yiğitler yurt sevigisiyle canlarını verirken bir sürü şerefsiz adamım diye salyaları aka aka bu memleketin keyfini sürmüyormu. Kim neyin fedakârlığını kim için yapıyor bilebiliyormuyuz.At izi it izine karışalı kaç zaman oldu.Artık sokaklarda dürüstülügün değil rezil paranın sözü geçmiyormu .Gök yüzünü tanımaktan aciz cehalet yer yüzünde hükümdarlığını sürmüyormu. İnsanlık böylesi keşmekeş bir zamanı belkide çok az görmüştür. Dünya savaşları hariç böylesi rezil bir giri hayelleri insanlar hiç tanımamıştır.Şimdi durum böyle tüm izlerimiz dikenli tellerle örülmüş çalılardan döküntüler taşıyor.
Birileri öyle düşündü iyide düşündü.Bu köyün tarlalarını ortak akılla sulayalım dedi ! Sular boşa akmasın birilerinin otağı yeşiller içindeyken diğerleri kuru çalılara mahkum olmasın. Sonra küçük çocuklar gelecekteki hayatlarında mutlu olamazlar gırtlaklarındaki yaşam umudu kurur.Nefes almakta zorlanırlar.Tüm yetim ve öksüz çocuklar kırbaçlanır olur hayatın yolllarında.Buna yürek dayanmaz böyle bir ömre yürek dayanmaz.
Deli dolu bir hayatın içinde sürüklenip gidiyoruz. Güneş dogsada batsada bir şeyler değişmiyor.Yinede bir sabah kapım çalınsın isterim .Bekliyorum beni yalnız bırakma olurmu !
Geç kaldık bir ömrü garip yaşadık. Artık aklımda kimse kalmadı. Hünlendigimiz şeyler bizsiz yaşanacak. Hayat bu devirdaim .Gidecegiz başka yolu yok bu ömrün sonunun .
Mesala şunu söyliyebiliriz. Bizim edebiyatımız kuvvetlidir ! ister yazılı edebiyatımız ister sözlü edebiyatımız.İster türkülerimiz.Evet biz duyguda düşüncede yoğunuz.Tabi etrafa bakacak olursak yus edebiyatı iran edebiyatı varlığını hissettiriyor. Burda Amerikan edebiyatının eleştirel cesaretinide görmek durumundayız. Amerikalılar kendilerini çok iyi eleştirirler .Bu eleştirinin onların için bir artısı oluyormu onu anlamak biraz zor oluyor .Bilmiyoruz. Dogu toplumları kendini pek eleştirmez.Çünkü bizim toplumsal içselimizde kendimize özgün bakma şansımız pek olmuyor.Eleştiridense övgüye daha bir yakın duruyoruz.Bu durum her şeyi daha bir baskın yapıyor ama bunu görmezden gelmek daha bir kolayımıza kaçıyor gibi !
Üzerimize Kötülükler dökülüyor.Hani derler biliriz’ kalbine göre’ diye ! Bizlerin kalbi öyle acımasız değil biz bu karanlığı hak etmiyoruz. !
Güneş doguyor ama gün karanlığın içinde ! Hani papuçları yırtık bir sevdadır ya hüzün hep acıtır yüreği. Bazen sormanız gerekir kendinize ben kimim. Bazen kadınlar yakınlaşır hayellerinize giyinik kadınlardır onlar.Çok kitap okumuşlardır .Çok yalnız kalmışlardır. Agırdır omuzlarındaki yük bu topraklarda kadın olmak zordur.Daim ayazlara karışır mor parmak uçları sızlatır yüreği !
Körpecik düşünce filizleri beynimin toprağında kendine yer arıyor.Bir hiçlik korkusu var tüm yüreğinde kaderimizin.Biliyoruz neyi red etsek o red ediş bizi huzursuz ediyor. Ah o kiraz mevsiminde yaban keçileri nasılda mutlular.Bir insanlar kavgalı bir insanlar tüm bilgelikten çıplak kendi karanlıklarında güneşi kovalıyor umutlarından.Sonra hiç ağlamamış hiç acı çekmemiş gibi kaypak bakışlı bir kadın üzerindeki tüm soysuzluğunu ruhuna boca ediyor ömrün.
Şarkılar söylerdi hüzün.Yüregi acımsı esmer umutlara .Bir kadın anlatı verdi hikayesini sonra kalktı ürüdü sevdalarının önünde kısa bir etek giymişti aşk saklıyamadı ölümünü korkunun. Biliyordikki herkesin izdüşümü farklıyıdı bu yaşam denen yolculukta.
Cehalet cesaretlidir önünün görmez lafını esirgemez kalp incitmeyi önemsemez. Cehalet iç güdüyle hareket eder mantıksal olgunluk kendinde blulunmaz.Menfaat perestir ve ilkellik onun ana karekteridir.Çagdaş düşünebilmek cehalete vurulabilecek en büyük darbedir. Gelin düşünmeyi başarabilelim.Bir buğday bahçesi sulasın umutlarımız başakları dolu dolu olsun eğikliği olgunlunun işareti. Tüm renkleri içinde taşısın umut.Ölümden başka hiçbir şey dert olmasın yüreğine insan denen varlığın.
Siz nehir kenarlarındaki şehirleri bilirmisiniz ben onlara tutkunumdur.Kıyılarında çakıl taşları parlar onların .Kadınlarında kara koyunlu kadınlarının esmer cesareti vardır.Dik başlıdırlar .Heybetlidirler. Onlardır bu dağların keçi sürelerine yoldaş. Hasret kokan sofralarında emekleri vardır onların. Bir kara çadırda tütser kadınlıkları . Ben onları çok severim yorgun bedenlerinde hüzünlerinin Kendimce ağlamak isterim.
Zayıf kemikleri vardı sevdanın .Dokunsan kırılacak gibiydi.Beyaz önlüklü hekimler kaçardı o kök bakışlı umudu görünce.Bilirlerdi umut her daim sevindirmez geceyi. Sonrası bir kadın ağladı tüm erkekler bırakıp gitti o köhne atlı arabalarında zamanın .Vakit çok erkendi her şey için. !
Tüm isyankarların bilinç altında şöyle bir istek yatar .Özgürlüklerinin kutsanması ! Tanrı mümini kendi çemberi içinde görmek ister .Bu çember kainatın her zerresinde mutlak gücün hükümdarlığını tastik eder bir
imanla besleniyorsa bu durum doğal bir sonuç olur. Yaradılışı gereği nefsiyle barışık olan en üst canlı olan insan bu keyfiyetinden vazgeçemk istemez. Tanrı inançla inançsızlığı bu üst canlının ruhuna nakşetmiştir.İnsanın imanı birazda nefsine karşı verdiği mücadeleyle ortaya çıkmıyormu. Aslında tüm kutsal kitaplar incelendiğinde insanın doğanın bir parçsası olduğunu açıkça ifade eder.Tüm kutsal kitaplar ölümü kendileri için referans alırlar. Anlatılan şudur ölüm var ve kendini ona hazırla şunları yap iyi insan ol ! Cehennemde eziyet çekme !
İnsanın ölüme hazırlanması doğaldır.Ama özgürce kalıplara mahkum olmadan yaşamak istemeside doğal bir sonuçtur. Burda dinin kendisinden ziyade yansıtılmasıyla ilgili bir sorunsal algı ortaa çıkmış oluyor. Bireyin bir büyük gücü kabullenmesi onu güçlü kılar .Sakinleştirir.Gereklidir sorun şurda başlarki doğanın bir parçası olan insanın doğal işlevini yok saymak onu basitleştirmek ! Halbuki din insan için vardır ve insana hizmet eder.Yada etmelidir. Yaşam inançsız olamıyor inançta yaşamı dizginlemekte aciz kalıyor !
İnsanlık insanca hakça bir düzen kurabilip hayata geçirebilse cennetten esintileri burdada saglıyabiliriz ölüm ötesinde bizler için tanrısal bir takdir vardır mutlak ! Çabamız yaşamın dinamiginide lehe çevirmek olmalı .Bunun için uğraş vermek yaşamı kolaylaştırmaya çalışmak biz inançkarlarında ilgi alanı içine girmiyormu.
Baharda ölüm zordur.Bir başka hüzünlenir geride kalanlar.Boynu büküktür lalelerin.Ateist bir acı kavurur yüreği. Yoldaş olur korku ömrün yolculuğuna.İzdüşümü karadır ayrılığın.
Çogul halk kitleleri ömürlerini birilerinin insafına bırakmamalı .Despot kişilklerin mulakiyeti toplumları tarih sahnesinde daim karanlığa götürmüştür.Durum budur. Yaşam ortak akılla kendine bir yol bulur. duygular düşünceler arayışlar istemler uymsal olamadımı yaşam çekilmez olur. Toplumun temel çekirdeği ailede bütüncesindede bu belirgin bir yansımadır.Neye niçin ne derece bağımlıyız. Bagımlımı olmalıyız.Arayışlarımız bizi nasıl bir sürecin içine sokar.Miskince bizden istenen rölü oynayıp şu fani dünyadan çekip gitmelimiyiz. İçimizdeki kasırgaların zayiatından ruhumuzu nasıl koruyacağız.Çogul halk kitleleri niçin despot kişiliklere bağımlı bir sürü olabiliyor.Yada bizmi yanılgı içindeyiz. Sürüden farklı olmakmı yoksa sürünün bir parçası olmakmı burda çizgi oldukça saydam degilmidir. Ortak kültür bizi biçimlendirdiğine göre ortak kültürde doğrular nerden kaynak alır.Sevisel doğal yaşamı içgüdüsel kargaşadan nasıl korumalıyız. Yaşam bu uğraşa degermi .Yada bireyin toplumcu kimliği oluşurken özgürce bir biçimlenme mümkünmü .Ülkülerimiz gerçekçimi devrimci arayışımız gereklimi ! Bizler neyin hüsranındayız .Niçin mutsuzuz ve atlardayız ! 2022-alanya.
