- 324 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Gidiş O Gidişmiş, Bilemedim...
O gün evden ayrıldığımda, kapıdan son çıkışım olduğunu bilmiyordum. Ofiste son günüm olduğunu bilmem de mümkün değildi. Herzamanki gibi kavga etmiştik hanımla ama bu kadar büyük bir sonucu olacağını tahmin edememiştim. Herzamanki kızgınlığımla evden basıp gidişimdi bu, bir kez daha; sıradan bir olaydı yani... Ne farkı vardı ki... Defalarca çekip gitmiştim, ona, buna ya da şuna kızıp. Hanımla kavga edecek çokça nedenim vardı; arayıp zar zor bulup çıkarmak gerekmiyordu. Ama onun evde olmasına da alışmıştım iyice. O yüzdendi çekip giden tarafın ben oluşu... Oysa o evi almak için çok baskı gördüğüm nice işte ne stresli günler geçirmiştim ne stresli geceler. Hep kızmıştım ona çalışmadığı için, bütün stresi omuzlamak zorunda olduğum için. Ama ne kadar kızabilirsin ki, sonuçta hükümetin icraatları ortada... İşsizlik o kadar yüksekti ki –hâlâ öyle- işsize kızmak ne haddime... Zaten çalışanların çoğu da ya asgari ücretle çalışıyordu ya da merdivenaltı işyerlerinde sözleşmesiz, her an atılma tehdidi ve korkusuyla... Ondandı hanıma kızacağıma hükümete saydırıp duruşum... Ama yetmiyordu işte; hanıma da ayrı kızıyordum, bir neden çıkıyordu illa ki... Falanca aileye imrenirdik, iki taraf da ne güzel çalışıyor; bilmeden evdeki fırtınaları, defalarca boşanmadan ve nice nice kara sonuçtan döndüklerini... İnsanlar kötü zamanlarında ortalarda görünmüyorlar ki bilelim, çok güzel hayatları var sanıyoruz onları tam da bu nedenle. Onların da kapkaranlık günleri var mıydı, çoktu. Hem naz da çekmezmiş onlar kızgınlıkta küslükte.
Ben hanımla her kavga edişimde bir bahaneyle evden çıkar, en azından “işe gidiyorum” ya da “arkadaşlara gidiyorum” derdim ve yalan da olmazdı hani... Yalan da olmazdı elbette ama sonra dönmezdim işte. Kızardım, çok kızardım. Akşam geleceğim diye bana en sevdiğim yemekleri yapardı hanımım, eğitimli olup da çalışmamasından utanarak, omuzlarımdaki stres yüküyle çöküşümü çaresizce izleyerek... Açmazdım telefonu “yemek hazır” diye aramak istediğinde. Sonra bir daha ve bir daha arardı da açmazdım. O zaman anlardı birşeylere kızdığımı. Israrla arardı, on kere yirmi kere, belki sonunda açarım diye. Sonra bırakırdı. O da bilirdi saat ona doğru, olmadı onbire doğru, “arasa da artık eve dönsem, barışsak” kıvamına geleceğimi... Ama yine de bilirdi böyle uzun uzun aramasından hoşlandığımı. Açmadığım her bir araması, beni aslında ne kadar çok sevdiğini hatırlatırdı bana. Yumuşardım, yumuşardım, sonra telefonu açmaz ama eve dönerdim. Sonra da içeri girdikten sonra telefonu açar, yanıt verirdim. Bir oh çekerdi.
Yine aynısı olur diye düşünmüştüm. Ama sanırım bu kez durum daha ciddiydi. Evin borcunu daha yeni bitirmiştim. Artık bir rahatlama gelmişti üzerime. Eskisi gibi kontrollü değildim hayatta. “Bana birşey olursa ne yapar hanımım” hissiyle şahlanan bütün o kaygılar yitip gitmişti. Tehlikeli sporlara bile yeniden ilgi duymaya başlamıştım o borç yıllarından öncesi gibi. Dünyaya yeniden gelmiştim sanki. Bitmişti. Beni her gün her gün aşağılayan o iş ortamına dönmek zorunda değildim. Kaç yıl kendimi tutmuştum. Yalakalık yapmamıştım ama olağan koşullarda karşı çıkacağım her uygulamayı olumlu tarafından görmeye çalışmıştım ve bu çalışma çabasına zamanla alışmıştım. Herşey yolundaydı artık. Yine kavga ediyorduk ama ikimiz de birbirimiz olmadan yapamayacağımızı bu süreçte çok iyi anlamıştık. Ya da ben öyle sanıyordum.
