- 260 Okunma
- 0 Yorum
- 3 Beğeni
NEREYE BÖYLE?
NEREYE BÖYLE?
Anne kucağı, okul,hezeyanlı bir gençlik ve derken kendini bulur insan. Ne var ki bu kendini buluş, yerini bir başka şeye evirmiş, maddi kazanımlarla çılgına dönen benlik, iç dünyasındaysa adeta bir savruluşun derin izlerini taşır hale gelmiştir. Korkarım bu savruluş köklerimizle bizi var eden değerleri de başka bir yere sürüklemekte ve farklı zemine doğru sürüklenmekte insan...
A. Tofler, bu durumu onlarca yıl önce sanayi toplumlarının ve veya giderek sanayileşen, endüstrinin ağır çarkları altında ezilen insan yığınlarının giderek birbirlerinden koptuklarını, kopacaklarını dile getirmişti. Her şeyin otomasyon devrimi ile üretilegeldiği günümüz insanı, gerçekten de kendini bile unutur hale gelmiş ve adeta nevrotik bir haliyle hayatla yüzleşmek durumunda kalmaktadır.
Nüfusun giderek artması, üretim-tüketim ,ulaşım,iletişi,bilişim sektöründeki devasa ilerlemeler, bazı nesilleri çoktan geri plana itmiş, kuşaklar arası çatışmalar hat seviyeye çulaşmıştır dersek, abartı olmaz sanırım. Müştereklerimiz ne kadar da azaldı değil mi? Hani bir ve beraberce yapılınca işler, eğlenceler daha bir anlamlıydı, hayat doluydu. Ve fakat en haz duyulan toplu eğlencelere dahi ekrandan katılacak noktaya ulaştık, bakın trajediye. Soğuk ve ruhsuz ekranların esaretinde, kişiler arası yüz yüze iletişimin de adeta çevrimdışı hale gelmiş olmasının hezeyanları. ...
Düşünsenize bir, oldukça emek vererek aldığını puanla ve veya gösterdiğiniz performansla elde ettiğiniz kazanımların sunacağı gerçek ortamları hayal ederken, hüsnü hayale uğruyorsunuz. Bir akademisyenle daha bir kez gözgöze gelmeden, birlikte bir şeyleri paylaşmanın ve birlikte yorulmanın ve başarılara koşmanın yerini ekrandaki dersler adeta robota bağlamışçasına elinizden almışlar. Tam da bir hayal kırıklığı değil mi? Kendimizile gurur duyabileceğimiz, kendimizden bir şeyler katabileceğimiz şeyler giderek azalıyor ve bu durum bizim hayata bağlanmamızda vesile olan çokça şeyi alıp götürüyor elimizden avucumuzdan. Hani tozu dumana katmak vardı. Nasıl olacak şimdi bu? Olan şey, tozu dumanı sadece yutmak sanırım. Nerede kalmış tozu dumanı katmak!?
"Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği" romanının özünde ve felsefi olarak da fırtatın gereği olan bu varolmak mevzuu, varmış gibi olmaya dönüşmüş değil midir? Kısacası mışlı,mişli yaşıyoruz dersek, yalan olmaz elbette. Siz söyleyin yazsın, siz düğmesine basın temizlesin, siz komutu verin kombiniz yansın,... daha neler neler. Peki, bunları yapan onca teknolojinin bıraktığı; emek yoksun, yetenek,özveri ve kısacası hayat yoksun bir zemin neler kattı bize? Asıl soru bu değil mi? Teknolojideki ilerleme oranında insanların mutluluk endeksi de düşüyor sanırım. En azından benim için bu böyle. Etliye, sütlüye değmeden bir hayat ne kadar kof,ne kadar banal ve sıkıcıdır. Tuzsuz, tatsız bir yemek gibi oldu şu hayat.
Yukarıdaki serzenişlerin çoğu az gelişmiş veya gelişmekte olan ülke insanlarının karın ağrısı. Zira, elit seviyelerdeki insanlar ;doğa ile böcekle, kuşla, meyve ve sebze bahçeleri ile, kuzularla, ördeklerle paylaştıkları o gerçek hayatın içinde dokunarak, hissederek yaşarlarken, bizler de onların bu özlenilesi, imrenilesi hayatlarına ekrandan misafir oluyoruz, İşte aradaki sınır; ekranın hangi tarafı hayat, hangisi daha tercih edilen...Bu sorulara çözüm olabilecek yaklaşımlar hayat bulmadıkça; eşler arası çatışmaların, iş doyumsuzluğunun, veli olma hazzının doyasıla yaşanmayacağı da gün gibi ortadadır.
Ne diyelim, acınası durumdaki insanlığımızın halini resimlemeye çalıştığımızda ortaya çıkan budur işte. Trampeti çalanı izlemek istemiyoruz, onu çalan el olmak vardı ya. Saygı ve selamlarımla.
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.