Daim ileri bak.Işık arkanda olsada senin için gerekli olan önünün aydınlanmasıdır. Bunun için ilk farkındalık neyi niçin istediğimizi bilmek olmalıdır.Dünyayı değiştirmeye heveslirsek bilmeliyizki bu iş öylesi kolay olmayacaktır.Dünya önce kendini değiştirebilmiş ilerleye bilmiş şahsiyetlere şans vermiştir.
Kısık bakışlı insanlardan çekinirim ben deli dolu birazda cahilhane insanları severim ! Tabi cehaletin çokta dipte olmaması lazım hani sohbetlenirken tuz gibi bir lezzet verebilmeli sözcükleri ruhun.
Çevrenize baktığınızda görürsünüzki hak yemiş asalak kişilikler daha bir saldırgan oluyorlar.İçlerinde sakladıkları o doymak bilmez içgüdüsel ‘benim olsun ‘ arzusu onlara karalara çalmış olur.Siz bu rezil durumu kabullenemezsiniz. Bilirsinizki bir yerlerde birileri keseri hep kendinden yana yontmuştur.Birilerinin cebine fazla para girmişse birilerinin hakkının gasp edildiğini söylemenin bir anlamı olmayacaktır ! Bu durumun birde toplumsal içerikte yaygınlaştığını düşünelim. Çatışkı kaçınılmaz oluyor. Asalak kişiliklerde bir savunma içgüsü öne çıkıyor.Sonrası bir kibir ötesi saygısızlık .Sizi kendi ilkelliklerine mahkuım etmek istiyorlar. Hiç çiçekleri ekmemişler yüreklerinde acı nedir yaşamamışlar piç bir ömür sürmüşler yapaylıklarında sonra sizi suçlar olmuşlar. Bu tip bir çemberin içinde olmaktansa uçurumlardan düşüp parçalanmayı göze almalıyız.Hani ne demişti şair ‘ Bizde biliriz yâre menekşe yollamasını ama arkadaşlar açtı yedik menekçe parasını ‘N.H.
Çek git benim yanımdan ırak dur.Ben kendimle kalayım. Üzerimde kara bulutlar yıldırımlar çarksın bırak kendimce ağlayayım ! Irakta bir köyde yada şehrin en büyük bulvarında izleri olsun yüreğimin.Esmer bakışlı kadınlara sevdalanmayı bıraksın hayellerim.Bir senin yokluğun yaksın yüreğimi .Gelincikler boynunu büksün sen gidince.Tüm orduların askerleri terhis edilsin.Kısa turanç renkli bir şort giysin umut.Ölüm düğün olsun geldiğinde.Bir sen git durma karanlığımda bırak beni kendime . Öyle umutlar dogursunki yüreğim şiirler okusun ömür yaşam denen hikayesinde zaman .Bir serçe konsun pencereme bin serçe uçsun özgürlüğüne gökyüzünün.
Geçkin bir günde kara bir haberler uyanınca zaman .Korku dolaşır gecesinde umudun.Biliyoruzki çaresiz acılar kırık camlar gibi kanatır yüreğini gecenin. Bilirim ansızın dolaşır korku hastane koridorlarında çaresiz insanlar bir başka bakar beyaz önlüklü sağaltımcıların gözlerine. Ah nasılda çaresiz bırakır korku.Ölüm neysede çaresiz kalıyor gece yılgın atlar gibi koşuyor zaman bizleri gerilerde bırakıp.
Kitap yaşam gibidir her sayfası farklı olmalıdır.Bir kitabın onuncu sayfasıyla yüzonuncu sayfası aynı şeyleri anlatıyorsa bilinizki o kitabın size katacağı bir şey olmayacaktır.Çünkü yaşam gibi kitaplardaki görüşlerde tek bir çizgide ifade edilme şansına sahip değildir.
Yirmi yaşındaki görüşlerini altmış yaşında savuna bilenler ya çok zekidirler yada çok aptal ne çareki bu durumun arafı yoktur.Yaşam sizi olgunlaştırmıştır yada ham bırakmıştır.
Yaşamın kodları vardır.Ölümünde .Yaşam olası bir süreci yüzyıllara taşıyabilmiş olsa ( insan ömrü ) bir çok inanç komutunun farklılaştırılacağını düşünebiliriz.Ölüm yanılgısı çözebilirliligi olur bir noktaya geldiğinde Tanrı kökenli öğretilerinin içeriğinde özsel bir değişim beklenmezse dahi piratikte etkensel gücünün şimidiki gibi olmayacağını görebilmek mümkün olacaktır. Bireysel ölümselligimizin bizi tanrıya mecbur bıraktığı aşikardır.Yaşam çizgimizde yetmezliklerimizle tanrının kulu olma inancı bize mecbur bırakılmıştır.Tanrı varlığını kabullenmek ölümlü bir canlı için sorun olmazsada inancın kalıplarının (din ) siyasallaşmasının bireyi durulganlaştırdıgını görmek durumundayız. Kimbilir belkide bilim inancın temel işleviyle barışık olsa din şimdikinden daha etken bir katkıyı bireye ve topluma verebilir. Dini yok saymaktansa onu yerli yerine oturtmak gerçekçi olacaktır.Batı medeniyeti laisizimle siyasal boyutta dini bu konumda tutabilmektedir. Günümüzde bu süreç bir çok ülke için sancılı yolculugunanda gel gitlerine devam eder görünür.Çagdaş toplumlar yaşamı bir bütün olarak gören bir anlayışı benimsemek durumunda oldumu yaşam daha bir katlanılır olmaktadır.Tekrar yeniliyelimki herşey gerektiği kadar !
Oldukça rutubetli bir Alanya ağustosunun içindeyiz.Agustos sıcak olur bu sıcaklık Akdenizde daha bir azgınlaşıyor.Derimizin hücreleri sıcaklığa karşı kendince bir mücadele ediyor.Kabirliklerde ölülerimizin işaretleri olan otlar kurumuş beyaz mermer taşların egriti duruşları daha bir sıkıcı olmuş gibi. Apartman kapısındaki girişte siyah bir kedi kendi hükümdarlığını kurmuş bizim eski kıl kurruk kedimiz yakınımızdaki alış veriş merkezinin kapısında kendine bir otağ oluşturmuş.Kedilerin barınma problemi yok .Elektirik su ulaşım problemleri yok .Biz insanlardan çok çok doğal bir yaşamın içindeler.
İnsanlar doğanın saygın canlıları kapımızdaki kedilerden öğrenebileceğimiz çok şeyler var. Bakın kedilerin gözlerine mırıltılarını anlayın .Orda doğal ve sevisel yaşamın izlerini bulursunuz.!
Küçük hayeller büyük umutların ekmegidirler. Yüregimizi tok tutar.! Bırakın hayellerimiz gök yüzüne ulaşsın.Bizim bu geçici yolculugumuzda yüreklerimize umut aşılasın .
Ülke üzerine düşünürken Atatürk gerçeğini görmek bir zorunsal sonuç oluyor.Dogrusu böylesi yüksek karekterligi temsil eden isimin bizim için vazgeçilmez olmasınıda doğal görmek lazım. Büyük devrimci başbugu Atatürk tarihin kendisine sunduğu şansı milleti Adına kullanırken din tarım kökeninden emek bilim gerçekçesi üzerine kurduğu devrimlerinin öznesini içinde Bolşevik devriminin etkencesi görüldüğü ileri sürülsede durumun böyle olmadığını devrimler üzerine düşünürken çok kolay anlıyabiliyoruz. Atatürk devrimleri kesinlikle milli bir devrimdir ve içsel olarak fıransız devriminin izlerini taşır.Millidir millet kavramı esasını teşkil eder.Ümmetçilkten ayrı bir karekter taşır.Günümüdeki dinsel karmaşanın bu karekteri törpülemesi türk kültürünü alt etmesi mümkünsel bir sonuç değildir. Çagdaş dünyanın nizamı dinsel değil mi lli kültürlerin evrensel kültürle bütüncemesinden oluşmaktadır.Din kendine bu şansı vermemektedir.
Din tabiatı gereği tutucudur .Mistiktir metafizik bir kökeni vardır. Zorunsal bir inançkarlıgı bireye ve bireyin yaşadığı topluma dikta eder.Din özgürlükçü değildir.Kuralcıdır bu nedenle insanlık tarihinde pergamberler müstesna günahkarlıktan arınmış bir bireyi yada toplumu görmek mümkün olamamaktadır. günümüz dünyasında toplumların dininin yansıması adaletle mümkündür.Adaletin sağlanabildiği her toplum tanrının hoşnutlandıgı toplum olacaktır kuşkusuz.
Bilmeliyizki yaradılışımız gereği günahkar insanlarız.Üzerimizde nefsimizin dikenlerini taşıyoruz. Bu dikenleri törpüleyen acılarımız oluyor.Acı ve hüzünü yaşamamış bireylerin çoğunlukta olduğu kümelerde samimi bir sevgide yeşeremiyor.Heleki kapitalist bir düzenin içindeyseniz. Bir yerde değil çok şeyde yanlışlık içindeyiz. Bir kültürü bir inancı yorumlamaya çalışırken duygulardan soyutlanmak pek mümkün olamıyor. Hepimiz için gerekli olan arayışlara mahkûmluğumuz ölüm bizi bulana dek sürecek görünüyor !
Aslında insan denen varlık biliyoruzki ihtiyacı olduğunun peşinde gitmektedir.Kabul edelimki inançta insan varlığının temel gereksinimi olmaktadır. Yer yüzünde çoğunluğu etkilemiş önemsenmiş kabul görmüş öğretilerin olmasıda bunun bir sonucu olarak karşımızda durmaktadır. Yaşam ölüm döngüsünde inancı zorunlu bir etken olarak ruhlarımıza nakşetmiş görünmektedir. Yaşamda etken olmak için maddesel ruhta huzursal kalabilmek için uhrevi düşünceler yaşamımızda daim yer bulacak görünmektedir. Yeterki dengeyi iyi kuralım !