Neye kızmıştım o gün? Benden habersiz mobilya almasına. Yüklü bir faturaydı ve bana sormamıştı. Üstelik de kaynanayla kayınpederi davet etmişti eve yeni mobilyalar için. Kaynana ve kayınpederle bir araya gelmekten hiç hoşlanmazdım. Ara ara görüşmeli ama aynı evde yaşamak... Olmazdı işte o zaman. Ayağını koltuğa uzatamazsın bile rahat rahat. Sürekli bir “gözetleniyor muyum” kaygısı, her gün her gün zorunlu olarak sohbet etme sıkılganlığı... Hiç kendim gibi hissetmezdim kendimi onlarla bir araya geldiğimde. Kötü insanlar mıydı yooo... Ama aynı evde olamıyordum işte, belki yetiştirilme koşullarımdan kaynaklanıyordu, bilemiyorum. Hanımım da pek hoşlanmazdı öyle kaynana ve kayınpederle vakit geçirmekten. O da benim gibi özgürlüğüne ve bağımsızlığına çok düşkündü. Ama o gün kaynanayla kayınpederi çağırmıştı işte eve. Ne zaman gelseler bir terslik olurdu ve ben geldikleri gibi dışarıya atardım kendimi ve onlar evden ayrılana kadar dönmezdim.
İşte o gün onlar gelmiş hem de gitmiş hanımım pahalı pahalı mobilyaları doldurmuş eve bana sormadan. Girdik mi yine borca... Ve bu borç için yine o streslere gireceğim iyi mi... Ne güzel müdüre dikleniyordum evin borcunu bitirdikten sonra; ne güzel dayılanıyordum tırı vırı edenlere ofiste. Ama şimdi... Ama şimdi tüm o özgürlük günlerim geride kalmıştı ve bana bile sorulmadan olmuştu bu... Bağırdım çağırdım hanıma. Eskiden bağırıp çağırmadan kızardım, çekip giderdim ama sesimi yükseltmezdim. Bir nevi küserdim yani ama kızgınlığımı belli etmezdim. O gün daha farklı olmuştu bu açıdan. Kızgınlığım iyice açığa çıkmıştı; birkaç tabak çanak kırmıştım sanırım. Sonra da basıp gitmiştim herzamanki gibi... İşteki özgürlüğümün elimden alınmasına kızmıştım; bana bunun hiç sorulmamasına kızmıştım; işte özgürlük olmayınca hayatta mutlu olamayacağımı bildiğimden, bu kadar yakınımdayken mutluluktan uzaklaştırılmama kızmıştım. Aslında şimdi bakınca anlıyorum o gidişin neden son gidiş olduğunu... Daha farklı çarpmışım kapıyı bu kez... Ama bunu anlamam olanaksızdı o sırada.
Çıkınca kimseyle konuşmak istemedim dışarıda. Kime ne anlatacaktım ki... Özgürlüğüm yine elimden alınmış. Amaçsızca yürüdüm, uzun uzun yürüdüm. Kendimden geçtiğim de oldu. İnsan birşeye kızınca sağlığına da dikkat etmiyor. O dalgınlıkla değişik görünümlü genç bir kadının peşinden gittiğimi anımsıyorum hayal meyal. Kuş tüyleriyle süslüydü saçları... Sanki tanışıyorduk, yadırgamıyordu takip etmemi. Kim olduklarını bilmeden ne çok insan takip ediyoruz şu hayatta öyle değil mi... Her neyse, sonra bir yere geldik ki köpekler kükrüyor adeta. Bıraksalar bizi oracıkta paramparça edecekler. Ama sahiplerinin sesini duyuyorum sonra, arkadaşıyla ya da belki oğluyla konuşuyor: “Bırakalım gitsinler, bize bir zararları yok.” Yol birdenbire daralıp dikleşiyor sonra, sanki keçi patikası bu... Çok zorlanıyorum çıkmakta; “bunun bir de inişi var, ne yapacağız” diye geçiriyorum içimden. Yükseltideki düzlükte duruyoruz sonra. Bir kuş yuvası görüyorum burada; bu, bir kartal. Nedense yuvasına kadar getirmiş beni. Yiyecek bekleyen yavrularının kocaman açılmış ağızlarını görüyorum. Gidip geliyor birkaç kere, ne avladıysa getiriyor her uçuşta. Yadırgamıyor orada olmamı, neden acaba... Özgürlüğünü yitirmiş bir insanım ben şimdi, belki ondan... Bir şamar oğlanıyım artık bütün şirketlerin itinayla altını çizeceği üzere... “Evet efendim sepet efendim”e doğru ışık hızıyla ilerleyecek kadar zincirlenmişim yine. “Zararsız” demişti köpeklerin sahibi ve belki aynısını düşünüyor kartal da...
