- 325 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yuvaya yolculuk
Ne hayalleri vardı. On dört yaşındaki o kız çocuğunun, kimseyle paylaşamadığı ve diline getiremediği. Oysa o küçük kız yüreğinde Çalıkuşu’nun Feride’si gibi Anadolu’nun ücra bir köşesinde öğretmenlik yapmak vardı. Öğretmen olması içinde okuması gerekti. Küçük yaşına rağmen sonbahar rüzgarları gibi bir oraya bir buraya savrulup duruyordu.
Dünyayı ,insanları tanımak için daha çok erkendi. Önce kendini tanıması için büyümesi lazımdı. Daha bu duygular kendine yabancıydı. Duygularla tanıştıkça kendini tanımak ve yönetmek kolaylaşırdı. Hayatı çok odalı ,geniş bahçesi olan bir eve benzetiyordu. Bu evin güneşe bakan ,ay ışığı ile aydınlanan ,odalarının yanında karanlık, ,dar, inişli ,yokuşlu çatısı ve merdivenleri de vardı. En iyisi mi yaşayarak öğrenecekti. Dünya kendine adil davranacak mıydı?
Ailelerin ve toplumun çocuk olsanda beklentileri sıralamakla bitmiyordu. Kendilerinin çocuk olduklarını çabuk unuturlar ,yargıları ,eleştirileri devam ederdi. Zaten çocuk olmadan büyümüşlerdi. Onlarında suçu yoktu.
Erginlik çağında insanın kimlik bulma yaşı sancılı geçiyordu. Psikolojik baskıların olduğu yer ve mekanda nasıl nefes alınırdı.
Edebinle okula gidilecek,bir dakika geç gelmeyeceksin. Yolda biri adres veya bir şey sorsa cevap vermeyeceksin. Erkek sineğe bile dönüp bakmayacaksın ve daha binlerce benzer baskılar.
Babamın amcama sıkı sıkı tembih ettiğini ,gizlice kitaplarımı,defterlerimi karıştırdığını ,kontrolda olduğumu kaç zaman sonra duymuştum. Ne aramıştı o zamanlar şimdi bile merak ettim doğrusu.
Lisedeki dersler çok ağırdı. Orta okul gibi değildi. Modern matematikle yeni tanışmıştım. Derslere düzenli ve istekli çalıştığımdan notlarım iyiydi. Malatya’nın kışı soğuk ve karlı geçiyordu. Ceketim kalın olmadığından çok üşüdüğümü hatırlıyordum.
Zaman akıp geçiyordu. Cemre baharın habercisiydi. Havaya ,suya, toprağa düşmüştü. Havalar ısınmıştı. O soğuk kıştan eser kalmamıştı. Sıradan bir gündü yine. Ben içeride kitaplarımı toplayıp okula hazırlanıyordum. Yengem komşuları ile salonda oturmuş ,çaylarını içerek koyu sohbet ediyorlardı. İstem dışı kulak misafiri oldum. “ Nasıl ders çalışıyor, hiç başını kaldırmıyor, bana yardımı olmuyor ,çamaşır yıkamaktan yoruluyorum “ diye hakkımda konuştuğunu duydum. Bir derece haklıydı da !Çamaşır makinası çok lükstü o zamanlar .Çoğu evler de bulunmazdı. Yengem haftanın bir gününü çamaşıra ayırırdı .Akşama kadar yıkadığı olurdu. Yorulmaması elde değildi. Yine de duyduklarıma üzüldüğümü, içimin tuhaf olduğunu hissetmiştim. Ne diye bilir insan susmaktan ve görmezden gelmekten başka . Okuma sevdasıyla yanıyorsa yüreği, mecburiyetten sığınmışsa eğer. Onun için çok zamanlar okula vaktinden önce gider,okulun bahçesinde dolaşarak zaman geçirirdim. Kulağımın duymak ,gözümün görmek istemediği ne çok şey vardı kimbilir.
Bir akşam yengemin annesi köyden ziyarete gelmişti. Benim amcamın yanında kalmamdan rahatsız olduğunu davranışından gördüm. Ara sıra amcam olmadığı zamana denk getirip iğneli laflarıyla bunu sezdiriyordu. Kahvaltıda zeytini fazla yermişim. Bunu köye gittiğinde bazı kişilere anlatmıştı. Ben de tatilde köye gittiğimde duymuştum. Canı sağ olsun . Zeytini fazla yiyorsam ne olmuş yani ,kendine mi düşmüştü. Küçüklüğümden beri zeytini seviyordum. Sevmekten başka suç nerdeydi ? Okumak için bu söylemlere katlanmam gerekli olduğunu idrak ediyordum. Düşündüğüm tek şey buydu . Başka şansım var mıydı? Böyle konulara içten üzülsem de kulaklarımı tıkıyor, kendi aileme de anlatmıyordum.