Yurttaşlar eşit haklara sahipsiniz. Kadınlar ve erkekler birbirinizi tamamlarsınız.Düzen sizi ezmek için değil nefes almanızı sağlamak için gereklidir. Siz varsanız toplum vardır.Siz varsanız millet vardır ve siz varsanız devlet vardır. Yaşamak özgürce düşünebilmek kendince yaşayabilmek tolumsal birliktelikte özgürce nefes alabilmekle ilgili bir olgudur. Özgürce yaşaya bilmek en büyük yaşam sebebimiz olmalı .Bu hakkı kullanırken sınırları olduğunu bilmek gerçekçi bir sonuç olacaktır,
Bir gün ölüm gelecek bir kaç eski arkadaş bir kaç yoldaş yüreği yaralı ülküdaş hüzünlenecekler ihtimal. Belki sende ağlarsın bu hüzüne kadınım .Anlarsın belki geride kalmak önde gitmekten daha zor olur bazı durumlarda .Bazı durumlarda insan ahlaksız olur.Soytarı yürekli piç ruhlu yalanları yırtası gelir .Durur benliği bir an vakit gecedir.Yıldızları açıktır gökyüzünün.Esmer bakışlı bir acıdır yürekleri yağlayan kaçıp gidesi gelir insanın o güzel atlara binip . Bir nehir kıyısında bir tahta kulübe kara bir demlikte çay olmuş olur.Erkence bir yufka ekmek konmuştur kara saca .Yer mezopotamyadır yada akdeniz !
Yaşam maddecidir bunu biliyoruz artık ! Düşünelimki bedenimizin bize sağladıkları (burda biz kelimiesini benlik ruh olarakta algılayabiliriz !) eger bedenimiz olmazsa biz bildiğimiz durumda bu yaşamda olamıyoruz. Hastalıklar onun için ciddiyet taşır hekimler onun için önemsenir olurlar. Tabiki ruh benlik dünyamızın maddeci kimliğinde kendini yeterince yer bulamıyor arayışlar bireysel ve toplumsal onun için daim devam ediyor.Kabul etmeliyizki en etken evrim olgusu insanın doga içindeki arayışı oluyor. Bazen bu arayış gerçekçil olarak bilimle olgunlaşıyor .Çogu kez dogmatik umutlarla sisleşiyor ama arayışımız devam ediyor .
Akrep tüm sokaklarını istale etti.Kadim şehrin o güzelim bahçelerini böceklere teslim etti.Böceklerin içinde encüretkarıda kendisi oldu parlak kara bir zift gibiydi bedeni kıskaçlarının kırmızı rengi fahişe kadınların göğüs uçlarındaki meme başlarını andırıyordu .Tüm erkekler o akrep denen şehvetin esiri olmuş zannetmeyin sakın .Aynı histerik mücadele dişilerin ruhlarındada vardı .Hani yosma ruhluydu bu kara akrep tayfası tüm zamanları aşmış gelip bu ülkeye musallat olmuştu. Bir söz durdu bunların hepsini toplayıp üzerlerine atom bombası atacaksın ! Düşündü bomba bile israf olurdu bu azgın akrep tayfasını yok etmek için.Zaten yeterince karalara bağlamışlardı insan denen canlının kaderini.Tüm insanlar kul olmayı kabullenmişlerdi. Bekliyorlardı o çok korktukları ölümü. Akrepler okumuş sevmiş öğrenmiş ışığı hiç benimsemezler .Rutubetli bir loş karanlıktır onların sevdikleri.
Ergin dut ağaçlarında dolaşır durur ağustos böcekleri akreplere inat çıgırışmaları günleri alır. Küçük kulaklı korkuları vardır genç erkeklerin küpe diye taktıkları ruhlarına.
Büyük insanlar küçük umutlar taşırlar .Büyük umutlar yalanıdır çünkü bu dünyanın .Beyaz önlüklü sarı boyalalı genç hekimler bir başka hikayesidir ömürleri hastane koridorlarında geçen yaralı insanların .Kimseler tanımaz onları hiç sevişmemiş gibi ciddi bir ahlak tüm şehri çarmıha gererde kimseler anlamaz.O yüce hükümdarın fermanını.Mevsim ağustos çok sıcak bir acı var ruhlarımızda.
En kolay yaptığımız iş herkesi caheletle suçlamak doğrusu bu payere çoğumuzda hak eder durumdayız. Çogu kez kendi durumumuzdan kurtulmak içinde bir sonuç oluyor bu durum .Tüm çevreden kendini farklı görmek ben biliyorum ben yaparım ben şöyleyim.Bu birazda içimizdeki korkaklığı saklamanın bir başka yolu oluyor. Ben böyle düşünüyorum demeyi çoğumuz başaramıyoruz yapabildiğimiz doğru söylüyorsunda bitimleşiyor.Tüm öğretilerin temelinde inanın insan zekasının izlerini görürsünüz dogmatik olduğunu düşündüğümüz öğretilerinse direk muhatabı yine insan oluyor. Bir sokağın kaldırımına bir sandalye koyun oturun gelene gidene şöylece bir bakın kendinize yakın görebileceğiniz çok az figürle karşılaşırsınız.Çogunlugu size itici gelir tabi sizde onlar için itici bir konumda konuşlandıgınızı bilmek durumunda olmalısınız.
Benim özgürlüğüm senin beni kabullenmeyle ilgili bir durum. Sınırları senin elinde.Yüreginin ovalarında yeşerir sevgi buğdayları bilirim. Her düşünceyi içgüdüsel itmelerle öne çıkartamayız biliyorsun.Egitilmeye muhtacız.Gizlerinde eğitmelisin beni .Durulgan sularda ıslatmalısın.Kor çöl sıcakları yakar teni bilirsin. Beynimin hücrelerine sözüm geçmiyor bekliyorum tümce karanlık gitsin üstümüzden. İnan yoruluyorum. Bıkıyorum kendimden . Benim özgürlüğüm korkularla sınırlı çaresiz hastalıkları yaşadı ruhum.Yanlış kadınlara sevdalandı yanlış yollarda eskidi papuçlarım. İzdüşümüm karanlıktı biliyorum.
Devlet sevgiyle büyür adaletle olgunlaşır.Gel benim devletim ol . Şiirler oku bana içinde anne olan şiirler.Çıkarsız en doğal sevgi annelerin sevgisidir biliyorsun.Gölgeni eksiltme benden şöyle heybetli bir ceviz ağacı ol o parkta baba desinler ismine göçüp gidince üzülme anla sadece anla sevdalarda geçici bu rezil ömürde ölümde öyle !
Ölümülü dünyada ölümsüz sevgiler bırakmak ister ömür..bir kır bahçesinde şöyle bir yudum çayda demlemek ister umudu !
İnsan denen canlı yaşadıkça hastalıklar tekrar değişik durumlarda ortaya çıkıyor .Özellikle hücresel hastalıkların bireyi yüksek düzeyde huzursuz ettiğini gözlemleyebiliyouz .Bir lenf bezi şişkinliğinin neleri düşündürüdügünü Hayal bile edemezsiniz. Korku bilinmezlik çaresizlik ! Artık gündeminizde kan sayımları ultrasonlar pet bt çekimleri patoloji sonuçları ! süreceli bir mücadele. Böyle bir durumla karşılatıgımızda yaşamımızı niçin boş konularla huzursuzlaştırdığımızı anlamamış olmanın hüzünüde cabası .Yaşam canlılar için zor bir yolculuktur.Heleki insan için. Sizin hiç bunları yaşıyan yakınınız oldumu ? Benim oldu !
Siyasi aktörler yanılgılarını topluma yaşatırlar ! işin çetrefilli tarafı toplumun büyük çoğunluğu bunun farkında bile olmaz . Derin izleri olur yanılgıların kuşaklar bunun acısını yaşar olurlar.
Toplum kendini sorgulamak zorundadır.Buda bireyin neyi niçin istediğini bilmesiyle geçrekleşir.Sürüleşmiş bir toplum geleceğini kaybetmiş oluyor. Çogumuz bu gerçeği görmekten ırak bir konumda ömür tüketiyoruz.
Rüyada birkaç katlı beton bir bina yıkılıyordu toz duman etrafa savrulmuştu.Bir kadın ince bir tüle sarılmış onun üzerine tüyülü bir batteniyeyi boca etmişti.Yakınen görmeyince erkek gibi görünüyordu .Siyah koy saçları vardı cinayet işlemiş gibi bakan gözlere sahipti.
Dediklerine göre bir toprak ağasının kızıymış baba ölünce köylüler onun hanım ağalığını kabullenmemişler.Oda kendine sahip olur diye gitmiş kyünün en züppe bıçkın erkeğiyle evleni vermiş.Durum tabiki istediği yola sokmamış onu .Kocası tüm toprakları çok uzuca elden çıkarıp onuda köyde bırakıp büyük şehre göçmüş .Arasıra haberi gelir bazende para yolarmış.Gerçi köylüler hiç yalnız bırakmamışlar.Bu esmer kaderli kadını .Hep yanında olmuşlar ekmekleri bölüşmüşler. Bir gün kocası çıkıp gelivermiş köye oldukça bitkin ezik bir duruşu varmış.Sonradan öğrendiğinde bütün parayı bitirivermiş o gittiği koca şehirde. Kimseler yardım etmemiş bir avuç su bile veren olmamış .Kadın yine alı vermiş onu gölgesine erekgim demiş .Namusumun bekçisi demiş . Evimin perdesi demişte sarı vermiş ömürünün yorganına bu ezik mahcup adamı.