Kayboluyorum, şaşırtıcı mı bu? Elbette kayboluyorum... Telefona bakıyorum, haritadan bir yol çıkarıyorum kendime. Zaten kartal da üstümde uçuyor. Bana hep yol gösteriyor gibi geliyor. Akşam yemeği saati de gelmiş, arar diye düşünüyorum ama aramıyor. Saat dokuz, derken on oluyor, onbir oluyor hatta. Utana sıkıla eve doğru gidiyorum, eve gireceğim ama dış kapıdan kayınların sesini duyuyorum; sohbet ediyorlar, çok mutlular, sanki kutlama yapıyorlar. Bensiz ilk günün kutlaması mı bu?.. Asla yanıt veremediğim ve veremeyeceğim bir soru... Sessizce uzaklaşıyorum oradan, kimseye farkettirmeden. Telefonumu da kapatıyorum. Zaten bu saatten sonra niye arasın... Olan oldu bir kere... Artık herşey için çok geç...
Ondan sonra biraz orada biraz burada kalıyorum. Herkesin ailesi var, kaç arkadaş nazımı çekebilir ki; çekseler bile kaç gün çekebilirler, onlar da haklı... Tüm barışma çabam da sonuçsuz kalıyor. Demek ki hanım iyice kafaya koymuş ayrılmayı, iyice birikmiş herhalde herşey. Zaten bu kadar kavgayla şimdiye kadar sürmesi bile inanılmazdı. İşe gidesim de gelmiyor artık; bütün o borçsuzluktan kaynaklı havam sönmüş; beni umutlu geleceklere götürecek yelken de delinmiş, direk kırılmış, daha da yapacak birşey yok... Zaten çalışıyor olmak beni yeniden zincirlemeleri için bir gerekçe olacaktı. “Çalışıyorsun madem, biraz daha borçlan bari” diyeceklerdi illa ki...
Uzak bir şehre gittim birkaç ay sonra, inşaatlarda çalıştım. Daha fazla sömürüldüm ama işçilerle çalışınca kendimi daha iyi hissettim. Birlikte bir iş yapmanın iyileştirici etkisiydi belki bu... Eski eşimi aramayı bıraktım. Belki hâlâ evliyizdir resmi olarak, hiç takip etmiyorum artık... Çok eski bir arkadaşım söyledi bana, o gün aldığı mobilyalarla evi yabancılar için kiraya vermiş hem de çok fahiş bir rakama... Düzenli bir geliri olmuş; annesiyle babasıyla kalıyormuş. İki taraf da memnunmuş bu durumdan... Ben bu tabloda zaten fazlaydım... Böylesi daha iyi oldu belki... Son gidişim olduğunu bilmeyerek gidişim...
Sesim güzel diye bir de işçiyim diye aday yaptı beni bir parti, hâlâ inanamıyorum. Böyle partiler de var mıymış... O zamanlar çok ilgisizdim politikaya. Borçlu adamın siyasete ilgisi olsa ne olur olmasa ne olur... Şimdi borcum da yok eşim de, evim de yok yurdum da... İnşa ettiğimiz yüzlerce binada bizim emeğimizden hiç bir iz de yok; herşey yok oğlu yok; ama bilsin istiyorum herkes, bizim inşa ettiğimizi bütün o evleri...
Aday oldum, seçilir miyim bilemem; seçilmesem de olur; sırtımda yalnızca tuğlanın çimentonun yükü olsun isterim bundan böyle, memleketin yıllarca çözülemeyen meselelerinin ve çözemediğim kendi kişisel meselelerimin yükü değil... Onlar çok daha ağır... Ama yine de, dönüşleri olan gidişlerin insanı olmak isterim, eski günlerde olduğu gibi...
1 Ekim 2015
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.