Türkiye’nin özellikle ideolojik sağ sol görüşünün yoğunluk kazandığı günlerdi. Oturma odasında kare şeklinde eski bir masanın üzerinde radyodan haberleri ailece dinlerdik. Haberler ülkenin her yerinde olaylar olduğunu anlatırdı. Okulda ara sıra aramalar yapılırdı. Sınıfta bilirdik hangi öğrencinin hangi görüşte olduğunu. Altı mayıs günüydü ,dün gibi hatırlarım. Sol görüşlü üç devrimci Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ,Yusuf Arslan’ın asıldığı ,ikinci senesinin günüydü. Yine arama oldu bizim sınıfta . Bir öğrenciden uzun bir zincirle bıçak çıktı. Milli görüşçü biriydi ,yakalayıp götürdüler. Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmadan ,gördüklerimizide söylemeden geçiyordu günlerimiz. Yıl bin dokuz yüz yetmiş dörttü. Yer Turan emeksiz lisesiydi.
Türkiye’nin karışık bir dönemden geçtiği her halinden belliydi. Malatya’da olayların diğer şehirlerde olduğu gibi ardı arkası kesilmiyordu. İstasyon caddesinde postane ve dükkanlar yağma edilip yıkılmıştı. Çarşıya gittiğimizde yıkılmış binaları görmüştük. Sanki savaş yaşamış şehire benziyordu.
O zamanlar Türkiye’nin bir de Kıbrıs sorunu başlamıştı Yunanlılarla .
Karaoğlan dedikleri Bülent Ecevit başbakanlık yaptığı o kısa dönemde Kıbrıs barış harekatını gerçekleştirmişti. Kısa dönemde büyük başarıydı bu. Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan Türkler demokrasi ve özgürlüğüne kavuşmuştu. Türkiye’de büyük ses getirmişti .
Akşam eve geldiğimde amcamdan siyaseti ve Bülent Ecevit’e olan sevgisini anlatırken dinlemesi çok güzeldi. Anlatırken iri olan o gözleri daha da büyürdü. Babamla bir araya geldiklerinde o heyecanlı siyaset konuşmalarını ,yoldan geçenlerinde duyduklarına emindim. Aileden gelen irsi şeydi bu. Hızlı ve bağırarak konuşmak.
Babam ziyarete yanıma geldiğinde pek sevinmezdim. Sevgisini açıktan hissettirmezdi. Mesafeli duruşuyla diğer günlerimden farklı gün olmazdı. Yalnız sinemaya gidelim deyince işin rengi biraz değişirdi. O zaman Malatya’da iki sinama vardı. Renkli sinama ve büyük sinama. Mavi boncuk isminde Emel Sayın’nın yeni filmi gelmişti. Babam ,amcam ve çocuklarla beraber o akşam sinamaya gittik. Hepimize güzel bir akşam oldu. Emel Sayın sarı saçları ve şen kıvrak sesiyle bizi büyülemişti. Tarık Akan’da o filmde erkek baş rol oyuncuydu. Uzun boylu, yakışıklı haliyle genç kızların sevgilisiydi. Film günlerce afişte kaldı . Gişe rekorları kırdı. Bu satırları yazdığımda takvime baktım Tarık Akan öleli altı yıl olmuştu. Ne çabuk geçmiş seneler. Oda aydın düşünen bir insandı. Öldüğünde çok üzülmüştüm. “ Bir yolcumuz var“ diye ona bir şiir yazmıştım. O şiirin bir dörtlüğünü buraya yazmadan geçemeyeceğim.
Bir yolcumuz var
Uğurlamaya gidiyorum onu
Kuşandım dürüstlüğü, özgürlüğü, mertliği
Dimdik ayakta alkışlıyorum
Cumhuriyetçi bir devrimciyi
O zamanlar sinamayı bana sevdiren ikinci insan Tarık Akan’ dı.
Filmlerdeki aşkları , sevgilileri akşam yatağa yattığımda nasıl bir his ,duygu diye düşünmeden edemiyordum. Bana çok yabancıydı. Hoşlanma duygusuyla yeni tanışmıştım. Sınıfımızda Metin isminde bir arkadaşın konuşmasını,duruşunu,gülüşünü gizliden gizliye beğeniyordum. Bunu da Selma arkadaşımdan başka birine paylaşmadım. Ve o duygu büyümeden öylece gizli kaldı yüreğimde. Kalbimde özgür bir dünya düşlemenin mutluluğu bedeni sarmalıyordu. Kim ne derse desin tabiatta o zenginlik her zaman vardı. Görmesini bilirsen eğer. Ufak şeylerle mutlu olmayı kendime ilke edindim. Babaannemden küçükken öğrenmiştim bu sırrı . Düşüncelerin esiri olmamak ,geçmişi bırakıp geleceğe bakmak ,yaşarken şimdide kalmak . Bakalım nasıl başarılı olacağımı yıllar gösterecekti.
Feride
28-04-2022
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.