Bu toprakların kırsalında bu hikaylerden çok duyarsınız.Turanç bir hüzün kaplar içinizi.Portakal kokulu köylerin eşarplı kadınlarının küçük yaşam izleridir bunlar. Gün gelir sizde bu hikayelere dahil olursunuz.Şehirde fabrika vardiyalarında beyaz yakalı mühendisler bir tpeden bakarlar mavi önlüklü makineci kadınlara unutuvermişlerdir analarını bacılarını .Kolalıdır gömlekleri onların sonra bir devir gelir önemsenmez olurlar beyaz önlüklü umutlar. Artık herkes kendi hayatının efendisidir hayellerinde. Artık biliyoruzki dünyanın huzuru az hüzünü fazladır !
İnsan denen varlığı en çaresiz bırakan onu yaşamına muhtaç eden ölüm karşısında sanılanın aksine çokta yoğun bir bilgiye sahip değiliz ! Olmak içinde ne bir çabamız var nede yetkenligimiz. İlkel kabile toplumlarında büyücüye değer kılkan ana nesne şüphesiz ölüm korkusuydu.Büyücü kabilenin tüm üyelerinin yaşam beklentisinde hükümdar görevi görüyordu .Günümüzde sağaltımcıların (hekimler ) saygınlığı toplumca önemsenmesi devasa hastanelerin birey ticaret hane konumunda olması eğitimli beyaz yakalı emekçilerin üst perdeye taşınması hep bu ölüme karşı savunma zırhının dialektik yansıması olmuyormu. Evet biliyoruzki ölüm karşısında insan denen canlı hala meçhuliyeti yaşıyor.Ölümü karşılamak için derin öğretileri (din ) kutsama zorunsalını yaşıyor. Ölüm hepimizin için bir gerçeklik olarak yönlendirici oluyor !
Rüyada bir binanın yıkıldığını beyaz gömlekli narin bir kadının binanın altında kaldığını toz toprak içinde ölüme mahkumlaştıgınızı görüyorsunuz.Sabahında önemsediğiniz bir insanın ölüm haberini alıyorsunuz. Freud,un rüyalarla ilgil ögretisi burda anlamsız kalıyor .Bu sizin bilinç altınızda türüyen bir veri değil bir işaret olmalı !
Düzgün insanlar biraz aksi olurlar.Çabuk alınırlar yüksek tepki verirler.Sünepe tiplerse sinsidirler umursamazlar.Kendi menfaatleri için ‘ çok yaşa modundadırlar. ‘
Çok seviliyorsanız çok kullanıldıgınızıda anlamış olmalısınız Menfaatsiz bir sevgi sadece annelerle babalarda görülüyor. Onu kardeşler izliyor . Sonrası yaşam ne katarsa heybeye onu yaşıyoruz.
Daglar duruyor nehirler duruyor güneş bulutlar tüm orman duruyor.Şehrin bulvarlarında tirafik ışıkları yanıp sönmeye devam ediyor.Bulvar kafelerinde genç kadınlar kırmızı rujlarını dudaklarına yapıştırmış yaşama keyf çata dursunlar herhangi bir yerde bir köhne evin içinde ölüm burdayım diyor.Her ölüm vakitsiz gelir artık yapılacak bir şey yoktur.Tııbi bir gerekçesi vardır bu sonucun.Lakin özgürlük artık biraz acı verir insana meçhuliyete gidenler ne durumda sadece varsayımlarla anlatılan hikayenin kahramanı olur gidenler. Geride kalanlar hüzünlü bir eşarp takmışlardır yüreklerine çaresizce mahmur bakışlı yorgun gözlerle kalakalmışlardır gidenin ardından. Ölüm gidenede kalanada çok agır gelir gökyüzü üstünüze çöktü sanırsınız bir an o an acıyı damatır zamanla zamanla hikaye tekrarlanır yeni yolculuklarında ömrün. Yaşamak zor bir şey biliyoruz !
Dünyanın tek otoritesi var oda ölüm ! Bunu farkedebildikmi küçük huzurların aslında büyük mutluluklar olduğunu daha iyi anlarız.Düşünelimki evinizdesiniz bu ev dağ başında sapa bir köy evide olabilir bir metroplün revaçta semtindede ve siz sevdiklerinizle mütevazi bir sabah kahvaltısındasınız.Belki bir çok şey eksiktir sofranızda ama yüreklerdeki sıcaklık gözlerinie vurmuştur sofradakilerin bir sevinç vardır siyah bir zeytin tanesini yoldaş edinmiş çatalınızda. Belkide bir un kavrulmuş içine bir yumurta kırılmıştır çoluk çocuk bandırı vermiştir ekmeği. Gençler biraz acelecidirler cam çay bardaklarını tutarken elleri.Sanki dünyayı kucaklayacak bir heyecan vardır eylemlerinde. Gök yüzünde yıldızlar en çok gençleri severler onlardaki ışıltıyı kendilerinden bilirler !
Size ait olanı tanrı size nasip kılacaktır.Siz çabanızdan vaz geçmeyin. Mülk fani dünyada iyi bir güçtür.Zenginlik güzeldir doğrusu fakirliğin imrenilecek bir yönü yoktur.! Bilmeliyizki imrenilecek bir yönü olmayan fakirlik kimbilir belkide bizim kurtuluşumuza vesile olacaktır ! içine zerre kadar haram girmiş bir mal mülk sizin felekatiniz olabilir ! Size yabancıların zarar vermesi kolay bir durum değildir.Zarar yakınlardan gelir çünkü aileye olan sevgi çaba harcanmadan elde edilen sevgidir ! Dünyaya gelişimizin mutlak önemli bir sebebi vardır ! o sebebi çoğumuz bilmekten mahrumuz yanılgı burda başlamaktadır. Büyük resmi göremeyenler küçük gölgeler uğraşırlar bu nedenledirki dünyayı basit insanlar yönetir olurlar. Zaman zaman tarih bunlara şahitlik etmiştir.Tarih saygın şahsiyetleride kayıt etmiştir. Nedenini sorgulamadıkça hiçbir yanılgının üstesinden gelmek mümkün olmayacaktır ! Tanrı size akıl verir ve sizi kendinizle barışık kılar. Bu barışıklığın bir çizgisi vardır buna kader diyebiliriz.
En büyük felaket cehalete katlanmak olmamaktadır.Cehalet kolay def edilecek bir felaket değildir.Cehalet iç güdüsel davrandırır o davranışlarda ahenk ve asalet görmek mümkün olamamaktadır.
Hayatın size öğrettiklerini size verebilecek hiçbir okul yer yüzünde kurulmamıştır. En büyük okul yaşamın kendisidir. Güncel siyasi söylevler sizi oyalamasın siz kendi bilge yaşamınıza sekte vurmayın. !
Yaşamak her zorluğa rağmen güzel bir durumdur.Bu güzelliği başkalarının agrasifligine mahkum etmeyelim.Kendi yaşamımızı kendimiz yölendirmeyi başara bilelim. Öz külütürümüzü anlamaya çalışalım bu bizi evrensel kültürden soyutlamamalı. Yasakların çok olduğu toplumlar tehlikeli toplumlardır.Hoş görünün esas alındığı bir toplumu kurmaya çalışalım .Dogru sandıklarımızı başkalarına dikta etmeyelim. Büyükleri önemsiyelim ama onların hahükümüne musade etmeyelim.Her çağın yaşam anlayışı farklıdır.
Çagdaş insan özgür yaşamayı kendine hedef koymalıdır.Özgürlügünün sınırlarınında olacağını anlamış olmalıdır. Yazı iyidir geleceğe belge taşır.Kaynak oluşturur .Düşündüklerinizi yazınız. Yazmaktan çekinmeyiniz.
Küçük şeylerin büyük mutluluklar getirmezsede huzur vereceği bilmek durumundayız. Yaşamın her anını mutlu yaşamak asla mümkün olmayacaktır.Her şey geçicidir bizlerde geçiciyiz.
En büyük felaket kibirli olmaktır .İnsanın kibiri onun felaketidir. Hayat hepimize bir umut aşılar bu umut bizi yönergeler. Kimbilir izdüşümümüzün boyası belkide umuttur !
Ah nasılda ahlak boyasını yüzüne sürmüş görünüyor ! Ama sonuçta bir boya dökülür gerçek durum ortaya çıkar. Çok ahlaklı kişilikler neye göre ve kim için bu rölü üstleniyorlar ! Toplumun en ahlaklı kişileri kim ! Din adamlarımı kendi içgüdülerinden koruyan kadın yada erkeklermi ! Ebeverinlerine sınırsız saygı besleyen evlatlarmı ! Yorgun bedenlerini siper edip çoluk çocuguna helal lokma yedirmeye gayret gösteren emekçi kesimmi. Ahlak denilen elbiseyi kim biçiyor .Dügmelerini kim dikiyor ! Ahlak nedir !
Ruhumuzu kalıplara sokuyoruz sonrada mutsuzlaşıyoruz ! Özgürleşmek için hiçbir çaba göstermiyoruz .Sonra bizi bunaltan bu agır kültürden şikayet ediyoruz .
Çevremize bir baktığımızda çoğunluğun aslında hiçte istemedikleri bir yaşama mahkum olduğunu görürüz.İşin tuhafı çoğumuz bu oluru sorgulama cesaretini dahi gösterme iradesini kendimizde göremeyiz.
Önem verilen ne varsa sorgulanmaya hazır mahkumlarımız olmalı diye düşünmek varken bizler mahkumlaşmaktan kendimizi alamıyoruz !
Tanrı bize aklı verdi onun için bizi sorumlu tuttu .Daim canlı bir doğanın müdavimleri olarak bizi sınırsal bir ömürle dizginledi. Tüm algılarımızı içsel bir kümede olgunlaştırdı .Bilmediklerimizi hep çoğul bıraktı .En güçlü olduğumuz anlarda güçsüzlüğümüzle bizi imtahan etti. !
Biliyormusunuz tüm kim ve nefret duyguları öne çıkmış olsada i,nsan denen varlığın içselinde sevgi vardır .Sevgi yaşamı besler .Merhamet duygusunu öne çıkartır.Sizi insan olarak varlıklaştırır. Sevginin olmadığı bir yaşamda herşey tehlikelidir .Eksiktir.Düşünceden ıraktır. Yüregimizdeki merhamet duygusunu sevgi besler.Sevmekten asla vazgeçmemeliyiz.
