- 511 Okunma
- 10 Yorum
- 3 Beğeni
ÖTEKİLERİN HİKÂYESİ 3 (NAMUS BELÂSI)
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
ÖTEKİLERİN HİKÂYESİ 3
(NAMUS BELÂSI)
İsmim Şahika!
Anlamı doruk demekmiş. Bir gün, ben de toplumun ayaklarıma vurduğu zincirleri kırıp, ismim gibi doruklara çıkabilir miyim bilmiyorum?
Gülengül benim ablam imiş. Annemle babam, Gülengül’ün ortadan kaybolmasını, O’nun denize düşerek ölmesi olarak anlattılar bize.
Kendileri de buna inanmıştı. İnanmak zorundaydılar. Yoksa, ikisinin de kendilerini toplamaları imkânsız olacaktı!
Bu yaşanan acı olaydan sonra, her ikisi de senelerce memlekete dönmemiş. Tüm aramalara rağmen Gülengül bulunamayınca, artık umutları kesilince, kışları doğudaki köylerine gelmeye karar vermişler. Yaz mevsiminde yine mesleklerini icra etmek için İstanbul’a gideceklermiş!
Babamın abilerinden birisi oldukça anlayışlı, diğeri ise zalim despot birisiydi.
Zaten, babama buraları bırakıp gittiği için, kendi başına evlendiği için, içten içe diş bileyip duruyormuş! Gülengül ’ün ölüm haberi onu iyice çileden çıkarmış. Babamı teselli edeceği yerde babamın üstüne saldırıp evire çevire babamı dövmüş. Diğer amcamın, babamı onun elinden kurtarmaya gücü yetmemiş! ’’Bundan sonra buradan kımıldamayacaksın! Ölümün benim elimden olur!’’diye de tehditlerini sürekli yinelemiş.
Babamlar, köyde babaannemin onlara ayırdığı bir göz odada mecburen yaşamaya devam etmişler. Bu arada abim ile ben dünyaya gelmişiz. Abim kara gözlü, ben ise yemyeşil gözlüydüm. "Annemle babamın neden gözleri görmüyor" diye hep kendi kendime sorar içlenirdim. Abim babamın elinden tutar köyde yürüyüşe veya bakkala götürürdü. Ben de annemin elinden tutar, akrabaları ziyarete götürürdüm. En çok büyük amcamın evine giderdik. Yengem her zaman bizi güler yüzle karşılar, saatlerce bizimle sohbet eder, önümüze sofra açmadan bizi göndermezdi. Annem de babam da o evde hep huzur bulurlardı. Böyle böyle yıllar geçti. Ancak bir gün babam dayanamadı." Yarın bavulları hazırlayın kimseye söylemeden İstanbul’a gidiyoruz’’ dedi.
Babamın bu kadar yıl dayandığına şaşıyordu annem! Heyecanla ve ürkerek bavulları hazırladık. Sabah erkenden kimselere görünmeden ve haber vermeden, köy arabasına binerek şehire ulaştık. Istanbul otobüsü için biletlerimizi alarak yolculuğa başladık. Annem derin bir nefes çekerek " Kurtulduk. On yıllık esaret nihayet bitti" dedi.
Abim 9 ben ise 8 yaşında idim.
Bizler, hem birbirimizi,hem anne babamızı koruyorduk. Bu ömür boyu böyle devam edecekti. Köy ilkokulunda abim üçüncü sınıfa, ben de ikinci sınıfa yeni geçmiştik. Ikimiz de okuma yazmayı öğrenmiştik. İstanbul’da okula gitmeyektik . Anne babamızdan hiç ayrılmayacaktık! Beş altı yıl memlekete dönmedik. Çalıştık.
İstanbul büyük şehir. Bizler asla dilenci değiliz. İş bulabilirsek şayet, parklarda geceleri annemle babam sahne alarak şarkılar türküler söylüyorlar. Ara ara ben bile sahne alıyorum. Ses rengimi çok beğeniyorlar. Bu arada ben de 15 yaşıma girdim. Bazen parklarda, bazen sokaklarda müzik ile paramızı kazanıyoruz. Abim 16 yaşında o hep bizim korumamız gibi dolaşıyor. Paraları toplamak bütçemizi yönetmek hep onun görevi.
Benim çok güzel bir genç kız olduğumu söylemeye başladılar. Aynaya baktığımda ben bile kendimi beğeniyorum. Çağla rengi gözlerim ve uzun kirpiklerim herkesin fazlası ile dikkatini çekiyor.
Babamın memleket özlemi baskın çıkınca, her şeyi göze alarak köyümüze geri döndük.
Ne olduysa o zaman oldu!
Beni istemeye gelenler olunca, amcamlar, babamın aklına girerek beni kocaya vermeyi kararlaştırdılar. Hemen söz kesip düğün için gün belirlediler. "Güzel kızın ardına düşen çok olurmuş." "Evlendiğim adam benim namusumu korurmuş!" Ne diyorlardı hiç anlamıyordum. Ne kadar istemesem de, bana fikrimi soran olmadı. Kısa sürede düğün yapıldı.