Ölülerle konuşma şansımız olsa onlara ne sorabilirdik. Her daim haber kanallarında dünyayı yönettiklerini zanneden siyasi aktörlerin söylevlerinimi anlatırdık onlara . Kutsal değerler için ölmeyi onur sayan askerlerimizimi anlatırdık . Yada onlar bize anlatırdı nerdeler ne yapıyorlar. Devletin yüceliğinin ölüm karşısında bir anlamı varmı bunu sorardık . Ölüm sonrasındada ruhlar arasında unvan sitatü farkları oluyormu. ! Fahişelerin ruhları orda ne durumdalar.Günahın olmadığı o dünyada hazlar nasıl yaşanıyor. Esmer bakışlı kahvahane gençlerinin döğmeli vücutları yitikleştiginde ruhları bundan nasıl etkileniyor. Köhne toprak damlı evlerde dogmuş yorgun yürekli insanlar tanrının cennetinde kendine yer buluyormu ! Yoksa ordadamı piç ruhlar öne geçiyor.Esirgeyen ve bağışlayan tanrı bizleri oralarda korur diye düşünüyorum.
Sabah hayatın içinde olan bir insan öğlen sonu belediyenin morgunda cansız bir ceset olarak karşımıza çıkıyorsa bu dünyanın neyine niçin temah edelimki !
Bir din içinde şiddeti barındırıyorsa o din gerçekliğinden koparılmış demektir. Gökyüzü bunu bilir.Kıskanır ve yağmurlarını esirger ! Bereket yerini yoksulluğa bırakır.Ülkeyi cehalet sarar. Sisler gerçeği görmenizi engeller.Cellat önder olurda kimseler anlamaz.
Tanrı insanları dener ! Evlatla dener yoksullukla dener iç güdüsel azgınlıgınızın felatine mahkum eder. Tüm bunları bir yoluna koymak (olgunlaşmak ) zaman alır. Çogu kez başarılamaz. Ürkek ördekler gibi saklar sizi korkularınız.Olmanız gerektiği gibi olamazsınız.
İlkel toplumların bireyleri çoğu zaman bunun farkında olmazlar.Yaşadıkları ortamı sorgulama cesaretleri olmaz.Beklerler üsten birileri onları korusun kollasın sürüye sahip çıksın.İşte bir toplumu felakete sürükleyen duygunun patolojisi burda başlıyor.
Okyanuslar mavidir .Gökyüzüde öyle topraksa kahverengi .Doganın renkleri sadece siyah ve beyazdan ibaret değil .Fikirlerde öyle. Gökkuşagı gibidir.Birbirine katkı verir keyiflendirir.
Bilgi güneş gibidir aydınlatır .Yaşamı iyiye götürür.Geride kalmayı engeller.Köhne düşüncelerin prangasını kırar. Yaşamı geriye götürmek geçmişin varsallarını öne çıkartıp özgürlüğü kısıtlamak .Korku oluşturmak doğanın içselinde olan bir durum değildir.İnsan denen varlık daim araştırıp yaşamı daha bir olgunlaşma sürecine katmak durumundadır.Akılla özgünleştirilen doğanın en üst canlıları olarak bu olgu içimizde var olan bir özseldir. Yaşam bizim ellerimizde Tanrının takdirindedir.
Yasaklar günahlar korkular.Yaşamı kendi cenderesinde yoğuran despot düzenler. Tanrı bizi böylesi bir çatışkının içnde tükenmek için yarattı diye düşünüyorsak bu hepimiz için büyük bir yanılgı olur. Kurallar gereklidir özgürlüğümüzü olgunlaştırır.Bizi içgüdüsel ilkellegimizden arındırır.Ama aynı zamanda bizi mahkumlaştırırda. Toplumcu arayış bu çatışkıya bir yol açmak gerçekçel bir doğal sevisel yaşama ulaşmak için uğraş vermemiz gereken bir sonuç oluyor. Burda eğitimin önümüzü açabileceğini bilmekle birlikte eğitimin içeriğinin yansımasınında süreçte önemsel olduğunu görebilmeliyiz.Egitim ama neyin eğitimi niçin ! Bireyler önce kendi doğal gerekçelerini bir yoluna koymalı bunuda toplumsal yapının (düzen ) etkeninde başarabilirler.Düzen bir toplumun ana karekterini biçimlendirir. Bunun için yerel kültür evrensel içerge ulaşabilmeli iyiyi doğruyu oluşturabilmelidir.Yapı sabit değildir .Teknoloji onu değişime açık hale getirir. Arayışlar ortak paylaşımı zorunlu kılar .Bir bahçedeki elmalar tüm bahçelere katkı verebilir.Bir başka bahçe size bir başka meyvenin lezzetini sunuar.Evrensel kültürde böyledir size katkı verir yaşamınızı üst çizgiye taşır .Bana hikayeni anlat .Orda kendimden bir şey bulabilirim !
Düşünsenize eşiniz sizin için çalışıyor uğraşıyor size daha iyi bir hayat vermek için mücadele ediyor .Sonra bu görevlerden bunalıyor özgürlüğüne koşuyor ! Herşeyi terk ediyor evini çocuklarını yatağını banyosunu yemek yediği masasını merhaba dediği çevrewsini .Tabi sorumsuzlukla suçlanıyor.Bu suçu kabulleniyor ! Bir efendi ne kadar hoş görülü ve halkçıysa onun efendiliği öncül oluyor.Ferklı yaşıyor .Başkalarının çoğu kez koca bir toplumun yaşam düzeyine etki eden söylevlerin buruyganı oluyor.Çogunluk halk kitleleri kendisini düşünmekten kurtaran bu efendilerie köle olmayı gerekli bir sonuç olarak görüyor. İnsanlık tarihi hep bu efendilerin kırbacıyla şekillenmiştir diye düşünebiliriz !
Zamanla insan yığınları bir şeylerin yanlış olduğunu kavramaya başlıyorlar bu zorbalığın önüne geçecek bir arayışa giriyorlar .Bu arayış bizi tanrı varlığının kabülüne götürüyor.Tüm haksızlıkları zamanı gelince def edecek gücün tanrı olduğunu kabullenmiş oluyoruz.Tanrı bize ölüm karşısındada bir pencere açıyor.Bizi ölümün meçhuliyetinde bir ışığa götürüyor .Bu durum yaşamda milyarlarca insan varlığını imanla şeferlendiriyor.İnançlı olmak gereksel oluyor. Tanrı bizi şüphesiz seviyor bunun en büyük kanıtı bizi akıl varsalıyla biçimlenme şansı vermesiyle gösteriyor. Biz varız ve tanrıda var !
Aniden bir ışık belirir adı belirsiz bir mevsimde bir yağmur yağar .Bir erkek tövbe eder . Bir şehrin bulvarlarında gece ışıkları yanıyordur.Bir kırmızı etekli kadın sahnede . Ürkek bakışlı ördekler korkarlar suda ıslanmaktan .Herşey anlamsızdır artık .Zaman yitik ömürlere aşina !
Ugultu sadece duyduğumuz bu .Cehalet senfonisi hiç susmuyor !
Akdenizin sularında kulaç atarken çaresizce kasılan bedenimin mahkumiyeti bana ölümü yakınlaştırdı ! Karşıda Alanya kalesi çam ağaçlarının sakladığı yamacının Ak deniz sularına kucak açtığı yerde ölümcül bir çaresizliği hissettim. Şimdi evdeyim . Kıyıya gelmekte zorlanan bedenimi ruhum terk etmedi. Muhtemel ölüm beni bulduğunda çok az yoldaş benim için hüzünlenecektir.Ama yapılacak bir şey olmuyor .!
Korku anlamsızlaşıyor bazen .Arayış yerini kabul edişe bırakıyor.Soytarı tipli hamam böcekleri tünedikleri kuytulardan vaz geçemiyorlar. Aç sefil bir ruhları var. Biliyoruzki konuşulmayan herşey tabulaşıyor.Yılgın yorgun bir umut kalmış elimizde !
Ötelerde bir dag yamacının kıyısında kimsesiz çocuklar büyüyor kara çadırlarında yörüklerin.!
Yaşam nerede kendine yer bulur.Şüphesiz yaşamın temel karekteristigi dünyavidir ! (seküler ) bu gerçeği tesbit etmek olumlu bir sonuç olur. Bu dünyavi karekterin içinde olması gereken her olguyu kabullenmekte işin bir başka yönergesidir !
Ansızın okyanusların dalgaları sizi bulur.Karada olmanız fırtınalardan korumaz sizi. Ürkek bir serçe pencerenize konar. Ölüm ıraktır belki yada pencerenin içinde yitikleşmiştir ömür..
Yıllar evvel başladı yanılgılar. adımlarımız bizi puslu dehlizlere götürdü. Gittigimiz yol özgürlüğü getirmedi bize.Niçin yaşadık niçin öleceğiz anlıyamadık. Bazen yaklaşı verdi ölüm en çetrefilli hastalıklara maruz kaldık .kıliniklerde itibarlı hekimler itibarsız bizlere yorgun yüzlerini gösterdi. Sonra kendimize yollar aradık niçin aradık bir ömrü nasıl yaşamamız lazım anlıyamadık. İhtişmal imkan varsa iyi çağdaş bir eğitim alamalı .Ne yaparsak yapalım en iyisini yapmak amacımız olsun. Fazla mal biriktirmeyelim.Mal mülk bizi esir almasın .Saygınlıgımızı kişiliğimiz versişn bize. Mutlak anlaşabileceğimiz kültürel yatkınlığımız olan kişilerle evlenelim. Gerektigi kadar çocuk sahibi olmayı kural bilelim. Çevremizdeki herkesle kibire kaçmadan mesafe koyalım. Saygı duyalım saygı bekleyelim. Küçük menfaatler için büyük dönekliklere mahkum olmayalım. Özgürlügü önemseyellim. Yaşadıgımız toplumun kurallarını küçümsemeyelim ama kuralların mahkumiyetinide beslemeyelim .Sevdigimiz mesleği yapalım toplumun önemsedikleri unvansal meslekleri pek ciddiye almayalım . Unutmayalımki dünya renkleri gökkuşağını oluşturur. Hiçbir unvan sitatü makam sizin insan olma onurunuzdan üstün olmamalı buna musade etmeyelim. Dünyavi olduğumuzu bilerek yaşıyalım .İnanç özseldir inancımızı koruyalım.Yegane yoldaşımız mantığın bize yüklediği sorumlulugumuz olsun. Yaşam yanılgılarla başlasa dahi olgunlukla devam edebilir .Bunun için çaba sarfedelim. Kendimiz olalım .Kendimiz olmak biz olmayı getirir .Katılımcılıktan vaz geçmeyelim. Yaşamı imkan dahilinde avuçlarımızda tutalım.Dinsel öğretilerde ana kaynağı kendimize rehber edinelim Varsayımlar bizi yanılgıya götürür .Dogruyu güzeli ve doğal olanı aramaktan vaz geçmeyelim .
İnsan denen varlık çok şey biliyor ! Ama aynı zamanda bildiklerinin kendisine fayda sağlayan bilgiler olamadığını idrak edemiyor ! Çogumuz beynimizi gereksiz verilerle dolduruyoruz. Sonra gerçek problemlerle karşılaştığımızda ne yapacağımızı bilemiyoruz.! Her şeyi bilmeye çalışmaktansa gerekli olana yogunlaşamak daha gerçekçi olacak gibi .
Yaşam bizi kurallara mecbur bırakıyor (yasalar ) kurallarsa çoğu kez güçlü olanlarca oluşturuluyor. Suç güce göre tanımlanınca çatışkı başlıyor.Toplumsal yapıda durum böylerken bireysel ruh yapımızdada doga dışı olgular bireyi içsel baskıncaya mahkum ediyor.Dogal bir işlevsellikten uzaklaştırıyor. Günümüz insanı sosyal bir varlık olarak yaşarken doğadan kopmayı medeniyet olarak algılıyor.Kurallar insan yaşamına sosyal içerikte katkı verip onu kolaylaştırdımı hukuk ortaya çıkıyor. Kuralsızlıgında anarşiyi dogurdugunu gözlemleye biliyoruz. Denge burdada temel gerekçeyi oluşturuyor.
‘Bir milletin kurucu iradesi bazen son sözü söylememeli’ bu söz Amerikalı bir düşünce adamına ait. Dünyanın daim değişim içinde olduğunu kabulleniyorsanız bu söz size gerçekçi gelebilir.! Ama ülkedeki gibi bazı kurucu liderler bizim için Atatürk istisna bir yerdedir diye düşüne biliriz.Çünkü Mustafa kemal devrimlerle ülkeyi çağının ötesine taşıdı .Çagdaş modern bir ulus devletin temellerin attı üzerine bilim çimentolu binasını dikti ‘ Yüzyılın sonunda büyük Türk mileyetçi önder Atatürkün vazgeçilmez olmasının gerekçesi bilimsel içseligi kendine kılavuz görmesinden kaynaklanmaktadır. Kurucu öncüler sizi çağın ötesine taşımışsa ve kendine bilimi rehber edinmişse durum tabiki netleşir. Atatürk bir fani olarak aramızda yok onun bilimsel rotası insanlık var oldukça öncül olacaktır kuşkusuz.Bilim toplumun ana rotası olmazsa ilkellik topluma egemen olur . Sizi çağın düzeyinden diplere çeker !
Teşekür ediyorum bana yaşama şansı veren Tanrıya .Beni insan olarak yarattığı için ! Düşünme yetisini bana kazandırdığı için .Bir menekşeyi yâre yollama mümkün olamazsada menekşenin varlığını bilmemi sagladıgı için !
Bir yazım varsa bu yazdıklarınızdan önce siz memnun kalmalısınız.Yazdıklarınız size birşeyler anlatamıyorsa başkaları için hiç anlamı olmaz. İyi bir kültürel yansımada yazmayla mümkündür. İşin mutvagına bakacak olursak önünüze çıkacak olan kendi birikiminizden beslenmelidir .Çok atıf yapılmış yazılar külütürel hamura bir maya olamıyor !
Bir entelektüelin öz yapısındaki birikimi aslında gözleme dayanır.Yaşadıgınız toplum ne derece bir yogunsal külütürle ivme almıştır.Siz bu süreçte nasıl etkilenmişsinizdir.Her hangi bir bilim disiplininde uzmanlaşmak sizi entelektüel yapmayacağına göre aydın olmanın içselinde ne aranmalıdır.
Günümüzde iletiş ve ulaşım oldukça kolaylaştı .Bir çok veriye dil yoksunluğuna girmeden ulaşabiliyoruz.! Bilgi oto yolu internet dünyayı küçülttü. Artık beyin olarak her kültürden beslenmememiz daha bir kolaylaştı ! Bu süreç bizi öz kültürel mayamızı evrensel külütürle beslememizi zorunsal hale gitiriyor.Toplumlar birbirlerinden etkileniyorlar. Temel gereksinmelerde beklentiler birbirinle özdeşleşir oluyor.
Modern dünya artık tek bir kültürün baskıncasında kalmak istemiyor. Günümüzde doğu kültüründe dinsel öğreti ağır basıyor.Alanı daraltıyor. Metafizik olarak ufku açarken dünyavi çemberi kıskaca alıyor.
Biz türklerin tarihine bakacak olursak inanç daim bizim içselimizde var olmuş bir olgu .Ama biliyoruzki biz türkler islamiyete sırt dönmüş olarak kalmış olsaydık bu din dünya üzerinde böylesi bir ivme kazanma şansını bulamaya bilirdi .Türkler islamiyeti kabullenince bu dine yüksek katkı verdiler. Özellikle son yüzyılda laik Türkiye devleti bu karekteri ile islamın modern yüzünü öne çıkarmayı başardı . Ülke açısından günümüzdeki yalpalanmaların geçici olduğunu bilmek durumundayız.
Çevrenize bir bakınız asalak ruhlu kişilerde birde cahil cesaretini görürsünüz. Hak edilmeyen imkanlara sahip olunca ilkelleşmenin yansıması kaçınılmaz oluyor.Piç ruhlu sözcüklerin hedefi olabiliyorsunuz. Hani boğanın kırmızı renge tepkisi gibi bu asalaklarda dürüstlüğe tepkili oluyorlar.İşin ilginci ruhlarındaki karanlığı size çalmaya çalışıyorlar.En iyisi bu kişilsiz hayeletleri yaşamınızdan çıkarmak ! Bu kişilerin sizin çevrenizde olması aslında sizin tercihiniz olmuyor sizin iradenizin dışındaki gerekçeler sizi onlara muhatap kılıyor. Denizin kıyıya vuran dalgaları kayaları erite dursun .Cehalette sizin ruhunuzu incitiyor.
Gün olur ağlar şarkıları hüzünün .Unutulursun Bir kırımızı gül döker hüzünlerini yüreğine .Vakitsiz bir ölüm gelir kapıya .Artık her şey için çok geçtir .Gün olur bırakıp gidersin o toprak damlı evi. Gün olur özlenirsin bilirim !
Dünya acılarla dolu bir hayatı bize sunuyor.Çogumuz çektiğimiz acıların başkaları tarafından anlaşılmadıgını düşünüyor. Tanrıysa acı çekmemizi gerekli gören bir tanrı değildir kuşkusuz. Peki niçin böylesi çatışkılı bir dünyanın içindeyiz. Şöyle düşünebiliriz bizler geçiciyiz Bu dünyada fani.!
Yirminci yüzyıl dünya çatışkısının doruğa çıktığı bir yüzyıl oldu kuşkusuz.Dünya şavaşları ülkelerin işgali göçler dağılan aileler .Kafkas göçmeni babam kendi köyüne ailesine hasret göçtü bu dünyadan (1983 ) Daha sonraları sovretlerin dağılması karşımıza çıktı .Demir perde ülkeleri kendile dialektiklerinde özgürleşiyoruz döngüsüne girdiler. İçten içe bir arayış hala devam ediyor.Ülke adına düşünecek olursak kalıplarımızı kırdık boşlukta geziniyoruz.Denge yerini çözeltiye bıraktı .Sistemin yeniden durulgan hale gelmesi gerekiyor. Herşey boşlukta gibi. Neyi niçin istiyoruz kimi niçin savunuyoruz belirsizlikle yitikleşiyor.
Düzgün bir yaşam için mücadele etmeliyiz.Malın mülkün peşinde değil .Bilginin ahlakın peşinde olmalıyız.Ahlakın temel karekteride dürüstlüktür. Önce kendimize karşı dürüst olmalıyız.İç güdülerimizi ahlak melhemiyle olgunlaştırıp yaşamın düzsel çizgisinde kendimize yer kapmalıyız. Ortak düşünceye açık olup sürüleşmenin karşısında olmalıyız.Kendi kültürümüz bizi besliyen en özsel varlığımızdır.Kültüründe yenilenmeye açık olduğunu anlamaya çalışmalıyız. Bizden önce yaşamı karşılamış olanların tecrübelerini kabullenmeli Ama kendi yolumuzu aydınlığı kendimiz bulmaya çalışmalıyız.Cinsiyetçiligi öteleyip ortak yaşamı ruhumuzda içselleştirebilmeliyiz.
İnsan denen varlık özde ulvi bir ruha sahiptir. Onu ilkelleştiren ona gelişme şansı vermeyen toplumsal yanılgı oluyor.Birey toplumun yanılgıları karşısında sert bir kaya gibi duramıyor. Varoluş gerekçesini dahi idrak edemiyor .Suya kapılmış bir çöp misali hayatlar akıp gidiyor.