Evlendiğim kişinin ailesi ile birlikte kalacaktık. Ben, 15 yaşında küçük bir gelin oldum. Gelinliğim bir gün sürdü. Ertesi günden itibaren ben, evin her türlü işine koşulan gelin idim. Benim ismim "gelin" olmuştu artık.
"Gelin ocağa aş koy!"
"Gelin çamaşırları yıka !"
"Gelin kayınbabanın ayaklarını otur yıka! "
Bu muydu evlilik? İsyan ediyordum. Ben daha ana kuzusu iken beni kurtlar sofrasına atmışlardı.
Eşime ne zaman sıkıntılarımı anlatacak olsam beni susturuyor konuşturmuyordu.
Yakında askere gidecekti. Ben o zaman ne yapacaktım? Kimsenin umurunda değildi. Herkes halinden memnundu.
Her akşam istemeye istemeye kayınpederin ayağını yıkıyordum. "Ovala daha ovala!"dedikçe sinirden kahroluyordum.
Sabah uyanır uyanmaz eşim, işine gidiyor, ben dolap beygiri gibi işleri yoluna koymaya çabalıyordum. Benim kaderim böyle imiş! Güzel olmasaydım keşke! Beni o zaman belki kocaya vermezlerdi.
Biz daha birkaç aylık evliyken, eşim askere gitti. Bana da"sakın ola ki ana babama hürmette kusur etme! Ben gelmeden de ailenin yanına gitmeyi aklına bile getirme!"deyip çekip gitti.
Kayınpederim ,eşim gider gitmez beni göz hapsine almaya başladı. Sürekli gözü üzerimdeydi. Bir gece ansız odama girince neye uğradığımı şaşırdım. "Kocan gelinceye kadar benimsin artık "diye yatağıma girmeye çalışıyordu. Deli gibi yataktan fırladım ve açık olan pencereden kendimi dışarı attım. Yalınayak ,kör karanlıkta nereye gittiğimi bilmeden koşturuyordum.
Hiç tanımadığım bir evin kapısını var gücümle vurmaya başladım. Nefes nefese idim. Soluk almakta zorlanıyordum. O eve sığındım. Durumumu anlattım. Sabah amcam oğulları gelip beni aldılar.
Ama kayınpederim," bana iftira ediyor. Ben onu sığındığı evin oğlu ile gördüm " demiş.
Ne anlattı isem bana inanmadılar.Annem babam ağlayıp duruyorlardı. işte beni en çok bu kahrediyordu.
Aile meclisini toplayıp hakkımda hüküm verdiler. Beni, ya öldürüp bir çukura sessiz sedasız gömecekler ya da halamın oğullarından biri beni mayın tarlasının ortasına kadar götürüp orada bırakacaktı.
Babamın ve annemin yalvarmaları asla fayda etmiyordu. Biz İstanbul’da iken büyük amcam vefat etmişti. O sağ olsaydı asla buna izin vermezdi.
Beni saçlarımdan sürükleyerek arabaya bindirdiler. Kulaklarımda sadece babamın ve annemin acı feryatları vardı. Kör küküm insanların elinden ne gelirdi ki? Onları ’’namusumuzu beş paralık ettiniz!’’ diye susturup çökertmişlerdi. Bu namus, böylece temizlenmeliydi! Sahi, ben nasıl bir namussuzluk etmiştim?
Beni sınıra yakın bir köyde, bir eve kapattılar.
Sabaha kadar annem ve babam için göz yaşı döktüm. Artık onlar iflâh olmazdı bunu biliyordum. Sabah ortalık daha aydınlanmadan beni sürükleyerek evden çıkardılar. Mayın tarlasına girmiştik. Belirli bir yere kadar birlikte yürüdük. Halamın oğluna yalvardıkça "suss!" Diyordu.
Bana,"bundan sonra, kendi başına yürüyeceksin. Karşıya geçersen kurtuldun. Geriye dönersen ben seni vururum! " dedi. Ciddiydi. Elinde tabancası bekliyordu. Ben sadece mayın tarlasının içinde ağlayarak yoluma devam ediyordum.
Dağların doruklarında Gülengül’ü bana ellerini uzatmış gülerken gördüm. Gözlerimde yaşlarla ona doğru koşar adım yürüyordum artık.
KARDELEN(Ayrıkotu)
O5.05.2022
Tülay Sarıcabağlı Şimşek
Dinar/Afyonkarahisar
YORUMLAR
Okullarda namus üzerine ders okutulmalı ve namusun insan bedeninin tam olarak neresine denk geldiği tarif edilmeli yoksa insancıklar yanlış çıkarımlarla dramlara konu oluyorlar. Tanrı,yürü ya kulum dememiştir hiç bir kutsal kitapta,aksine oku demiştir yani eğitim olmadan bu dramlar durmayacak.
AYRIKOTU
AYRIKOTU
Hikaye fondaki resim birbirini tamamlamış. Sanırım devamı gelecek.
Kaleminize sağlık
Saygılarımla.