Bilimin özü nedir.Şüphesiz merak etme sorgulama tesbit bilimi oluşturur.Bilim çogu kez herşeyle çatışır.Özellikle din inançla ilgili bir kavram olduğu için dinle bilim karşıt gibi bir yansıma ortaya çıkabilir.Halbuki bilim ve din doga içinde insan denen varlığın toplumsal içeriğinde birbirini tamamlayan zorunsal bir sonuçtur.Burda şunu açıkça ifade etmek lazımki dini bilimle beslemek olumlu olsada bu her zaman mümkün olan bir durum degildir. İşin özü orta çağdan günümüze dinle bilim uyumsallıktan ziyade çatışkının tarafları olmayı seçmiş görünmektedir ! Bilimin kendiside aslında çok durulgan degildir değişkendir .Dinse değişmeye direnç gösterir dinin reforme olamayacağı görüşü ağırlık taşır.Aslında kaynak esas alınmakla birlikte zaman şartlarına göre dinin anlaşılma uğraşı sıkıntılı ve risklerle dolu olsada gerekli olursalı daha bir agır basar !
İnsanlık zamanın sonsuzlgunda serüvenine devam ede dursun .Ölümlü faniler olarak kendi hayatımızı başkalarının keyfiyetinde tüketmekten vazgeçemiyoruz. Kimbilir bizden sonraki kuşaklar olası yanılgılarımızı daha iyi kavrayıp yaşam döngülerini gerçekçi bir zemine oturta bileceklerdir.Bizler yanlıglıarımızın fırtınalarında önmümüzdeki ölüm gölgesini görmeye dahi hatamul edemiyoruz.Yaşam hikayemizde gölgeler hep üsütümüzde kalacak gibi .Biz yinede özgürlüğü önemseyelim. Kimbilir belki bir gün mavi önlüklü türk çocukları anlarlar hüzün neymiş. umut neymiş ölüm neymiş !
Huzur içinde ölmek ! nasıl bir sonuçtur bilemiyoruz ‘.Öyle söylerler bazen huzur içinde öldü ‘ Bilinmeyen bir meçhuliyete tüm sevdiklerini alıştıklarını geride bırakıp yorumlanamayacak bir alana göçmek size huzuru verebilecekmi bilnmesi zor bir sonuç olur . Sizi siz yaban uzunca bir ömrü rahat yaşayabildiyseniz umutlarınızı gerçekleştirebildiyseniz.Sevgiye doyumsallıgı yaşadıysanız belki olasıdır. Tanrı tüm kullarını eşit bir kadere boyamamıştır.Herkesin renkleri farklıdır kaderinin .Kimisi allı kimisi zift karası !
Hani çocukken bir sofrada oturulurdu o çok bildiğimiz Anne yemekleri yüreğimizi ısıtırdı bilirsiniz. Gün oldu yitikleşip gitti bir zamanlar umudu bereber yeşerttikleriniz. Başka hayatlar girdi hayatınıza .Yorgun bakışlı kaderleri vardı beslediginiz o giri tüylü kedilerinizin. Kadınlar sevdiniz.Yüregi yorgun kadınlar. Özgürlügü korkularının cenderesinde bir başka geceyi yaşatırdı ömürlerine. Hani şairlerin deli diye küçümsendikleri sokaklarda şimdilerde sünepe bir itlik yoldaş olmuştu kaldırım taşlarına.
Özgürlük nedir bilirmisiniz. Kendini korumaktır yalana sosyusluga korkuya set çekip. Esmer bir hatun sevmelidir umut.Adı Anadolu olan bu topraklarda ana olan çocuklarına güneş ısıtmalıdır odalarını yetim hanelerin.İşçi evlerinde bir beyaz tülbentli kadın şarkılar söyler olurmuş yanlızlıgında. Hani ben hiç sensiz olmadım biliyormusun .Hiç bakmadım gözlerine senin .
Birgün o sıcak heybesinde yüreğinin bırakır gidersin umudu. Geriye ne kalır bilmiyorum güneş yine doğar toprak yine baharda dogurganlaşır Kadınlar anne olur melek kanatlarında işçiler helal ekmek götürür sütleri ak yuvalarına .Ah ne olur bilmiyorum .Yaşam şarkılar söyler yine genç bakışlarına Haydi ekmeği bölüşelim paylaşalım paylaşılacak olanı .Geride ne kalır ne gider anlatır hikayesi Anadolunun. 07.eylül 2022
Toplumun kendi kaderine kendisinin sahip olması emek sermaye ilişkisinin emekten yana özgürleşmesi bireyin hukuk gerçeğinde toplumun saygın üyesi olması çağdaş anayasal düzenin evrensel değerlerle biçimlenmesi. Düzenin halk egemenliği temelinde yoğunlaşması günümüz uluslarının karekterini oluşturmaktadır. Şehirlerin insan odaklı karekteri bunun mimariye sokaklara yaşama yansıması kültürel donanımlı bireylerin toplumu olgunlaştırdığı bir yaşamı amaç olarak görmek .
Yorgun bir ömrün sahipleriyiz ! Birileri umutlarımızı çaldı.Bizde bu çalma cesaretine mahkum olduk ! Ankara terk etti gençliğimi ben ona küskün değilim.Ben kendi mahkumiyetimi kendim onayladım ! Bana şarkılar söyleyin bu ülkenin ağaçları nehirleri kadınları erkekleri .Ölülerimi kutsayın benim .O kıldan ince sırat köprüsünde bana kol kanat gerin günahlarım .Hani ölümün geç geldiği soysuz bedenler olurya insan şaşırıp kalır o güzel insanlar göçüp gitmiştirde sinsi akıllı böcekler kalıvermiştir bu dünyanın keyfinde !
Tüm devrimci hikayeler büyük ülkülerden beslenir amaçsız bir hayat yaşam değildir ! Bunu anlamak çok geç oluyor biliyorum.
Ömrümüz inanın bize ait bir özel durumumuz olamıyor.Bir ömrün yaşanmasına aile toplum ekonomik güç yurttaşı olduğunuz ülkenin siyasal sistemi anlıyacagınız sizin dışınızda herşey ömrün yaşanmasında etki ediyor ! Durum böyle oluncada sizin ulaşabilme umudunu taşıdığınız amaçlarınız hayal olarak kalmaktan öteye gidemiyor !
Yaşamımımızın çok az dönemeçlerini kontolümüz altında tutabiliyoruz. Çogul olarak istenilen rölün yeteneksiz aktörleri oluyoruz. Büyük hataların içindeyiz. Kendimiz olamıyoruz .Suni kavramların dikta edilişine sessiz kalıyoruz.Gerçekçi ülkülere sahip değiliz .Devrimci bir cesaretle kaderimize katkı veremiyoruz.
Büyük halk kitlelerinin sömürünün gırdabında olmasının ana yanılgısı burda başlıyor.Toplumca Özgürlükçü çağdaş bir ömrü kendimize veremiyoruz.Bekliyoruz birileri gelsin ömür bahçemize çiçekler eksin.
Yaşam birilerinin insafına bırakılamayacak kadar sınırsız ve basit değildir.Yaşamayı istiyorsak bunu hak etmeliyiz. !
Seküler bir yaşam anlayışı bir çok sakıncayı toplumsal içerikte çözümleyecek görünüyor.! İşin özü olsa gerek Mantık bize seküler duruşu öncü kılıyor !
Yaşam gerçek üzre kuruludur.Gerçekte görecel olarak değişkendir. İtakadi Olarak temel kavramları sabitleyebilsek dahi değişen bir dünyanın geçken varlıkları olduğumuz aşikar bir durum olmaktadır.
Toplum kendi içeriğinde yapısıyla özgürleşmeye ya açıktır yada kapalıdır. Toplumun özgürleşmesinin içsel yapısıda Dünavi konumuyla paralellik taşır ! Farklılaşmanın içeriğinde kesin çizgi laisizimin içselleştilmesiyle ilgili bir durum olsa gerek .
Düzey sosyal devlet kavramında bireyin devlet toplum ve evren ilişkisinde kalıplarını ve düzsel yapısının tercihiyle öne çıkar .Burda sosyal demikrasi kavramını anlamaya çalışmak işi kolaylaştıracaktır diye düşüne biliriz !
Yüreginin hükümdarı merhamet olmalı .Bana merhamet göster .Mavi yakalı onur olsun avuçlarındaki nasır.Yorgun bir zamanın çocukları olduğumuzu unutma olurmu .Sonra Anadolu ol ama ürkütme gece boyu ışıldıyan zöhre yıldızını.Anaları ağlatma gidişlerinde.İsimsiz sahipsiz mezarları görünce dur ve hüzünlen.Bilki herkes göçecek bu ışıltılı şehirlerin ışıklarını bırakıp . O kıskanç bedenleri taşlaşacak vakti gelince.
‘Aklını kullan yaşamını yönlendir ‘ Bu söz çoğumuzun karşılaştığı duyduğu bir söylev ! Burda şöyle bir durum ortaya çıkıyor. Akıl tecrübede istiyor aklın kullanılmasına ihtiyaç duyulan tecrübeyi başka bir alanya görmek mümkün olamaya biliyor.
Ülkeyi meşru yapan mekanizma devlet oluyor ! Devlet önemli bir kavram.Aldıgımız nefesin kalitesini devlet belirliyor !
Günümüzde devletimiz işlevsel olarak sorunsal bir içeriğe sahipmiş gibi görnüsede izlenecek yol bilimsel ve çağdaş bir zeminde olabilirse herşeyin daha güzel olacağını düşünebiliriz !
2022 eylül ayındayız .Eylül bizim gibi orta yaş üstü erkeklerin bir çok hüzünü ortakça yaşadığı mevsim oluyor.Toros dağlarının yamaçlaeındaki Alanyanın sıcağını eylüdede hissede biliyoruz.Eylül hazan yapraklarının yüreğimizdeki sarımtırak rengidir.
Görüş çok öenmli bir yansımadır.Sizin yaşam kılavuzunuz olur ! Bu devlet mekanizmasında demikratik işlevin ana unsurları olan siyasi partiler içinde geçerli bir durumdur.Bakış açısı sizin toplumda ve dünyadaki yerinizi belirler.Partilerin düşünce içselinde bir özgün duruşu olmak zorundadır.Görüş eğilip bükülecek bir basit kumaş olarak degilidir.Topluma göre görüşte belirlenemez .Görüş toplumun işlevini yönünü belirler. Tarih sahnesinde özgünlüğü olan partilerin ülkemizde ve dünyada karmaşık bir belirsizliği yeni bir vizyon algısıyla benimsemesi gerçekçi olmaktadır.Biliyoruzki yanılgının azı çoğu olamıyor.! İktidara gelmek önemli değildir.Önemli olan iktidar olmaktır.Oda tutralı bir görüş özgün bir kararlılık istiyor.
Dogru olan ne ! Tüm kuşlar kanatlarını açsın ve uçmayı becersin.Özgürlük hareketle başlar !
Özgür olmalı saçları kadınımın.Ürkek bakmamamlı hayata .Bir eylül sabahında unutulan hikayelerinde Anadolunun onunda bir adı olmalı al bir atın üstünde ülkeler fet ederken umutlarım.
Aile vatan Tanrı ! Bu üç kavram hepimizin yaşam döngüsünün değişmez ana taşları oluyor ! Bu üç kavram çoğu kez bizi hırpalar olsada sonuç olarak bizlere güçte veriyor.İnsan denen varlık bazen yanlızlıga ilgi duyuyor bu ilgi bazı kişiliklerde tanrıyı red edişe kadarda gidebiliyor .Tabi bu durum gerçeği değiştirmiyor Tanrı varsa vadır yoksa yokluguda afakidir.Çünkü insan denen varlık tanrısız var olmayı beceremiyor. muhtaç olduğumuz en önemli duygu korunma duygusu olduğuna göre aile vatan tanrı vaz geçilmezimiz oluyor. İyiki tanrı var !
Yıllar oldu kısa tıknaz kadın birkaç dönüm arsayı çocuklarına bölüştürdü. Kızları evli olmalarına rağmen analarının yanında kalmayı uygun buldular .Kocaları ve kendilerini olası beklentilerinde haksız olmadıklarını ileri zamanlarda herkese göstermiş olacaklardı ! İşin özü birileri fani dünyanın menfaatleri için kendi kişiliklerinden varsa eger fedakarlık edebiliyor .Birilerinin gölgesinde ömür tüketip mal mülk sahibi olmanın keyfine erişebiliyorlar. Tabi buda bir tercih biraz rahat olmanız lazım böyle bir hedefiniz varsa. Kafkas göçmeni bir babanın oglu olarak ben bu sürece dahil olamıyorum.
Şöyle bir düşünü versek .Gök yüzünün o lacivert sonsuzluğunu dünyanın ihtişamını ve bizi meçhuliyete mahkum eden ölümü !
Egitim…..! ülke içeriğinde düşünülürse eğitim ülkemizde oldukça kaygan bir zeminde var olmaya çalışıyor !
Ülkede orta öğretim onkiyıl önemli bir zaman dilimini aslıen iyi ve donanımlı bir alt yapı oniki yılda bireyi toplumda kendini yönlendirecek beklentilerine ortam oluşturacak bir konuma getirebilir .Getiriyormu mümkün değil ! sonuçta gençliğin ortalama üç milyona yakını üst okul okumak istemine geçiyor (üniveriste ) Bunlardan bir milyona yakını ikiyüze yakın üniveristenin örgün ( yüzyüze ) eğitimine kavuşuyor.Bu öğrencilerin yüzde onu belirli düzeyde kendi amaçları dogrultusunda sonuca ulaşırken çoğunluğu yetersiz ve gereksiz bir eğitim süreceinden sonra kapital düzenin işsizler ordusuna dahil oluyorlar. Üstelik yüksek beklentilerle ‘ üniversteliyim iş bulamıyorum ‘ sarmalından kurtulamıyor ! Asılda üniveristeler birincil olarak bilim merkezleri konumunda olurken istihdama hazırlama sorumsalında yetersiz kalabiliyorlar. Burda devlet pilanlaması teknik eleman ara elaman gerekselini görmezden gelen üstelik dinsel motifleri oldukça genişleten bir eğitimsel tercih toplumu çıkmaza sokuyor ! Burda birey kendi geleceğini kendi becerisiyle olgunlaştırıp üniversiteye yüklediği sorumluluğu çabayla kendi roatasına almak durumunda olması gerektiğini idrak edebilmelidir. Sİtatü unvan gibi varsallar yaşamı idere ettire bilmek için yeterli olmaya bilmektedir. İşin birde şöyle bir durumu var ülkede üniversiteye ulaşıma ortam yaratılmalıdır .Özellikle uzaktan eğitimin mümkün olduğu disiplinlerde bu ortam kullanılmalıdır. Ülke için Anadolu Üniveristesinin bu çabaya yüksek katkı verdiğini söyliyebiliriz ! Son söz Egitim için üniverste gereklidir ama elzem değildir.Okuma ve yazmayı biliyorsak gelişmeye açık bir yolun yolcuları olduğumuzu bilmek durumundayız !
Yapabildigimiz tek şey yanlış bir hayatı kabullenmek oluyor , Yaşamayı hak etmiyen korkak ruhların sahibiyiz .Böcekler ruhumuzu kemiriyorda kovmaktan aciz kalıyoruz .
Saçma çok saçma. Sesler yanlış notaların sesleri türküler acılı yürekleri dağlıyor bu ülkede ,Bu ülke Anadolu ……!
Yaşam bizim yaşamımızsa bırakın kaderimize biz yön verelim .Tanrı bu hakkı bize vermişse ölüm bizim içinse yaşamda bize aittir. Karanlıgımız mahkûmluğumuz olmamalı .Güneş her sabah doguyorsa umut her daim yoldaştır yüreklere.
‘ Dünya boştur’ deriz ama bu boş dünyanın hayallerimize toprak olduğunu görmezden geliriz !
Birşeye anlam yüklemek kendinizle ilgili bir durumdur. ‘Bu insan çok iyi ‘ yada ‘ Bu düşünce çok sakkat ‘ gibi bakış açıları sizin yaşam duruşunuzun tipik yansımalarından öte bir sonuç degilidr. Büyük halk kitleleri çoğunlukla önemsedikleri değerlerin sömürü kıskacında ömür tüketirler. Azınlıkta olanlarsa değerleri çok önemsemezler sahiplenmiş görünürler.Gerçi sahiplenilen değerlerin aslında yüzeysel varsallar oldugunuda çoğumuz hissederiz. Niçin böylesi kırık aynalara baskıp yanılgılarımızın mahkumiyetini yaşarız bunu anlamak gerçekten zor.
Birey emekle değerlenir.Emek harcamadığınız kazanımlar sizin hakkınız olamaz.Olmamalıdır. Eşitlik emeğin kazanımlarını paylaşmakla ilgili bir durumdur. Geçmişten gelen her görüş varsayımdır.Varsayım olasılıkla imkânsızlığı aynı heybede omuzlarımızda yük olarak ömrümüzce bizim yükümüz olur. Taşıdıgımız bu yük gereklimidir tartışmaya açık bir durumdur
İnsan yaşamının her olgusunda haz almanın bunuda doğal sevisel olguda biçimlendirmenin bir gerekçesi vardır.Oda yaşamın yalın olmasıyla ilgili bir durumdur.Birey toplumda neye sahip olmak istiyorsa bunu sahiplenmenin eşitcilligide içinde taşıması gerekir Benim doğrularım toplumun yanlışlığı olmamalıdır.Özgürlük nefes almanın bir başka yolculuğudur. Özgürlügün olmadığı bir yaşam ömrün acısıdır
Hani dağlarda ırak çok ırak umutları besler bulutlar .Kara bir çadır kurmuştur yörük göçerleri kapıda bir çoban köpeği heybetli ölüm beklenir olur geçkin zamanlarında ömrün. Issız kadınlar anlatır hikayesini yitenlerin .Mevsim son bahardır .Yaprakları döküktür umutların.
Kavun karpuz ve üzüm .Sevdigim meyveler tanrı doğasında bu güzellikleri bizim için yaratmış. Salı pazarında ev kadınları dolaşıyor yorgun yüzlü türk kadınları onurlu anneleri bu toprakların cüzdanlarındaki kısıtlı paralarını daha gerekli ihtiyaçlar için harcıyor .Acaba bir toplumda insanlar asgari ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklar .Neye ne derece sahip olma şansını yakalıyacaklar. Bir yanda lüks taşıtlarda caka satanlar görkemli konutlarda ışıltılı hayatlarını yaşayanlar öte tarafta kavun karpuz ve üzümü sofrasına koymaya takatı yetyen emektar insanları bu ülkenin. Biliyorum acı olgunlaştırırmış insanları yüreklerindeki yarayı közletir üzerine melhemler sürülmez kabuklar oluştururmuş.
Perdeleri açık kalmış odalarda uyumak istemem kendimce bir gizi olsun ömrümün .Esmer bakışlı bir umut burdayım deşsin hikayesinde.
Sizin cennetiniz benim bu yaşamda felaketim olamaz.Red ediyorum.Ben tanrıma cenneti için değil tanrım olarak gördüğüm için kul oluyorum.Ötesi yaradanın takdirindedir biliyorum. Toplum özgür düşüne blidiginde özgür yaşar ve gelişir.İnançta özgür bir toplumda çiçek açar.Siz oksijeni tüketilmiş bir canlının yaşadığına şahit oldunuzmu ! İnancın oksijenide özgürlüktür.Kalıplara sokulmuş bir ruhun mümin olmasını beklemek büyük bir zaaf olur.
Yaşam İzdüşümünde sorgulamak ve anlamaya çalışmak bizi gerçeğe götürecektir. Her şeye rağmen sabaha eriştirsek umutlanabiliriz ! (2022 alanya )
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.